HAYATIN METALAŞMASI VE MÜCADELE SEÇENEKLERİ

Söyleşi: Demet Ş. Dinler, Ulus Atayurt
30 Mart 2019
SATIRBAŞLARI

“Money makes the world go round / The world go round / And I’m being poor…” Kabare’nin ünlü şarkısındaki gibi, para dünyayı döndürüyor ve ücretlileri yoksul kılıyor. Ama paranın dünyayı illa da böyle döndürmesi gerekmiyor. Başka bir para da mümkün ve belki de başka bir dünyayı mümkün kılacak olan da o para. “Başka türlü bir para” ham hayal değil: Faircoin gibi “alternatif para”, WIR ve Sardex gibi “tamamlayıcı para” örnekleri, dünyanın emek lehine dönmesini sağlayabilecek “başka para”nın işaret fişekleri olarak görülebilir. Ancak, para demek neticede bir dolaşım ve üretim ilişkileri ağı demek olduğuna göre, “başka para”nın hayat bulabilmesi için başka bir dolaşım ve üretim ilişkileri ağı oluşturmak gerekiyor: Değişim değerine değil, kullanım değerine ve özörgütlenmeye dayalı bir model. Bu modeli ve onun yapıtaşlarını, post-Fordizm döneminin tanımlayıcı kavramı olarak güvencesizliği, “bilişsel-ilişkisel” emeği, Evrensel Temel Gelir talebini ve ötesini dinlemek üzere Andrea Fumagalli’ye* bağlanıyoruz.

Kapitalizm analizinizde Fordist ve post-Fordist dönemleri karşılaştırırken ikincisini finansallaşmış para kapitalizmi diye tanımlıyorsunuz. Post-Fordist dönemin özgül yanları neler size göre?

Andrea Fumagalli: Bu soruya iki şekilde cevap verilebilir. İlki Augusto Graziani’nin başını çektiği bir grup İtalyan iktisatçı tarafından geliştirilen “Parasal Döngü Kuramı”. Bu kuram 1980’lerde revaçta olmaya başlayan monetarist akıma karşı post-Keynesçi bir Marksizmin çerçevesini kuruyor. Marx’ın Kapital’in ikinci cildinin ilk bölümünde anlattığı finans sermayesini, Para-Meta-Para modelini temel alıyorlar. Burada kredi piyasasıyla üretim faaliyetleri arasındaki ilişki önemli yer tutuyor. Bu ilişkinin sınırları bir ölçüde yeni teknolojik gelişmeler ve buluşlarla çiziliyor. Yani bir tarafta para, diğer tarafta teknoloji, kapitalizmin önde gelen iki istikrarsız değişkeni. Marksizm gibi heterodoks iktisat kuramlarını ana akım neoklasik iktisattan ayıran temel özellik, teknoloji ve parayı ekonomiye içkin unsurlar saymalarıdır. Fordizmin çöküşüyle birlikte, para dolaşımı bir tür finansal üretim ekonomisine evrildi. Parasal üretim ekonomisinde, sermaye birikiminin kaldıracı, sanayi sermayesi, finans sermayesi ve para basma yetkisini haiz devlet arasındaki ilişkide belirlenir. Bretton Woods’un çöküşü, finans piyasalarının deregülasyonu ve türev piyasalarının icadıyla finans piyasasının rolü hem nicelik hem de niteliksel açıdan çok arttı. Hiçbir mali otorite tarafından denetlenmeyen spekülasyon, finansal faaliyetlerin gerek yatay gerekse dikey tüm düzlemlerine sirayet etti. Bu güç yoğunlaşması, mülkiyetten ziyade kamusal hizmetlerden yoksun bırakılan büyük kitlelerin finansal verilerinin denetimine dayanıyordu. Mesela, emeklilik sisteminde ikinci basamak fonlarının hayata geçirilmesiyle finansal piyasalar bir açıdan kamu hizmetlerinin tedarikini de ele geçirdi –elbette sadece masraflarını karşılayabilenlere. Buradan elde ettiği sermayeyle finans pazarı en büyük yatırım fonlayıcısı haline geldi. Bu durumu 1990’lar boyunca teknolojinin öncüsü konumundaki tüm yeni girişimlerin Wall Street ve NASDAQ’da yer almasında görebiliriz. Firmalar spekülatif aktivite sayesinde sermayelerini kat be kat artırdılar. Daha önceden olduğu gibi, ticaret bankalarının kısıtlamalarına bağımlı kalmadılar. Glass-Steagall Yasası’nın [1] lağvedilmesiyle kredi ve finans pazarları bütünleşti. Böylece finansal operasyonlar klasik borç ve kredi ilişkilerinin önüne geçti. Finans pazarı bütçe açığına dayalı Keynesçi harcama stratejisini ikame eden bir çarpan etkisiyle genişledi. Stefano Lucarelli ile beraber yazdığımız Finansallaşmış bir Parasal Üretim Ekonomisi [2] adlı makalede tam da bu dönüşümü, parasal üretim ekonomisinden finansal üretim ekonomisine geçişi detaylandırdık.

Şu anda klasik bir ilkel birikim sürecinin mi, yoksa yeni, topyekûn bir tabiyetin mi yaşandığına dair hararetli tartışmalar sürüyor. Ben mevcut süreci hayatın bütününün sermayeye tabi kılınması olarak tarif ediyorum. Mesele sadece yeni bir emek biçiminin ortaya çıkmasından ibaret değil.

Sorunuza cevap vermenin başka bir yolu daha var. Onu da Fordizmin krizini takip eden 15 seneyi, kabaca 1975’ten Birinci Körfez Savaşı’na kadar olan dönemi ele alarak ortaya koyabiliriz. O aralıkta henüz hangi güzergâhın izleneceği tam kesinleşmese de, birikimin fiyatlandırılmasına baktığımızda, artık Fordist dönemin sona erdiğini görüyoruz. 1990’larda İtalya’daki, Japonya’daki –Toyotaizm ya da hiper-Taylorizm gibi– alternatif güzergâhların hepsinde, teknolojinin aşırı esnekleşmesinin önemli bir sonucu olarak üretimde dilbilimin, dil ve duyguların önemi arttı. Bu süreci Christian Marazzi Çorapların Yeri [3] kitabında çok iyi anlatır. Üretimin örgütlenmesinde dilin öneminin artması, emek koşullarında yapısal bir dönüşüm ve yeni dışsal bilgilerin üretimde girdi haline gelmesini sağlayan araçların devreye girmesiyle kol kola ortaya çıktı. Bu da yeni ölçek ekonomilerinin yolu açtı. Kullanarak, müdahil olarak parçası haline geldiğiniz öğrenme ekonomileri, ilişkisel-iletişimsel ağ ekonomileri devreye girdi. Bu durum, mekânın da yeniden tanımlanmasını gerekli kılıyor. Mekân ve bilgi, birikimin yeni araçları haline geldi. Sanal mekânın genişlemesi, küreselleşme ve bilginin artan rolü, “enformasyon”, “kodlanmış” gibi yeni bilgi türlerini sınıflandırılmayı gerekli hale getirdi. Bilginin yer aldığı sanal ve coğrafi mekân bir yandan fikri mülkiyet haklarına, diğer yandan finansal akışların ve teknolojinin sıkı denetimine dayalı yeni bir mülkiyet yapısına tekabül ediyor. Taşeronluğa dayalı üretim tüm dünyaya yayıldı. Böylece üretim araçlarının mülkiyet yapısı 20. yüzyıldakinden enikonu ayrıştı. 1990’larda post-Fordizm bilişsel kapitalizmle beraber evrim geçirmeye başladı. Finansal ve bilişsel ekonomi arasındaki ilişkiyi sinerji diye tabir edebiliriz. Birbirlerini besliyorlar. Bu ilişkinin tipik özelliği altyapıda muazzam ölçüde artan istikrarsızlık. Zaten bu da 2000 yılında internet ekonomisine dayalı piyasanın çöküşüne neden oldu.[4] Bu kriz bilişsel kapitalizmin de yeni bir aşamaya geçmesine yol açtı. Tüm bunlar devrim fikrinin, somut devrim planı tahayyüllerimizin değişmesine yol açıyor. Mesele üretim araçlarının kamusal mülkiyeti mi, yoksa tamamıyla bambaşka bir rota mı?

Adını Güney Londra’nın ünlü kozmopolit mahallesinden alan Brixton pound’un 10’luk banknotunda David Bowie resmi yer alıyor.

Bilişsel emek (cognitive labour) hem ampirik hem de kuramsal açıdan ne manaya geliyor?

Tanımı daha net yapmalıyız: Bilişsel ilişkisel emek. Çünkü bilgi bir ağda, başkalarıyla ilişki halinde vuku buluyor. Söz konusu kavram bir işi değil, bir emeği imliyor. Çünkü gerçek tabiyeti (real subsumption) ifade eden şey emek.[5] İş ise bu tabiyetin sadece biçimini dile getiriyor. Şu anda klasik bir ilkel birikim (primitive accumulation)[6] sürecinin mi yoksa yeni, topyekûn bir tabiyetin mi yaşandığına dair hararetli tartışmalar sürüyor. Ben mevcut süreci hayatın bütününün sermayeye tabi kılınması olarak tarif ediyorum. Mesele sadece yeni bir emek biçiminin ortaya çıkmasından ibaret değil. Yeni emek süreçleriyle ilgili bir ölçüt koymak, onları ampirik açıdan tespit etmek neredeyse imkânsız. Öte yandan örneklendirmek zor değil. İlişkileri bir kaldıraç olarak hedefleyen tüm iktisadi faaliyetler tali değil, tam da asli faaliyettir. Elbette fabrikada da ilişkisel faaliyetler mevcuttu. Ancak orada insanlarla makinalar arasındaki ilişki katı bir tanıma sahipti. Makina mavi yakalı emeğe hükmederdi. Şu anda ise her türlü bilişsel ilişkisel emek faaliyetinde, makinalar ve insan becerileri arasında karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişki var. Dile bağlı bir ilişkiye göre örgütlenmişse, kol işçiliği de bilişsel olabilir. Ancak kol ve kafa emeği arasındaki o kadim ayrım artık ortadan kalkıyor. Bir yandan kol emeği bilişsel nitelik kazanırken diğer yandan bilişsel emek Taylorizasyona tabi kılınıyor. Bu yayılmayı tanımlamak çok zor.

Makina mavi yakalı emeğe hükmederdi. Şu anda ise her türlü bilişsel emek faaliyetinde, makinalar ve insan becerileri arasında karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişki var. Kol ve kafa emeği arasındaki o kadim ayrım ortadan kalkıyor. Bir yandan kol emeği bilişsel nitelik kazanırken diğer yandan bilişsel emek Taylorizasyona tabi kılınıyor.

Bu yayılma siyasal tabloyu nasıl etkiliyor?

Siyasi açıdan temel zorluk bu karışımın farklı emek koşulları, farklı öznellikler ve algılar yaratması. Biçimsel açıdan güvencesiz emeğin homojenleştiğini söyleyebiliriz. Emek süreçleri artık süreğen değil. Bazen ücretli bazen ücretsiz işlere sahip bir emek söz konusu. İş sözleşmeleri çeşitleniyor. Otonom ve ast-üst ilişkisine dayalı emek türleri arasındaki sınır, emek ve emek dışı zaman arasındaki fark muğlaklaşıyor. Her güvencesiz emekçinin durumu hakkında farklı bir algısı mevcut. Bu durum kendini heterojen öznelliklerde gösteriyor. Davranışlarda, tahayyüllerde, beklentilerde farklılıklar ortaya çıkıyor. Emeğin yeni teknik kompozisyonu homojen, dolayımsız bir siyasi kompozisyonu temin etmiyor. Emek kompozisyonu maddi, ancak sabit ve verili değil. Günümüz neo-bilişsel kapitalizmi, doğrudan hayatın bütününü kapsamı altına alıyor. Avustralyalı feminist araştırmacı Catherine Waldby’nin ifade ettiği gibi, bedenler topyekûn metalaşıyor. Biyo-emek ya da tıbbi emek tamamıyla beden ya da onun parçalarının maddi anlamda mübadelesiyle ilgili. Aynı zamanda bizatihi beynin metalaşması yaşanıyor. Tüm sosyal medya, platformlar, onlara bağlı ikinci nesil yeni algoritmalar beyne, sinir sistemine, duygulanımlara, arzulara ve daha fazlasına sirayet ediyor.

Bilişsel emeğin yükselişi, Evrensel Temel Gelir (ETG) talebine nasıl bir zemin hazırladı? Bu talep sosyal demokratların benzer önerilerinden nasıl ayrışıyor?

2012’de Katalunya’da dolaşıma giren Ecosol.

ETG talebine şimdiye kadar anlattıklarımın ışığında bakalım. Christina Morini ile beraber yazdığımız bir makalede [7] emek temelli bir değer kuramından hayat temelli bir değer kuramına geçişi anlatıyoruz. Hayatın önce emeğe, ardından da değere tahvil edildiği hipotezinden yola çıktık. Eğer hayatımız fiyatlandırılıyor, ancak onun sadece küçük bir kısmı emek olarak tasdik ediliyor ve hesaba dökülüyorsa, şu anki sorun bu muhasebenin maaşları ve ücretleri aşma eğilimi göstermesi. “Vaat ekonomisi” dediğimiz bir hesaplama süreci yaşanıyor. Ücretlendirilmeyen emek, tıpkı şimdi üniversitelerde olduğu gibi, hızla yayılıyor. İtalya’da derslerin yüzde 20’si ücretsiz genç araştırmacılar tarafından veriliyor. Buna “vaat ekonomisi yanılsaması” diyebiliriz. İnsanlar ufukta, belirsiz bir gelecekte bir iş sahibi olma ihtimaliyle emek veriyorlar. Bu durum medya, yayıncılık, yazılım alanlarında, birçok farklı hizmet sektöründe yaygın. Tüm bunlara sembol üretimine, semiyotiğe dayalı hayali hizmetler diyebiliriz. Oysa biz insanlar 24 saat durmaksızın üretiyoruz. Çünkü bilgiyi üreten biziz, tüketiciler biziz, öğrenim süreçlerindeki sorunları çözenler, toplumsal birlikteliklerle müşterek aklı meydana getirenler bizleriz. Bunları arkadaşlarla bir-iki tek attığımız efkâr dağıtma anlarında yapmaya devam ediyoruz. Bunlar ekonomik hesaba dahil edilmediği gibi, kimi zaman cebimizden harcıyoruz. ETG fikrinin dayandığı tam da bu yapı. ETG birincil (primary) gelirdir. Hayatın değer üretmeye devam eden, ancak üretken kabul edilmeyen kısmını yeniden hesaplama yöntemidir.

Neo-bilişsel kapitalizm hayatın bütününü kapsıyor. Bedenler topyekûn metalaşıyor. Aynı zamanda bizatihi beynin metalaşması yaşanıyor. Tüm sosyal medya, platformlar, onlara bağlı ikinci nesil yeni algoritmalar beyne, sinir sistemine, duygulanımlara, arzulara, ve daha fazlasına sirayet ediyor.

Çerçevesini çizdiğimiz bu değer üretiminin sendika gündemlerinde, ulusal yasalarda, AB yönetmeliklerinde, iş sözleşmelerinde yer almaması sömürünün yeni tanımıdır. Zira felsefi bir kavram olarak sömürü, ürettiğin değerlere kıyasla daha az değer elde etmek anlamına gelir. ETG’nin yardımlarla, işsizlik ödemeleriyle, refah devletinin tesis ettiği koşullarla alâkası yok. Bunlar ikincil (secondary) gelirin konularıdır. Dolayısıyla ETG önkoşulsuz bir gelirdir. Bu geliri hak etmek için herhangi bir şey yapmak zorunda değilsin. Zira yeni hesaplama veçhesinden bakıldığında zaten mütemadiyen üretiyorsun. Bilişsel-ilişkisel emek, bu türden bir sömürünün diğer faaliyetlerden daha yüksek olduğu bir emek sürecidir. ETG özellikle bilişsel emeğe uysa da tüm emek süreçlerine uygulanabilir. Ücretin ikâmesi anlamına gelmez. Ücretli emek tasdik edilmiş bir emek faaliyetidir. ETG ise tasdik edilmeyen ancak fiiliyatta var olan faaliyetlerin hesaplanmasıdır. Zira işsiz insanlar üretken olmayan varlıklar değildir.

Jonathan Parry ve Maurice Bloch Para ve Mübadelenin Ahlâkı adlı kitaplarında Marx, Simmel, Adam Smith gibi modern düşünürlerin, işlevini farklı betimleseler de, paranın sabit bir öze sahip olduğu konusunda hemfikir olduklarını söylüyor. Bu iki yazar, antropolojik açıdan paranın bazı toplumlarda kısa erimli bireysel hayat ile nesiller arasındaki dayanışmayı destekleyen bir araç olarak kullanıldığını vurguluyor. Siz de Keynes’ten şu alıntıyı yapıyorsunuz: “Para, her şeyden önce, şimdiyi geleceğe bağlamak için incelikli bir araçtır.” Paranın illa da kapitalist bir işlev görmesi gerekmediğini anlatıyorsunuz. Bunu açar mısınız? Günümüzde alternatif paranın işlevi üzerine ne düşünüyorsunuz?

Tıpkı teknoloji gibi, para da aslında bir araç. Daha fazlası değil. Ağaçta yetişmeyen, insan icadı, itimada dayalı bir anlaşma. Tarihte bu ilişkiyi çoğunlukla bir otoritenin dayattığını, paranın bir mübadele aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Malthus ve Ricardo’dan itibaren bu görüş paranın tanımında genel kabul görüyor. Marx için ise para sadece ekonomik değil, felsefi açıdan da daha fazlasını ifade ediyor. 1844 Elyazmaları’nda, Marx zenginlik ve para arasındaki farkı ele alır. Marx açısından zenginlik toplumsal ilişkilerin, özellikle hiyerarşinin ve tabiyetin bir göstergesidir. Parayı iktidarın bir gereci haline getirmek ona kimin erişebileceğini belirlemekten, bütçe kısıtlamalarından geçer. Para bir araçsa, her aracın analizi gibi, paranınki de hedeflerine ve işlevlerine göre yapılmalıdır. Günümüz finansal üretim ekonomisinde para ve paranın değeri finansal anlaşmalar vasıtasıyla sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen uluslararası yapıların denetiminde. Sınırları belli bir finansal pazarda, spekülatif faaliyetler tarafından belirleniyor. Küresel parasal genişlemenin yüzde 65 ila 70’i uluslararası finans kurumlarının kontrolünde. Bu kurumlar paraya sahip değiller, ancak onun işlevini kontrol ediyorlar. Parasal üretim ekonomisinden finansal üretim ekonomisine geçişte önemli süreçlerden biri de, paranın üzerinde merkez bankalarının denetiminin azalması. Artık para üzerinde ulusal egemenlik söz konusu değil. İtalya, Fransa, İspanya ya da Yunanistan’da ulusal para birimlerine geri dönüş talebi artık tarih dışı. Finansal pazarları düzenleme talebinin de bir karşılığı yok. İmkânsız. Finansal pazarın biyo-iktidarına karşı koyma ihtimali otonominin yeniden tesisi ve metalaşmış bir hayattan kopuştan geçiyor. Fakat bunun yolu da her şeyden kopuk, izole topluluklara geri dönmek değil. Hedef, verili toplumsal yapılar içinde, yeni deneysel biçimlerde otonom topluluklar kurmak olmalı. Şimdilerde yeni teknolojiler, özellikle de algoritma teknolojileri kripto para gibi yeni para biçimleri yaratma gücüne sahip. Zaten Bitcoin, Faircoin gibi örnekler de mevcut. Yani tamamlayıcı bir para birimi (complementary currency) yaratmak gayet mümkün. Fakat tüm tamamlayıcı paralar alternatif para haline gelmiyor. Hatta dünyanın çeşitli bölgelerinde kullanılan beş bininin üzerindeki tamamlayıcı paranın büyük çoğunluğu alternatif para değil. Bitcoin de bunlara dahil.

Brixton pound’un 1’lik banknotunda ise 1960’ların Jamaika asıllı feminist lideri Olive Morris’in resmi var.

Halihazırda, alternatif sunmayan “tamamlayıcı para”larla sizin önerdiğiniz “kripto para” arasındaki farklar neler?

Güncel algoritmalar sayesinde kripto para bir yandan mahremiyete saygı gösterirken diğer yandan Bitcoin gibi kıtlık yaratmadan işlev görebilir. Kuramsal açıdan mebzul miktarda kullanılabilir. Kısaca, içine istediğiniz kadar para konan bir cüzdan yaratmak mümkün. Aksi takdirde, yani eğer kripto para kıt olursa, spekülasyona yol açacaktır. Mesela halihazırda dolaşımda olan Bitcoin, fiyatının artması beklenilen bir yatırım olarak kullanılıyor. Özellikle de dolar, avro, yen ya da diğer para birimlerine tahvil edilebilen esnek bir kambiyo sistemi içinde yer alıyorsa. Gerçekten de bir dönem Bitcoin piyasadaki en kârlı yatırım araçlarından biriydi.[8] Bir Bitcoin’in değeri 30 dolardan başlamıştı, şu anda 4000’in üstünde seyrediyor. Bütün bunlar hepi topu beş yılda yaşandı. Gerçekten inanılmaz. Başlangıçta Bitcoin bir alternatif olarak hayata geçirildi. Çünkü uluslararası pazarda izin verilmeyen bir mübadele vasıtasıydı. Önemli bir potansiyeli mevcuttu. Ancak herhangi bir kripto para kıtlık yaratmamalı. Bu da geleneksel para birimleriyle sabit bir kur oranı ilişkisi tesis edilmesini gerektiriyor. Böylece spekülasyonun önüne geçilir. Diğer önemli nokta ise tamamlayıcı mahiyetteki kripto paranın hangi amaca hizmet edeceği, yani mübadelenin hedefi. Bunun için kapitalist üretime alternatif, eksiksiz ve bütünlüklü bir üretim değeri döngüsü kurma ihtimalini ciddiye almalıyız. Ben buna “antropogenetik üretim modeli” diyorum. Yani insanların yine insanların esenliği için üretim yapması, değişim değil kullanım değeri üretmesi. Mesele, bu türden bir alternatif finans ve üretim ağının nasıl inşa edileceği. Bundan sonra dolaşıma soktuğumuz kripto paraya “müşterek sikke” diyebiliriz. Niye? Çünkü bu ağı kurmak için emek faaliyetlerinin iş faaliyetlerini dönüştürmesi gerekiyor.

Kapitalist üretime alternatif, eksiksiz ve bütünlüklü bir üretim değeri döngüsü kurma ihtimalini ciddiye almalıyız. Buna “antropogenetik üretim modeli” diyorum. Yani insanların yine insanların esenliği için üretim yapması, değişim değil, kullanım değeri üretmesi.

Kullanım değeri merkezli bir üretim, özörgütlenmeye, toplumsal işbirliğinin değer tespitine, sağlık, eğitim gibi toplumsal refahın öngörülü planlanmasına, temel gelirin hayata geçirilmesine dayanmalı. Bunları hayata geçirmek için başlangıçta belli coğrafi bölgelerden yola çıkabiliriz. Kripto parayı denetleyecek müşterek bir kurum kurmamız gerekecektir. Tıpkı Porto Alegre’de olduğu gibi, topluluğun demokratik katılımını, doğal kaynakların ve toprakların adilane paylaşımını sağlayacak belli kurallar ve mekanizmalar yaratabiliriz. Mesela bazı yerel yönetimler vergilerin bir kısmını müşterek sikkeyle tahsil etmeye başlayabilir.[9] Tarih bize bir itimat ilişkisi olan paranın, vergiler söz konusu olduğunda çok daha hızlı dolaşıma girdiğini gösteriyor. Çünkü vergi belli hizmetleri edinmek için ödenir. Mesela İtalya’da, bazı bölgelerde, belediye sınırları içinde ücretsiz sağlık hizmeti ya da ilaç veriliyor. Bir eczaneye girip belediyenin verdiği, avroya karşılık gelen biletlerle ilaçlarınızı alıyorsunuz. Bu ödeme pekala vergiler vasıtasıyla tahsil edilen müşterek sikkeyle yapılabilir. Hakeza belediye çalışanlarının ücretlerindeki artış da müşterek sikkeyle ödenebilir. Diyelim ki, maaşları aylık 1300 avro. Yapılacak 200 avro zammı müşterek sikkeyle ödüyorsunuz. Müşterek sikkenin mübadele edileceği bir dolaşım ağı örgütlemeniz gerekiyor. Ancak birçok tamamlayıcı paranın aksine, asli amacımız müşterek sikkenin dolaşıma girmesi değil. İsviçre’deki WIR ya da İtalya’daki Sardex gibi büyük miktarda dolaşıma giren paraların öncelikli hedefi mübadele ilişkilerinde kullanılmak. Bristol Pound gibi daha farklı örnekler olsa da, hemen hepsi genel para mübadelesinin içinde. Müşterek sikkenin amacı ise alternatif üretim biçimlerini desteklemek. Yani amacı finansal açıdan sürdürülebilirliğin şartlarını oluşturup sermaye tarafından yutulmayı ve metalaştırılmayı önlemek.

Geleceği İcat Etmek kitabının eşyazarı Nick Srnicek, kendisiyle yaptığımız söyleşide, alternatif para birimleri kullansınlar ya da kullanmasınlar, kooperatif kredi birliklerinin üretime yönlendiremedikleri artık sermayelerini finans piyasalarına aktardıklarını belirtti. Sizce bu türden birliklerin kısıtları ve potansiyelleri neler?

Ekonomik güvencesizlerin koruyucusu Aziz Precario.

Etik finans alanında özörgütlenmeye, karşılıklılık ilkesine dayalı kooperatif biçiminde sistemler mevcut. Bunlar bir yanlarıyla “aydınlanmış bir kapitalizmi” (enlightened capitalism)[10] temsil ediyor. Mesela, İsviçre’deki WIR Bankası 1930’larda, Büyük Buhran sırasında kuruldu.[11] 2007 krizinden sonra ise tamamlayıcı para olarak bir patlama yaşadı. Bunda şaşılacak bir şey yok. Finansal kriz sırasında krediler ve likidite dibe vurmuştu. Özellikle taşeronluk silsilesi biçiminde örgütlenmiş üretim birimlerinde ödemeler dengesi aşırı bozuldu. Günümüzde dikey örgütlenmeyle entegre üretim yapan fabrikalardan bahsetmek mümkün değil. Tamamlayıcı paralar tam da bu sırada üretim döngüsü içinde bir ihtiyaca tekabül etti. Alternatif paraların örgütlü üretim için özgür bir alan açabilme ihtimalini göz ardı edemeyiz. Fakat şu anda bu, kapitalist bir örgütlenme içinde gerçekleşiyor. Beş yıl önce fakir Sardunya adasında dolaşıma sokulan Sardex para birimi, kriz nedeniyle işlerlik kazandı. Adanın temel iktisadi faaliyeti olan madencilik düşüşteydi. Kredi kuruluşları negatif konumdaydı. Sardex halıcılık gibi zanaatları geliştirmek, turizmi yaygınlaştırmak için devreye sokuldu. Sardex’le hayata geçen kooperatif yapısıyla geleneksel ödeme planları tecil edilebiliyor ve ödemeler tamamlayıcı parayla yapılabiliyordu. Böylece “tazminat loncaları” diye adlandırılan çemberler ortaya çıktı. Ben sana, sen bir başka birine, o da bana borçlanıyor, böylece bir çember tamamlanıyordu. Birbiriyle rabıtalı üretim birimleriyle alâkalı olduğu sürece bu çemberler oldukça işlevsel. Mübadele faaliyetini artırıyor ve gereçlerini geliştiriyorsunuz. 2016’nın ekim ayında, Sardunya’da toplanan Sardex kongresinde tamamlayıcı paralar konusunda bir sunum yaptım. Şimdilerde Sardex geleneksel bankalardan bir miktar yatırım almış durumda. Borsada yer alması kuvvetle muhtemel. Kısıtlı sorumluluğa sahip bir ortaklık olarak başlayan kooperatif, şimdi hissedar bazlı bir işletmeye dönüşüyor. Bu da pek şaşırtıcı değil.

Bilgiyi üreten biziz, tüketiciler biziz, öğrenim süreçlerindeki sorunları çözenler, müşterek aklı meydana getirenler bizleriz. Bunları arkadaşlarla bir-iki tek attığımız efkâr dağıtma anlarında yapmaya devam ediyoruz. Bunlar ekonomik hesaba dahil edilmediği gibi, kimi zaman cebimizden harcıyoruz. Evrensel temel gelir fikrinin dayandığı tam da bu yapı.

Birçok karşı kültür örgütlenmesinde, alternatif müzik, işgal fabrikası hareketinde yer aldım. Bu hareketlerin hemen hepsi marjinal bir konumda kalıyor. Bir bakıma kırsala yerleşmiş küçük topluluklara benziyorlar. Bazı ihtiyaçları karşılamayı becerip kapitalist sistem içinde bir çelişki oluşturabildikleri ölçüde büyüyebiliyorlar. Ancak zamanla ya yasadışı ilan edilip baskıya maruz kalıyor ya da sisteme içkin hale geliyorlar. Tıpkı keskin bir bıçağın sırtı gibi: Alternatif konumdan kapitalist tarafa ya da tam tersi istikamete düşmek çok kolay. Kooperatif kelimesinin yasal tanımının tarihsel evrimi de oldukça paradigmatik. Bundan kırk yıl önce kooperatifin hukuki tanımı, “kâr amacı gütmeyen bir üretim kurumu”ydu. Kapitalist işletmelere doğrudan alternatif bir tanıma sahipti. Oysa şimdilerde İtalya’da, çoğu kooperatif işletmesi sömürünün Truva atı işlevi görüyor. Örneğin mültecilerin kooperatifler vasıtasıyla sömürüldüğü bir dizi skandal ortaya çıkarıldı. Elbette teessüf edip yerimize oturamayız. Baskıya maruz kalmadan ve sisteme içkin hale gelmeden otonomiyi hayata geçirebileceğimiz, finansal araçlarla donatılmış deneylere devam etmemiz elzem. Hayatın, finansın ve üretimin otonom hale geleceği sürdürülebilir bir sistem yaratmakla mesulüz. Kendi hayatlarımızdan yola çıkarak, kapitalist örgütlenmeler tarafından yutulmayacak toplumsal ve insani değerler yaratmalıyız.

Sardex’ten farklı, angaje üyelerinden avro ile aldığı mevduatları piyasanın altında bir faizle dayanışmacı ekonomi ağının büyümesine vakfeden Coop57 [12] gibi kredi kooperatifleri de mevcut. Sadece kredi vermekle yetinmiyorlar, krediye talip kuruluşların dayanışma ekonomisine uygunluğunu, planlarının sürdürülebilirliğini sınıyorlar.

Elbette avro da alternatif, patronsuz, kullanım değerine dayalı bir üretim için kullanılabilir. Ancak avronun dayattığı kısıtlamalar ve uyum şartları çerçevesinde hareket etmek için yerel yönetimlerin ya da siyasi partilerin hassasiyetlerinden destek görmek şart. Aksi takdirde rekabet şansınız çok az. Avro ile yola çıkıp zamanla alternatif tamamlayıcı bir parayı devreye sokma stratejisi de uygulanabilir. Tahminimce o şartlarda geleneksel patronlu işletmeler alternatif paraya düşmanca bir tavır takınacak, avronun yaygınlığını ve küreselliğini tercih edeceklerdir. Keynesçi olmasam da ondan aktarayım: Genelde kötü para iyi parayı kaçırmaya eğilimlidir. Bunun tersinin de mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Denemek için gerçekten de zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz hiçbir şeyimiz kalmadı.

Stefano Lucaralli ile yazdığınız bir makalede [13] AB’nin, Avrupa Merkez Bankası’nın para ve mali politikalarını eleştiriyor ve “Müşterek Refah” (Commonfare) başlığı altında, mevcut uygulamalara alternatifler öneriyorsunuz. fiu anki durumu ve sizin önerilerinizi açar mısınız?

Grotesk protesto: Prekeryanın draması.

Avrupa’da para birliği 1990’ların ilk yarısından itibaren monetarist yaklaşımın iki temel varsayımına göre dikte edildi. İlki paranın reel ekonomide nötr bir unsur olması. Friedman geleneğinden bu yana tipik liberal monetarist görüşü temsil eden bu yaklaşım, paranın gerçek ve mali veçheleri arasında varsayılan bir ayrışmaya dayanıyor. İkinci varsayım ise Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, verdiği kararların hükümetlerden ve siyasetten etkilenmemesi ilkesiydi. Bu iki neoliberal ideolojik ilke üzerine bina edilen AB para politikaları 2008 krizinden sonra iflas etti. Bu temele göre herhangi bir çözüm üretmenin mümkün olmadığı ispatlandı. Para birliği Avrupa ekonomisinin yapısal veçhelerinin homojenleşmesi için bir kaldıraç görevi üstendi. Bu yüzyıllara yayılan bir dönemin nihai aşaması. Oysa Avrupa ülkelerindeki yapısal farklılıklar birkaç sene içinde ortadan kaldırılamaz. Muhtemel bir çözüm, vakti zamanında iki ayaklı bir yapı inşa etmekten geçebilirdi: Parasal birliğin yanında mali bir birlik kurmak. Mali birlikten kasıt “müşterek refah, emek ve sanayi politikaları için bir yol haritası” çizmek. Bunun için en azından bir nesillik, 30-35 yıllık bir öngörüye ihtiyaç var. Oysa avronun amacı gerçek bir birlik kurmaktansa, Avrupa içinde neoliberal hipoteze dayalı bir hiyerarşi tesis etmek, emek-sermaye ilişkisini, gelir dağılımını sermaye lehine yeniden düzenlemekti. Bunun ekonomik silahları borçlanma ve güvencesizlikti. Bu hedef doğrultusunda refah politikaları özelleştirilip yürürlükten kaldırıldı. Peki, ne gibi somut adımlar atılabilir? Ulusal paralara geri dönüşün bir çözüm olacağını düşünmüyorum. Bu türden bir dönüşüm kısa yoldan otoriter yönetimlere çıkabilir. Farklı bir enternasyonalizmden bahsetmekle yükümlüyüz. Önümüzdeki yıllar toplumsal çatışmalar dönemi olacak. Bahsettiğimiz çatışma emek piyasasıyla değil, refah koşulları ile alâkalı yaşanacak. Mali politikalara ve müşterek refaha dair önerimiz ilkin kemer sıkma politikalarının ulusal borçla hiçbir alâkasının bulunmadığını tespit etmekle başlıyor. Kemer sıkmanın gerçek amacı yeni emek sömürüsü stratejilerini hayata geçirmek. Bizim önerdiğimiz müşterek refah ise nihai bir hedef olmaktan ziyade bir araç.

Güncel algoritmalar sayesinde kripto para bir yandan mahremiyete saygı gösterirken diğer yandan Bitcoin gibi kıtlık yaratmadan işlev görebilir. Kuramsal açıdan mebzul miktarda kullanılabilir. Kısaca, içine istediğiniz kadar para konan bir cüzdan yaratmak mümkün. Kripto para kıt olursa, Bitcoin gibi spekülasyona yol açacaktır.

Yeni emek ve hayat şartlarına tekabül eden bir kavram. Müşterek refahın birinci ayağı koşulsuz Evrensel Temel gelir. İkinci ayağı öğrenim ve ağ ekonomilerine, barınma ve sağlığa, kısaca müşterek ürünlere özgür erişim. Üçüncü ayak ise finans oligarşisinin dayattığı kısıtlamalardan kurtulmamızı sağlayacak yeni finansal araçlar keşfetmek. Bu sonuncusu ucu açık bir soru. Bizce çözümlerden biri Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu, IMF gibi kurumların dayattığı kurallardan azade alternatif para dolaşım ağları kurmak. Başında uluslararası finans oligarşisinin yer aldığı sistemin tıkır tıkır işlediğini de teslim etmek lâzım. Son yıllarda finansal endeks yükselmeye devam ederken, her geçen gün Dow Jones, NASDAQ rekorlarını tazeliyor. Alman şirketlerinin kâr oranı son 70 yılın rekorunu kırdı. Çin’de, 2015’deki emlâk krizinin ardından, kârlılık oranı ayda yüzde 10-12’ye ulaştı. Altını çizerek söylüyorum: Yıl değil, ay. Aslında birileri için kriz tamamıyla bitti. Kârlılık oranları ve finansal kazançlar açısından baktığımızda, tarihte 2017’nin ilk yarısı gibi bir dönem yaşanmadı. Diğer taraftan bizim emeğimiz ve hayatımız her geçen gün daha büyük bir girdabın içine sürükleniyor. Bizim için kriz, onlar için ise 2008’den sonra düzeltme mânâsına gelen şu anki durum tamamıyla istikrarsız. Müşterek refah bu istikrarsızlığa yanıt olabilir. Müşterek refahın üç ayağını hayata geçirmenin ön şartı bütçe kısıtlamalarından kurtulmak, parasal özerkliği yaratmak. Bunu finansal pazarın kalbine doğrudan bir saldırıyla gerçekleştirmek neredeyse imkânsız. Zira bunun için yeteri kadar güç ve farkındalık mevcut değil. Başlangıç noktamız parasal açıdan bahsettiğimiz özgürlüğe matuf, özyönetime sahip topluluklar meydana getirmek olabilir. Tıpkı Keynesçi muadili gibi, her türlü refah ölçütü sermaye tarafından sermaye birikimi için araçsallaştırılabilir. Ancak bazı sorunları çözerseniz, bu refah size mücadeleye hazırlanmak için zaman kazandırabilir.

Katalan kooperatifçilik hareketinden sosyal dayanışmacı ekonomi ağı XES’in bileşeni l’Apostrof kooperatifinin kurucularından yazar Jordi Garcia Jane sadece tamamlayıcı değil, dört seviyede alternatif para tipi öneriyor: Sosyal ağlar, yerel yönetimler, ulusal ve uluslararası dolaşım için. Hepsi sabit kur ve tanımlı mübadele alanları ile birbirine bağlı; uluslararası paranın kuru spekülasyonuna izin vermeyen belli temel ürünler tarafından belirleniyor. Alternatif para tamamlayıcı olmaktan öte işlevler üstlenemez mi?

Katulunya’daki Cooperativa Integral Catalana’nın (CIC) tarihçesini, örgütlenmesini yakından takip ediyorum. Avrupa ölçeğinde FairCoop’un (Adil Bir Ekonomi İçin Dünya Kooperatif Ekosistemi) kuruluşunda da yer alıyorlar. CIC’nin ortaya koyduğu yataycı kooperatifler birliği fikrine tamamıyla katılıyorum. Kesinlikle başka bir seviyede örgütlememiz gerekiyor. Pratik deneylerimizde daha esnek davranmak zorundayız. Şu anda ister vasıfsız işler, isterse yüksek profilli iş akitleri olsun, hepsi emek piyasasının rizomatik ve nomadik (göçebe) örgütlenmesi ile uyumlu.[14] Bizim bu esnekliğe esnek bir cevap üretmemiz elzem. Dönüşümün kaldıracı olarak, 20. yüzyıldaki gibi, tek bir özne ve araç tanımı yapamayız. Her özne için farklı araçlara ihtiyaç duyuyoruz. Aynı şey alternatif para sistemleri için de geçerli, yani çeşitli seviyeler arası esnek geçişler sağlamalıyız. Örneğin her yerel para birimi kendi bölgesinin nevi şahsına münhasır özelliklerini dikkate almalı. Öte yandan FairCoop örgütlenmesinin öznesi tüm Avrupa olmalı, herhangi bir bölgesi ya da halkı değil. CIC gibi yerel özellikleri barındıran kooperatif hareketleri uluslararası ölçekte biraraya getirmenin yollarını aramalıyız. Örneğin FairCoop’un dolaşıma soktuğu Faircoin (Adil Sikke) şu anda Atina, Kassel, Katalunya ve Roma’da, Milano’da bazı sosyal merkezlerde kullanılıyor. Bu türden bir kripto paranın kullanıldığı topluluklarda alternatif üretimin de yollarını bulmalıyız. Nihayetinde militan aktivizm bir hobi, bazen dahi olacağınız bazen dışarda duracağınız bir faaliyet değil. Parçası olduğunuz topluluğu ve dünyayı kökten değiştirmeyi amaçlayan devrimci bir faaliyet. Ancak bir ömür döngüsünün bütün çabalarının heba olmaması için, sebatın ve arzunun yetmediği durumlarda istikrar zaruri hale geliyor. Bu istikrarı, sürdürülebilirliği sağlamanın araçlarında biri de para. Parasız bir dünyayı hayal etmek isterim, ama bu imkânsız. Paranın ortadan kaldırılmasına, bildiğim kadarıyla, sadece Kamboçya’da Pol Pot teşebbüs etti. Sonuçların hiç de iç açıcı olmadığını biliyoruz. Nihayetinde para tüm toplumsal hizmetleri sağlayan, başka bir hayat yaratan bir üretim tarzının aracı haline niye gelmesin? Kapitalizmin, iktidar tarafından baştan çıkarılmanın, süfli bir zenginliğin çağında kendi sirenlerimizin seslerini yükseltmeliyiz. 

 

* Andrea Fumagalli, İtalya Pavia Üniversitesi’nde İktisat ve İşletme Bölümü öğretim üyesi, BinItaly (İtalya Temel Gelir Ağı) kurucusu, BIEN (Dünya Temel Gelir Ağı) yönetim kurulu üyesi, dünyanın önde gelen güvencesizler hareketlerinden San Precario Ağı’nın aktivisti. Küresel Ekonominin Krizi: Finansal Piyasalar, Toplumsal Mücadeleler ve Yeni Politik Senaryolar (Sandro Mezzadra’yal birlikte, 2010), Çalışmaya Ayarlanmış Yaşam –Bilişsel Kapitalizmin Yeni Biçimleri (2015) adlı kitapların ve başka birçok incelemenin yazarı.

[1] 1933’te Amerikan Kongresi’nde kabul edilen ve bir finansal kurumun aynı anda hem ticari bankacılık hem yatırım bankacılığı yapmasını engelleyen Glass-Steagall Yasası’nın amacı, 1929’daki Büyük Buhranın temel nedenlerinden biri olarak görülen spekülatif faaliyetlere bankaların girmesini engellemekti. Yasanın 1999’da yürürlükten kalkmasının 2008 krizindeki önemli etkenlerden biri olduğu söylenir.
[2] Bkz. Andrea Fumagalli ve Stefano Lucarelli (2011) “A Financialised Monetary Economy of Production”, International Journal of Political Economy, 40 (1).
[3] Christian Marazzi (1994) Il postp dei calzini. La volta linguistica dell’economica e i Sevoi effetti nella politica (Çorapların Yeri, Ekonomide Dilsel Dönüş ve Siyasal Etkileri), Casagrande, Bellinzona, 1994.
[4] 1990’lar boyunca kârlılığı artacağı düşünülen, ancak çoğu zaman daha ürünleri bile tamamlanmamış ve kazancı belli olmayan yeni internet şirketlerine borsada yapılan aşırı yatırımın yarattığı köpük sonucu oluşan kriz.
[5] Fumagalli burada Marksist literatürdeki gerçek (real) tabiyet ve formel (formal) tabiyet ayrımına göndermede bulunuyor. Formel tabiyet kapitalistlerin sermaye ilişkisinin öncesinde ve dışında oluşan emek sürecinin üstünde – örneğin ücret aracılığıyla, işçileri emek piyasasına mahkum kılarak – hakimiyet kurması anlamına geliyor. Gerçek tabiyet ise emek sürecinin her aşamasının ve bütün toplumsal ilişkilerin sermayenin istekleri doğrultusunda dönüştürülmesi anlamına geliyor. İtalyan yazınında Antonio Negri toplumsal hayatın bütününün sermayeye tabi kılındığını ileri sürerek kavramın anlamını genişletmişti.
[6] Marx’ın sermaye birikiminin bir önkoşulu olarak adlandırdığı, serbest üreticilerin üretim araçlarından koparılmasını tarif eden “ilkel birikim” süreci günümüz neoliberalizm tartışmalarında da sıkça kullanıldı. Su gibi yeni alanların metalaştırılması, bir çok topluluğun yerinden edilip mülksüzleştirilerek proleterleştirilmesi gibi süreçlerin yeni ve sürekli bir ilkel birikimin göstergesi olduğu ileri sürüldü.
[7] Andrea Fumagalli ve Cristina Morini (2013) “Cognitive Bio-capitalism, Social Reproduction and the Precarity Trap: Why not Basic Income?”, Knowledge Cultures, 1 (4): 106-126.
[8] Satoshi Makamoto isimli Japon bir bilgisayar programcısı tarafından 2009 yılında geliştirilen Bitcoin’in amacı bankerler ve siyasetçilerden bağımsız bir para birimi yaratmaktı. Programa göre her on dakikada bir tombalaya benzeyen bir süreçle bitcoinler dağıtılıyor, bitcoinleri maden gibi arayan bilgisayar mühendisleri arasından tombalada en hızlı olan kazanıyordu. Tüccarların bitcoini bir birim olarak kabul etmesiyle birlikte bitcoinler alınıp satılmaya da başlandı. Sistem iki tarafın birbirine aracı olmadan bitcoin göndermesini sağlıyor, kişileri anonim tutsa da bitcoin hareketlerini şeffaf hale getiriyor, bitcoin gönderen bir kişinin aynı bitcoini ikinci kez kullanmasını da engelliyordu. Bkz. Joshua Davis (2011) “The Crypto-Currency, Bitcoin and its Mysterious Inventor”, New Yorker, 10 Ekim.
[9] Alternatif tamamlayıcı parayı devreye sokan ilk belediye Bristol. 2012’de hayata geçen uygulamayla vergilerin bir kısmı ve elektrik faturaları Bristol pounduyla ödenebiliyor. Belediye Başkanı maaşını bu para birimiyle alıyor. Bristol’un ardından Toulouse ve Nantes belediyeleri de benzer uygulamalar başlattı. Katalunya’nın Santa Coloma kenti de La Grama adını verdiği dijital alternatif parayı hizmete sokmaya, çalışanlarının maaşının bir kısmını da La Grama ile ödemeye hazırlanıyor. Belediye kaynaklı alternatif paraların en önemli özelliklerinden biri genel paraya kıyasla altı-yedi kat daha fazla dolaşıma sebebiyet vermeleri. Bu da küçük işletmelerin ayakta kalmasına büyük destek sağlıyor.    
[10] Sermayedar ve kurumların sadece kişisel çıkara değil toplumsal sorumluluğa da odaklanması yoluyla kapitalizmin daha insancıl ve hakkaniyetli hale getirilmesi önerisine verilen isim.
[11] Mevcut para birimindeki açığa ve ekonomik krize bir çözüm olarak 1934’te İsviçre’de bir kooperatif olarak kurulan WIR Bankası özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin inşaat, imalat, perakende, otelcilik gibi alanlardaki yatırımlarına destek vermeyi amaçladı. WIR’in kullandığı para birimi işletmelerin İsviçre Frangı olmadan birbirlerinden alım yapmalarını sağladı. Ancak İsviçre Frangını ikame eden değil onu tamamlayan bir rol üstlendi.
[12] Coop57 1986 yılında 10 işçinin tazminatlarını birleştirerek Barcelona’da kurdukları bir etik finans kuruluşu. Şu anda İspanya’nın beş bölgesinde faaliyet gösteren Coop57, gerek bireysel gerekse kurumsal üyelerinin mevduatlarını sosyal dayanışma ekonomisinin gelişmesi adına 300 bin avroya kadar ödünç para veriyor. Piyasanın altında olan yıllık faiz oranı tıpkı diğer önemli kararlar gibi üye meclisince oylanıyor. Ödünç paraya talip olan projelere uygulanan kriterler arasında çevresel etki değerlendirmesi, dayanışma ekonomilerine katkı, patronsuz bir özyönetim ve üretilen değerin paylaşımı yer alıyor.
[13] Andrea Fumagalli ve Stefano Lucaralli (2015) “Finance, Austerity and Commonfare”, Theory, Culture & Society, 32 (7-8).
[14] Fumagalli burada Deleuze ve Guattari’nin rhizome (köksap) ve nomad (göçebe) kavramlarına göndermede bulunarak kavramları emeğin günümüzde aldığı biçime uyarlıyor. Rhizome varlıklar ve düşünce biçimlerinin, ayırt edici bir başlangıç ya da son noktası olmadan birbirine bağlandığı, tek bir merkezden yönetilmediği bir ağı tarif ediyor.
^