DİYARBAKIR’DA KEDİ OLMAK

Özgür Amed
21 Eylül 2018
SATIRBAŞLARI

Yer tabii ki Diyarbakır. Tarih 9 Ocak 2018. Saat geceyarısı 01:00 suları. Eli silahlı, yüzü maskeli onlarca Özel Harekât polisi, Birtek ailesinin veya Morî’nin evine gelmiş, kapıyı kırıp içeri dalmış. Morî bu adamları önceden de tanıyormuş. Aradıkları kişi Berat’mış, ama evde ihtiyar Kasım amca, eşi Serhat teyze ve Morî varmış. Ama o evde artık Morî de yok. Özgür Amed, polis baskınından sonra hayatı tepetaklak olan sürgündeki Morî’nin hikâyesini aktarıyor. 
Ljiljana-Horvat

 

ABD’nin Michigan eyaletindeki Oakland Üniversitesi’nden Moriah Galvan ile Jennifer Vonk, 2015 yılında 12 kedi ve sahipleri üzerinde bir araştırma yaptı. Araştırmanın sonuçları Animal Cognition adlı dergide yayınlandı. Sonuç özetle şu: Kediler sahibinin duygularını hissediyor, sahibinin yüz ifadelerini anlıyor ve zamanla öğreniyor.

Galvan ve Vonk’un vardığı diğer bir sonuç da, kedilerin insan duygularıyla, özellikle algı, renk, şekil, hafıza ve korku konusunda, sandığımızdan daha uyumlu olduğu yönünde.

Kedi besleyen ya da günlük yaşamında onlarla hemhal olan pek çok aileden, arkadaştan bu araştırma sonucunu doğrulayan öyküler, tespitler dinledim. Kötü davranılmış veya insanlar tarafından korkutulmuş bir kedinin sevgiyi kolay kolay paylaşmadığına, sahibi öldükten sonra kedere boğulan, “ağlayan” sayısız kedi hikâyesine kulak misafiri oldum.

Başına gelenlerden sonra terk-i diyar eden Van kedisi Morî’nin hikâyesinde ise direniş, endişe, korku, keder, üzüntü aynı anda var.

Diyarbakır’daki bir kedinin bir ev baskınından sonra sürgüne çıkışı, dilsiz bırakılmaya çalışılan, evleri viraneye çevrilen ve Mersin’e, Adana’ya, İzmir’e, memleketin ve dünyanın dört bir yanına savrulan milyonlarca Kürdün hikâyesiyle örtüşüyor.

Devlet dersinde vukuatlı bir kedi

Diyarbakır’daki evlerinde ilk karşılaştığımda Morî, mesafeli karakteriyle orada misafir olduğumu üstüne basa basa hatırlattıktan ve etrafımda epey bir dolandıktan sonra nihayet yanıma sokulma nezaketi göstermişti.

Diyarbakır’ın şenlikli havasının solduğu, şehrin üzerine kara bir bulutun çökertildiği 2015’in sonlarında, Serhat teyze ve Kasım amcanın evine güzel bir “hediye” olarak gelmiş, kısa sürede de evin sahibi olmuştu. Uzun, kar beyazı tüylerinin arasından görünen renkli gözleri etrafa tarifi zor bir canlılık saçıyordu. Serhat ve Kasım Birtek çifti, evlerine her gittiğimde Morî’nin maharetlerini, zekasını ballandıra ballandıra anlatmaktan sıkılmazdı.

Birtek çiftinin evine her gittiğimde, Morî’yle selamlaşıp Serhat teyzeden bu nadide kedinin yeni maceralarını dinliyordum.

Fakat Morî, 2016 yılının ortalarında, evdeki iki oyun arkadaşına veda etmek zorunda kaldı. Bermal Birtek gözaltına alınıp tutuklandı ve Ankara’daki Sincan F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Demokratik Bölgeler Partisi’nde siyaset yapan, daha doğrusu siyaset yapmaya niyetlenen, ama “hukuk” yoluyla engellenen ve eski bir dosyasından hakkında yakalama kararı çıkartılan Berat Birtek de evini terk etti. Morî ise evini terk etmemek için Ocak 2018 tarihine kadar direndi.

Son baskından kısa süre önce yine ev basıldığında Morî içeriye giren özel harekâtçının üstüne atılıp tırmalamış. Neye uğradığını şaşıran polis çok ürküp silahın ateşleme mekanizmasını açmış. Kedi olduğunu anlayınca da okkalı küfürler savurmakla yetinmiş.

Geçtiğimiz ağustos ayında evlerine hal hatır sormak için bir çay içmeye gittim. Kalkarken tam kapının ağzında aklıma Morî’yi görmediğim geldi. Serhat ana derin bir iç geçirerek “gitti” dedi ve ekledi: “Göndermek zorunda kaldık. Şu an Mersin’de.”

Morî’nin gidişi, bir geceyarısı evin basılması ve her şeyin yerle bir edilmesiyle başlamış. Tam tarih vermek gerekirse 9 Ocak 2018 günü, gece saat 01:00 sularında, eli silahlı, yüzü maskeli onlarca Özel Harekât polisi, Birtek ailesinin, veya kedinin renkli gözlerinden bakacak olursak Morî’nin evine gelmiş, kapıyı kırıp içeri dalmış. Aradıkları kişi Berat’tı, ama evde ihtiyar Kasım amca, eşi Serhat teyze ve Morî varmış.

Serhat ana binaya ve sokağa yüzlerce polisin nasıl doluştuğunu, dışarının elektriğini kestiklerini ve evin içindeki hengâmede birden Morî’yi hatırladığını söylüyor: “Birden onu göremedim ve her şeyi bırakıp onu aramaya başladım.”

“Evde arama sayısı iki oldu, ben kediyi, onlar da bilmediğim bir şeyleri arıyorlardı” diyen Serhat ana, kediyi huzursuz bir şekilde bir yatağın altına saklanmış olarak buluyor. Buluyor bulmasına ama, arama bittikten sonra kedi evin açık kapısından kaçıyor. Gece saat dörde gelirken sitenin içinde ve dışında kediyi arayan Serhat ana ve Kasım amca, elleri boş dönüp sabah tekrar çıkıyorlar aramaya ve buz gibi havada, sitenin uç köşesinde, duvar dibinde onu görüyorlar.

Morî devlet dersinde vukuatlı bir kedi. Son baskından kısa süre önce yine ev basıldığında Morî içeriye giren özel harekâtçının üstüne atılıp tırmalamış. Neye uğradığını şaşıran polis çok ürküp silahın ateşleme mekanizmasını açmış. Kedi olduğunu anlayınca da okkalı küfürler savurmakla yetinmiş.

Serhat anayı dinlerken 1990’lardan bugüne, özellikle Kürdistan’da devlet şiddeti üzerinden yaşanan “hayvan” hikâyeleri gözümün önünden hızlıca geçiyor. Evrim Alataş’ın Mayoz Bölünme Hikâyeleri (2003, Aram Yayınları) kitabında bolca örnekleri var. Katır, eşek, köpek… Kahramanlaştırılan, işbirliğiyle suçlanan hayvanlar ve daha bir sürü trajik olay!

Serhat ana anlatırken Kasım amca araya giriyor: “Geceleri dolapların üstüne çıkarak sürekli yüksekte yatmaya başladı. Güveni kalmamıştı.”

Ne Kant ne Descartes

Serhat ana anlatmaya devam ediyor: “Onu eve getirdikten sonra ilk iş, tekrar kaçabileceği yerlere önlem almak oldu. Bildiğimiz Morî gitmiş, yerine başka bir kedi gelmişti sanki.”

Daha önce kapıda onları karşılayan, uzattığı patileri sevilmeden  üstlerini değiştirmelerine izin vermeyen Morî, bu hallerinden artık uzaktır. Serhat ana ve Kasım amcaya sırnaşmamaya, hiç tarzı değilken evin her tarafını pislemeye ve saldırganlaşmaya başlıyor. Serhat ana anlatırken Kasım amca da araya giriyor: “Geceleri dolapların üstüne çıkarak sürekli yüksekte yatmaya başladı. Güveni kalmamıştı.”

Morî polis baskınından sonra bu gerginlikle evin içinde dolanıyor dolanmasına da, nereye kadar! Etraftan yardım isteniyor, danışılıyor ve bir akrabanın yardımıyla nihayet Morî’ye yeni bir aile bulmak dışında çare kalmıyor.  Yeni ailesi Mersin’den gelip Morî’yi alıyor. Serhat ana o ânı iç geçirerek anlatıyor: “Çok ağır bir vedalaşma oldu bizim açımızdan. Her an aklımda. Şimdi ne yapıyor, ne ediyor? Neler hissetti bilmiyorum.”

Serhat anaların evinden ayrıldıktan sonra, ben de bir süre neler hissettiğimi bilemedim. Morî’nin hikâyesi benim de ruhuma derin bir hüzün bıraktı. Etik derslerinde hayvanları kendi varlıklarının bilincinde olmayan, sadece araç olarak tarif eden Kant gibi mi düşünmeli, yoksa hayvanları acıyı hissetmeyen, düşünemeyen birer mahlûkat olarak gören Descartes gibi mi?

Morî “şahsında”, ikisinden de uzak bir noktada olduğum kesindi. Galvan ve Vonk’un araştırmasını en başa alma sebebim de oydu.

Diyarbakır’daki bir kedinin bir ev baskınından sonra sürgüne çıkışı, dilsiz bırakılmaya çalışılan, evleri viraneye çevrilen ve Mersin’e, Adana’ya, İzmir’e, memleketin ve dünyanın dört bir yanına savrulan milyonlarca Kürdün hikâyesiyle örtüşüyor. Aynı evde, beraber yaşarken devlet baskısı yüzünden yuvasını terk etmek zorunda kalan Serhat ananın oğlu Berat’la Morî’nin kardeş ve kaderdaş olmadığını kim iddia edebilir?

Ülkenin içinden geçtiği, daha doğrusu bir türlü içinden çıkamadığı faşizm ve daimi savaş halinin insanlar üzerindeki tesirini bile anlayamazken, anlatamazken, Morî “şahsında” hayvanların bu devlete, bu ülke erkekliğine, bu açık şiddete, saldırganlığa dair hissiyatını tarif edebilecek bir kalemim olsaydı keşke. Ya da keşke bir gün dile gelse Morîler.

 

^