DİYARBAKIR KARŞILAŞTIRMALI EDEBİYAT GÜNLERİ’NİN ARDINDAN

Vecdi Erbay
25 Ekim 2018
SATIRBAŞLARI

Bin yıllık surunun içi dümdüz edilen, yüz binlerce sakini sürgüne yollanan, eş belediye başkanları, milletvekilleri tutuklanan, il ve ilçe belediyelerine kayyumlar atanan Diyarbakır’da resmi idarenin yaptığı ilk işlerden biri de kültür-sanat kurumlarının, derneklerin kapısına kilit vurmak olmuştu. Yıkımlardan üç yıl sonra düzenlenen TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı şehrin nefes kanallarının bir nebze açılmasını sağlamıştı. Hemen ardından, 11-21 Ekim arasında, beş senelik aranın ardından Diyarbakır Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin ikincisi geldi. Mıgırdiç Margosyan’ın 80. yaşgününün de kutlandığı Edebiyat Günleri’nde Diyarbakır, yaşadığı acıları hikâyelerine, diline, benliğine tutunarak sağaltmaya çalıştı. Edebiyat Günleri’nin düzenleyicilerinden Lal Laleş ve Övgü Gökçe Yaşa’yla, roman atölyesine katılan Ayşegül Devecioğlu’yla dilin, şehrin ve hikâyelerin canlanışını konuştuk…

Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı sekiz mahalleye iki yıldır girilemiyor. Bu mahallelerden altısında çatışmalar yaşandı ve buradaki evler, tarihi olarak tescillenmiş yapılarla birlikte, çatışmalar sırasında büyük tahribata uğradı. Çatışmalar bittikten sonra ise sistemli bir şekilde yıkıldılar ve yerlerine yenileri yapıldı. Diğer iki mahalle, Lalebey ve Ali Paşa mahalleleri ise darbe girişiminden sonra çıkarılan ilk kanunlardan biri olan “acele kamulaştırma” marifetiyle yıkıldı. Yıkılan mahallelerde yeni evler inşa ediliyor ve bu iki mahallenin de etrafı bariyerlerle kapalı, kimsenin inşaat alanına girmesine izin verilmiyor.

Çoğu bu mahallelerde doğup büyümüş yüz binlerce insan, yaşama biçimlerini de sırtlayarak, bu sekiz mahalleden göç etti.

Çatışmalar Diyarbakır’ın merkez ilçesi Sur’da yaşandı, ama bütün kentin ruh halini sarsıntıya uğrattı. Yıkılan mahalleler için Diyarbakırlılar, “şehrin kalbi” tabirini kullanıyor. Şehrin kalbinden altı parça eksildi ve bu altı parçanın yerine yeni “bir şey” yapıştırılıyor. Bu yeni “şey”i şehir nasıl kabul edecek, nasıl benimseyecek, elbette zaman gösterecektir. Ama şehrin ruh halini sarstığına hiç kuşku yok. Bunun üzerine bir de OHAL’den sonra şehrin seçtiği milletvekilleri hapse atıldı, belediye başkanlarının yerine kayyım atandı, birçok kültür-sanat kurumu kapatıldı.

“Kürtler, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar, yüzleri Diyarbakır’a dönüktür. Onlar için Diyarbakır güç ve ruh veren bir yerdir. Mirazê Cemal’in ‘Esas bizim umudumuz Diyarbakır’dır’ demesi de bu nedenledir.”

Kitap fuarından sonra edebiyat günleri

TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı bu yıkımdan üç yıl sonra gerçekleşti. Kalbinden parçalar alınmış, ruhu sarsılmış şehir, kitap fuarına ilgi gösterecek miydi? Yayıncılar kadar has okurun da merak ettiği soru buydu.

Herkesi şaşırtan bir şey oldu ve kitap fuarı beklentinin üzerinde bir ilgi gördü. TÜYAP, 100 binden fazla insanın fuarı ziyaret ettiğini açıkladı. Yazarlar etkinliklerde gösterilen ilgiden, yayıncılar kitap satışlarından memnun bitirdi fuarı.

Kitap fuarından kısa sonra, Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin ikincisi başladı Diyarbakır’da. Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin ilki, yine Diyarbakır Sanat Merkezi (DSM) ve Lîs Yayınları’nın öncülüğünde, 2013 yılında çok sayıda edebiyatçıyı ağırlamıştı Diyarbakır’da. İkincisi, Sur’daki çatışmaların, darbe girişiminin ve Olağanüstü Hal’in ardından gerçekleşti.

Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri zengin bir programla, 11-21 Ekim tarihleri arasında okurun, yazarın, çevirmenin karşısına çıktı. Amed Şehir Tiyatrosu, Mimarlar Odası, Eğitim-Sen gibi kurumlar ve bazı kafeler kapılarını etkinlikler için açtı. Kimi etkinlikler ise İstanbul, Batman ve Mardin’e kadar uzandı ve bu şehirlerdeki okurla buluştu.

Diyarbakır Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri, çok dillilik vurgusuyla, çok sayıda kurumun desteği ile hazırlandı. Edebiyatın bugün dünyada neye çare olabileceği, hangi umut kapılarını araladığı, adalet arayışında ne tür ilhamlar verebileceği gibi pek çok sorunun ele alındığı programda zengin bir birlikte düşünme ortamı yaratıldı. Karşılaştırmalı Edebiyat kavramının barındırdığı çıkmazlara ve imkânlara Diyarbakır’dan bakıldı. Çok dilli gerçekleşen etkinliklerle dillerin ve bu dillere ait edebiyatların birbirine yakınlaşması gözetildi. 

Bu çerçevede atölyelerle birlikte yirminin üzerinde etkinlik düzenlendi Diyarbakır’da, onlarca konuk yazar ağırlandı. Programların sunumlarını Övgü Gökçe Yaşa Türkçe, Lal Laleş Kürtçe yaptı, Dilan Taşdemir, Murat Kartal, Özlem Örçen ve Ferat Fidan fotoğraflar ve videolar çektiler, kitapların sergilenmesinden salonların düzenlenmesine kadar etkinliklerin sorunsuz geçmesini sağladılar.

Elbette şehrin havasını değiştiren bu kadar büyük bir organizasyon, hem içinde bulunulan sosyal ve siyasal koşullardan dolayı hem de ekonomik olarak hayata kolayca geçirilmedi.

Edebiyat Günleri’nde edebiyatın bugün dünyada neye çare olabileceği, hangi umut kapılarını araladığı, adalet arayışında ne tür ilhamlar verebileceği gibi pek çok sorunun ele alındığı programda zengin bir birlikte düşünme ortamı yaratıldı. Çok dilli gerçekleşen etkinliklerle dillerin ve bu dillere ait edebiyatların birbirine yakınlaşması gözetildi. 

Margosyan’ın 80. yaşgünü

Mardin’den İstanbul’a uzanan Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin merkezi elbette Diyarbakır’dı. Burada düzenlenen etkinliklere her yaş grubundan insan katıldı, salonlardaki koltuklar hiç boş kalmadı. Ama asıl dikkat çekici olan, katılımcıların aktif biçimde etkinliklerde rol alması oldu. Bu nedenle her panelin sonunda nitelikli tartışmalar yaşandığı görüldü.   

Diyarbakır’daki en anlamlı, güzel ve neşeli etkinliklerden biri, Mıgırdiç Margosyan için düzenlendi. İstanbul’da yaşayan Diyarbakırlı Margosyan’ın 80. yaşı, eski bir konak olan Kastal Kafe’de kutlandı. Okurun yanısıra çok sayıda yazar ve şairin de katıldığı yaşgünü kutlamasında Diyarbakır ve edebiyat tartışıldı, şiirler okundu. Amerika’da 21 yıl yaşadıktan sonra memleketi Diyarbakır’a dönen Udi Yervant Bostancı ise Margosyan ve diğer konuklarla birlikte şarkılar söyledi.

Sur’daki çatışma ve yıkım şehrin ruhunu sarsmıştı. Ama Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri, Diyarbakır’da yaşayan insanların birbirlerinin hikâyelerini dinlemek ve anlatmak istediğini gösterdi. Diyarbakırlılar, barbarlıkla ilgili düşünceleri ve kahredici hatıraları paylaşmanın yollarından biri olarak gördü edebiyatı. Çünkü anlatacakları hikâyeleri var.

Diyarbakır’ın içinde taşıdığı köz

Mıgırdiç Margosyan ve Udi Yervant Bostancı

Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’ne yönelik gözlemler bu şekilde. Öte yandan programın öne çıkan etkinlikleri vardı. Bunların ayrıntılarını Lal Laleş ile konuştuk.

DSM ile birlikte Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’ni hazırlayan Lîs Yayınları genel yayın yönetmeni Lal Laleş, etkinliklerin neredeyse tamamının sunumunu Kürtçe yaptı. Hem konuyla hem de konuk yazarlarla ilgili kısa, hakkaniyetli ve sahici bilgiler verdi.

Edebiyat Günleri’ni değerlendirirken Diyarbakır’ın 2013’ten bu yana siyasal ve sosyal olarak büyük çalkantılar ve buna bağlı travmalar yaşadığını hatırlatan Lal Laleş, “Dilin, kültürün, sanatın ve edebiyatın tekrar Diyarbakır’ın sokağıyla, edebiyatçısıyla, öğrencisiyle, esnafıyla buluşması son derece kıymetli bir şey” şeklinde konuştu. Laleş, şunları söyledi: “Diyarbakır’ın içinde bir köz taşıdığını ve zamanı geldiğinde bu közü çok güzel ortaya çıkardığını biliyoruz. Diyarbakır, son yıllarda yaşadıklarından sonra zihin açıcı, yaratıcı ve kalıcı etkinliklere imza attı. Etkinliklere katılım oranı beklentimizin üzerinde oldu, ama daha güzeli, etkinliklere katılanların aktif olmasıydı. Katılanlar yorumlarıyla, düşünceleriyle, sorularıyla etkinlikleri zenginleştirdi.”

Coğrafyanın kaderi

Lal Laleş

Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin önemli etkinlikleri arasında atölye çalışmaları yer alıyordu. Çeviri, roman ve öykü atölyeleri, Lal Laleş’in verdiği bilgiye göre beklentinin çok üstünde bir ilgiyle karşılaştı. Atölyelere katılmak için başvuruda bulunan birçok insana, katılımcı sayısının sınırlı tutulması nedeniyle, olumlu cevap verilemedi.

Lal Laleş, atölyeler hakkında şu bilgileri verdi: “Ayşegül Devecioğlu ile roman, Melek Özlem Sezer ile öykü atölyesi gerçekleştirdik. Başvuruların tamamına karşılık veremedik. Karşılaştığımız ilgi, bu tip çalışmaların Diyarbakır’da çeşitlenerek sürmesi gerektiğini gösteriyor. Çünkü insanlar yaşadıklarını, tanık olduklarını yazmak ve paylaşmak istiyor. Bu da bu coğrafyanın kaderidir. Bu coğrafyanın bir hikâyesi var ve bunu insanlar öykü ve roman aracılığıyla anlatmak istiyor.

KurdiLit, Kürtçe edebiyatın aktörlerini, yani dergileri, yazarları, yayınevlerini dünya çapında görünür kılmak için hayata geçirilen bir internet platformu. KurdiLit ile bir çeviri atölyesi çalışması yürüttük. Bu atölyede Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin onur konuğu olan Berken Bereh’in şiirlerini Clémence Scalbert Yücel Fransızcaya, yazar-çevirmen Samî Hêzil ise İngilizceye çevirdi. Berken Bereh’in şiirleri daha önce Şener Özmen tarafından Türkçeye de çevrilmişti. Bu şiirler daha sonra çeşitli dergilerde yayınlanacak. Dolayısıyla bu atölye çalışması sayesinde, Kürtçe şiirin önemli isimlerinden biri olan Berken Bereh’in şiirlerini dünyaya da tanıtmış olacağız. Bu atölyeden edinilen deneyimler, daha sonra bir panelle okurla ve çevirmenlerle paylaşıldı. Hem atölye hem panel,  Kürtçenin başka bir dilde nasıl bir karşılık bulduğuyla ilgili bir zemini gösterdi.”

“Ömrünü Kürtçeye vakfetmiş bir insanın Diyarbakır’la buluşmasına tanıklık ettik. Mirazê Cemal’in deneyimleri ve gözlemleri üzerinden bir asra yakın zamandır yayınlanan bir gazetenin çıkış serüvenine tanık olduk. Dile dair inadın, özverinin, mücadelenin önünde birçok insanın şapka çıkarması çok kıymetli bir şeydi.”

Çocuk edebiyatının önemi

Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nde çocuk edebiyatı da unutulmadı. Çocuklar ve ebeveynlerin ilgisinin yanında, bu alanda yazmak isteyenler ve bu tür kitapları yayınlamayı planlayan yayıncılar da etkinliklerde hazır bulundu. Lal Laleş, Kürtçe çocuk yazını ve çocuk yazınıyla ilgili düzenlenen etkinlikler hakkında şunları söyledi:

“Türkiye ve Avrupa’daki bazı yazarlar tarafından çocuk kitaplarının yazılması süreci yeni değil. Ama kabul etmeliyiz ki bunlar profesyonellikten uzaktı ve büyük çoğunluğu el yordamıyla yazılmış kitaplardı. Bu kitapların dili, pedagojik yeterliliği ve başka meseleler tartışılmadan piyasaya çıkıyordu.

Ama son yıllarda iki yayınevinin, Hîva ve Morî’nin çocuk yazınıyla ilgili kitaplar hazırlaması sevindirici bir olay. Bu yayınevlerinin son üç-beş yıl içinde yaptıkları çalışmaları, deneyimleri, imkân ve imkânsızlıkları, üretim yaparken nasıl bir deneyim edindiklerini de tartışmak istedik. Çocuk yazısı bir dil için, bir edebiyat için çok önemlidir. Dolayısıyla bu konunun da tartışılmasını, bu konudaki deneyimlerin de paylaşılmasını istedik. Öte yandan Kürtçe çocuk yazını ya da Kürtçe edebiyat kitapları basan yayınevlerini tartışmadık. Aynı zamanda bu alanda kitaplar basan Türkiye’deki sayılı yayınevlerinden biri olan Günışığı Yayınları genel yayın yönetmeni ve yazar Mine Soysal’ı da davet ettik. Soysal, çocuk, genç ve edebiyatı konu alan çok iyi bir panel yaptı. Hem yazarlar, hem okurlar, hem de çocuğunun elinden tutup gelen insanlar aktif olarak katıldı panele. Mine Soysal, ebeveynlerin sorularıyla karşılaştı ve güzel, aktif bir söyleşi gerçekleşti.”

Rya Teze ve Mirazê Cemal

Mirazê Cemal, Ermenistan’dan gelen konuk yazarlardan biriydi. Cemal, Kürtçe ilk romanı yazan Erebê Şemo’nun hemşerisiydi, dolayısıyla ilgi gören yazarlardan biri oldu. Ermenistan’da Kürtçe yazını merak konusuydu. Kısa süre Diyarbakır’da kaldıktan sonra İstanbul’daki bir etkinliğe de katılan Mirazê Cemal, ardından Ermenistan’a döndü. Kürtçe yayınlanan Rya Teze adlı gazeteyi çıkaran şair Mirazê Celal hakkında bilgileri de Lal Laleş paylaştı:

Mirazê Celal ve Mıgırdiç Margosyan

“Mirazê Cemal Ermenistan’da doğmuş, orada yaşayan, Kürtçe şiirler yazan ve gazetecilik yapan bir insan. Ama Kürtçenin emektarı olarak da tarif edebiliriz kendisini. Çünkü ömrünü Kürtçeye vakfetmiş bir insan. Kürtçe şiirler yazdı, Rya Teze adlı Kürtçe gazeteyi neredeyse bir asırdır çıkarıyor. Öte yandan bu coğrafyayı görmemiş bir insan. Diyarbakır’ı gazete sayfalarında, kliplerde, filmlerde görmüş bir insan. Ömrünü Kürtçeye vakfetmiş bir insanın Diyarbakır’la buluşmasına tanıklık ettik. Mirazê Cemal’in deneyimleri ve gözlemleri üzerinden bir asra yakın zamandır yayınlanan bir gazetenin çıkış serüvenine tanık olduk. Okurun, yazarın, entelektüelin bu gazete üzerinden tartışması ve çeşitli sorular sorması, dile dair inadın, özverinin, mücadelenin önünde birçok insanın şapka çıkarması çok kıymetli bir şeydi. Mirazê Cemal, son yıllarda Kürtçeye dair yitirilen umudu tekrar yeşerterek susuz kalmış toprağa bir damla yağmur gibi geldi. Belki somut değildi bu umut, ele avuca gelmiyordu, ama kalbe yerleşen bir umut oldu. Bir de şöyle bir şey var, Mirazê Cemal bizim etkinliklerle sınırlı kalmadı. Çok sayıda insanla görüştü, imzalar yaptı, söyleşiler gerçekleştirdi. Ayrıca İstanbul’da da bir etkinliğe katıldı ve orada da Kürtçeyle ve deneyimleriyle ilgili konuştu.

Ermenistan’da Kürt nüfusu çok az. Ama buradaki Kürtler, kendi köy okullarında Kürtçeyi öğreniyorlar. Mirazê Cemal, Ermenistan’da genç nüfusun azalmasından, ekonomik olarak gazeteyi çıkarmanın güçlüklerinden ve benzer kaygılarından da söz etti. Kürtler, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar, yüzleri Diyarbakır’a dönüktür. Onlar için Diyarbakır güç ve ruh veren bir yerdir. Mirazê Cemal’in ‘Esas bizim umudumuz Diyarbakır’dır’ demesi de bu nedenledir.”

 

AYŞEGÜL DEVECİOĞLU

Zihnin direnişi

Roman atölyesi ile Diyarbakırlılarla buluşan Ayşegül Devecioğlu, izlenimlerini şöyle anlattı:

Ayşegül Devecioğlu

Diyarbakır Sanat Merkezi’nde yapılan atölye çalışması, anlatının kalbini bulmak, hayal gücü ve emeği birlikte işe koşmak, yazmaktan keyif almak başlıklarını taşıyordu. Üç gün boyunca süren roman atölyesine hemen hepsi öğretmen olarak çalışan 16 kişi katıldı. Atölyede kadınlar çoğunluktaydı. Katılımcıların yarısı anadilini konuşuyordu. İlk gün genel bir sohbetten sonra Nar Photos’dan Erhan Arık, Gülşin Ketenci, Hüsamettin Bahçe, Kerem Uzel, Mehmet Kaçmaz, Sezgin Polat, Serra Akcan ve Tolga Zengin’in fotoğrafları üzerine metinler yazıldı ve bu metinler üzerinde, bakış açısı, karakterler, anlatının sesi ve zamanı açısından değerlendirme ve çalışma yapıldı. Atölye, dil kullanımı, fotoğraftaki bakış açısının yakalanması ve öyküye dönüştürülmesi açısından heyecan verici sonuçlar ortaya çıkardı. Coğrafyanın acı hikâyeleri kaçınılmaz olarak bakış açılarında ve bütün metinlerin dokusundaydı. Buna rağmen insan zihninin nasıl direnebildiğini ve edebiyatın açtığı yolları gösteren sürprizlerle doluydu atölye. 

 

ÖVGÜ GÖKÇE YAŞA

Edebiyatla canlanış

Karşılaşmalı Edebiyat Günleri’ni Lîs Yayınları ile birlikte hazırlayan Diyarbakır Sanat Merkezi program koordinatörü Övgü Gökçe Yaşa ile programın ayrıntılarını konuştuk…

Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri beş yıl sonra ikinci kez düzenlendi. Bu arayı neden verdiniz?

Övgü Gökçe Yaşa

Övgü Gökçe Yaşa: Uzun bir ara vermek özellikle planladığımız bir şey değildi. 2013’te ilk kez Diyarbakır’da Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri düzenledikten hemen sonraki yıl programımız hazırdı, ancak gerçekleştirmemizi mümkün kılacak bir kaynak bulamadık. Kültür-sanat programları için destek bulmak giderek az rastlanır bir şey olmaya başlamıştı, edebiyat ise desteklenme potansiyeli anlamında zaten çok daha gerilerde yer alıyordu. 2015’te yoğunlaşan mülteci dalgasıyla ve sınırın hemen ötesindeki savaş koşullarıyla birlikte, yalnızca kaynak bulmak değil, Diyarbakır’ın ve bölgenin uluslararası konuklar açısından seyahat edilebilecek bir yer olarak görülmesi de hayli zorlaşmıştı. Bölgede fiziksel varoluşun ve istikrarlı bir kültür-sanat üretiminin zorlaştığı dönemlerde daha masabaşı çalışmalara yöneldik. Lîs Yayınları’yla birlikte Kürtçe edebiyatın görünürlüğü konusunda sürdürmeye çalıştığımız yaklaşımın bir karşılığı olarak, 2015-16 dönemini Türkiye’de Kürtçe yayıncılık bilgilerini derlemeye başlayan KurdîLit web sitesi üzerine çalışarak geçirdik (kurdilit.net). Finansal ve organizasyonel olarak yeniden imkân doğduğunda ise Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’yle ilgili planlarımızı canlandırdık.

Sur olayları, darbe girişimi, OHAL Diyarbakır’daki kültür-sanat ortamını nasıl etkiledi? 

Sonuçta bunların hepsi farklı şekillerde ve radikal biçimde gündelik hayatı ve dolayısıyla da kültür-sanat ortamını etkileyen süreçler oldu elbette. Her şeyden önce hem yerelde hem de genel olarak, toplumun ve bireylerin “güvenlik” duygusunun zedelenmesi daha içe kapalı, gergin bir toplumsal atmosferi beraberinde getiriyor. Buna OHAL sonrası Diyarbakır’daki kültür-sanat mekânlarının önemli bir kısmının belediyelere kayyum atanmasıyla birlikte el değiştirmesi de eklendi. Dolayısıyla uzunca bir süre bağımsız kurumlar ve sanatçılar bir mekânsızlıkla karşı karşıya kaldılar. Belki bunun da bir sonucu olarak son bir yılda kendi küçük mekânlarını, alanlarını yaratmak konusunda inisiyatif alan sanatçı ve kolektiflerin sayısında önemli oranda bir artış gözlendi. Bu mutluluk verici. Bir yandan da, Diyarbakır, Antep ve İzmir’de kültürel altyapıyı ve kültür-sanat etkinliklerini desteklemek amacıyla Goethe Enstitüsü, İsveç Konsolosluğu, Hollanda Başkonsolosluğu ve Fransız Kültür tarafından Anadolu Kültür ve İKSV işbirliğiyle hayata geçirilen Kültür için Alan projesinin 2018 içinde Diyarbakır’da 13 projeye destek vermesi önemli bir gelişme. Böylelikle kültür-sanat alanında zaten büyük özverilerle çalışmalarını yürüten kurumlar ve kolektifler, yapmak istediklerini daha rahat gerçekleştirebilecekleri motive edici bir ortamda çalışmaya devam ediyorlar ve bu olumlu gelişmeler izleyiciye de yansıyor.

Kitap Fuarı’ndan sonra gerçekleşti Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri. Hem fuara olan ilgiyi hem de Edebiyat Günleri’ne ilgiyi nasıl değerlendirirsin?

Fuar çok ilgi gördü. Yayıncılar oldukça memnun ayrıldı ve bildiğim kadarıyla fuardaki etkinlikleri de epey izleyici takip etti. Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri’nin fuardan birkaç hafta sonra olmasının olumsuz bir etki yaratıp yaratmayacağını sorguluyorduk, ancak hem açılış hem de sonrasında hafta sonu devam eden etkinliklerimizdeki ilgi, gerçekten iyi bir içerik sunulduğunda Diyarbakır’daki izleyici ve okuyucuların bunu mutlaka takip ettiğini bir kez daha gösterdi. Özellikle iki dilli paneller, Kürtçenin farklı lehçelerindeki sunumlar hem hafta sonu hem hafta içi belli bir izleyici sayısının altında düşmeksizin izlendi ve farklı yaş gruplarından insanlar bu etkinliklere katıldı. Bu bize benzer programların önemi ve değeri konusunda bir kez daha ilham verdi. Daha önce de olduğu gibi güncel tartışmaları hesaba katan, disiplinler arası yaklaşımlara alan açan etkinlikler planlamaya devam edeceğiz.

 

^