Türkiye’de yaşayan Doğu Türkistanlılar yakınlarından haber alabilmek için 120 gündür İstanbul’da Çin Başkonsolosluğu önünde nöbette. Suriye Tursun Türkiye’deki oğlunu ziyaret ettiği için toplama kampına kapatılan binlerce Uygurdan biri. Çin devletinin soykırım uygulamalarını ve toplama kamplarında yaşananları annesi Suriye’yi bulmak için çabalayan Jevlan Shirmehmet’ten dinliyoruz.
Çin Başkonsolosluğu önündeki bekleyişiniz neden, nasıl başladı?
Jevlan Shirmehmet: Çin’in toplama kamplarında tutsak edilen yakınlarımızı arıyoruz. Türkiye’deki Doğu Türkistanlıların hemen hepsinin yakınları Çin’in toplama kamplarında tutsak. Ben de annemi arıyorum. Başta, Twitter ve Facebook üzerinden İngilizce ve Türkçe tanıklık videoları paylaşıyordum. Benim gibi yakınlarını arayan Doğu Türkistanlılarla tanışmaya başladım. Sosyal medya sayesinde birbirimizi bulmaya başladık. Kervan böyle büyüdü. “Ne yapalım ne edelim” diye tartışmaya başladık. 27 Temmuz’da Beyazıt Meydanı’nda bir basın açıklaması yaptık. Biz dernek veya teşkilat değiliz. Herkes bireysel olarak geliyor. Bazı derneklerimizin başkanları da katılıyor nöbete.
Annenizi bulmak için nasıl girişimlerde bulundunuz?
Çeşitli insan hakları kuruluşlarına, Birleşmiş Milletler’e ve Avrupa Birliği’ne dilekçe verdim. Değişen bir şey olmadı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na da dilekçe verdim. Bakanlık “Sen Çin vatandaşısın. Çin’in Türkiye temsilciliğine müracaat etmelisin” dedi. Bunun üzerine, Çin devletinin makamlarına başvurduk. “Bizim ailelerimiz Çin vatandaşı. Bize cevap vermeniz gerekiyor” dedik. Hiçbir yetkili dilekçelerimizi almadı. Biz de “dilekçelerimizi alana kadar nöbetteyiz” dedik.
Sizinle hiçbir iletişim kurmadılar mı?
Nöbetin üçüncü gününde, güvenlik görevlisi aracılığıyla Çin konsolosluğu bize gayriresmi bir yazı gönderdi. Bir kâğıda “bölücü bayrağı taşımayı bırakacaksınız. Doğu Türkistan ifadesini kullanmayı bıraktığınızı ilan ettiğiniz bir video çekeceksiniz. Videoyu sosyal medya hesabından paylaşacaksınız. Videonun linkini mail adresine göndereceksiniz” yazmışlardı. Verdikleri mail adresi de resmi değildi. Biz de o kâğıdı yırtıp attık. Bizim elimizde siyasi bir bayrak yok ki. Bir elimizde yakınlarımızın fotoğrafı bir elimizde de dilekçeler var. Ben Çin’e “Ailem nerede?” diye soruyorum, o bana “bölücüsün” diyor.
Hapse gönderilenlerin önce saçları kazınır. Çin rejimi kadınların saçlarını peruk yapımı için satıyor. Kamptakilerin organları çalınıyor. Pekin’deki hastanelerde helal organ reklamları yapılır. Çin Arap ülkeleriyle işbirliği yaparak “helal organ” ticaretine başladı. Helal organlar kimin? Doğu Türkistanlıların.
Nöbete başladığınızdan bu yana olumlu bir gelişme oldu mu?
12 Ocak’ta İstanbul Valiliği’nden bizi telefonla aradılar. Nöbetten 3 kişi Sarıyer kaymakamlığında vali yardımcısıyla görüştük. Vali yardımcısı Çin konsolosluğunun dilekçelerimizi kabul edeceğini, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemlerinden dolayı Sarıyer’de eylem yasağı olduğunu, eylemi sonlandırmamız gerektiğini söyledi. Biz de “tamam” dedik. Sonradan aramıza katılanlardan dilekçeleri hazır olmayanların dilekçelerini tamamlamak için zaman istedik. Bir hafta içerisinde 5199 dilekçe hazırladık. Dilekçelerle 27 Ocak’ta tekrar Çin konsolosluğunun önüne gittik. “Aranızdan sadece iki kişi konsolosluğa girecek, yanına telefonunu almayacak” dendi. Biz Çin’e güvenemeyiz. Konsolosluk Çin’in toprağı. Ben konsolosluğa girince ne yapacakları belli değil. Cemal Kaşıkçı’nın nasıl öldürüldüğünü biliyoruz. Biz de “gazetecilerle birlikte içeri girelim” dedik. Kabul etmediler. Dilekçeleri kapıdan vermek istedik, almadılar. Eylem yasağından dolayı bir süre İstanbul’daki nöbete ara verdik. Ankara’ya gitmeye karar verdik. Ankara’da nöbete beş gün devam edebildik. Nöbetimizin dördüncü gününde Çin Büyükelçiliği bizi suçlayan bir Tweet attı. Tweet’le Türkiye devletini üstü kapalı tehdit ediyordu.
Ne deniyordu o Tweet’te?
“Türkiye ile Çin arasındaki ticari ilişkinin kıymeti bilin” diyordu. Ertesi gün polis bizi oradan uzaklaştırdı, eylemimiz yasaklandı. Ankara’da ev hapsinde kaldık.
Talepleriniz neydi, neden bu kadar rahatsız olundu sizden?
Biz hakikati söylüyoruz. Bu yüzden rahatsız oluyorlar. Çin’in toplama kamplarını normal yerler sanıyor insanlar, ama oralar bir işkence kampıdır, zindandır. Çin ailelerimize rastgele hapis cezası veriyor. Biz taleplerimizi nöbette slogan olarak atıyoruz: “Ey Çin! Ailemizi serbest bırak. Ey Çin! Toplama kamplarını kapat. Ey Çin! Türk soykırımını durdur…” Toplama kampındaki ailelerimizin serbest bırakılmasını ve ailelerimizle iletişim kurmak istiyoruz. Bunları söylediğimizde Çin devleti bize “yalancı” diyor. Eğer yalancıysak, bize yakınlarımızı göstersinler. Biz bu soykırımın şahitleriyiz.
Sözünü ettiğiniz kamplar ve hapishaneler nasıl kuruldu? Bu kamplar hakkında neler biliyorsunuz?
Ben Doğu Türkistan’dayken “meslek okulu” adı altında yeni binalar inşa ediliyordu. Bu inşaatların okul, hastane gibi yararlı binalar olduğu düşünülürdü. Bazı liselerin ve hastanelerin binalarını birleştirdiler. Bir anda o binalar büyük toplama kamplarına dönüştü. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Doğu Türkistan’da hapse gönderilenlerin ilk önce saçları kazınır. Çin rejimi kadınların saçlarını peruk yapımı için satıyor. Kadınlara tecavüz ediliyor. Bu tecavüzlerle ilgili raporlar ve kamplardan çıkıp başka ülkelerde yaşayan kadınların ifadeleri var. İnsanları köle işçi olarak çalıştırıyor. Kamptakilerin organları çalınıyor. Çin’de organ ticareti hep vardı. Çin’deki havalimanlarında organ taşıma koridorları vardır. Pekin’deki hastanelerde helal organ reklamları yapılırdı. 90’larda çok güçlü olan Falun Gong tarikatını Çin devleti büyük bir şiddetle bastırdı. Hapislerdeki tarikat üyelerinin organları satılırdı. Daha sonra, Çin Arap ülkeleriyle işbirliği yaparak “helal organ” ticaretine başladı. Helal organlar kimin? Doğu Türkistanlıların. Çin Uygurların organlarını Arap ülkelerine pazarlıyor.
Siz ne zaman, nasıl geldiniz Türkiye’ye?
Doğu Türkistan’ın Gulca ilinden geliyorum. 2011’de pasaport aldım. Pekin büyükelçiliğine vize için başvuruda bulundum. Okulumun gönderdiği davetiyeyle vize aldım. 2012’de İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk fakültesinde okumaya başladım. 2017’de Çin devleti Doğu Türkistan’daki ailelere “çocuğunuz geri gelsin” diye baskı yapmaya başlamıştı. Mezun olacaktım, Doğu Türkistan’da yaşananlardan dolayı bir hocam “bu sene mezun olma, bir sene daha uzat” dedi. 2018’de mezun oldum. Bir dönem tercümanlık yaptım. Bu aralar ticaretle uğraşıyorum. Henüz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığım için avukatlık yapamıyorum. Yani yasal yollarla geldik Türkiye’ye. Eskiden tek tük Tayland üzerinden kaçak yollarla Türkiye’ye gelen Uygurlar olurmuş. Ama 2014’ten itibaren Türkiye’ye Uygur turistler bile gelmeye başlamıştı.
Ne oldu 2014’te?
Doğu Türkistanlıların pasaport alması çok zordur. Acayip bir şey oldu ve Çin devleti 2014’te pasaport almayı çok kolaylaştırdı. Annem Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı bir müdürlükte muhasebeciydi, devlet memurudur yani. Annemin çalıştığı kurumda da “pasaport alın” denirdi. Televizyonlarda pasaport almayı teşvik eden reklamlar yayınlanırdı. Doğu Türkistan’da da O Ses Türkiye gibi, Yeteneksizsiniz gibi televizyon programları vardır. O programlarda ödül olarak Türkiye seyahati verilmeye başlandı. Çin eskiden katliamları köylerde yapardı. O zamanlar sosyal medya yoktu, katliamlardan haberimiz olmazdı. Bazı olayların olduğunu duyardık, ama bunların katliam olduğunu bilmezdik. Yurtdışına çıkışların başlamasıyla, köylerden kaçabilenler malını mülkünü satıp dinlerini daha rahat yaşayabilecekleri ülkelere gitmeye başladılar. Malezya’ya ve Mısır’a gidenler oldu, ama Uygurların çoğu Türkiye’de yaşamayı tercih etti. 2017’nin mart ayından itibaren Çin bu seyahatleri bıçak gibi kesti. Memleketine dönemeyen binlerce aile paramparça oldu bu yüzden.
Doğu Türkistan’da Çin okulları açıldı. Daha sonra, Çin ve Uygur okulları birleştirildi. Eğitim dili Çince oldu. Baskıyı yavaş yavaş arttırdılar. 2016’da Doğu Türkistan’a Tibet’te yaptığı katliamlarla meşhur bir vali atandı. O zaman işler tamamen değişti işte.
Neden bu kadar sert bir siyasal dönüşüm oldu sizce?
Çin yayılmacıdır ve Orta Asya’yı işgal etmek istiyor. Bu işgali ekonomiyle yapmaya çalışıyor. Bu yüzden Yeni İpek Yolu: Bir Yol Bir Kuşak projesini geliştirdi. Doğu Türkistan Çin’in yayılmacılığı önünde bir engel. Batı Türkistan’ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra Çin daha baskıcı davranmaya başladı. Doğu Türkistan’ın bağımsızlık istemesinden korktular. Bu yüzden büyük katliamlar yaptılar. Doğu Türkistan’da Çin okulları açıldı. Daha sonra, Çin ve Uygur okulları birleştirildi. Eğitim dili Çince oldu. Baskıyı yavaş yavaş arttırdılar. 2016’da Doğu Türkistan’a Tibet’te yaptığı katliamlarla meşhur bir vali atandı. O zaman işler tamamen değişti işte.
Çin Türkiye’ye okumaya, çalışmaya gelen birini neden terörist ilan ediyor?
Türkiye’ye gelmek bahane. Çin zaten Uygurları “terörist” olarak görüyor. Çin’de yüzlerce kimlik var. Asimile olmayan bir Tibetliler, bir de Doğu Türkistanlılar kaldı. “Terörist” suçlaması Doğu Türkistanlıları yok etmek için Çin devletinin uydurduğu bir kılıf. Çin ailelerimizi yok etti, insanlık tarihinin en aşağılık tecavüzlerini gerçekleştirdi. Şu anda binlerce Çinli turist Türkiye’de geziyor. Bir tanesinin burnu kanadı mı? Biz terörist değiliz. Çin rejiminin Doğu Türkistan’da yaptığı terördür.
Çin Doğu Türkistan halkını nasıl bu kadar rahat “terörist” olmakla suçlayabiliyor?
İşler 11 Eylül saldırılarıyla değişti. 11 Eylül’le birlikte Müslümanlar terörle suçlanmaya açık hale geldiler. Çin’in eline büyük bir fırsat geçmiş oldu. Çin 11 Eylül’den sonra “biz de terör mağduruyuz” demeye başladı. ‘90’daki Barın ayaklanmasını ve ‘97’de Gulca’daki barışçı protestoları örnek göstererek “terörle mücadele ediyorum” diyordu. Ama ne silahlı ayaklanmanın ne de barışçıl protestoların dinle bir alakası vardı. ABD de Irak’ı işgal edeceği dönem Çin’in yaptıklarına ses çıkarmadı.
Anneniz neyle suçlanıyor, toplama kampına alındığını ne zaman öğrendiniz?
Annem çalıştığı devlet kurumundan izin alarak 2013’te Türkiye’ye geldi. Tek suçu beni ziyarete gelmesi. 2018’in başlarında toplama kampına alınmış. Babamla kardeşimin bırakıldığını, annemin tutuklandığını öğrendim. Anneme beş sene hapis cezası vermişler. 11 Ocak 2018’de annemle son konuşmamı yaptım. Annemin ceza aldığını 2019 sonunda öğrendim. Onun toplama kampına alındığını öğrendiğimde aradan bir buçuk seneden fazla zaman geçmişti. Ailem paramparça. Babamın şu an ne durumda olduğunu bilmiyorum.
Anneniz Türkiye’ye nasıl gelmişti?
Annem Çinli bir tur acentesinin programıyla Türkiye’ye geldi. Doğu Türkistan’da turizm şirketleri ya Çinlilerindir ya da Çin devletiyle ortak çalışan Uygurların. Kendi kafanıza göre turizm şirketi açamazsınız. Turizm şirketleri Çin’in denetimindedir. Annem tur programı dahilinde sekiz gün Türkiye’de kaldı. Ben de tur şirketine para ödeyip onlarla birlikte tarihi yerleri gezdim. Sultanahmet, Kapalıçarşı ve Topkapı sarayını çok sevmişti annem. Boğaz turuna çıkmıştık. Sonra Bursa, İzmir ve Pamukkale’ye gittiler. İstanbul’a dönüşlerinde iki gün daha İstanbul’da kaldı. Son günlerinde Laleli’de çok gezmiştik.
Annenizle son konuşmanız nasıldı? O görüşmelerde siyaset konuşur muydunuz?
Yok. Siyaset konuşmazdık. Ana oğul konuşması işte… Bana “alnın kırışmış, nemlendirici kullan” demişti. Son konuşmamızı dinleteyim… (Telefonundan konuşmayı dinletiyor)
Babanızla kardeşinizi neden serbest bırakmışlar?
Çin, tutuklu kişinin diasporadaki yakınları eylem yapmasın diye her aileden bir-iki kişiyi serbest bırakır. Bu yüzden diasporadaki Doğu Türkistanlıların çoğu sesini çıkaramaz, yakınlarının başına bir şey gelmemesi için susmayı tercih ederler.
Ailenize mahkemede yöneltilen suç neydi? Onlar savunma yapabildi mi?
Mahkeme diye bir şey yok. İnsanlar önce toplama kampına alınıyor, sonra polisler kura çekerek cezaları belirliyor. Kimine 10, kimine 15 sene ceza veriyorlar. Hepsi terör, bölücülük veya kamu düzenini ihlal ile suçlanıyor. Çin rejimi için devlet memuru olmanızın hiçbir önemi yoktur. Toplama kamplarında 500’den fazla akademisyen var. Doktorlar, ekonomistler, sanatçılar, sporcular, memurlar… Sosyolog Rahile Davut, ekonomist İlham Tohti de tutukludur. Uygur Türkü olarak doğduysan Çin’in gözünde potansiyel suçlusun. Çinli bir diplomat Doğu Türkistanlıları kastederek “Bir sinek düşünün. Bu sinek ileride sizi ısıracak. Sineği sizi ısırmadan önce mi öldüreceksiniz, yoksa ısırdıktan sonra mı?” diye soruyordu bir söyleşisinde. Bu mantığı anlayabiliyor musunuz? Doğu Türkistanlıysan bir sineksin onların gözünde. Potansiyel suçlu olarak görüyorlar hepimizi. Ortada bir suç yok, ama suç işleyebileceğini düşünerek ceza veriyorlar.
İletişim teknolojilerinin bu kadar geliştiği ve yaygın olduğu bir dönemde yakınlarınıza ulaşamamanız nasıl mümkün oluyor?
İnsanlar yakınlarımızla iletişim kurabilecek teknolojimiz olmadığından onlara ulaşamadığımızı düşünüyor. Öyle değil. Bizim ülkemizde teknoloji gelişmiştir. WhatsApp, Instagram, Twitter, YouTube gibi uygulamalar Çin’de yasak. Çinliler VPN’le bu uygulamalara girebiliyor. Doğu Türkistanlılar telefonlarına VPN yükleseler bile bu uygulamalara giremezler. Ayrıca, bir Uygurun telefonunda VPN bulunursa “terörist” olmakla suçlanır, en az üç sene ceza alır. Eskiden yakınlarımızla Çin’in WeChat uygulamasıyla görüşürdük. 2016’nın sonlarına kadar WeChat’le ailemizi arayabiliyorduk. Sonra arkadaşlarım korkudan beni WeChat’ten silmeye başladı. İletişim kanalları açık, ama onları aramam mümkün değil.
Mahkeme diye bir şey yok. İnsanlar önce toplama kampına alınıyor, sonra polisler kura çekerek cezaları belirliyor. Kimine 10, kimine 15 sene ceza veriyorlar. Hepsi terör, bölücülük veya kamu düzenini ihlal ile suçlanıyor.
Ailenizden bir buçuk seneyi aşkın süre haber alamadığınızı söylediniz… Bu arada hiç iletişim kurmaya çalıştınız mı?
Ailemin çevresi geniştir. Başlarına bir şey geldiğinde muhakkak haberimin olacağını düşünüyordum. Yani kötü bir haberin gelmemesi aslında iyi haberdi. Birkaç sene önce, bir arkadaşımla Taksim’de bir kafeye gitmiştik. Kafede bir falcı vardı. Merak ettim, fal baktırdım. Bizde de “fala inanma, ama falsız da kalma” derler. Falcı “ailenle görüşmen çok zor, ama görüşeceksin. Onlar iyi” demişti. Aradan beş altı ay geçti. Başka bir arkadaşımla Ataköy’e çay içmeye gitmiştik. Onun da annesi toplama kampında. Meğer falcıya gidiyormuşuz. Çay bahaneymiş! (gülüyor) O falcı da aynı şeyi söylemişti. Ne yaparsın, bunlar insana moral veriyor. WeChat’te anlık durum paylaşma özelliği var. Bir ihtimal ailemi görürüm diye hep telefona bakıyordum. Akrabalarım Çin propagandası paylaşıyordu. Buna mecburdurlar. Ama o bile morallendiriyordu beni. En azından kampta olmadıklarını anlıyordum. Bazen düşünüyorum da biz Uygurların psikolojisi “anormal” şekilde iyi. Bizim yerimizde başkaları olsa delirirdi. Geçen gün bir Doğu Türkistanlının “intihar kötü bir şey olmasaydı, binlerce kişi intihar ederdi” dediği bir TikTok videosuna denk geldim. O videoda “eğer intihar günah olmasaydı” demiyor. Çünkü dini bir söz söylemek suç. Çin’de ölen birinin ardından “mekânı cennet olsun” bile diyemezsiniz…
Tüm dünyanın genelde eğlence amacıyla kullandığı TikTok’tan siz soykırım ve asimilasyon uygulamaları mı izliyorsunuz?
Evet. Arkadaşımın eşi 2016’da çocuğuyla ailesini ziyaret etmek için Doğu Türkistan’a gidiyor. Havalimanında gözaltına alıp toplama kampına götürülüyorlar. Çocuğa Çin devleti el koyuyor. Daha sonra arkadaşım çocuğuna toplama kampında çekilmiş bir TikTok videosunda rastlıyor. Başka bir videoda da esir bir çocuğa Çinli öğretmeni “bayrağın nasıldır?” diye soruyor. O da “kırmızı ve beş yıldızlıdır” diyor. Bu sahne haberlere çıktıktan sonra, Çin devleti baba ile oğulu bir araya getirdi. Çocuk babasını tanımıyordu. Uygurca bilmediğinden birbirleriyle anlaşamıyorlardı. Arada çevirmen vardı.
Siz nasıl bir ortamda büyüdünüz, aileniz neyle uğraşırdı?
Kardeşimle beni nenem büyüttü. Aile büyüklerimizle beraber otururduk, “büyük ev” derdik yaşadığımız eve. Büyükannemin de bugün ne durumunda olduğunu bilmiyorum mesela. Dedem şair ve yazardı. Büyükbabam ve büyükannem öğretmendi. Çevrelerinde saygı gören insanlardır. Babamın babası tanınmış bir tüccardı. Dedemler komünist rejim tarafından hapishanelere gönderilmiş. Babamın babası hapisten çıktıktan sonra mal varlığına el konmuş. Teyzem ve amcalarım iyi eğitim almış, önemli kurumlarda memurluk yapan insanlardır. Ailem eğitimi çok önemserdi. Ben Türkiye’de tek başıma yaşamaya başlayıncaya kadar hiç ev işi yapmadım. Bize ev işi yaptırmazlardı, hep “oku” derlerdi. Doğu Türkistanlılar öğrenmeyi sever, yeni şeyleri merak ederler. Doğu Türkistan eski İpek Yolu’nun üzerinde olduğu için farklı kültürlerle temasın yoğun olduğu bir yerdi. Yeniliğe merakımız o dönemin kültüründen miras olabilir. Çin 1966-76 arasında Kültür Devrimiyle birlikte Doğu Türkistanlı yazarları hapse göndermiş. Uygurca çok baskı görmüş. Kaşgarlı Mahmut’tan 1955’e kadar kullandığımız alfabemiz vardı. Biz Çağatayca derdik, ondan önce de Hakaniyece denirmiş. 1955’e kadar bu yazıyı kullanırdık. 1955’te Latin alfabesine geçildi. Uygur Türkçesi 1955’ten 1983’e kadar Latin alfabesiyle yazılmış. 1983’te eski alfabeye dönüldü. Bu kadar hızlı ve köklü değişiklikler eğitimi ve toplumu çok etkiliyor. Edebiyatımızı da etkiledi. Mao öldükten sonra, Doğu Türkistan’a kısmen özerklik verildi. En rahat dönemlerimizi 1980-1991 arasında yaşadık. Bu 10 yılda kültürel olarak ciddi bir ilerleme kaydedildi, eğitim, ticaret, müzik, sanat ve edebiyat hızla gelişti. O dönem Çin’deki entelektüel insanların çoğu Doğu Türkistan’daydı. ‘90’lardan sonra, Sovyetler’in parçalanmasıyla Kazak, Kırgız ve Tacik halkları bağımsızlığa kavuştu. Çin Doğu Türkistan’da da bağımsızlık mücadelesi olacağını öngörerek siyaseti sertleştirmeye başladı. 5 Nisan 1992’de Barın’da silahlı ayaklanma yaşandı. Ayaklanmayı Çin ordusu kanlı bir şekilde bastırdı, sonra da her şeyi kısıtlamaya başladı.
Aileniz dindar mıydı, siyasal baskı gündelik hayatta dini inancınızı nasıl etkiliyordu?
Elhamdülillah Müslümanız. Ama muhafazakâr bir aile değiliz. Çin devleti topladığı Kur’an-ı Kerim’leri yakardı. Sabah namazı zamanında ışığı açık olan evleri fişlerlerdi. Çin artık Doğu Türkistan’dan İslam’ı çıkartmaya çalışmıyor, çünkü zaten çıkarttı. Doğu Türkistan’da “selamün aleyküm” deseniz “aleyküm selam” cevabı alamazsınız. Müslümanlar cenaze namazı kılınmadan gömülüyor, domuz eti yemeye zorlanıyor. Çin’deki et kurumu kurban bayramlarında inek ve koyun kesilmesini kısıtladı, domuz kesilmesini teşvik ediyor. Çin bir aileye “domuz eti yiyeceksiniz” demez, bunu alıştırarak yapar. Ailelere yerleştirilen Çinliler vasıtasıyla domuz eti yemek normalleştiriliyor. Bir kişi eve domuz eti getirdiğinde “domuz eti pişirmem” diyemezsin. Mecburen kazanda o da kaynayacak. Yemezsen suçlusun. Toplama kampında zaten domuz etiyle besleniliyor. Muhtemelen insanlar gizli bir şekilde inançlarını yaşamaya devam ediyorlardır.
Çinli bir diplomat Doğu Türkistanlıları kastederek “Bir sinek düşünün. Bu sinek ileride sizi ısıracak. Sineği sizi ısırmadan önce mi öldüreceksiniz, yoksa ısırdıktan sonra mı?” diye soruyordu bir söyleşide. Potansiyel suçlu olarak görüyorlar hepimizi.
Evlere Çinlilerin yerleştirilmesi ne demek, nasıl oluyor bu?
Bu benim bizzat bildiğim bir uygulama. “Akraba aile” projesi 2016 yılında başladı. Çin 2011’den itibaren memurları köylere ve kasabalara göndermeye başladı. Memurlar köylere gidip oradaki ailelerle “akraba” olurdu. O ailenin evinde konaklarlardı. Annem de Uygur bir aileyle akraba olmuştu. Ama bir süre sonra Çinli memurlar memurluktan çıkmaya başladı. Memurlar polis gibi davranıyordu. Akşamları camileri kontrol etmeye başladılar. 2017’de Uygurlu erkeklerin toplama kamplarına alınmasıyla, Çinli memurlar kaldıkları evlere yerleşti. Bu proje böyle adım adım devam etti. Buna karşı çıkmaya kalkarsan, devlete karşı çıkmış olursun.
Annenizin memurluk yaptığı dönemde Çinli arkadaşlarıyla arası nasıldı?
Annemin Çinli arkadaşlarıyla arası çok iyiydi. Ama annem toplama kampına düştüğünde Çinli arkadaşları bir adım atmamıştır. Yaşadıklarımızı anlatmadığımız sürece Çinlilerle aramız çok iyidir, anlatmaya başladığında cephe alırlar. Çin kapalı kutudur. Halkın beyni yıkanmıştır. Ama yurtdışında yaşayan insan hakları savunucusu Çinliler bizi anlar.
Türkiye’deki siyasal iktidarın yaşananlar karşısındaki sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğu Türkistan’da yaşananlar tüm insanlığın davasıdır. Doğu Türkistan bin senedir İslâm’ın doğu kapısı, Çin’in emperyalist yayılmacılığından İslâm dünyasını koruyan bir duvar. Bu duvar yıkılıyor. İslâm dünyasının liderlerinin ses çıkartması gerekmez mi? Ayrıca orası öz be öz Türk toprağı. Türklerin tarihi 1071 Malazgirt’le başlamıyor ki, binlerce senelik bir tarihimiz var. İslamiyet öncesi Türk değerleri Doğu Türkistan’da mevcuttu. Ama yok ediliyor. Süleyman Şah türbesi neyse, Kaşgarlı Mahmut türbesi de öyle olmalı. Şimdi o türbeler yıkılıyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk Doğu Türkistan’da yazıldı. Kutadgu Bilig’in yazıldığı yer, Doğu Türkistan yok oluyor.
Türkiye’de bazı çevrelerde Uygurlar cihatçılarla özdeşleştiriliyor. Doğu Türkistan’da siyasal İslâmcı gruplara destek nasıl?
Doğu Türkistanlılar İslâm’a inanıyor ama, dindar olmayanlar da var. Mesela, Konya muhafazakâr bir il, ama Konya’da dindar olmayanlar da yaşıyor. Doğu Türkistan’da da böyle bölgeler var. Kaşgar muhafazakârdır. Ama Kaşgar’da da muhafazakâr olmayanlar yaşıyor. Doğu Türkistan’da rahatça din öğrenmek zordur. Kur’an kursları, ilahiyat fakülteleri veya imam hatip okulları yok. Biz dinimizi gizlice öğreniriz. İnsanlar “yeraltlarında” Kur’an okurlar. Buralara yeraltı kursları deriz. Bu evlerde gizlice Kur’an-ı Kerim öğretilir. Uygurlar özgürce inançlarını yaşamaya açtır. Özgür bir ülkeye geldiklerinde inançlarını yaşamak ve göstermek isterler. Radikal görüşlerden insanlar tabii ki vardır. Radikal insanlar her görüşte var. Ama bunların sayıları çok azdır. Onlar Doğu Türkistan’ın genelini temsil etmiyor. Uygurları cihatçılarla ilişkilendirmek Çin’in propagandasına aldanmak olur.
Türkiye’de göçmen olarak baskı ya da ayrımcılık gördünüz mü?
Ben 2011’de Türkiye’ye geldim. O zaman, insanlar Doğu Türkistanlı olduğumu öğrendiklerinde sevgiyle bakardı. 2015’ten itibaren yabancılar Türkiye’de terör eylemleri düzenledi. Yabancılara karşı bir öfke başladı ve bu bizi de etkiledi. 2017’de Reina katliamını yapan şahıs için “Doğu Türkistanlı” denmişti. O terör eylemini yapan Doğu Türkistanlı değildi, ama bir kere Uygurlar o katliamla anıldı. Bana okulda bile “katliamcı” diyenler oldu. Benim gözlerim biraz çekiktir. Reina katliamından birkaç gün sonra, Marmaray’a binecekken polis bana baktı ve kimliğimi sordu. “Nerelisin” dedi. “Uygur Türküyüm” dedim. “Suç sende değil, seni bu ülkeye getirende” demişti. O dönem çoğu Uygurlu böyle şeyler yaşamıştır.
Buraya gelmeden önceki hayatınızı özlüyor musunuz, orada yaşadığınız yer nasıldı?
Ben kasabada büyüdüm. Orta sınıf bir aileydik. Kasabada evler bahçelidir. Bahçelerimizde asmalar vardı. Yazın asmaların gölgesinde yemek yerdik. Kayısı ve şeftali ağaçlarımız vardı. Domates ve biber ekerdik. Çiçeklerimiz de vardı. Çiçek Doğu Türkistan kadınlarının canıdır. Çiçek olmayan ev yoktur. Evler bahçeli olduğu için ağaçların yaprakları dökülürdü avluya. Namaz kılanlar sabah namazı için erken uyanırdı. Namazı kılan evin avlusunu temizlerdi. Annem her sabah avluyu temizlerdi. Dedim ya, bize iş yaptırmazdı. Ailece kahvaltı yapardık. Sabah komşular birbirleriyle sohbet ederdi. Komşuluğa çok önem veririz. Uygurcada “Uzaktaki akrabamdansa yakındaki komşum evlâdır” diye bir söz vardır. Sohbetlerde bir yandan halk müziği çalardı. Bazen o konuşmaların sesine uyanırdım.
2015’ten itibaren yabancılar Türkiye’de terör eylemleri düzenledi. Yabancılara karşı bir öfke başladı ve bu bizi de etkiledi. 2017’de Reina katliamını yapan şahıs için “Doğu Türkistanlı” denmişti. O terör eylemini yapan Doğu Türkistanlı değildi, ama bir kere Uygurlar o katliamla anıldı. Bana okulda bile “katliamcı” diyenler oldu.
Uygur halk müziğinde hangi âletler var?
Doğu Türkistan’da saz çok vardır; rubab, dutar, tambur, sattar… Halk müziğimiz tarihimizi anlatır, çiftçilerin hayatlarını anlatır, aşktan da bahseder. Müzik bölgeye göre farklılaşır. Kaşgar, Gulca, Hotan ve Turfan halk müzikleri birbirinden farklıdır. Eyaletlere göre müziğin duygusu değişir. Kimi daha neşelidir, kimi daha hüzünlü…
Siz de saz çalar mısınız?
Büyükannem ve büyükbabam çalardı. Ben de Türkiye’ye geldikten sonra çalmayı öğrendim.
Türkiye’de kolay bulunabiliyor mu enstrümanlar?
Evet, ama artık Doğu Türkistan’dan gelmiyor, Kazakistan’dan geliyor. Çin’in 1949’da Doğu Türkistan’ı işgal etmesinden sonra Kazakistan’a giden Uygurlar vasıtasıyla bu sazlar Türkiye’ye gelebiliyor.
Bunca baskıya karşı mücadele etmek üzere örgütlenen bir siyasal hareket var mı Doğu Türkistan’da?
Ben entelektüel bir ailede büyüdüm, ama dernek, vakıf gibi şeylerin ne olduğunu Türkiye’de öğrendim. Doğu Türkistan’da siyasi bir hareketin çıkmasına imkân yok. Çin rejimi için “annem nerede?” sorusu bile siyasidir. Bu tür sorular sorarsanız cezalandırılırsınız. Doğu Türkistanlılar siyasetten uzaklaştırılmış bir toplumdur. Normalde insanlar tarihlerini kitaplardan öğrenir. Bizde öyle değil. Açıp okuyabileceğimiz tarih kitapları Çin devleti tarafından yazılmıştır. Orada doğrular yazmaz. Biz kendi tarihimizi romanlardan öğreniriz. O romanlarda tarihimiz biraz hikâyeleştirilir, efsaneleştirilir…
Edebiyat kitaplarında yasak, sansür yok mu?
Olmaz olur mu? Çin’de şarkıların sözleri bile devlet kontrolünden geçer. Bir roman yazdığınızda önce devlet okur; kontrolden geçerse yayınlanır. Sansürü aşmak için yazarlarımız ustaca yazar. Hiçbir şeyi doğrudan yazamazlar, satırların arasına gizlerler. Başka ülkelerde insanlar “orada ne oluyor?” diye sorabilir ve cevabını net bir şekilde alır. Biz “hava nasıl?” diye sorarız. Cevap “hava çok soğuk” ise baskı olduğunu anlarsınız. Eğer “sıcak” denirse, durum iyidir. Biz bu şekilde konuşuyoruz ezelden beri.