KANSER HASTASI BİR KHK’LİNİN PASAPORT ÖYKÜSÜ

Söyleşi: İrfan Aktan
24 Mayıs 2019
SATIRBAŞLARI

Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Haluk Savaş, 13 Mayıs’ta Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda üçüncü evredeki kanser hastalığının tedavisi için yurtdışına çıkmak istediğini, ancak KHK’li olduğu gerekçesiyle kendisine pasaport verilmediğini açıkladı. Hakkında hiçbir dava veya yurtdışına çıkış yasağı bulunmayan Savaş’ın paylaşımları birkaç saat içinde çığ gibi büyüyen bir Twitter kampanyasına dönüştü. Devlet, yoğun kamuoyu baskısı sonucu, gece yarısı Savaş’ı davet ederek kendisine pasaport verileceğini açıkladı. Halûk Savaş’tan üniversiteden ihraç edilip “FETÖ”den tutuklanışını, hapishaneyle hastane arasındaki çetin süreci, kanser hastası olduğunu öğrenişini ve buna karşı yürüttüğü mücadeleyi dinliyoruz…

Kişisel hikâyenizi pasaport alamadığınız haberi üzerine öğrendik, ama bunun öncesi çok daha sancılı bir süreç. Oradan başlayalım. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra “FETÖ” davasından tutuklanmanıza sebep olan iddialar nelerdi?

Halûk Savaş: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapıyordum. Hatırlarsanız, 15 Temmuz darbesinin gerçek olup olmadığına dair o dönemde Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Sayın Demirtaş’ın açıklamaları, “böyle darbe mi olur” diyenler vardı. Tuhaf bir hadiseydi, 250’yi aşkın insan hayatını kaybetti. Bu arada ben 2015’te CHP’den Gaziantep milletvekili aday adayıydım. Siyasete, toplumsal olaylara ilgiliyim. 15 Temmuz’la ilgili kamuoyundaki kafa karışıklığı sürerken ben de Twitter hesabımdan çeşitli anketler yaptım. Meğer önceden bir dosyam varmış ve yaptığım bu anketler de dosyama eklenmiş. Bunun üzerine 22 Temmuz’da gözaltına alındım.

Yani darbe girişiminden bir hafta sonra mı?

Evet. Savcıya da durumu anlattım. 15 Temmuz’a ilişkin oluşan algıyı kendimce ölçmek amacıyla bu anketleri yaptığımı söyledim ve serbest kaldım. Fakat üniversitedeki görevimden açığa alındım. Zaten darbe girişiminden birkaç ay önce, mayıs-haziran gibi üniversiteye bir operasyon yapılması bekleniyordu.

Neden?

Halen görevde olan rektöre seçimde oy vermeyen bir grup vardı, ben de onların içindeydim. O grubun terör örgütü veya başka bir kılıfla tasfiye edilmek istendiğine dair iddialar vardı. Ama biz kaçıp göçmek yerine, masumiyetimize inandığımız için hiçbir yere gitmedik. Fakat darbe girişiminden aylar sonra, eylül ayındaki ilk KHK’yla ihraç edildim. 29 Eylül’de de evimize polis geldi, aramalar yapıldı, gözaltına alındım. 

Daha yoğun bakımdayken jandarma gelip koluma kelepçe takmak istedi. Dokuz buçuk saat süren, cerrahinin en büyük ameliyatını geçirmiş bir hastaya bunu bile yapmak istediler.

Yine Twitter anketleri dolayısıyla mı?

Çocuklarım cemaat okuluna gidiyordu. Bank Asya’da 40 bin liram vardı. Savcı savunmamı dinledi, serbest bırakılacağımı düşünürken hâkime sevk etti. Hâkim, TTB’de 25 yıl önce yaptığım bir kültür-sanat programını bile sordu. 1995’te yaptığım o program Yayıncılar Birliği tarafından yılın en iyi kültür programı ödülünü almıştı. Neticede hâkim, elinde hiçbir kanıt olmadığı halde tutuklama kararı verdi. Hapisten çıktıktan bir süre sonra o hâkimin de “FETÖ”den tutuklandığını öğrendim.

Kanser hastası olduğunuzu hapiste mi öğrendiniz?

Hapishanede akademisyenlerin, hekimlerin olduğu koğuşta kaldım. Hapisteyken ortaya çıkan bazı bulgular onların da dikkatini çekti. Bunun üzerine hastaneye götürüldüm ve kanser olduğum anlaşıldı. Fakat ameliyat kararı verilmesine, enfeksiyondan korunmam gerekmesine rağmen tekrar hapishaneye yollandım.

Neden hemen ameliyata alınmadınız?

Sarılığım çok yüksek olduğu için hemen ameliyat yapılamadı. Fakat hapishane koşulları hem ameliyat koşullarının oluşmasının gecikmesine hem de kanserin ilerlemesine neden oldu. Gaziantep Üniversitesi hastanesinin başhekimliğinin rektörlük basıncıyla beni tekrar hapishaneye yollattığına dair duyumlarım var. Neticede bir süre sonra koşullar oluştu ve ameliyat oldum. Daha yoğun bakımdayken jandarma gelip koluma kelepçe takmak istedi. Dokuz buçuk saat süren, cerrahinin en büyük ameliyatını geçirmiş bir hastaya bunu bile yapmak istediler. Kollarımdaki serumları filan gösterdim, “nereye takacaksınız, kolumda yer yok” dedim. “O zaman sizi ayaktan bağlarız yatağa” dediler. Kendimi gerçekten cehennemde hissettim o an. Sert tepki gösterdim, sizi TBMM’deki İnsan Hakları Komisyonu’na şikâyet ederim dedim. Bunun üzerine vazgeçtiler.

Bank Asya’da paranız olması, çocuklarınızın cemaat okulunda okuması… Sizin Gülen Cemaati’yle herhangi bir bağlantınız var mıydı?

Cemaat’in fikirleri konusundaki yaklaşımım, Ecevit’in bakış açısı gibiydi. Hatırlarsanız, Gülen’in bir biçimde Türk kültürüne vs. katkı sağladığı gibi görüşleri var Ecevit’in. Okullar açılmasını, ülkede yaygın bir eğitim faaliyeti sürdürülmesini, yabancı dil eğitimine önem verilmesini, uluslararası okul faaliyetlerini ülkenin kalkınmasına katkı olarak algılıyordum. Doğrudan üyesi olmadım, ama uzaktan dikkatle bakıyordum. Bir de İslâmiyetin farklı bir yorumu gibi gözüküyordu. Fakat zamanla bu olumlulukları örten süreçler oldu. Bunu gördüm.

Gaziantep’te yaşıyoruz, eğitimde 80. sırada. İyi eğitim için çok fazla seçenek yok. O yüzden çocuklarımı Cemaat’in okullarına göndermekte bir beis görmedim.

Nasıl gördünüz?

Gaziantep’te yaşıyoruz, eğitimde 80. sırada. İyi eğitim için çok fazla seçenek yok. O yüzden çocuklarımı Cemaat’in okullarına göndermekte bir beis görmedim. Ama hiyerarşik bir yapı vardı. Çocuklar milliyetçi bir eğitime tabi tutuluyorlardı. Yıl sonu töreninde çocuklara neşeli bir tören yapılması beklenir. Ama orada çocuklara askeri kıyafetlerle gösteri yaptırılıyordu. Küçük çocuklara bunların yapılmasını doğru bulmuyorum. Bir tarafımla Kürdüm, Tatarım ve Çerkezim. Çocuklarıma söylerim, çeşitli milletlerin yaşama hakkı var bu topraklarda. Çocuklarımın eğitimi gibi konularda bir anlamda güvenmek zorunda kaldığım bir organizasyon, ama yanlışlarını açıkça görüyordum. Bir kere yeterince şeffaf değillerdi. Nitekim darbe sürecine Cemaat’in bulaştığını artık kimse reddedemez. Tüm bunlara rağmen, Türkiye’nin bir gerçeğiydi. Birkaç milyon üyesi vardı anladığım kadarıyla. Gerek hastalarım dolayısıyla, gerek gündelik ilişkilerde mutlaka temaslarımız olmuştur. Zaten bunlarla ilgili yargılandık ve beraat ettik. 1994’te ÖDP’nin kuruluş fikriyle ilgili yayınlanmış bir bildiride imzam vardır. Çok eskiden beri sol-sosyalist fikirlere sempatim vardır. Solculuk yaptım diyemiyorum, ama sempatim vardı. Kendimi solcu bir Müslüman, sosyal demokrat olarak tanımlayabilirim. Sosyalist de diyebilirim ama, daha güç.

Hapiste toplam ne kadar kaldınız?

29 Eylül’de tutuklandım, 14-15 Kasım’da yoğun bakımdayken tutukluluğum sona erdi. Tahliye için hâkimliğe iki kez başvurdum, üçüncüde kabul edildi. Hâkim hastalığımı gerekçe göstermemiş, tutuklu kalmamı gerektirecek bir şey olmadığına karar vermiş. Yani zaten başından itibaren tutuklanmama bir gerekçe yokmuş.

Peki yargılandığınız davadan ne zaman beraat ettiniz?

Gaziantep Üniversitesi dosyasından toplam 120 kişi yargılanıyorduk. Duruşmalar sürdü. İnsanları tek tek tanımıyorum, ama duyduklarımdan, karşılaştıklarımdan vardığım kanaat şu: 120 kişiden yaklaşık 110’u açık bir şekilde 2010 seçiminde o rektöre oy vermemiş kişilerden oluşuyordu. Yaklaşık 110 kişi “FETÖ” üyesi olduğu iddiasıyla üniversite yönetimi tarafından ilgili makamlara ihbar edildi.

Aralarında mahkûmiyet alan oldu mu?

Birkaç kişi mahkûmiyet aldı, ama insanların önemli bir kısmı ya beraat etti veya beraat etmeye devam ediyor. Ortada bir kanıt yok çünkü. Eşim de yargılandı ve beraat etti. Zaten sanıklar arasından hukuki ve fiili bir bağ olmadığından dosyaların ayrılmasına karar verildi. Yani hâkim aynı üniversite ve aynı hastanede görev yapan insanlar arasında hukuki ve fiili bir bağ olmadığını kayda geçiriyor!

Çok eskiden beri sol-sosyalist fikirlere sempatim vardır. Solculuk yaptım diyemiyorum, ama sempatim vardı. Kendimi solcu bir Müslüman, sosyal demokrat olarak tanımlayabilirim.

Bank Asya’ya neden para yatırmıştınız?

Bank Asya’da 40 bin liram vardı, ama Halk Bank’ta da 400 bin liram vardı! Bank Asya’da param dört ay kalmış, Cemaat’in bankası TMSF’ye devrolmuş, orada da 16 ay kalmış. Cemaat’e yardım diye o parayı yatırmış olsam, 16 aydır niye çekmiyorum. Dolayısıyla bir suçu destekler kanıtlar yok ortada.

Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde ne hissettiniz?

Kanser hastası olduğumu, ekim ayında hapisten hastaneye götürüldüğüm ilk süreçte öğrendim. Hastanedeki ilk tetkikler bunun sıradan sarılık olmadığını ortaya koydu. Ne hissettim? Üzülüyorsunuz tabii. Fakat çocukluğumdan beri bir şeye üzülmektense olayın çözülebilir kısmına odaklanmayı tercih ediyorum. Annemi kaybettiğimde 16-17 yaşlarındaydım ve o anda değil, sonrasında ağladım. Kanser olduğumu öğrendiğimde, pankreas ve safra yolu tümörlerinin çok kötü seyirli olduğunun, hastalığımın iyi seyretmeyeceğinin farkındaydım. Bu yılın ocak ayında davadan beraat ettiğimi öğrenince çok sevindim, ama aynı esnada hastalığımın ikinci kez nüksettiğini öğrendim. Mayıs 2018’de nüksetmişti, altı-yedi ay sonra tekrar nüksetti.

Pasaport alamayışınız üzerine attığınız tweet’lerde hastalığınızla ilgili yapılan genel tespitlere dayanarak 39 aylık bir ömür biçildiğini, bunun otuz ayının geçtiğini ve geriye dokuz aylık bir zaman kaldığını yazmıştınız. Bu süreyi uzatacak veya hastalığı tamamen bertaraf edecek bir tedavi var mı?

Var. Amerika’da James P. Allison’un immunoterapi yöntemi var. 2018’te Nobel ödülü alan Allison yaptığı deneysel çalışmalarda akciğer kanseri ve melanom alanlarında etkisini net olarak ortaya koydu. Fakat benim hastalığımın talihsizliği, hiçbir araştırma için yeterli denek bulunamamış olması. Hastalığım için biçilen 39 aylık zaman bilgisi aslında çok taze değil. Bu hastalıkla çok az karşılaşıldığı için hakkında yeni araştırma yapılamıyor. Allison’un tekniği de bu konuda denenmiş değil. Ama ben denek olmak istiyorum. Diğer yandan Küba’nın aşı yaklaşımı var. Onu kısmen burada da kullandılar, ama bizzat oraya giderek yaptırmak istiyorum. Küba tıbbı dünyadan farklı bir şekilde gelişmiş, kanser alanında çok ciddi adımlar atmış durumda. Ayrıca çok ucuza veya ücretsiz. Onların tedavisini buraya getirtmeye çalıştım ve bir yanıyla kullandım. Bizzat oraya gidip, doktorlarla temas edip o tedaviden yararlanabilirim. Ama esas ilgilendiğim Japonya ve Kore’deki çalışmalar. NK hücrelerinin vücuttan alınıp laboratuvar ortamında, bir tür tarlaya ekilir gibi çoğaltılması söz konusu. Savunma hücreleri geliştiriliyor, onlar alınıp tekrar vücuda enjekte ediliyor. Tümöre karşı savaşamayan hücrelerinizi geliştirip vücudunuza geri veriyorlar. Japonya ile yazıştık, ama onlar hastalığımın son evreye doğru gelmesi dolayısıyla çok istekli davranmadı. Çünkü hemen ölürsem, teknikleri açısından kayıp olacak. Fakat aynı tedaviyi Kore’de alma şansım var. Gönlümden geçen Kore’den tedavi almak.

Amerika’da James P. Allison’un immunoterapi yöntemi var. Küba’nın aşı yaklaşımı var. Küba tıbbı dünyadan farklı bir şekilde gelişmiş, kanser alanında çok ciddi adımlar atmış durumda. Ayrıca çok ucuza veya ücretsiz. Ama esas ilgilendiğim Japonya ve Kore’deki çalışmalar.

Ne zaman gitmeyi düşünüyorsunuz?

Pasaportumu aldım ve şimdi doktorlarımla gideceğim yeri netleştirip maliyetini de karşılayacağım düzenlemeler yapmam gerekecek. Bu da bir aylık bir süreyi alabilir. Eğer Kore olursa, sanırım vize uygulaması yok, daha hızlı olabilir.

Pasaportunuz çok önceden iptal edildiği halde neden şimdi gündeme getirdiniz?

Bir yandan da hayattan kopmamak için hâlâ hasta bakmaya, hekimlik yapmaya devam ediyorum. Ocak ayında beraat ettim. Hekimler yurtdışında tedavi konusunda telkinlerde bulunuyordu. Bunun üzerine yeni pasaport çıkarmak için yakın zamanda nüfus müdürlüğüne gittim. KHK’liyim, ama beraat ettim, mahkeme de yurtdışına çıkış yasağımı kaldırdı. Fakat nüfus müdürlüğündekiler KHK’li olduğum için pasaport alamayacağımı, bunun için CİMER’e yazmam gerektiğini söyledi. CİMER’in benim gözümde herhangi bir call center’dan farkı yok. CİMER’den yanıt alamazsam İdare Mahkemesi’ne, oradan sonuç çıkmazsa Bölge İdare Mahkemesi’ne, oradan sonuç çıkmazsa Danıştay’a, Anayasa Mahkemesi’ne ve son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmem gerekiyor. Bu da nereden baksanız yedi-sekiz yıllık bir süreç demek. Ama benim öyle bir zamanım yok. Bunun üzerine eve geldim ve saat 16’da başımdan geçenleri Twitter’a yazdım. O kadar büyük bir ilgi gördü ki, aynı günün akşamı, saat 23 gibi nüfus müdürü beni arayıp valiliğe çağırdı. Eşimle gittik, beni eşofmanıyla karşıladı müdür bey. Olay İçişleri Bakanı’na kadar gitmiş. Neticede başvurumu aldılar. Benim durumum kişisel değil. Binlerce insanın anayasal hakkı olan seyahat hakkı engelleniyor. Kaç kişi bu süreçte kanser oldu, kaç kişi yaşamını yitirdi… İçişleri Bakanı katıldığı bir programda basına yaptığım açıklamalara dikkat çekip BBC, DW gibi basın kuruluşlarına kendisinin bile bu kadar çıkamadığını söyledi. Oysa ben mazlum bir vatandaşım, sadece hakkımı arıyorum.

Pasaport hakkınız için sosyal medyada yürüyen kampanyaya hemen her kesimin destek vermesi çok dikkat çekiciydi. Bu destek size ne anlatıyor?

Bu destek, uzunca bir süredir kendi hayatımda yapmaya çalıştığım dönüşümü hızlandırdı ve beni kritik bir kırılma noktasına evriltti. İnsanoğlu için her tür travma hayatın muhasebesine yol açar. Bu süreçleri olgunlukla bir üst insani aşamaya geçerek tamamlayabilirsiniz. Ya da aşırı öfke, kindarlık, bir kenara yazma, bir hesap olarak kaydetme gibi davranışlara yönelebilirsiniz. Bakın, Yahudilerin uğradığı zulümler, dünyada birçok Yahudi düşünürün yetişmesiyle de sonuçlanmıştır. Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı’nı bu çerçevede okuyabiliriz. Zulme uğrayan ve coğrafyasını değiştiren Yahudi yazar, düşünür, biliminsanlarının dünyaya kattığı değerleri düşünürsek, bilimsel, sanatsal, siyasal çalışmalar üzerinden derin travmaların olgunlukla ele alındığı bir modelle karşılaşırız. Ben de kendi adıma travmalarla olgunlukla başetmeyi öğrenmek istiyorum. Çok sayıda hayvani özellik taşıyoruz. Ama tüm bunları değiştirmek için düşünme yetimiz de var.

Toplumsal EMDR acıları silecek kadar tekrarlayıcı fotoğraflar sunmalı. Suruç’ta, Cizre’de, Sur’da, Ankara Garı’nda yaşananları silecek fotoğraf tasarımlarına ihtiyaç var. Bu fotoğrafları bize gösterecek, çatışmayan, birbirini ezmeyen, yok etmeyen, sokakları, binaları yerle bir etmeyen devlet ve toplum tasarımı olan siyasetçiler varsa, toplumun acılarını dindirme imkânı vardır.

Pasaport almanız için yürütülen kampanyayla eşzamanlı olarak Ergenekon operasyonlarını destekleyen paylaşımlarınız da karşı kampanyanın bir parçası haline getirildi. Bunun üzerine de bir özeleştiri yapma ihtiyacı duydunuz…

Sanki bir başka el kamuoyunu olumsuz yönlendirmeye çalıştı. En azından ben böyle algıladım. Fakat bunun bile üzerimde olgunlaştırıcı bir etkisi olduğunu düşünüyorum. İnsanlar hınçlı olabilir. Sistematik bir öfkeyle organize bir itham etme, aşağılama, yaftalama kampanyası ne kasıtla yapılırsa yapılsın, acaba gerçekten beni geliştiren bir şey var mı diye baktım. Bunun üzerine insanların haklı olabileceğini düşünerek o dönemki tutumumu yeniden gözden geçirdim. Böylece bir süredir muhasebesini yaptığım şeyi daha sistemli bir şekilde sosyal medyaya kaydetme imkânı buldum. Şunu da eklemeliyim: Ergenekon davası sırasında, ben taraf olup “bu dava ordudaki darbeci grubun tasfiyesidir” diyerek ölçüyü kaçırırken, eşim benden çok daha objektif davranmıştır.

Size yönelik destek kampanyasının çığ gibi büyümesini nasıl izah ediyorsunuz?

Açıkçası o dalgayı izah edemiyorum. Çok iyi yüzme bilmem, ama Twitter’daki dalga sanki beni okyanusta muhteşem bir şekilde yükseltti ve getirip kıyıya bıraktı. İnançlı bir insanım, bunu Allah’ın bir mucizesi gibi algıladım. Bu devletin kurumlarıyla birlikte çöktüğünü, bir başvuru makamı bulamadığımı düşündüğüm, hasta, çaresiz hissettiğim bir anda attığım birkaç tweet sonucunda yükselen bir dalgaydı. Böylece gündüz kapılarını kapatan devlet, gece saatlerinde bana kapıyı açtı ve pasaport başvurumu aldı. O gece sabaha kadar uyuyamadım. Sağdan sola, dindarlardan ateistlere, çok geniş bir insan grubu bir araya geldi. Bu benim için şöyle bir şey: Devletin çöktüğünü gördüğüm bir yerde, vicdanların çökmediğini, bu toplumun içinde temiz kalpli, çok geniş bir insan grubunun hâlâ yaşadığını ve hızlıca bir araya gelebildiğini gördüm. Hastalıktan kurtulduğumu öğreneceğim güne kadar, belki ondan da öte, en değerli olaydır bu. Toplumun çökmemiş olduğunu görmüş olmak muazzam bir şey. Teorik olarak zaten biliyordum, ama pratikte de artık hiçbir ayrım noktasının kritik olmadığını, evrensel insani değerlere sahip herkesin çok değerli olduğunu gördüm, yaşadım. Hiç tahmin etmediğim bu destek karşısında dehşete kapıldım! Herkese çok teşekkür ediyorum.

Twitter’da sağdan sola, dindarlardan ateistlere, çok geniş bir insan grubu bir araya geldi. Devletin çöktüğünü gördüğüm bir yerde, vicdanların çökmediğini, bu toplumun içinde temiz kalpli, çok geniş bir insan grubunun hâlâ yaşadığını ve hızlıca bir araya gelebildiğini gördüm. Toplumun çökmemiş olduğunu görmüş olmak muazzam bir şey.

Kanser hastaları da, yakınları da genelde ölüm sözcüğünden sakınır. Fakat siz konuşurken, yazarken ölüm sözcüğünü kullanmaktan imtina etmiyorsunuz. Ölümle ilgili sizin hissiniz ve genel kanaatiniz, fikriniz nedir? Ölüm duygusunun, korkusunun sizdeki karşılığı nedir?

Ölümle ilk gerçek karşılaşmam annemin ölümüyle oldu. Anneniz hayatta en sevdiğiniz varlıktır. Annemin ölümü üzerine hastaneden çıktığımı, gökyüzüne baktığımı ve yıldızların hâlâ yerli yerinde olduğunu, esen rüzgârın hastane bahçesindeki ağaç yapraklarını hışırdattığını farkettiğimi hatırlıyorum. Daha 15-16 yaşındayken farketmiştim ki, ölüm var, ama hayat devam ediyor. İnsan ölünce gök yere inmiyor, rüzgâr esmeye devam ediyor, ağaçlar yaşıyor. Ben de hâlâ yaşıyorsam, ölmemişsem, umut vardır. Ölürsem de sorun yoktur. Öleceğim âna kadar onunla mücadele edeceğim, ama öleceğim an için kafa yormayacağım. Ölüm çok da kabullenilmeyecek bir şey değil. Fakat ölüm fikri çok farklı şeyleri çağrıştırıyor. Pek çok yazara göre din duygumuzun, Allah inancımızın gelişmesi, ölümü kabullenmekteki güçlüklerimizden kaynaklanıyor.

Siz bu fikri nasıl kabulleniyorsunuz peki?

Psikiyatride EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Terapisi) diye bir yöntem kullanıyoruz. Bu yöntem kötü anıları silip yerine iyi fotoğrafı koymayı sağlıyor. Ben de yoğun bakımdayken ölebileceğimi hissettim ve o sırada tutuklanmış olan dayımın torununun resmini aklıma getirdim. Onun fotoğrafı acılarımı dindiriyordu. İyi haberlerin insanın acılarını dindirdiğini zaten biliyoruz. EMDR terapisinde bu var. İnsanın cennet, ölümden sonraki hayat, Allah’ın varlığı hayaliyle acılarının dinmesi mantıksız değil. Ölümden sonraki hayatı tasavvur etmek, ölümün acısını gerçekten azaltıyor.

Bir psikiyatrist olarak, katliamlarla, cinayetlerle, çok sayıda sarsıcı olayla karşı karşıya kalan bir toplum için de EMDR gibi bir terapi uygulanabileceğini düşünüyor musunuz?

Bu gerçekten de üzerinde çalışılması gereken bir konu. Belki de bazı politikacılar doğru ya da yanlış EMDR’ler yaparak insanları rahatlatıyor. Dürüstlüğü konusunda her zaman şüphe duyduğum Demirel mesela, kitleleri bir biçimde ikna ederdi. İktidara gelenler, halen iktidarda olan cumhurbaşkanı da benzeri şekilde, olumlu veya olumsuz, bazen düşmanlar göstererek, bazen olumlu hayaller kurdurtarak geniş kitlelerin desteğini alıyor olabilir. Toplumsal EMDR acıları silecek kadar tekrarlayıcı fotoğraflar sunmalı. Suruç’ta, Cizre’de, Sur’da, Ankara Garı’nda yaşananları silecek fotoğraf tasarımlarına ihtiyaç var. Bu fotoğrafları bize gösterecek, çatışmayan, birbirini ezmeyen, yok etmeyen, sokakları, binaları yerle bir etmeyen devlet ve toplum tasarımı olan siyasetçiler varsa, toplumun acılarını dindirme imkânı vardır. Selahattin Demirtaş’ın şahsında böyle bir çekirdek görüyorum. Yine kişisel olarak insanlar güven bunalımı yaşayabilir, ama Kılıçdaroğlu’nun şahsında böyle bir ruh hali görüyorum. Sayın İmamoğlu’nu henüz test etmediğimiz için bilmiyoruz, ama onda da öyle bir çekirdek görebiliyorum. İnsanların “her şey çok güzel olacak” sözüne bu kadar sarılmasını böyle açıklayabiliriz. İnsanlar yıldı artık. Hepimiz yoğun bakımdayız ve dayımızın torununun tahliye fotoğrafına ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü hepimiz yaralıyız.

^