GOMİDAS VARTABED’İN TRAJİK YAŞAM ÖYKÜSÜ SAHNEDE

Söyleşi: Eda Yiğit
26 Aralık 2020
SATIRBAŞLARI

Ülkenin her yerine heykeli dikilmesi gereken bir sanatçıydı, katlanması kabil olmayan bir azaba mahkûm edildi. Gomidas Vartabed’in trajik öyküsünü Yolcu Tiyatro sahneye taşıdı. 24. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, 27 ve 29 Kasım’da Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde Türkçe ve Fransızca olmak üzere iki kez seyirciyle buluşan, 2021 boyunca çeşitli kentlerde sahnelenmesi planlanan “Gomidas”ı yönetmeni Ahmet Sami Özbudak, yapımcısı Ersin Umut Güler ve oyuncusu Fehmi Karaaslan’dan dinliyoruz.
Gomidas Vartabed Kütahya’da kaplıcada, 1912 yılında gittiklerinde arkadaşı Panos Terlemezyan yaptığı resim

Gomidas üzerine bir oyun tasarlama fikri nasıl ortaya çıktı, sahneleme süreci nasıl gelişti?

Ahmet Sami Özbudak: Gomidas Vartabed beş-altı yıl önce başka bir metin üzerinde çalışırken karşıma çıkmıştı. Onu geç keşfedenlerdenim. Müziğinden ve dünyasından çok etkilendim. İstanbul’daki hayatı ve hikâyesinin 24 Nisan 1915’e bağlanması benim için önemliydi. Oyun için ön hazırlık, araştırma ve metin yazım süreci bir yıla yakın sürdü. Benim için hem çetrefil hem de güzel bir yoldu. Gomidas bana bir eser ortaya çıkarmak için çok çalışmak gerektiğini gösterdi. Çalışmak, ayrıntılara dalmak, yaptığını yıkmak ve yeniden yapmayı göze alabilmek… Şu anda Gomidas’la beraber yeniden bir eser üretmenin elimde bir formülü varmış gibi hissediyorum.

Fehmi Karaarslan: Ben de Gomidas’la geç tanıştım. Gomidas gibi birine nefes olmak beni çok heyecanlandırdı. Oyunun yazım sürecinde çevrimiçi okuma provaları yaparak ilerledik. Covid sebebiyle konan seyahat kısıtlamasının kaldırılmasıyla Alanya’ya gittim. Yazın orada iki hafta prova yapma şansımız oldu. On gün çalışmanın ardından ilk gösteriyi yaparak metni test ettik. Son iki ay ise İstanbul’da çalıştık. Öğretici bir süreçti. Yönetmenin vizyonuna, sezgilerine ve gördüğü dünyaya güvendim. Oyuncu olarak oraya ulaşmayı hedefledim. Yaparak, bozarak ve yeniden başlayarak sonunda bir yere geldik.

Ersin Umut Güler: Sami ile 2016’da Zakir oyunu sebebiyle bir tanışıklığımız olmuştu. Okuma tiyatrosu yapmıştık ve ülkenin koşullarından ötürü proje aşamasına geçememiştik. Zakir sonrasında Sami birçok iş yaptı. Ben Yolcu Tiyatro’da oyunculuk ve yönetmenlik yaptım, başka tiyatrolarda oynadım. Sami Gomidas oyununu yazmak istediğinden ve üzerinde çalışmaya başladığından bahsetti. Benim Gomidas’la biraz daha eski bir tanışıklığım var. Müziğini sevdiğim, hayranlık beslediğim bir sanatçıydı. Bu yüzden projeyi duyduğumda çok heyecanlandım. O sırada metin henüz Sami’nin zihnindeydi. “Metni nasıl geliştirebiliriz ve oyunu nasıl ayaklandırabiliriz?” diye düşündük. Metin yazım süreci tamamlandı, çalışmalar başladı ve ilerledik. Uzun prova süreçleri oldu. 27 Kasım’da oyunun dünya prömiyerini yaptık.

Gomidas’ın dünyasındaki acılar ve başka trajediler günümüzde de yaşanmaya devam ediyor. Sürgünlerin biçimleri, içerikleri değişiyor, ama yıktıkları hayatlar, açtıkları yaralar, bıraktıkları izler değişmiyor. Gomidas’ın hikâyesini sahneye taşıyarak daha çok kişiye anlatmak sizin için ne ifade ediyor?

Güler: Yüz yılı aşkın zamandır benzer bir durumdayız. Gomidas’a yaşatılanlar farklı şekillerde devam ediyor. Bu ülkenin sanatçısına, “azınlığına” ve muhalifine eziyeti bitmiyor. İnsanlar baskıya karşı mücadele ediyor, bedel ödüyor ve işlerini yapmaya devam ediyor. Kendi adımıza sanatsal manada üretime devam etmek, inandığımız hikâyeleri anlatmak, onları inandığımız biçimlerde sahnelemek gibi amaçlarımız var. Bunu yapmaya devam etmeliyiz. Onun dışında bir formül yok. Yüzlerce yıllık zalimliği değiştirmeye gücümüz yok belki şu anda, ama inatla üretmeye devam etmenin ve hikâyelerimizi anlatmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Özbudak: Ancak üreterek direniş gösterebiliriz. O salona gelen bir kişi bile hikâyeden etkilenip bir değişim yaşarsa kâfidir. Bir sanatçının yapabileceği ancak bu olabilir.

Yüz yılı aşkın zamandır benzer bir durumdayız. Gomidas’a yaşatılanlar farklı şekillerde devam ediyor. Bu ülkenin sanatçısına, “azınlığına” ve muhalifine eziyeti bitmiyor.

Oyunun şaşırtan yönlerinden biri mizahı. Seyirci bazı sahnelerde gülmekten kendini alamadı. Trajik bir hikâye, gülümsemek irkiltici olabiliyor. Bu mizah boyutu nasıl düşünüldü, kurgulandı?

Özbudak: Gomidas’ın komedyen bir damarı var. Hayat hikâyesini okuduğunuzda insanları çok güldürdüğü bilgisi karşınıza çıkıyor, ama metni Gomidas’ın komedyenliği üzerine kurmadım. Bu durumun hikâyenin içini boşaltma riski taşıdığını düşündüğümden metni şiirsel bir biyografi olarak kurguladım. Biyografi içinde komedi anlarının kendiliğinden belireceğini düşündük. Örneğin, müezzin ile sohbetleri ya da Margaritte ile karşılaşması… Trajedinin içinde komik anlar var. “Komedi üzerinden çok zaman geçmiş trajedidir” diye bir tanım var, o cümleyi severim. Komedi anları metnin içinde gizli ve oyuncunun yaratımıyla gerçekleşiyor. Ek olarak, kısa zamanda anlatılması gereken bir hikâye olması sebebiyle türleri birbirine karıştırmak istemedik. Şiirselliğin içinde o küçük komediyi aradık.

Karaarslan: Bir oyuncu olarak bedenimde ve ruhumda, bahsedilen komedi unsurlarının çalıştığını gördüm. Metinde doğrudan karşıma çıkmıyordu, ama “o anlarda” çıkıyordu. Komedi aranınca bulunmaz, komedi trajik olanın içinden doğar. O yüzden biz trajediye sarıldıkça ve âna getirdikçe içinden o küçük anlarda komik hikâyeler çıkıyor. Ayaklarım sahneye daha sağlam bastıkça o komik hikâyeler daha çok çıkacak gibi görünüyor.

Güler: Bu meseleyi aramızda çok konuştuk. Gomidas şive yapıyor, taklit yapıyor, insanları güldürüyor. Biz buna benzer bir şeyi başka bir oyunda yaşamıştık. Kürklü Venüs’ü çalışırken asla bir komedi yaratmayı düşünmemiştik, ama durumun ve sözlerin kendisinden kaynaklanan bir komedi kendiliğinden ortaya çıkıyordu.

Gomidas Vartabed, 1869 Kütahya doğumlu rahip, müzikolog, besteci, aranjör. Anadolu’yu dolaşarak halk şarkılarını kaynağından dinleyip derleyerek Ermeni müziğinde çığır açan çalışmalar yapan ilk müzik araştırmacısı. Ermeni kilise müziğine çok seslilik açısından önemli katkılarda bulundu, Türk ve Kürt halk müzikleriyle ilgili çalışmalar yaptı. 24 Nisan 1915 gecesi İstanbul’da tutuklanarak sürgüne gönderilen Ermeni entelektüellerdendi. 15 gün sonra dönmesine izin verilen sekiz Ermeni sanatçı arasındaydı. Sürgünden sonra akıl sağlığını yitirdi. Hayatının son 18 yılında, piyano çalmadı, beste yapmadı, şarkı söylemedi ve hiç konuşmadı. 1935’de Paris’te vefat etti. (Paris, 1901, Komitas Museum Institute)

Oyunun etkileyici bir boyutu seyircilerin akıl hastanesindeki ağaçlar olmaları. Gomidas’ın ağaçlara sevdiği tüm insanlar olarak hitap etmesi, bizi de onun ailesinden biri gibi hissettiriyor. Seyircileri birer ağaç olarak hayal ederek oynamak nasıl bir deneyimdi?

Karaarslan: Biyografik bir anlatım olacağı için bir başlangıç noktası arıyorduk. O nokta akıl hastanesinin bahçesi oldu. Sami’nin ağaçlarla konuşma fikrini bulması çok güzeldi. Gomidas ağaçların her birini ailesinden biri olarak görüyor. Kendi kendine, o ağaçlarla konuşuyor. Finalde ağaçlarla, yani sevdikleriyle konuşurken, yalnızlığını bize derinden hissettiriyor. Onu duyanlar sadece ağaçlar. Tek dostu ağaçlar. O kadar yalnız ki! Provaları ağaçların arasında yaptık. Alanya Kalesi’nde öngösterimi ağaçların arasında oynadık. Ağaçlarla baş başa kalmak ve Gomidas’ı kendi dünyasında, o sıkışmışlık içinde, en sevdiği insanlarla konuşurcasına hayal etmek sahneyi kurmama yardımcı oldu.

Gomidas’ın komedyen bir damarı var. Şive yapıyor, taklit yapıyor, insanları güldürüyor. Biyografi içinde komedi anlarının kendiliğinden belireceğini düşündük. Örneğin, müezzin ile sohbetleri ya da Margaritte ile karşılaşması. Trajedinin içinde komik anlar var.

Oyunu iki dilde oynamanın güzelliği ve zorluğu neydi? Dil oyunu tekrar kuran bir unsur gibi. İki farklı dilde oyunun ruhu nasıl dönüşüyor?

Karaarslan: Türkçe metin üzerinde daha uzun süre çalıştık. Metinde epeyce değişiklik yapma şansımız oldu. İlk provayı Türkçe icra etmek de metnin bedenime yerleşmesini, oyunu tanımamı ve ona sahip olmamı sağladı. İki dilde de çok oyun oynadım. Fransa’da okuduğum için oyunculuk temel eğitimim Fransızcaydı. O dilin müzikalitesi, uyandırdığı refleksler, dürtüler zaten bildiğim ve üzerine çalıştığım alanlar. Ama ilk defa aynı anda iki dilde oynadım. Bu kadar kısa süre içinde oynamak, iki dilin birbirini desteklemesini sağladı. Provaların süresi arttıkça ve final yaklaştıkça iki dilin ruhsal etkisi birbirlerine yakınlaştı. Fakat Fransızcanın getirdiği doğal bir mesafe var, Fransızcanın şiirselliği Türkçeninkinden farklı. Bu durum tonaliteleri, oyun içindeki geçişleri ve yayılmalarımı etkiledi. Türkçede de bulduğum ruhsallığı Fransızcaya taşıdım. İki dil arasında git-gellerle ilerledim.

Yazan-Yöneten: Ahmet Sami Özbudak. Prodüktör-Süpervizör: Ersin Umut Güler. Oynayan: Fehmi Karaarslan Müzik: Gomidas Vartabed. Müzik Direktörü ve Koro Şefi: Hagop Mamigonyan. Topluluk: Lusavoriç Korosu. Hareket Tasarımı: Selçuk Göldere. Kostüm Tasarımı: Özlem Kaya. Işık Tasarımı: Cem Yılmazer-Yasin Gültepe. Türkçe’den Fransızca’ya Çeviren: Serra Yılmaz, Yiğit Bener. Prodüksiyon Sorumlusu: Mahir Yıldız. Yönetmen Yardımcısı: Duygu Pelit. Karakter Dramaturjisi: Sonya Dicle Çetin. Asistanlar: Emre Can Sancar, Özlem Yılmaz. Afiş Tasarımı: Uğurcan Ataoğlu-Talip Özer. Oyun Fotoğrafları: Orhan Cem Çetin, Saygın Serdaroğlu.

Gomidas’ın kültür merkezine dönüşmüş bir Ermeni kilisesinde[1] sahnelenmesi, oyunu Kumkapı gibi tarihsel yükü olan bir semtin içinden geçerek seyretmek anlamına geliyor. Bu mekânı seçmeniz nasıl oldu?

Güler: Oyunun kilisede oynanması fikri başından beri vardı. Kumkapı göçmenliğin derinden hissedildiği ve İstanbul’un, hatta Türkiye’nin en kozmopolit yerlerinden biri belki de. Suriyeli göçmenler, Ortadoğulular ya da sadece Özbeklerin yaşadığı bir semt değil. Dünyanın neredeyse her kıtasından insanın yaşadığı bir yer. Göçmenliğin tarihselliği açısından da önemli bir bölge. Gomidas’ın 1915 sürgünü, göç hikâyeleri, sürekli olarak oradan oraya sürüklenmesi ve tutunma çabasını düşününce semtin, mekânın ruhuyla eşleşen bir durumu var. “Aslında oraya ait olmayan insanlar” orada yaşamak durumundalar.

Oyunu nerede oynayacağımıza karar verebilmek için kilise araştırmaya başladım. 2010’dan beri kültür merkezi olarak kullanılan bu kilisede konserler dışında pek etkinlik yapılmamış. Çok özel ve güzel bir mekân olduğu için, lokasyon dezavantajlı görünse de, orada karar kıldık. Lusavoriç Korosu’nun Şefi Hagop Mamigonyan’la beraber Başrahip ve Vartanants Korosu gözetmeni Tatul Anuşyan’la görüştük. Kendisi şu anda Gomidas ile aynı unvanı taşıyor. Niyetimizi ilettik, bizi çok sıcak karşıladılar, kapılarını açtılar. Kumkapı Meryem Ana Kilisesi Vakfı’nın da desteği oldu. Mekânda uzun süre prova yaptık; oyuna inandılar. Oyunu o kilisede o dokunun içinde oynamayı sürdürmek istiyoruz. Seyirci Kumkapı sokaklarında yürümeye başladığında deneyim başlıyor.

Biyografik bir anlatım olacağı için bir başlangıç noktası arıyorduk. O nokta akıl hastanesinin bahçesi oldu. Gomidas ağaçların her birini ailesinden biri olarak görüyor. O ağaçlarla konuşuyor. Onu duyanlar sadece ağaçlar. Tek dostu ağaçlar.

Oyundan çıkınca Gomidas’ın “Paris çok güzel, ama burada bir Ararat yok” ifadesi insanın içinde yankılanıyor. Kumkapı’da sıla özlemi çeken, doğduğu ya da yaşamak istediği coğrafyada olmayan çok sayıda insan bulunduğu da hissediliyor.

Özbudak: Kumkapı’da çok eski yapılar var. Gomidas’ın mutlaka oralara yolu düşmüştür. O kilisenin içinde dolaşmıştır. Yıllar sonra orada kendi hikâyesinin anlatılacağı aklına gelir miydi? Bu bana çok büyüleyici geliyor.

Güler: Ermeni Patrikhanesi’nin bahçesinde bir Gomidas heykeli var. Patrikhane bahçesinde olmasının sebebi, başka bir yerde güvende olamayacağını düşünmeleri belki de. Bu heykel 2015’te yapılmış. Gomidas’ın sürgününün üzerinden yüz yıl geçtikten sonra bile heykeli maalesef Kütahya, Bursa ya da İstanbul’un herhangi bir yerinde, bir meydanda duramıyor. Bu gerçekten üzücü. Zarar görme ihtimali yüzünden heykeli Patrikhane’nin bahçesine koymak zorunda hissetmek… Heykelin hikâyesinde değişmeyenler ve daha fazlası var.

Oyunu hangi coğrafyalara götürmek istersiniz? Bu seçimleri yaparken kendinizi özgür hissediyor musunuz?

Güler: Özgürüz. Ben özgür olmadığımızı hissetmiyorum. Azerbaycan-Ermenistan savaşı devam ederken, Türkiye hükümeti bu savaşta Azerbaycan’ın tarafındayken, bu oyunu İstanbul’da bir Ermeni kilisesinde oynadık. Gomidas’ın gezdiği, ayağını sürdüğü her yerde, onun ruhunun dolaştığı her yerde bu oyunu oynamak isteriz. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde ve Eçmiadzin’de, Erivan’da, Paris’te, Berlin’de… Oyunu dünyanın her yerine götürmek istiyoruz.

Eçmiadzin demişken, Gomidas’ın manastır hayatında zorlandığını biliyoruz. Gomidas’ın dini müziği kilise dışına taşıma çabasının isyan belirtisi sayıldığına dair de bir ifade geçiyor oyunda. Patrikhane bu eleştiriyi nasıl karşıladı?

Karaarslan: Oyundan çıkınca Başrahip tebessüm etti ve “Haklısınız, o dönem izin verilmemişti” dedi. Olgun karşıladılar.

Özbudak: 24 Nisan nasıl bir gerçekse, bu da bir gerçek. Ermeni din adamları entelektüel ve aydın bir tavırla yaklaştı.

Heykelinin Patrikhane bahçesinde olmasının sebebi, başka bir yerde güvende olamayacağını düşünmeleri belki de. Gomidas’ın sürgününün üzerinden yüz yıl geçtikten sonra bile heykeli maalesef Kütahya, Bursa ya da İstanbul’un bir yerinde, bir meydanda duramıyor. Gerçekten üzücü.

Oyunda ezan da var, Gomidas ezan okuyor. Kilisede ezan duymak tuhaf hissettiriyor. Durumu tersine çevirsek, camide yapılma ihtimalini hayal edemiyoruz. Bu farkın kültürel boyutları üzerine ne söylemek istersiniz?

Özbudak: Gomidas’ın ezanı yorumladığı çok etkileyici bir ezan derlemesi var. Asıl komşuluk, kardeşlik bu gibi durumlarda anlaşılıyor. O ezanın içine koro girdiğinde, herkes birbiriyle hemhal olduğunda, o duygusal sarılma ve ruhdaşlık emsalsiz bir etki yaratıyor. Orada kardeşlikten öte bir eylem var. İki din, iki duygu, iki farklı kültür birbirine sarılıyor ve kimse kavga etmiyor, kan dökülmüyor. Umarım bu etki herkese geçer. Bir zamanlar bu şehirlerde ezan ve çan iç içeydi. Kilise korosuyla ezan beraberdi. Sesler birbirine karışırdı. Gomidas’ı anlatmamızın en büyük sebeplerinden biri de bu. Oyundaki o anlar, binlerce ses ve binlerce kültürün birbirine karıştığının temsili. İki kültürün müzik ve sesle birbirinin içine girişine tanık oluyoruz.

Oyun öncesinde, Etiyopyalı cemaatin Pazar ayini (Fotoğraflar: Orhan Cem Çetin)

Oyun başlamadan Gomidas’ın ses kayıtlarıyla mekâna giriyoruz ve aslında bu bize gerçekle bağımızı hatırlatıyor. Oyunda müziğin rolünü konuşalım biraz, Lusavoriç Korosu ile birlikte olmak nasıl bir duygu ve çalışma pratiğiydi?

Özbudak: Oyun tasarlanırken koro olması gerektiğinden emindik. Bir erkek aktör ve bir koro. Aynı zamanda koro şefi olan Gomidas’ın hayatını etkileyici olarak anlatmak için müzik elzemdi. Müziksiz olamazdı.

Güler: Gomidas her gittiği yerde koro kurmuş. Gomidas için korolar çok kıymetli ve özel. “Kertenkelelerim” dediği koristleri var.

Karaarslan: Bir taraftan da antik tiyatronun doğduğu topraklarda yaşıyoruz. Bu toprağa ait olan antik tiyatronun duygusu, oyuncularda ve koroda var. Bu etki oynarken beni içine alan bir durumdu.

Müzik performansına nasıl hazırlandınız? Gomidas gibi üst bariton olmanız nasıl bir rol aynadı?

Karaarslan: Yönetmen “üst bariton bir oyuncu arıyorum” demedi. Tesadüfen ses renklerimiz uygun çıktı. Koroyla çalıştık ve bana da alan bıraktılar. Ben türkü severim, Gomidas’la o esintide buluştuk. Seslerin buluşması aynı zamanda benim Gomidas’la buluşmam gibiydi.

Özbudak: Ben aktörün şarkı söyleyeceğini düşünmemiştim. Fehmi’nin sesinin iyi olması bu durumu sağladı.

Gomidas’ın çok etkileyici bir ezan derlemesi var. Asıl komşuluk, kardeşlik bu gibi durumlarda anlaşılıyor. Orada kardeşlikten öte bir eylem var. İki din, iki duygu, iki farklı kültür birbirine sarılıyor ve kimse kavga etmiyor, kan dökülmüyor. Gomidas’ı anlatmamızın en büyük sebeplerinden biri bu.

Oyunda Gomidas’ı gezdiren bir koyun motifi var. Koyunun giderek körleşmesi ne anlama geliyor?

Özbudak: Umarım bu durum her seyirci için çok farklı okumalar yaratır. Bu metaforik bir düzlem. Gomidas hikâyeyi koyun üzerinden takip ediyor. Belki herkese kendi hikâyesini gezdiren biri vardır. Hayali bir arkadaş ya da bir hayvan olabilir. Gomidas bir noktada artık yeter diyor ve görmemek için, hikâye bitsin diye koyunu kör ediyor. Metin yazım sürecinin başında koyundan önce geyikle geziyordu. Daha heybetli ve masalsı bir hale daha çok hizmet ediyordu, ama İncil’deki göndermelerden dolayı koyunda karar kıldık.

Yolcu Tiyatro’nun oyun fotoğraflarına öteden beri özel bir önem verdiği görülüyor. Tiyatro ve fotoğraf ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz? Fotoğraflar henüz oyunu izlememiş seyirciye onu nasıl duyumsatıyor?

Güler: Yolcu Tiyatro yakında 8. yılına girecek. İlk yıllardan beri oyun fotoğraflarımızı Orhan Cem Çetin ve Saygın Serdaroğlu çekiyor. Seyircinin oyunla ilk tanışması fotoğraf ve afiş aracılığıyla oluyor. Oyun fotoğrafları gazetelerde dergilerde, sosyal medyada görünür oluyor, oyunun ne anlatmak istediğiyle ve estetik formuyla ilgili ipuçları veriyor. Fotoğrafların ilgi çekiciliği, oyunun ruhunu yansıtabilmesi ve merak uyandırması oyunun serüveninde etkili oluyor.

Gomidas İstanbul’daki evinde, arkadaki tabloda Ağrı-Ararat Dağı (Komitas Museum Institute)

Planlarımızdan biri de oyunun dijital kaydını yapmak ve kayıtta kullanmak üzere dış mekânlarda çekim yapmak. Seyirci oyunu izlerken Gomidas’ın doğduğu şehir Kütahya’dan, İstanbul, Paris ve Eçmiadzin’den görüntüler görecek. Klasik tiyatro çekimi dışında bir deneme yapmak istiyorum. Fikri hazırlıkları devam ediyor. Malûm, pandemi sürecinde bu tür bir çekim için yurtdışına seyahat etmek mümkün değil. Koşulların hafiflemesiyle ocak ayının sonu itibarıyla aynı mekânda oynamaya devam etmeyi planlıyoruz. Ayrıca “Destek ol, Gomidas Sahnede Yaşasın…” adlı dayanışma kampanyasıyla beraber biletlerimiz mobilet.com üzerinden satışa sunuldu. Sosyal mesafe sebebiyle sınırlı sayıda seyirciyle, neredeyse üçte bir kapasiteyle, yaklaşık 100 kişiye oynuyoruz. Hal böyle olunca bütün biletler satılsa bile o günkü masrafları karşılayabilmek için yeterli kaynak sağlanamıyor. Bu sebeple Gomidas için Yolcu Tiyatro olarak seyirci destek kampanyasını başlattık.

Oyunu gören-görmeyen herkesi kampanyaya katılmaya davet edelim ve oyundan, Gomidas’ın ağzından bir alıntıyla bitirelim:

Söyledikçe dilimin altındaki şeytan kuşları havalandı. Bir kuş sürüsü dans etmeye başladı rahiplerin tepesinde. Sessizlikleriyle bastırmaya çalışıyorlardı şarkımı.

Söyledim.

Söyledim.

Şeytan kuşları pike yaparken üstümüzde…

[1] Surp Vortvots Vorodman Kilisesi 2010’da Mesrop Mutafyan Kültür Merkezi olarak hizmete açıldı. Kumkapı Meryem Ana Kilisesi ve Mektebi kompleksi içindeki dört kiliseden biridir.
^