31 Mart yerel seçimlerinde, HDP “kayyum belediyeleri”nin birçoğunu geri aldı. Gelgelelim, iktidarın kayyum siyaseti sona ermedi, biçim değiştirdi. Ve daha yoğun, daha derinden devam ediyor. Kanun, kural, ahlâk tanımayan “kayyum atamadan kayyumlaştırma” siyasetine yakın plan…
9 Ağustos 2019 günü Diyarbakır merkez ilçesi Kayapınar Belediyesi önünde aniden büyük bir hareketlilik oldu. Yüzlerce polis binanın girişi ve etrafına kümelendi. Belediyenin bulunduğu Peyas mahallesi TOMA, zırhlı araçlar ve yüzlerce polisle abluka altına alınırken kimse bu akşamüstü baskınının sebebini anlayamadı. Daha da ilginci, binaya girmek isteyen yüzlerce polisin arama izni dahi yoktu. Gerek duymamışlardı…
Çok geçmeden gelen polislerin “Narkotik Şube” olduğu anlaşıldı. Geliş sebepleri de belediye içinde “uyuşturucu” araması yapmakmış. Nasıl yani derseniz: Güya belediyeden bir uyuşturucu ihbarı gitmiş ve onlar da aramaya gelmiş. Narkotik şube aramalara devam ederken Terörle Mücadele’den bir ekip katılıyor ve bina didik didik aranırken kapılar da yerle bir ediliyor. Arama bittikten ve “tonlarca” uyuşturucu belediye içinde bulunamadıktan sonra, belediye eşbaşkanı Kezban Yılmaz haklı olarak “Escobar baskınına bu kadar polis gitmedi” diyerek tepki gösterdi.
İçine girdiği siyasal açmazdan sıyrılamayan AKP ve yanına eklenen MHP, çareyi periferideki tüm ötekileri topyekûn hedeflemekte buluyor. Bu bağlamda, hızlandırılmış modern bir şiddet ve rejim pratiği olarak yaşama ket vuran kayyum uygulaması, dehşetengiz bir kötülüğün inşası olarak duruyor.
Tam bu gelişmeler yaşanırken paralel evrende başka bir şey oluyordu. İçişleri Bakanlığı’nın atama kararnamesiyle 403 mülki idare amirinin görev yerleri değiştirilirken, bölgedeki tüm kayyumlar ise farklı kentlere, bir üst göreve atandı. Kararda şöyle deniyor: “Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde görev yapan vali yardımcıları, kaymakamlar ve özellikle kayyımlık görevi icra edenlerden tayine tabi olanlar daha üst görevlerde değerlendirilmiştir.”
Aslında hikâyenin iki yakası bundan ibaret. Bir taraftan kayyum ile yönetilip milyonlarca borç, binlerce sorun ve talan ile ortada bırakılan belediye/ler, diğer taraftan da bunları yapanlara üst mevkilerde görevler… Fakat hikâyeyi izninizle biraz daha detaylı anlatmam gerek. Uyuşturucudan sonra ne öne sürerek binalara girecekler, bilmiyorum, ama bu birkaç ay içinde olan diğer şeyleri hatırlamaya ihtiyacımız var.
Yıkımın nişanesi
Van Büyükşehir 1,5 milyar TL, Mardin Büyükşehir 1 Milyar TL, Diyarbakır Büyükşehir yaklaşık 900 milyon TL, Kars Belediyesi 400 milyon TL, Batman Belediyesi 307 milyon 328 bin TL, Silopi 133 milyon 453 bin TL, Cizre 220 milyon 793 bin TL, İdil 48 milyon TL, Sur 152 milyon TL, borçsuz Siirt’te 115 milyon TL, Yüksekova 680 milyon TL, Silvan 65.868 milyon TL, Kurtalan 215 milyon TL, Varto 4,2 milyon TL, Bismil 120 milyon 707 bin TL, Bulanık 172,5 milyon TL, Patnos 136,4 milyon TL, Derik 15 milyon TL, Hazro 4,5 milyon, Dersim Akpazar Beldesi 1,5 milyon TL, Muradiye 32,6 milyon TL, Bekirhan 8,8 milyon TL ve Erciş 161,3 milyon TL…
Bu rakamlar elbette belediyelerin uyuşturucudan elde ettiği gelirler değil. Kayyumların bıraktığı borç miktarı… Düşünün, Yüksekova belediyesi 17 yıl çalışsa, hiçbir yere harcama yapmasa borcunu anca bitiriyor. Bu rakamlar HDP’li belediyelerce teşhir edildi, ama şimdinin kaymakamları/valileri, dünün kayyumları hemen karşı pankartlar astılar. Biz şuraya şuraya aslında yatırım yaptık dediler. Dahası belediyelere yazı göndererek asılan afişlerin indirilmesini istediler. Çünkü bekaları bozulmuş/muş. Rakamlar, yıkımın bir nişanesi olarak burada dursun.
Örgütlü ahlâksızlık ve hızlandırılmış şiddet
Bildiğiniz üzere, devlet denen aygıt ve yarattığı dil, gerçekleri kavramak için değil, onları değiştirmek, çarpıtmak ve üzerlerini örtmek için doğmuştur. Bundan ötürü bürokratik, soğuk ve şiddet doludur. Bu varlığı ve dili koruma, sürdürme ile mükellef her kurum, oluşum, hükümet kelimelerini, cümlelerini ve hikâyesini daha en baştan, Nietzsche’nin deyimiyle “örgütlü ahlâksızlık” hali üzerine kurmak zorundadır. Ulus-devlet çağı, iddia edildiği üzere kültürel beşiğin üst noktası, toplumların özgürlük çağı değil, bir felaket çağı olarak toplumsallığın cendereye alındığı, birey gerçekliğinin lime lime edildiği ve kültürel kırımın her yönüyle inşa edildiği bir güncel zaman dilimidir.
Bu güncellik, yoğun bir duygu siyaseti ile savaş ve eşitsizlik üreterek, merkez dışında kalan herkesi denetime alma savaşımı vermeye tüm gücüyle devam ediyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, sır değil: Bugünkü rejim kendisini tahakkümden, disiplin ve denetlemeden, mikro iktidar ilişkilerinden, cinsiyetçilikten, dar grupçuluktan, teklikten, homojen tahayyülden ve kutuplaştırmadan beslenerek var etti. Bu anlayışın reddi anlamına gelen ve uğrunda amansız bir varlık/yokluk savaşının verildiği demokratik, özgürlükçü, ekolojik tüm yerel değerler, sürekli baskıya ve sessizleştirilmeye maruz kaldı.
“İleri demokrasi” şiarı ile çıkılan yolda kentler, eğitim, renkler, çoğulculuk, sağlık, doğuştan gelen haklar, diller, bilim, üniversiteler, doğa, belediyeler ve en sonunda parlamento yıkıldı, geriledi. Bu gerileme ve erime içinde ne yazık ki halen onlar mağdur! Katı bir mazlumluk anlatısı içinde, dizginleyemediği bir hınç ve linç kültürü etrafında, koruyucu zırha Türklüğü, çekirdeğe de neoliberalizme biat etmiş muhafazakâr-İslâmi mühendisliği ve banal milliyetçiliği yerleştirerek, bunların sömürüsü ile gelen tüm nimetlerden faydalanmaya devam ediyorlar.
İçine girdiği siyasal açmazdan ve kültürel şizofreniden sıyrılamayan AKP ve bugün yanına eklenen MHP, çareyi periferideki tüm ötekileri topyekûn hedeflemekte buluyor. Bu bağlamda, hızlandırılmış modern bir şiddet ve rejim pratiği olarak yaşama ket vuran kayyum uygulaması, dehşetengiz bir kötülüğün inşası olarak duruyor. Bu kötülüğün kısa bir özetini Express dergisinin yaz sayısında ve bu sayfalarda İrfan Aktan “Savaş ganimeti belediyeler” başlığı ile kayıtlara geçirmişti. Şayet “bu beni kesmiyor, daha çok detay istiyorum” diyorsanız, lütfen HDP’nin yasaklanan Kayyım Raporu’na bakın.
Yağma Hasan’ın böreği
Devletin cumhuriyet tarihi boyunca Kürdistan’daki belediyelere “hizmet” çerçevesinde baktığını söylemek zor. Tüm gücüyle bu belediyeleri ve onların şahsında tezahür eden tüm temsilleri devlete nasıl eklemlerim derdiyle yaklaşmıştır. O anlamda belediyeler, devlet için ideolojik bir meseledir! Kayyum atamaları söylendiği gibi gerekli bir “şey” değil, son derece planlı bir ideolojik hamle olup basite indirgenemeyecek derecede hayatiydi. Yine kayyumlar, söylendiği gibi, hizmette değil, rantta yarıştılar. Sıradan devlet memurları değil, seçilmiş özel kişilerdi. 2016-2019 arasında söz konusu belediyeleri yöneten kayyumların pratiğine bakıldığında, meselenin tamamen Kürt kimliğine bir yaklaşım olduğu görülecektir. Çünkü kayyum raporu ile öğrendiğimiz bazı detay ve uygulamalar, Kürt siyasetinin toplumcu belediye gerçekliği ile geliştirmeye çalıştığı demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü yerel yönetimler anlayışının nasıl hedef alındığını gösteriyor.
Merak edilen konulardan biri de devletin yeni süreçte belediyelere nasıl yaklaşacağı idi. Çok geçmeden cevaplar gelmeye başladı. Ve anlaşıldı ki, aslında kayyum uygulaması pek çok açıdan devam ettirilmek isteniyor. Bu sefer belediye başkanını cezaevine gönderip ve onun yerine birini atayarak değil, aynı etkiyi verecek onlarca başka yıpratma yolu ile yapılmak isteniyor.
31 Mart’tan sonra belediyeler kayyumlardan alındı. Çalınmış mekân, yağmalanmış ekonomi, çarpıtılmış veriler ve gerçekliğin gündelik gaspı olarak özetlenebilecek “kayyumlar”, 31 Mart seçimlerinde gönderilmeleriyle birlikte ortaya çıkan yolsuzluk, vurgun ve şatafatlı harcamaları/yaşamları ile insanları hayrete düşürüp büyük tepkiler aldı. Belediye dönemleri boyunca “sıfır borç” propagandasıyla reklam yapan bu kayyumların gerçek yüzleri şimdi banyolardan, kuruyemişlerden, akraba kayırmalarından, şişirme faturalardan ve korkunç maaş rakamlarından fışkırıyor.
Herkes doğal olarak nelerin değiştiğini görmek istiyor. Enkaz olarak alınan belediyelerin iç sorunları, borçları bir tarafa, esas merak edilen konulardan biri de devletin bu yeni süreçte belediyelere nasıl yaklaşacağı, nasıl bir ilişkilenme tarzı geliştireceği idi.
Çok geçmeden cevaplar gelmeye başladı. Ve anlaşıldı ki, aslında kayyum uygulaması pek çok açıdan devam ettirilmek isteniyor. “Kayyum atamadan kayyumlaştırma” diyebileceğimiz özgün bir durum çıktı ortaya. Bu sefer direkt belediye başkanını görevden alıp cezaevine göndererek ve onun yerine birini atayarak değil, aynı etkiyi verecek onlarca başka yıpratma yolu denenmek isteniyor.
Peki, bu geçen kısa sürede neler yapıldı? Ne tür kayyumlaştırma pratikleri sergilendi?
KHK kumpası
Birincisi, tarihe “KHK Kumpası” olarak geçen durumdur. 31 Mart seçimlerinden bir hafta sonra, bağımsız bir yargı kurumu olması gereken, ama siyasi iktidarın ortağı gibi çalışan Yüksek Seçim Kurulu bir sandık darbesiyle altı HDP’li belediyenin eşbaşkanları ve belediye meclis üyelerine KHK’li oldukları gerekçesiyle mazbata verilmemesini kararlaştırdı.
Bağlar, Tuşba, Edremit, Çaldıran, Tekman ve Dağpınar belediyesi eşbaşkanlarına KHK’li oldukları gerekçesiyle mazbata verilmedi. YSK, mazbataların en çok oy alan ikinci adaya verilmesine hükmedince, bu altı yerin belediyeleri HDP’den AKP’ye geçti. Eşbaşkanlar dahil olmak üzere toplam 68 belediye meclis üyesi ilk olarak bu karardan etkilendi.
Fiili kayyum
İkincisi, fiili kayyum denebilecek uygulamalar dizisidir. Bu da ilk olarak Cizre ve Silopi’de denenen, HDP yönetimindeki belediyelerin girişlerine aynen kayyum döneminde olduğu gibi zorla x-ray cihazı ve polis kulübesi konmasıdır. HDP’nin kazandığı Diyarbakır ve Mardin büyükşehir belediyeleri dahil 26 belediyenin girişine, İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla polis kontrol noktası yerleştirileceği bildirildi. Gönderilen gizli genelgede sebep olarak “KHK’liler belediyeye girdiği” için “güvenlik amacıyla” giriş-çıkışların denetlenmesi talimatı denmiş. Polisler Cizre Belediyesi önüne kulübe yerleştirmek isterken belediye yönetimi buna karşı çıktı ve belediyenin içinde çıkan tartışmada, belediye eşbaşkanları x-ray cihazı talep etmediklerini, seçim öncesinde kayyum görevinde bulunan kaymakamların belediyeye müdahale etmeye çalıştıklarını söylediler. Bu tartışmada eşbaşkan Mehmet Zırığ’ın “Kanuna aykırı mı hareket ediyorsunuz” diye sorması üzerine, İlçe Emniyet Müdürü “Evet, kanuna aykırı hareket ediyoruz” cevabını verdi.
Toplumcu belediyecilik anlayışına dair ne varsa denetim altına alınıyor. Her şeye bir kulp takılarak “mevzuata uygun değil” deniyor. Belediye Kanunu çiğnenerek yepyeni zoraki kurallar silsilesi dayatılıyor. Ezcümle, kayyum siyaseti devam ediyor. Hem de daha yoğun ve daha derinden.
X-ray uygulaması ve polis kulübesi girişiminden dört gün sonra, 12 Mayıs’ta, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Trabzon’da katıldığı bir programda Kürdistan’da kayyum atanan belediyelerin yaklaşık yarısında vatandaşların AKP’yi tercih ettiğini belirterek, “Sebep? Çünkü huzur geldi ve vatandaşımız huzurun devamını istiyor. Önümüzdeki beş yıl aynı şekilde devam edelim, çok net söylüyorum, orada HDP’nin belediyesi filan kalmaz” dedi.
Bu söylem, olan biteni doğallaştırma ve benzer uygulamaların devam edeceği yönünde yorumlandı. Çok geçmeden de öyle oldu…
Meclis üyeliklerinin düşürülmesi
Üçüncüsü, HDP’li belediye meclis üyeliklerinin sırayla düşürülmesidir. Tatvan’da belediye meclis çoğunluğunu elinde bulunduran HDP’nin 14 belediye meclis üyesinden dokuzu, valiliğin talebi üzerine İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırıldı. Aynı yöntem yine meclis üyeliğinin çoğunlukta olduğu Çaldıran’da da yapıldı. Ve HDP’li meclis üyelerinin yerine AKP’liler geçti.
Karara gerekçe olarak, Anayasa’nın 17. maddesinin 4. fıkrası ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesi gösterildi. “Bu maddelerde ifade edilen gerekçeler ile söz konusu yaptırımın alâkasını anlayamadık” açıklamasını yapan HDP, şu saptamalarda bulundu: “Belediye meclis üyemiz Diyar Orak’ın 2017 tarihli bir dava dosyası bulunduğu, buna karşın diğer sekiz belediye meclis üyemizin tamamına 2019 tarihli yeni davalar açıldığı anlaşılmaktadır. Hiçbiri hakkında alınmış bir mahkeme kararı yoktur. Bu büyük bir hukuksuzluk ve siyasi ahlâksızlıktır. Öte yandan Van’ın Çaldıran ilçesinde, 31 Mart seçimlerini yüzde 53 oyla partimiz HDP kazanmış, 25 üyeden oluşan belediye meclisinde de çoğunluğu elde etmiştir. Son olarak da 21 Mayıs 2019’da seçilmiş belediye eşbaşkanı Leyla Atsak ve Büyükşehir Belediyesi meclis üyesi Hülya Darak’ın da aralarında olduğu çok sayıda partilimiz gözaltına alınmıştır.”
Kurumların basılması
Dördüncüsü, kurumların basılmasıdır. Diyarbakır Kayapınar Belediyesi çocuk kreşi buna iyi bir örnektir.
Kayapınar Belediyesi tarafından yaptırılan ve kreş olarak kullanılan “Kayapınar Çocuk Kreşi”, yerel seçimler yapılmadan hemen önce, 19 Mart 2019 tarihinde kayyum tarafından 25 yıllığına bedelsiz bir şekilde protokol ile müftülüğe Haziran 2019’da verilmek üzere tahsis edilmiş. Halen kreş olarak hizmet veren bu yer için Kayapınar Belediyesi mayıs ayı meclis toplantısı ile tahsis işleminin iptaline yönelik karar aldı ve protokolü iptal ederek ilgili kuruma bildirdi.
Bilindiği üzere, belediye meclis kararı hukuken bağlayıcıdır. Fakat buna rağmen müftülük, 29 Mayıs 2019 tarihinde, bu kreşin basılarak boşaltılmasını, ailelerin çocuklarını almasını, mekânın demirbaş ve donatılar ile beraber kendilerine tahsis edildiğini beyan etti. Bunun hukuken mümkün olmadığını, kreşin halen aktif olduğunu belirten Kayapınar belediye eşbaşkanı Keziban Yılmaz, Cizre örneğinde olduğu gibi, açıkça “kanun tanımıyorum” deyip eski protokolün işletileceğini ifade eden Kayapınar kaymakamı Ünal Koç ile yapılan görüşmeden kamuoyunun sağduyusuna hitap edecek bir sonuca varamadıklarını basın ile paylaştı.
Tüm bunların yanında kaymakam Koç’un koruma polisleri kreş binasında bulunan belediye meclis üyeleri ile tartışıp, onlara fiziki şiddet uygulayıp darp etti. Daha sonra kaymakam bizzat kendisi kreş binasına gidip “burayı işgal ediyorum” dedi. Belediye eşbaşkanı Yılmaz tarafından iptal edilen meclis kararına yönelik mahkeme yolunun açık olduğu hatırlatılması üzerine, kaymakam “hayır, ben mahkemeye gitmiyorum, siz mahkeme açın” diyerek cevap verdi.
Fiziksel şiddet
Beşincisi, belediyelere dönük fiziksel şiddet. Ağrı Diyadin ilçesinde HDP’li belediyeye yaptırılanların benzeri azdır. Önce ajanslara 25 polisin Diyadin belediyesi girişinde durma kararı aldıkları ve buradan çıkmayacakları haberi düştü. Belediyenin girişini tutmaya başladılar. Burada GBT, arama ve KHK’lilerin tespiti gibi sebepler sunuldu. Aradan geçen bir-iki haftadan sonra ise bir kavga ve darp haberi geldi. HDP’nin resmi açıklamasına yansıyan detaylar şöyle:
“Ağrı’nın Diyadin Belediyesi’nin girişine konulan polis kontrol noktasında belediyenin makam şoförü Mehmet Hayri Oruç’un polisler tarafından taciz edilmesi sonrasında olaya müdahale etmeye çalışan belediye eşbaşkanları Evren Demir ve Betül Yaşar, polisler tarafından ters kelepçe ile yüzüstü yere yatırılarak kendilerine ağır hakaretlerde bulunulmuştur. Olayda kafasına copla vurulduğu için yaralanan eşbaşkan Evren Demir hastaneye kaldırılmıştır. Polis, eşbaşkan Betül Yaşar’ın da eline copla vurmuş ve yaralamıştır. Olay sonrası belediyenin kamera görüntülerine savcılık talimatı olmaksızın el konulmuştur.” Eşbaşkanların yara bere içindeki hastane fotoları daha sonra kamuoyu ile paylaşıldı.
Gözaltı ve tutuklama furyası
Altıncısı, HDP’li eş başkanlar ve meclis üyelerine dönük gözaltı ve tutuklama furyasıdır. En son örneğinden başlayacak olursak, 9 Ağustos’ta HDP’li Çaldıran belediye eşbaşkanı Faruk Demir görevinden uzaklaştırılmıştı. Gerekçe “dosyası olduğu ve örgüt üyeliğinden yargılandığı” idi. Bir sonraki gün ise Edremit Belediyesi eşbaşkanı Medeni Özer de görevinden uzaklaştırıldı. Van Valiliği’nin 3 Ağustos günü İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıda, söz konusu iki belediye eşbaşkanının görevlerinden alınmasını istediği öğrenildi.
Daha önce ise onlarca gözaltı ve tutuklama oldu. Toplamda 85 HDP’li eşbaşkan ve meclis üyesi ya görevden uzaklaştırıldı ya mazbatası verilmedi ya da gözaltına alınıp tutuklandı. HDP tam bilançoyu isim isim yayınladı…
Özel savaş yöntemleri
Yedincisi, özel savaş yöntemleridir. HDP belediyeleri devraldığından beri iktidara yakın gazeteler manşetlerden savaş açmış durumda. Bu belediyelerde taş yerinden oynasa ertesi gün manşettedir. Örneğin borç altında bırakılan belediyelere dair “borcunu ödeyemediği için elektrik/su kesildi” haberleri yapılıyor. İşçi alımı konusunda, bu gazetelere bakılırsa, dünyada ne örgüt varsa buraya kapak atmış durumda. Bunun dışında, kişisel ve kurumsal hemen herkes hedef alınıyor. Özellikle Diyarbakır, Van, Mardin özel hedef konumunda. Kirli savaş çok yoğun işletiliyor ve hemen her şey çarpıtılarak servis ediliyor. Bu servislere de elbette kayyum dönemine dair propagandayı eklemeyi ihmal etmiyorlar.
Kayyum siyaseti daha yoğun, daha derinden
Sonuç olarak, toplumcu belediyecilik anlayışına dair ne varsa denetim altına alınıyor. Her şeye bir kulp takılarak “mevzuata uygun değil” deniyor. Belediye Kanunu çok rahat çiğnenerek, tamamen kural tanımaz yepyeni zoraki kurallar silsilesi dayatılıyor. Halka dair her politikanın hesabı soruluyor!
Ezcümle, kayyum siyaseti devam ediyor. Hem de daha yoğun ve daha derinden. Her belediye her gün bir başka bürokratik uygulama üzerinden baskı altına alınıyor. Kayyum atamadan kayyumlaştırma, belediyeler üzerinden bölgeyi cezalandırma ve yerel yönetimleri işlevsiz kılma girişimleri her yönü ile sürüyor, daha da sürecek gibi görünüyor.
Başa dönersek bugün artık olayı uyuşturucuya kadar indirgeyen devlet aklı, kim bilir yarın için daha ne aramalar planlıyordur!