DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ / SÜREYYA KARACABEY’LE YAYINLADIĞI BİLDİRİ ÜZERİNE

Söyleşi: İrfan Aktan
27 Mart 2018
SATIRBAŞLARI

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğretim üyesiyken 6 Ocak 2017 tarihli KHK’yla ihraç edilen Doç. Dr. Süreyya Karacabey, Dünya Tiyatrolar Günü dolayısıyla “Sahneye Özgürlük Yaz” başlıklı bir bildiri kaleme aldı. Karacabey’den niye böyle bildiri yayınladığını ve seyircinin sorumluluğunu dinliyoruz.

 

Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle hazırladığınız bildiri sosyal medyada epey konuşuldu. Politik baskılar her geçen gün daha da artarken, bunun tiyatroya yansıması nasıl oluyor?

Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey: 2010’dan beri her sene bir tiyatro bildirisi yazıp kendi sayfamda yayınlıyorum. Bu da genelde alternatif tiyatroların, gençlerin dikkatini çekiyor. Hatta bir kere yazdıktan sonra her sene “hocam bu sene yazıyor musun” diye soruluyor. Böyle bir beklenti de var. (gülüyor) Dolayısıyla, dünkü bildiri aslında bu seneye özgü değildi. Ülkedeki baskılar çoğaldı, ama tiyatrodaki baskılar pek görünür olmuyor. Oysa baskılar o kadar çeşitlendi ki, neredeyse ağzını açan gözaltına alınırken, tiyatroya yönelik de ciddi bir sansür var. Oyunlardan birindeki asal figürlerden biri barış istiyor diye oyun yasaklanabiliyor. Özellikle taşra sahnelerinde idari amirlerin baskıları büyük kentlere de sıçramış durumda. “Tiyatroya özgürlük” vurgusunun daha genel bir kitleyi bir araya getirebileceğini düşünüyorum. O yüzden bu sene yazdığım bildiriyi özgürlük çığlığı etrafında ördüm. Tiyatronun, sanatın nefes alamadığı yerde hiçbir şeyden söz etmek mümkün değil. En masum oyunlar bile sansürlenirken, seyircinin sahip çıkması çok önemli. Tiyatro özgürlüğü ikincil bir ihtiyaç değil. Elbette çok ağır tablolar varken önümüzde, talepler konusunda hiyerarşiler kuruyoruz, ama tüm taleplerin aynı anda, beraberce dile getirilmesi gerekiyor.

Baskılar o kadar çeşitlendi ki, neredeyse ağzını açan gözaltına alınırken, tiyatroya yönelik de ciddi bir sansür var. Taşra sahnelerinde idari amirlerin baskıları büyük kentlere de sıçramış durumda. “Tiyatroya özgürlük” vurgusunun daha genel bir kitleyi bir araya getirebileceğini düşünüyorum.

Tiyatro-siyaset ilişkisinin irdelendiği Siyasalın Peşinde adlı kitapta (haz. Devrim Sezer Nazile Kalaycı, Metis) bu ilişki şöyle tanımlanıyor: “Antigone, Oresteia, Yakarıcılar, Kral Oidipus, Medea, Bakkhalar ve Troyalı Kadınlar gibi pek çok oyunda, farklı ve birbiriyle çekişen iyilerin önceliğini savunan, hatta kimi zaman aynı iyiye (örneğin adalet) farklı anlamlar yükleyerek birbirleriyle tartışan ve mücadeleye tutuşan tragedya kahramanlarıyla karşılaşırız. Dolayısıyla tragedyanın konusu, çoğunlukla etik ve politik bir anlaşmazlık ve bu anlaşmazlıktan kaynaklanan çatışmadır: iyilerin çatışması.”

Siyasalın Peşinde’yi henüz okuyamadım, ama tiyatro, belki de bu çatışmaları işlediği için ve yapısı gereği bir kolektifle ilişki içinde olduğu için hep potansiyel bir tehdit olarak görülüyor. Çünkü üretimin yanısıra bir karşılaşmadır da tiyatro. Bir topluluğun huzurunda ânı paylaşıyorsunuz. Tiyatro yaparken sadece insanların düşüncelerine değil, bedenlerine de sesleniyorsunuz. Ortak bir varlık üretimi söz konusu olduğu için tiyatro iktidarlar tarafından her zaman tehdit sayıldı. Batı’nın uzun tarihinde yeri geliyor kiliseler, yeri geliyor siyasi erkler tiyatroyu veya çeşitli oyunları yasaklıyor. Tiyatroyu tehdit olarak gördüğünüz anda, onun bir siyasi yapı haline gelmesinin kapısını açmış oluyorsunuz. Bahsettiğiniz kitapta ismi anılan tragedyalar, aynı zamanda birer siyasi tartışmadır. Biz siyasetin genelde parlamentoda veya belirlenmiş alanlarda yapıldığını sanırız. Oysa bir düşünce, bir muhalefet, bir tepki kendisini estetik bir formda da ortaya koyabilir. Zaten siyaset veya ideoloji dışı görülen herhangi bir konu, tam da siyasalın kıyısındadır. Sanatçılara “siyaset yapmayın” dedikleri zaman da siyasetin başka bir biçimini kullanmış oluyorlar. Dolayısıyla, siyasetten kaçış yok. Öte yandan tiyatro sadece yazılıp basılan bir düşünceyi taşımıyor. Yahut kayda alınıp sinemada gösterilmiyor. O düşünce insanların huzuruna çıkarılıyor. İnsanların huzuruna çıkan her düşünce de bir risk taşır. Hem düşünceyi taşıyan hem de o düşünceye karşı olan açısından.

Tiyatro özgürlüğü ikincil bir ihtiyaç değil. Elbette çok ağır tablolar varken önümüzde, talepler konusunda hiyerarşiler kuruyoruz, ama tüm taleplerin aynı anda, beraberce dile getirilmesi gerekiyor. 

 

Üniversitelerin tiyatro kulüpleri ülkedeki genel baskıdan nasibini fazlasıyla alıyor. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde 25 yıldır aktif olan tiyatro topluluğu da geçtiğimiz günlerde kapatıldı.

 

İktidar, televizyon dizilerini kendi ideolojisi çerçevesinde şekillendirmeye çalışıyor. Sinemada, diğer alanlarda benzer çabalar var. İktidarın benzer bir çabayı tiyatro için sarfettiği söylenebilir mi?

İktidarın ele geçiremediği alanlardan biri kültür ve sanat. Fakat bu alandaki üretim çok uzun yılların birikimine dayandığı için, onu kısa süre içinde muhafazakârlığın sınırlarına çekmeleri mümkün olmuyor. Ayrıca sanat, ister istemez özgürleştirdiği için onu muhafazakârlaştırmaları zor. Bu ele geçiremedikleri bir alan olduğu için, çeşitli engeller koyuyorlar. Her şeyin, her alanın içine sızmaya çalışıyorlar. Bir şeyi eleştirebilmek için, onun diline, içeriğine vakıf olmanız gerekiyor. Oysa iktidarın bu dilin, bu içeriğin dışında olduğu açık. O yüzden daha düşmanca davranıyorlar. Fakat engellemelerde başarılı olmalarının imkânı gerçekten yok. Çünkü insanlar her yerde sahneler açıyor, oyunlar oynuyor. Zamanında Osmanlı’da Karagöz yasaklandığında yeraltına çekilmişti. Gizlice de olsa Karagöz oynatılıyordu. İnsanlar her koşulda bir araya gelmenin ve tiyatro yapmanın yolunu bulurlar.

Bildirinizde “sahneye özgürlük yaz” derken neyi kastediyorsunuz?

Yurttaşlık nasıl bir katılım, bir risk almayı gerektiriyorsa, seyircilik de edilgen bir bakma edimi değil. Burası bizim ülkemiz. “Sahneye özgürlük yaz” derken de bunu kastediyorum. Seyircinin de, yurttaşın da kendi özgürlük ihtiyacına sahip çıkması gerekiyor. Ülkeyi de sahneyi de ancak böyle dönüştürebiliriz.

Kadıköy Tiyatrolar Platformu, Dünya Tiyatrolar Günü’nü sansür ve yasakları protesto ederek kutladı. Kaynak: Evrensel

SÜREYYA KARACABEY’İN DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ

Sahneye özgürlük yaz!

Geldi ve bir daha gitmedi gül biçicileri, ülke bozguna uğramış bir bahçe şimdi. Ezilmiş çiçeklerin, savrulmuş fidelerin toprağı ol tiyatro.

Sahneye özgürlük yaz!

Çocuklar gittikleri yoldan dönmedi, kayboldu annelerin neşesi, hayatlar parçalandı, acıya açılıyor kapıları artık everin, anlat ki unutulmasın hikayeleri.

Sahneye özgürlük yaz!

Zincire bağlandı hayal gücünü yükselten kanatlar, tutsak edildi ortak iyiye ait rüyalar. Rüyalarını onlara verme tiyatro, sen var oldukça uçacak o kanatlar.

Sahneye özgürlük yaz!

Uzun bir kışa benzedi ülke, içinden karanlık suların geçtiği, herkes ayrı ayrı üşüyor şimdi, yaktığın ateşle ısınacak herkes.

Sahneye özgürlük yaz!

İnsanların birbirini yeniden bulacağı kökene çağır bizi tiyatro, sonsuz kardeşliğin ve barışın dünya sahnesine, birlikte oyun seyretmenin neşesine çağır bizi, tarihte ustaların yaptığı gibi, cesarete ve dürüstlüğe çağır bizi.

Sahneye özgürlük yaz!

Geldi ve bir daha gitmedi gül biçicileri, azaldı sesler, çığlıklar fısıltıya döndü, her yer ıssız bir mezar şimdi. Sen deleceksin tiyatro bu suskunluk mermerini.

Sahneye özgürlük yaz!

^