Geçen yıldan bu yana Kadıköy Belediyesi’nde hem belediye yönetiminin hem de orada örgütlü olan DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın işçilere çeşitli sorunlar çıkardıklarına dair haberler geliyor. Son olarak 18 Şubat’ta Genel-İş’in belediyedeki dokuz işçi temsilcisini görevden aldığı ortaya çıktı. Bu olayın arkaplanı nedir?
Nazan Gevher Çam: Bizler 2018’de AKP’nin kadro aldatmacasıyla belediyenin şirketlerinde istihdam edilen taşeron işçileriz. 2018’de yayınlanan 696 sayılı KHK kapsamında belediye işçilerini kadroya geçirdiklerini söylediler. Fakat aslında kadroya geçirilmedik. Daha önce çeşitli firmalarda istihdam edilirken bir yıllık sözleşmelerle, bu sözde kadrodan sonra belediyenin iştirak ettiği firmalarda istihdam edilmeye başladık. Bu kadro norm kadro değildir. Kamu işçisi olarak görünmüyoruz.
Kadıköy Belediyesi’nde sendikalı kaç işçi var?
Şu anda 2500 kişiyi bulduk galiba. Geçen sene toplu iş sözleşmesi görüşmeleri tıkandığında greve giden işçi sayısı 2300’dü. Doğrusunu söylemek gerekirse, sendikalaşırken işverenle herhangi bir sorun yaşamadık. Fakat bahsettiğim kadro hakkı çıktığında, haklarımıza dair de her şey belirlenmişti. Buna göre altı aylık iki dilimde, yılda toplam yüzde 8 zam alabiliriz. 2018’deki toplu iş sözleşmesinde yüzde 8 oranındaki zamlara ek olarak maaşlarımıza brüt 380 TL sosyal paket olarak eklendi. Onun dışında başka sosyal haklarda da düzenlemeler yapıldı.
KHK hükmü gereğince yüzde 8 zam öngörülüyorken, işverenle bunun artırılması konusunda sendikanın bir pazarlığı olmadı mı?
Tabii, ama işveren KHK hükmünce tüm haklarımızın belirlendiğini ve ekstra bir şey yapamayacağını söyledi. Aynı şey yıllık izinler konusunda da oldu. Fakat biz greve gittikten sonraki toplu sözleşmede KHK’nın belirlediği maddelerin dışındaki taleplerle işverenin karşısına çıktık ve böylece imzalanan toplu sözleşme taşeronlar açısından önemli kazanımlarla sonuçlandı.
İşyerindeki sendika temsilcileri nasıl belirlendi?
Yüzde 19 zam istedik. İşveren kabul etmeyince greve gittik. Buna rağmen işverenle Genel-İş arasında yüzde 8 üzerinden sözleşme imzalandı. İşçilerle görüşülmeden imzalanan bir TİS oldu.
Bizler işyerindeki sendikalı arkadaşların seçimiyle belirlendik. Bütün müdürlüklerin temsilcileri olarak da Temsilciler Meclisi oluşturduk. Sözde kadroya geçmeden önce asgari ücret farkı alıyorduk. Yani maaşımız asgari ücretin katları üzerinden hesaplanıyordu. Fakat biz sendikalı olunca asgari ücret farkıyla ilgili hakkımızı kaybettik. Çünkü net ve brüt ücretler belirlendi ve artık bunun üzerinden pazarlık yapmaya başladık. Oysa 2018’le 2022 arasındaki asgari ücretler hesaplandığında, bir işçinin maaşı asgari ücretin iki katı olacaktı. Biz bunu sağlamak için yüzde 19 zam istedik. İşveren bunu kabul etmeyince geçen sene greve gittik. Buna rağmen işverenle Genel-İş Sendikası arasında yüzde 8 zam üzerinden sözleşme imzalandı. Yani işçilerin beklentilerini yerle bir eden, işçilerle görüşülmeden imzalanan bir toplu sözleşme söz konusu oldu geçen sene.
Sendika neden bunu yaptı?
İşçilerin tamamını etkileyecek bir toplu sözleşme, tepeden inme, işçi demokrasisini yok sayan bir yöntemle imzalandı. Bizim o zammı kabul etmemiz mümkün değildi. Doğrusu, sendikaya girdiğimizde zaten erkek bir yapıyla karşılaşacağımızı bilen kadınlardık. Fakat bu yapının değişebilmesi için kadın temsilcilerin çalışma, mücadele yürütmesi gerektiğini konuştuk. Sendikal feminizm yapmak gibi bir hedefimiz vardı. Biz sosyal demokrat bir belediyede çalışıyor ve tepeden inme bir kararla görevden alınana kadar Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı bir sendikada işçi temsilciliği yapıyorduk. Dolayısıyla, toplu sözleşmelerin toplumsal cinsiyete duyarlı olmasını, bazı sosyal hakların öne çıkarılması hedeflerini görev edindik. Nitekim bu hedeflerin önemli bir kısmını da gerçekleştirdik.
Ne gibi hedeflerdi onlar?
Babalık izni, İstanbul Sözleşmesi’nin tanınması, mobbing kurullarında kadın kotası konması, kreş hakkı, 8 Mart izni, regl izni… Fakat ücretler konusunda aynı ilerlemeyi sağlayamadık. Yıllardır taşeronda çalışmış işçiler olarak sendika üyesi olmaktan gurur duyduk, sendikamızı ileriye taşımak için mücadele ettik. Ne var ki, bunun karşılığında işçi demokrasisinin işletildiği, eşit temsilin sağlandığı bir yapı beklentilerimiz karşılık bulamadı.
Geçen sene işçilerin itirazına rağmen Genel-İş Sendikası’nın imzaladığı TİS’ten sonra, sendika yönetimiyle herhangi bir tartışma, değerlendirme yaptınız mı? İşçilere rağmen TİS’e imza atılmasını nasıl izah ettiler?
Ayşecan Ay: O süreçten sonra Genel-İş’in şube yönetimi değişti. Açıkçası, grevin üçüncü gününde TİS’in imzalanması hepimizi şoka uğrattı. Şube yönetimine istifa çağrısı yaptık, ama şube topu Genel-İş yönetimine bıraktı, kendi aralarında top çevirdiler ve kimse hesap vermedi. Bize kalan tek şey, bu süreci anlatmak oldu. Önceki yönetim seçimine biz Mor Liste’yle katılmıştık.O sayede şimdiki beşli yönetime ilk defa bir kadın girmiş oldu.
Genel-İş’in veya DİSK’in CHP’li belediyelerle, CHP yönetimiyle işçilere rağmen bir ilişkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, böyle olduğunu düşünüyoruz. Yalnızca CHP ve DİSK de değil, Türkiye’de konfederasyon başkanlığından milletvekilliğine geçmenin pek çok örneği var.
Nasıl bir ilişki bu?
Aynı tabandan beslenen örgütlerin geçirgen olması öngörülebilir bir şey. Fakat dengeler çoğu zaman işçiler aleyhine gelişiyor. Geçen sene biz greve gitmeden hemen önce şube yöneticileri CHP İstanbul İl Başkanlığı’na gidip görüşerek ortak fotoğraf verdi mesela. Tamam, kavgaya girin demiyoruz, ama işçiniz böylesi bir pozisyondayken, işverenin doğrudan tabi olduğu partinin yönetimiyle canciğer kuzu sarması gibi görünmesi çok yadırgatıcı. Bu sorunlu ilişki yüzünden, yüzde 115 enflasyon konusunda iktidara tepki gösterirken, bu enflasyon oranına rağmen yapılan yüzde 8 zam karşısında da belediye yönetimini ve kendi sendikamızı eleştiriyoruz.
Genel-İş Sendikası yönetiminin 18 Şubat’ta Kadıköy Belediyesi’ndeki işyeri temsilciliği görevinize son verilmesinin arkasında ne yatıyordu?
Doğrusu bu konuda bize yapılmış bir açıklama yok. Şube yöneticileri ve biz temsilcilerin üyesi olduğu WhatsApp grubuna biz dokuz kişinin ismini yazıp “Genel Merkez tarafından görevden alınmışlardır” mesajı atıldıktan sadece üç dakika sonra gruptan çıkarıldık. Böylece “neden” diye sormamıza bile fırsat verilmedi ve bugüne kadar da (22 Şubat) bize herhangi bir açıklama yapılmadı.
Sendika yönetimini arayıp nedenini sormadınız mı?
Bizim sormamız gerekmeden şube yönetiminin bir açıklama yapması gerekiyor. Bu tavrı şube yönetimine de ihale etmek istemiyorum. Çünkü gözlemlediğimiz kadarıyla, genel sendikal anlayış bu. “Beraber rahat çalışabildikleri, birlikte rahat yürüyebilecekleri” temsilcileri tercih ediyorlar. Onlara göre biz muhalif kalıyoruz ve eleştirilerimizi de tehdit veya saldırı olarak algılıyorlar. Zaten Mor Liste’den itibaren bizden duyulan bir rahatsızlık vardı. Kadınları her zaman dışlamaya alışmış, kadınların itirazlarını engel veya tehdit olarak gören bir anlayışın hâkimiyeti var ve maalesef buna, genel başkanı kadın olan DİSK de dahil. Bu açıdan büyük bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Ama sendikal anlayış değişecekse de, o değişim önce DİSK’te başlamalı. DİSK’in tarihsel yükümlülükleri var. Türkiye’de kayıtlı işçilerin üçte biri kadın, ama sendikalardaki karar organlarında kadınların oranı onda bir. Bu böyle devam edemez. DİSK bizim için tarihsel mirasıyla, misyonuyla önemli ve daha iyi bir noktaya gelmesi için mücadele ettik.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu DİSK’e yönelik eleştirilerden memnuniyet duyduklarını, eleştiri olmadan yoldaşlığın olamayacağını söylüyor.
WhatsApp grubuna biz dokuz kişinin ismini yazıp “Genel Merkez tarafından görevden alınmışlardır” mesajı atıldıktan üç dakika sonra gruptan çıkarıldık. Böylece “neden” diye sormamıza bile fırsat verilmedi ve bugüne kadar bir açıklama yapılmadı.
Bizler eleştiriyle, tartışmayla sorunları çözebilen politik insanlarız. Kendi örgütümüzden beklediğimiz de bu. Fakat DİSK’in 16 Şubat’ta Kadıköy’de gerçekleştirdiği “Geçinemiyoruz” eylemine işçilerin ilgisinin neden az olduğunu tartışmak gerekiyor. Çünkü özellikle geçen seneki üç günlük Kadıköy Belediyesi’ndeki grevden sonra Genel-İş’in işverenle, işçilere rağmen TİS imzalaması, işçilerin DİSK’e dair inancı ortadan kaldırmıştı. Zira, o dönem DİSK yönetimi Kadıköy grevini ağzına bile almamıştı. Ayrıca, Genel-İş DİSK’in en çok aidat toplayan, en zengin sendikası olduğu halde geçen sene greve giden işçiler için bir fon bile ayırmadı. Buna rağmen 16 Şubat’taki “Geçinemiyoruz” eylemine gittik ve talebimizi orada “Ek protokol şart” yazılı pankartla ifade ettik. Bazı işçi arkadaşlar da tepkilerini “DİSK kazığı mı yiyoruz”, “Sen sendikasın, kendine gel”, “İşçiye gelmiyor, gelmekte olan” gibi dövizlerle ortaya koydu. Enflasyon konusunda iktidarı suçlarken, ücret zammı konusunda ise işverenimizi muhatap alacağımızı orada da söyledik. Açıkçası, DİSK’in içinde görece bir özgürlük olduğuna inanıyorduk. Fakat eylem sırasında DİSK yönetimi bizi, talebimizi görmezden geldi. Bu hayal kırıklığına iki gün sonra temsilcilikten alınmamız eklendi.
Bundan sonra ne yapacaksınız?
Bizim sendikal anlamda örgütlenebileceğimiz tek yer DİSK. Gidip başka bir sendikaya üye olmayız. DİSK bizim evimiz ve onu demokratikleştirmek de bizim görevimiz. Burada kadın meselesi de, iklim krizi de konuşulmak durumunda. Ama kendi işverenimizle de sendika üzerinden bir müzakere süreci işletmek durumundayız. Ayrıca geçen seneki grevden sonra Genel-İş yöneticileri, “Evet arkadaşlar, bir daha asla sizden habersiz toplu iş sözleşmesini imzalamayacağız” demişti…
Bunu ne zaman söylediler?
Nazan: Grevden sonra DİSK’in yöneticiler toplantısına katıldığımızda bunu söylemişlerdi. İç meselelerden, şube yönetiminden filan bahsetmişlerdi.
Siz temsilcilikten alındıktan sonra işçilerin tepkisi ne oldu?
Arkadaşların tamamı hiçbir şekilde atama kabul etmeyeceklerini söylediler. Seçimle geldik, ama WhatsApp mesajıyla görevden alındık sonuçta.
Siz görevden alınınca, yeni işyeri temsilcileri seçimle belirlenmeyecek mi?
Nasıl bir yöntem izleneceğini bilmiyoruz, ama daha oraya gelmeden, bizim bu şekilde görevden alınmamızın tartışılması gerekiyor.
Bu arada işçiler, işyeri temsilcileri sendikayla bu gerilimi yaşarken Kadıköy Belediye yönetiminin aradan sıyrıldığını, tartışmanın öznesi olmaktan kurtulduğunu düşünüyor musunuz?
Kasım ayından beri doların 18 TL’ye çıktığı, ülkenin giderek batmaya başladığı, orta sınıfın çöktüğü bir süreçte biz zaten TİS görüşmeleri takvimi gelmeden maaşların iyileştirilmesi için ek protokol talebiyle sendikamıza gittik. Fakat aradan epey zaman geçtikten sonra, Genel-İş’ten gelen yöneticiler “toplu iş görüşmelerine bir yıldan az zaman kalmış belediyelerde ek protokolden yana değiliz” dedi. Bakın, işverenimiz olan Kadıköy Belediyesi bile dışarıya verdiği görüntüyü, imajı korumak için sendikadan daha hassas davranıyor. Daha ne diyelim!
Kadınları dışlamaya alışmış, kadınların itirazlarını engel veya tehdit olarak gören bir anlayış hâkim. Ama sendikal anlayış değişecekse DİSK’te başlamalı. Kayıtlı işçilerin üçte biri kadın, ama sendikalardaki karar organlarında kadınların oranı onda bir.
Bunu nasıl anlamlandırıyorsunuz? Sendika neden böyle bir görüntü vermekten çekinmiyor?
Ayşecan: Biz sendikal feminist grup olarak sendikadaki erkek egemen yapıya çomak sokuyoruz. Fakat erkek egemen sendikal yapının değişme, dönüşme kaygısı yok. Açık söylemek gerekirse, Kadıköy Belediyesi de her şeye rağmen sosyal demokrat, ilerici bir belediye. Mor Liste olarak bize yaklaşımları da olumlu oldu hep. İstanbul Sözleşmesi’ndeki ilkelere uymak başta olmak üzere, çok sayıda talebimizi TİS’te kabul ettiler. Bunu kabul etmemek gibi bir lüksleri olmadığının bilincindeydiler. Ama sendika, içinde yaşadığı çağın gerisinde ve böyle bir bilince, farkındalığa sahip değil. Biz başından beri sendikaya bugüne kadar yürüttüğünüz sistemle artık devam edemezsiniz, dünyadaki sendikal hareketlerin ilerlediği yola siz de girmek durumundasınız diyoruz. Bunun aksi yönde, arkaik yollardan ilerledikçe güç ve itibar kaybediyorlar. Bu da onu demokratik kitle örgütü olmaktan çıkarıyor. Aynı şeyi işverene söylediğimizde kaygılanıyor, kulak veriyor, sendikamız ise bu eleştirileri görünmez kılmaya çalışıyor.
İşçilerin doğrudan işverenle bir pazarlığa oturması, veya sendikaya rağmen inisiyatif alması gibi bir yol mümkün değil mi?
O zaman insan ister istemez şunu soruyor: Peki biz niye sendikalıyız? Sendika bastırmadığı zaman, işveren niye elini cebine atsın ki? Niye enflasyon oranında zam yapsın ki?
Nazan: Genel-İş’e üye olan taban gündemi takip eden, bilinçli bir kesim ve sendikayı daha iyi koşullar sağlaması, işverenle bunun üzerinden müzakere yürütmesi için zorluyor. DİSK asgari ücretin 5200 TL olması gerektiğini söylüyor ve biz bunun arkasındayız, bunu TİS’e yansıtalım diyoruz. Ama dönüp geldiğimiz nokta, hükümetin belirlediği asgari ücrete talim etmek. Mevcut koşullarda DİSK’in açlık sınırına göre değil, yoksulluk sınırına göre bir asgari ücret mücadelesi yürütmesi gerekiyor.
Şu hâlâ anlaşılamıyor: İşçiler bu mücadeleye hazırken sendikayı tutan ne?
Valla biz de bu bürokratik yapıyı anlamakta zorlanıyoruz. Bu ilişkinin sebebi ne? Bu ilişkiler neden böyle? Neden 5200 TL’nin arkasında durmuyoruz? Neden greve çıkmışken yüzde 8-9 zammı kabul ediyoruz? Bunları çözümlemeye çalışıyoruz. Ek protokol talebimiz son derece meşruyken, neden TİS’e bir yıldan az zaman kalan belediyelerde ek protokole sıcak bakılmıyor? Bugün belediyede herkesin konuştuğu tek şey var: Geçinemiyoruz! İşveren “diğer işçilerden daha iyi ücret alıyorsunuz”, sendika da TİS’i bekleyin” diyor.
DİSK asgari ücretin 5200 TL olması gerektiğini söylüyor. Biz bunun arkasındayız, bunu TİS’e yansıtalım diyoruz. Ama geldiğimiz nokta, hükümetin belirlediği asgari ücret. DİSK’in açlık sınırına göre değil, yoksulluk sınırına göre bir asgari ücret mücadelesi yürütmesi gerekiyor.
Toplu iş görüşme takviminiz ne?
Temmuz ayında. Ama biz bu mücadeleyi kasım ayından beri yapıyoruz ve o tarihten bu yana ücretlerimiz zaten eriyip gitti.
Ayşecan: Ek protokol konusunu gündeme getirdiğimizde sendika “sıkın dişinizi, TİS’e az kaldı” dedi. Hatta “ek protokol kabul edilirse, TİS’te iyi bir rakam elde edemezsiniz” dendi ki, bu insanı çok öfkelendiriyor. Sen sendikasın yahu, bunu nasıl söylersin! İşçi hareketinin yükseldiği, greve gittiğimiz bir dönemde yüzde 8 zamla yerimize oturtulduk geçen yıl. Bundan kötü rakam ne olacak? Canımızı mı alacaklar? Zincirlerimizi mi kaybederiz?
Temmuz ayındaki TİS görüşmelerinden olumlu bir sonuç çıkacağını düşünüyor musunuz?
Nazan: Açıkçası geçen seneki pratik bizi kaygılandırıyor. Yüzde 115 enflasyon varken, KHK dolayısıyla da bize yüzde 8 oranında zam öngörülmüşken, sendikanın ciddi bir tazyiki olmadan olumlu bir sonuca ulaşamayız.
Ayşecan: Geçen seneki grev sürecinde işçinin o zamana kadar kırılmamış olan inancı ve güveni büyük yara aldı. Ek protokol talebini yükseltmesi, sendika açısından kaybettiği güveni tazeleme şansı da verecekti, ama bu şansı ellerinin tersiyle ittiler. Arzu Çerkezoğlu’nu, hatta DİSK’i bile bu süreçte suçlamak istemiyorum. Biz esas sorunu Genel-İş’le yaşıyoruz. Fakat 16 Şubat’ta Kadıköy’deki eylemde üç metre ötemizde olan Arzu Çerkezoğlu’nun bizi görmezden gelmesi içimize çok oturdu. Kendimizi çok yalnız hissettik. Biz sendikalıyız, niye gidip konfederasyon başkanımıza “biz geçinemiyoruz” demek zorunda kalalım ki! Biz niye sendikalıyız o zaman? DİSK’e üye olduğum günü hatırlıyorum, sevinçten gözlerim dolmuştu. Anam sendikalı, babam sendikalı, 1977’de akrabam öldürülmüş, hepsi mücadele etmiş, bayrağı bana devretmişler ve ben de bir şey yapabileceğime inanmışım. DİSK’le zaten politik olarak bir gönül bağımız var. Ama birkaç yıl içinde o sevginin yerine böylesi bir hayal kırıklığı kaldı.
Genel-İş’in görevden aldığı dokuz işyeri temsilcisinin hepsi kadın mı?
Ek protokolü gündeme getirdiğimizde, sendika “sıkın dişinizi, TİS’e az kaldı” dedi. Hatta “ek protokol kabul edilirse, TİS’te iyi bir rakam elde edemezsiniz” dendi. Sen sendikasın yahu, bunu nasıl söylersin! Yüzde 8 zamla yerimize oturtulduk geçen yıl. Bundan kötü rakam ne olacak? Canımızı mı alacaklar? Zincirlerimizi mi kaybederiz?
Dördü kadın, beşi erkek. İşçi arkadaşlarımız bizden çok daha eleştireller, onu da söyleyeyim. 100 kişinin üzerindeki yerlerde biri baş temsilci olmak üzere üç işçi temsilcisi, üç de yedek temsilci oluyor. Normalde biz görevden alınınca yerimize yedek temsilcilerin geçmesi gerekiyor. Fakat öğrendik ki, Genel-İş Şube yöneticileri seçimle belirlenmiş yedek arkadaşların yerine gidip başka arkadaşlara teklifte bulunmuşlar.
Yani yerinize kayyum gibi atama mı yapılacak?
Eğer yedeklerin dışındaki isimler olursa, evet, tam olarak yerimize kayyum atanmış olacak. Fakat teklif götürülen arkadaşlarımız bunu kabul etmemiş. Yine de fark etmez, sendikanın yaklaşımını gösteriyor bu. Aslında bize yönelik tasfiye sürecinin iki boyutu var. Bir yandan sendikanın ücret politikasını eleştiriyoruz, bir yandan da içeriden kadın mücadelesi yürütüyoruz.
Nazan: Biz aslında DİSK’in tarihine sahip çıkmaya çalışıyoruz. Daha demokratik, daha işlevsel, tabanını örgütleyen ve tabanının sorunlarına cevap bulan bir sendika yönetimi istiyoruz. Tek gayemiz ve hedefimiz bu. Delege değil, bütün işçi demokrasisinin işletildiği, her şeyin seçimlerle belirlendiği, işçilerin her türlü sürece dahil olduğu, işçi demokrasisinin daha gelişkin hale getirildiği bir sendika hayal ediyoruz. Görevden alınmayı kabul etmek istemiyorum ben, bu yöntemle alınmamalıyız. WhatsApp grubunda görevden alınmak ne demek? Biz eleştirmeye devam edeceğiz. Aynı şekilde öncü işçi olarak mücadelemizi veririz. Ne kadar katkı sunabilirsek sunar, katkı sunabilecek ne kadar arkadaşımız varsa, sürece dahil ederiz. Bu yöntemlerle sendikamızın daha ileriye taşınması için her türlü desteği veririz.
Yeni bir örgütlenme, yeni bir mecra, sendikalı işçiler arasında tartışılıyor mu? Siz bu kadar büyük bir hevesle, arzuyla, inançla feminist mücadeleyi sendikal mücadeleyle buluşturmaya çalışırken çarptığınız duvar karşısında gözünüzü yeni bir mecraya, yeni bir harekete dikiyor musunuz?
Bize yönelik tasfiyenin iki boyutu var. Bir yandan sendikanın ücret politikasını eleştiriyoruz, bir yandan da kadın mücadelesi yürütüyoruz. Her şeyin seçimlerle belirlendiği, işçilerin her türlü sürece dahil olduğu, işçi demokrasisinin daha gelişkin hale getirildiği bir sendika hayal ediyoruz.
Ayşecan: Başlattığımız mücadelenin yarım kaldığını hissediyorum. Mor Liste’yi başlattığımızda, kadın örgütlerinden çok güzel destek gördük. Çünkü sendika içinde kadın hareketi hep yarım kalmıştı. Şimdi anlıyoruz ki, tam da bizim görevden alınışımıza benzer yöntemlerle yarım kalmış. 90’lardan itibaren bu hareket içinde yer almış kadınlar bize destek olup yol gösterdiler. Önemli bir eksikliği giderdiğimizi, sendikal mücadeleyle kadın hareketi arasında köprü kurduğumuzu söylediler. Sonuçta biz feminist işçileriz. Türkiye sendika tarihinde kolay kolay yapılamamış, nihayete erdirilememiş veya sendikaların alt birimlerine tıkıştırılmış bir mücadeleyi yükseltmek istedik. Nitekim, önümüzdeki TİS için eşitlikçi maddeleri hazırlamaya başlamıştık bile. Daha eşitlikçi sözleşmeler imzalansın, işçiler daha iyi koşullarda çalışsın diye aylardır araştırıyor, okuyoruz. İlk defa mücadelemizin bu kadar işe yaradığını hissettiğimiz bir dönemde bu çabamızın yarım kalması çok üzücü olur.
Benim hâlâ birazcık umudum var. İçinde bulunduğum yapıyı dönüştürme ihtimaline hâlâ tutunuyorum. Kendi sendikam beni hayal kırıklığına uğratmış olabilir, ama DİSK’e gönül bağım devam ediyor. DİSK’in devrimciliğinden yana ümidim var. Sonrasını öngöremiyorum.
Nazan: Hiçbir arkadaşımın DİSK’ten istifasını istemem. Sonuçta biz bu sorunları çözmek için, bu hantal yapıyı dönüştürmek için yola çıktık, sesimizi yükselttik. Bunu yapmak zorundaydık. Bu dönemin sorumluluğu bunu gerektiriyordu ve biz de bu sorumluluğu aldık, iyi de yaptık diyorum. Tartışmalar DİSK’i geliştirecektir. Dolayısıyla, DİSK’te yer almaya devam edeceğiz. Tek talebimiz, antidemokratik bir şekilde alındığımız temsilcilik görevine geri dönmek. İşçi arkadaşlarımızın talebi bu yönde.
Temsilcilikten alınmanız sizin açınızdan ne tür sorunlar yaratır?
Biz temsilci olduğumuzda, işveren karşısında toplu sözleşmenin bize verdiği güvenceler vardı. Fakat sendika bizim temsilciliğimizi aldığı için toplu sözleşmede var olan o güvencelerle ilgili haklarımızı tamamen yitirmiş durumdayız.
Ayşecan: Sorumluluk aldık, tüm bunları dile getirmek zorundaydık. Ağzımızdan inanmadığımız bir şey çıkmadı.