Kayyım politikası sadece HDP’nin meselesi değil, olmamalı. İlkesel durum bu, ancak ona pek aldırmayıp “demokrasiye aykırı, ama o kadar da şey etmeyelim” diyenlere de kötü haber var: İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri Türkiye’nin her yerine kayyım rejimini salık veriyor. Devletin ve HDP’nin kayyım raporlarına yakın plan…
1925’ten 2010’a kadar Kürtlere dair resmi olarak yayınlanan devlet raporu otuz civarıdır. Abdülhalik Renda’dan Şükrü Kaya’ya, 1960 Doğu Raporları’ndan TBMM ve parti raporlarına, pek çok söz tüketildi. Umumi Müfettişlikler, Islahat Planları ve sıkıyönetim dönemleri bu raporlara paralel yürütüldü. Tüm raporların ortak özelliği Kürt sorununa dair sosyolojik sebep-sonuç ilişkisini doğru kuramaması, son kertede tasfiyeyi amaçlaması, toplumsal yorumu güvenlik merkezli devletçi bir refleks ile ele almasıdır denilebilir.1
2010 sonrası Türkiye’sinde farklı politik süreçler yaşandı. 1980’lerden bu yana süren çatışmaları durdurmak ve savaş sürecini demokratik müzakere yöntemi ile kalıcı barışa ulaştırmak adına, Diyarbakır’da milyonların önünde, 2013 Newroz deklarasyonu yayınlandı. Görünürde bir barış iklimi vardı, fakat daha sonra ortaya çıkan belgeler ve tutumlardan da anlaşılacağı üzere, devlet aklının düşündüğü şey, barış adı altında kurgulanmış bir tasfiye süreci idi. Bunun en önemli belgesi Türkiye’de değil, Mısır’ın ulusal kanallarından TeN TV’nin programcılarından Dr. Neşat Dihile tarafından açıklandı. Yaptığı programda “Gizli” ibareli ve ilgili birimlere mahsus elden verilen, “Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan” şeklinde devam eden raporu kamuoyu ile paylaştı. (ANF, 1 Şubat 2019)
HDP 20 Kasım’da, “Türkiye’de Kayyım Rejimi –Seçme ve Seçilme Hakkının Gaspı” başlıklı raporunu açıkladı. Raporun açıklanmasına saatler kala Bağlar Belediyesi’nin HDP’li meclis üyelerinin yerine kayyım atandı. Bakanlık gerekçe olarak bu üyelerin haklarında daha önce yürütülen soruşturma ve davaları gösterdi.
“Çöktürme planı” ve kayyım harekâtı
Gidilen süreçte AKP iktidarı tarafından 30 Ekim 2014’te “çöktürme” planı2 kabul edilip uygulamaya konmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan Dolmabahçe’de bakanlarının katılımıyla imzalanan Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını söylemişti. Barışın en yoğun tartışıldığı, umutların en fazla geliştiği dönemin şafağında, Türkiye halkları savaş ile karşı karşıya kaldı! Temmuz 2015 ile başlayan savaş kararı ülkedeki önemli altüst oluşları tetiklemekle kalmadı, bugün sonuçlarını daha net yaşadığımız iç ve dış krizler ile geri dönülmez dinamiklerin ortasına sürükledi. Başlayan savaşta Şırnak, Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Yüksekova, İdil başta olmak üzere birçok kent ve köy ağır silahlarla yıkıldı. Aralarında 368 sivil insanın bulunduğu 2500’e yakın kişi hayatını kaybetti, 400 binin üzerinde insan yerinden edildi.3
Kürt sorununun çözümünde savaş politikalarında ısrar edilmesi, sistemi de krize sürüklemiş ve darbe mekaniğinin çalışmasına neden olmuştu. 15 Temmuz’daki darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak nitelendirip bir fırsat olarak gören iktidar, 20 Temmuz’da Olağanüstü Hal (OHAL) ilan ederek demokrasiyi askıya aldığını ilan etmişti. Peş peşe 36 KHK çıkarılmış, TBMM işlevsiz hale getirilmiş ve 11 HDP’li vekil tutuklanmıştı. OHAL ilanı ardından çıkarılan KHK’lerle on binlerce kamu emekçisi ve 6 bine yakın akademisyen ihraç edilmiş, 5 binin üzerinde dernek, vakıf, okul, dershane, sendika, üniversite ve medya organı gibi kurum ve kuruluşlar kapatılmış, mal varlıklarına el konmuştu. Çeşitli gerekçelerle on binlerce kişi gözaltına alınmıştı.4 Yine OHAL gerekçesi ile yayınlanan 674 sayılı KHK ile cumhurbaşkanına belediyelere kayyım atama, valilere ise belediyelerin taşınır mallarına el koyma ve çalışanlarını görevden uzaklaştırma yetkisi verilmişti.
“11 Eylül 2016 ile başlayan kayyım atamaları, Kürtlerin yerel yönetim deneyimlerine, kazanımlarına ve pratiklerine büyük bir darbe vurdu demek yanlış olmayacaktır. 674 sayılı KHK’ya dayandırılarak HDP’nin bileşeni olan DBP’den seçilen belediyelere kayyım atamaları başlamıştır. Başlayan kayyım atamaları, üçü büyükşehir belediyesi olmak üzere, 10 il, 63 ilçe ve 22 belde ile DBP’li toplam 95 belediyede gerçekleşmiş ve bu belediyelere devletin memurları atanmıştır. Kayyım atamalarına paralel olarak Kürdistan’da kamuda ve belediyelerde çalışan 15 bine yakın Kürt işçi ve memur, 300’e yakın muhtar ihraç edilmiştir. 93 belediye eş başkanı, yüzlerce belediye meclis üyesi ve il genel meclis üyesi tutuklanmıştır. Tutuklanan belediye eş başkanlarından 15’ine ceza verilmiştir.” (HDP’nin hazırladığı ilk kayyım raporundan)
Atanan kayyımlar vakit kaybetmeden asimilasyoncu ve talanvari politikaları uygulamaya koydular. Bu kayyımlar kötülük üzerine kurulmuş, gaspçı, hafıza kırımını esas almış, kadın düşmanı, nekro siyaseti yaşam siyasetinin önüne koyan ve her türlü rantı, yolsuzluğu kendine reva görmüş bir rejim diskuru ile yol aldılar. Atanır atanmaz dokuz kayyımın yolsuzluktan ötürü görevden alınması, 55’inin cemaat yapılanmasından açığa alınması, yüzlerce usûlsüzlüğün kayda geçmesi ve Sayıştay’ın haklarında 58 suç duyurusunda bulunması kayda geçmesi gereken önemli bulgulardır.5
Kayyım ile ilgili cevabı verilmesi gereken en önemli başlıklardan biri şudur: Kayyımlar son yüzyıllık asimilasyon ve inkâr politikalarının devamı mıdır, değil midir? Çünkü bu konuda kafa karışıklığı yaratılıyor. Devlet cephesi “Kürt kardeşlerimiz kayyım istiyor” diyerek meseleyi içeriğinden boşaltıyor.
Bu konu bağlamında birazdan detaylarına gireceğimiz HDP’nin son kayyım raporunda da altı çizildiği üzere, iki şeyi daha hatırlatmak yerinde olacaktır. Birincisi, kayyım yolsuzluk ve hak ihlâlleri ile ilgili TBMM’de HDP’nin verdiği pek çok araştırma önergesi AKP-MHP çoğunluğu ile reddedilmiş, soru önergeleri de cevaplanmamıştır.6 İkincisi ise, bu kayyımlar 31 Mart seçimleri sonrası Türkiye’nin batısına, üst görevlere atanarak adeta ödüllendirilmiştir.7
Kayyım politikasının özü nedir?
Kayyım ile ilgili cevabı verilmesi gereken en önemli başlıklardan biri şudur: Kayyımlar özü itibariyle Kürt kimliğine yaklaşım mıdır, değil midir? Biraz daha açık söylersek: Kayyımlar son yüzyıllık asimilasyon ve inkâr politikalarının devamı mıdır, değil midir? Çünkü bu konuda kafa karışıklığı yaratılıyor. Devlet cephesi özellikle “Kürt kardeşlerimiz kayyım istiyor”, “Kürtlerle bir sorunumuz yok” diyerek meseleyi içeriğinden boşaltıyor.
Çok uzağa gitmeden, 2016-2019 arasında söz konusu belediyeleri yöneten kayyımların pratiğine bakıldığında, meselenin tamamen Kürt kimliğine bir yaklaşım olduğu görülecektir. Çünkü HDP’nin 28 Şubat 2019’da kamuoyuna açıkladığı ve çok geçmeden Siirt Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından yasaklanan kayyım raporu ile ortaya koyduğu bazı detay ve uygulamalar, Kürt siyasetinin toplumcu belediye gerçekliği ile geliştirmeye çalıştığı demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü yerel yönetimler anlayışının nasıl hedef alındığını gösteriyor.8
Kayyım konusunu geçmişin üç önemli durağı üzerinden görselleştirerek gösterelim. Belki daha net görülür.
1925 Şark Islahat Planı’nın nerelerde uygulandığına bakalım:
Bu plandan sonra, 1927-35 yılları arası devreye sokulan Umumi Müfettişlikler’in uygulandığı illere bakalım:
Aynı politikaların devamı olarak 1987-2002 OHAL- Sıkıyönetim süreçlerinin uygulandığı illere bakalım:
Son olarak, 2016’da başlayan Kayyım uygulamalarının uygulama alanlarına bakalım:
Görüldüğü üzere kayyım uygulamaları son sıkıyönetim alanını aşan, Şark Islahat Planı’na denk düşen bir genişliğe sahip. Bundan ötürü kayyım atamalarını, çökertme planının bir parçası, Kürtlere karşı yüzlerce yıldır sürdürülen inkâr politikasının da bir devamı olarak görmek gerek.
31 Mart Seçimleri ve sonrası!
HDP 20 Kasım’da, Ankara’da, yeni hazırladığı “Türkiye’de Kayyım Rejimi –Seçme ve Seçilme Hakkının Gaspı” başlıklı raporunu açıkladı. Bu rapor, 31 Mart-15 Kasım aralığındaki gasp ve kayyım süreçlerini kapsıyor. Raporun açıklanmasına saatler kala İçişleri Bakanlığı tarafından 21 Ekim’de görevden uzaklaştırılan Bağlar Belediyesi’nin HDP’li meclis üyeleri Nurettin Bakan, Halime Bayram, Hüsnü Aslan, Mehmet Akdoğan, Panayır Çelik ve Naşide Buluttekin Can’ın yerine kayyım atandı. Bakanlık meclis üyelerinin görevden uzaklaştırma gerekçesi olarak bu üyelerin haklarında daha önce yürütülen soruşturma ve davaları gösterdi. Dahası, rapor açıklanırken Suruç Belediyesi eşbaşkanı Hatice Çevik tutuklandı. 15 Kasım günü gözaltına alındıktan sonra yerlerine kayyım atanan HDP’li Derik, Mazıdağı ve Savur Belediye eşbaşkanlarının gözaltı süreci ise halen devam ediyor.
Son durumdaki verileri özetlersek: Kayyım atanan belediye sayısı 24, KHK ile alınan belediye sayısı 6, tutuklu belediye eşbaşkan sayısı 14, mazbatası verilmeyen belediye eşbaşkan sayısı 14, mazbatası verilmeyen belediye meclis üyesi 43, tutuklu belediye meclis üyesi 9, işlevsizleştirilen belediye meclis üyesi 433.
Bilindiği üzere 31 Mart seçimleri yüksek bir katılımla gerçekleşmiş, gözler özellikle kayyım atanan belediyelere çevrilmişti. Seçimler sonucunda tüm baskı ve engellemelere rağmen HDP üç büyükşehir, beş il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi olmak üzere toplamda 65 belediye kazandı. 1230 belediye meclis üyesi ve 101 il genel meclis üyesi HDP listelerinden seçildi. Sınır hattında Şırnak ve Hakkâri’ye bağlı bazı ilçelerin kaydırılan binlerce polis ve askerin oylarıyla AKP tarafından alınması yargıya taşınsa da herhangi bir sonuç alınamadı.9
Raporda 19 Ağustos kayyım atamalarına geçiş ve sonrası olmak üzere iki ayrı süreç incelenmiş, bu süreçte üzerinde en fazla durulan ise hukuki boyut olmuş. Bu rapor ilk rapordan farklı olarak yorum ağırlıklı değil. Daha çok veri ve grafikler üzerinden giden, tüm cephelerin söylemlerini içeren süreç odaklı bir analiz. Diğer bir fark, olan bitene dair, bağlama ilişkin kişisel hikâyelere yer verilerek açıklık getirilmesi.
KHK kumpası, x-ray ve polis kulübeleri, meclis üyeliklerinin düşürülmesi, kurumların basılması, şiddet, gözaltı ve özel savaş yöntemleri ile yıpratılmaya çalışılarak alınmak istenen belediyelerin tüm bunlara direnmesi üzerine 19 Ağustos 2019’da Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine kayyım atayarak geçiş yaptığı yeni dönem, her hafta üçer dörder belediyeye keyfi kayyım ile devam ediyor.
Son durumdaki verileri özetlersek: Kayyım atanan belediye sayısı 24, KHK ile alınan belediye sayısı 6, tutuklu belediye eşbaşkan sayısı 14, mazbatası verilmeyen belediye eş başkan sayısı 14, mazbatası verilmeyen belediye meclis üyesi 43, tutuklu belediye meclis üyesi 9, işlevsizleştirilen belediye meclis üyesi 433.
“İkili devlet”
Kendisini tahakküm, disiplin ve denetleme, mikro iktidar ilişkileri, cinsiyetçilik, dar grupçuluk, tekçilik, homojen tahayyül ve kutuplaştırmadan beslenerek var eden AKP-MHP iktidarı, bugün dizginleyemediği bir hınç ve linç kültürü etrafındaki koruyucu zırha basit milliyetçiliği, çekirdeğine de neoliberalizme biat etmiş muhafazakâr-islâmi mühendisliği yerleştirerek, bunların sömürüsü ile gelen tüm nimetlerden faydalanmaya devam etti. Kayyım atamalarını bunun içinden okuyan HDP raporu, devletin bu noktada toplum mühendisliğine giderek Ernst Fraenkel’ın altını çizdiği “ikili devlet” gerçeğini hatırlattığını belirtiyor.
“Merkezi hükümetin temsilcisi olan valinin yerel yönetimin de başı olacağı bir sistemin oluşturulması, belediye meclisinin seçimle gelmesi, ama başkanın cumhurbaşkanı tarafından atanması daha yönetilebilir kentlerin oluşacağı şeklinde değerlendirilmektedir.” Bu satırlar İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri’nin raporundan.
Nedir bu ikili devlet? Birincisi, idealize edilen, kâğıt üzerindeki normatif devlettir. Yani yasaya uygun davranan, tanımlanmış görevlerin dışına çıkmıyor imajını veren devlet anlayışı. İkincisi ise “imtiyaz devleti”dir. Bu devlet anlayışı, ilkinin içinde ve ona paralel olarak hayat bulan, büyüyen ve yoldan çıkan devlet tarzıdır. Burada yetkiler genelde bir kişidedir ve o kişi istediğini yapmakta serbesttir. Kural ve denetim tanımaz. Keyfi yönetir ve yine kimsenin yararlanamadığı hukukun arkasına sığınarak kendisini aklar. Yani herkesin ve her şeyin ne olduğuna karar veren merci halidir.
Raporda “AKP söz konusu bu ikili yapıyı ustaca birbirine yedirmekte ve geçiş noktalarını Kürtler aleyhine kullanmakta ustalaşmış durumdadır. 31 Mart yerel seçimleri sonrası imtiyazlı halini, yasa koyucu olarak sürekli ölüm, gasp ve adaletsizlik üzerinden bize hatırlattığını ifade edebiliriz” deniyor.
“Mardin modeli”
Raporun dikkat çektiği dört esas konu başlığı var.
İlki ve en önemlisi, “yerel yönetimlerin ortadan kaldırıldığı” uyarısı ve tüm Türkiye’de uygulanması istenen “Mardin Kayyım Modeli” vurgusu.
Zaten rapor şu alıntıyla başlıyor:“Kayyım dönemindeki belediyecilik hizmetleri bir sistem olarak ele alınabilir. Merkezi hükümetin temsilcisi olan valinin yerel yönetimin de başı olacağı bir sistemin oluşturulması ile ilgili çalışmaların gerek ilgili bakanlık temsilcilerinden oluşan bir komisyon marifeti ile gerekse üniversiteler tarafından oluşturulan komisyon tarafından yapılmasının uygun olacağı. Bu kapsamda; demokratik katılımı sağlamak ve karar süreçlerini oluşturmak adına; belediye meclisinin seçimle gelmesi, ama başkanın cumhurbaşkanı tarafından atanması hususu özellikle milli güvenliğimizin tehlikeye girdiği şehirlerde uygulanmasının daha yönetilebilir kentlerin oluşacağı şeklinde müfettişliğimizce değerlendirilmektedir.”
Bu satırlar İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri’nin geçtiğimiz eylül ayında açıklanan Mardin Büyükşehir Belediyesi raporundan. Mülkiye müfettişleri tarafından, Kasım 2016 ile Mart 2019 arasında kayyım yönetiminde olan Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin yolsuzluk, usûlsüzlük ve rüşvetle anılan icraatlarına ilişkin hazırlanan bu rapor, sonuç olarak kayyım modelini överken, “güvenlik zafiyeti” olacak kentlerde belediye başkanının cumhurbaşkanı tarafından atanmasının “uygun olacağı” şeklinde görüş bildiriyor.
Kayyım atamalarıyla birlikte belediye meclislerinde sadece HDP’li üyelerin iradeleri değil, diğer partilerden seçilen belediye meclis üyelerinin iradeleri de gasp edilmiştir. Diğer partiler neden ses etmiyor bu uygulamaya? Kayyım sadece HDP’nin mi sorunudur?
Dönemin kayyımından da övgü ile bahsedilen bu raporda, kayyımın “geliştirdiği strateji ile merkezi idare ve yerel yönetim anlayışını birleştirip iyi bir model oluşturduğu görülmüştür” vurgusuyla birlikte, bu modelin adına “Kayyımlıkta Mardin Modeli” denebileceği belirtiliyor. Ayrıca, bu kayyım modelinin Türkiye’nin her tarafında uygulanması da öneriliyor.
İkincisi, kayyım atanan belediyelerde sadece HDP’li belediye meclis üyelerinin safdışı edilmemesi! Bu meclislerde AKP’li, CHP’li ve Saadet’li üyeler de mevcut. Örneğin kayyım atanan belediyelerdeki toplam meclis üyesi 433 ve bunlardan HDP’li olanların sayısı 319’dur.
Kayyım atamalarıyla birlikte belediye meclislerinde sadece HDP’li üyelerin iradeleri değil, diğer partilerden seçilen belediye meclis üyelerinin iradeleri de gasp edilmiştir. Hatta denebilir ki, AKP kendine de kayyım atamıştır! Burada şu sorulabilir: Diğer partiler neden ses etmiyor bu uygulamaya? Meclis üyeliklerinin saf dışı edilmesine neden tepki göstermiyorlar? Kayyım sadece HDP’nin mi sorunudur?
Eşbaşkanlığın kriminalizasyonu
Üçüncüsü, eşbaşkanlık modelinin kriminalizasyonu! Bu yeni kayyım atama süreci ile beraber eşbaşkanlık modeli hiç olmadığı kadar tartışmaya açılıyor ve hatta kayyım atama gerekçesi yapılabiliyor. 31 Mart’ta, 1389 belediye başkanının belirlendiği seçimin sonucuna göre, seçilen kadın başkan sayısı 45’ti. 45 kadın başkandan 24’ü HDP’li başkanlardan oluşuyordu. Yani HDP şu anda Türkiye’de yüzde 53.5 kadın başkan oranı ile siyasette kadın temsiliyeti açısından çok önemli bir noktadadır.
Şu an tutuklu 14 belediye eşbaşkanın sekizinin kadın olması da önemli bir vakadır. Tutuklu seçilmişlerin çoğunluğunun kadın olması bu açıdan şaşırtıcı değildir. Raporda bu konuya dair şöyle deniyor:
“Özellikle ‘mor çizgi’ olarak kabul edilen Eşbaşkanlık Sistemi’ne yargı ve kara propaganda yolu ile saldırılar düzenlenmekte, bilinçli olarak kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Eşbaşkanlık kurumunun hedef alınmasının en büyük nedeni, eşit temsiliyet hakkını tanımayan, onu reddeden erkek egemen siyasetteki ısrardır. HDP yerel seçimler sürecinde belediyeleri yönetmeye talip olurken, halktan destek isterken aday belirlemeden aday tanıtımlarına, her türlü seçim materyalinden seçim kampanyamızın tamamına kadar ‘Eşbaşkanlık’ modelimizi, eşbaşkanlarımızı tanıtmış ve halkın yüksek desteğini böyle kazanmıştır. Eşbaşkanlık sistemi, kadın mücadelesinin geldiği aşamanın toplumsal adıdır.”
Hukukun hukuk eliyle bitirilmesi
Dördüncüsü, hukukun hukuk eli ile nasıl bitirildiği meselesidir. Bu başlıkta seçme seçilme hakkının nasıl gasp edildiği, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın nasıl ve hangi maddelerle ihlâl edildiği genişçe açıklanmaktadır.
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi’nin raporunda 31 Mart’tan sonra süregiden hukuksuzluklar silsilesi gerçek bir yerel yönetim darbesi olarak tanımlanırken, kayyım konusu, AKP-MHP iktidarının Kürtler ve demokrasi ile kurduğu gasp edici ve düşmanca ilişkinin açık bir göstergesi olarak tanımlanıyor.
Görevden uzaklaştırılıp yerine kayyım atanan belediye eşbaşkanlarının hukuksal durumu, eşbaşkanların tamamına atılı olan suçlamalar, belediye görevlerinin dışındadır. Yani yurttaşa hizmet sunma, haklarını koruma, katılımını etkinleştirme gibi belediyecilik çalışmalarını içermemektedir. Daha çok ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında olan ve parti kimliği ile yapılan değerlendirmeler söz konusudur. Eşbaşkanların tutuklanma gerekçeleri ihtimaller üzerine kurgulanmış, Yargıtay’ca kabul görmeyen gizli ya da açık tanık beyanlarına dayandırılmıştır. Birkaç tekil örnek üzerinden detaylandırmak gerekirse:
– Örneğin, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı ve Kayapınar Belediyesi Eşbaşkanı Keziban Yılmaz üzerine ifade veren Hicran Berna Ayverdi adındaki tanıktır. Berna Ayverdi, Mayıs 2016’da Nusaybin’de teslim olmuştur. Eşbaşkanlarla ilgili verdiği ifade 20 Mart 2019 tarihlidir, yani seçimden 11 gün öncedir. Alındıktan üç yıl sonra verilmiş bir ifadedir.
Üç yıl boyunca tutuklu olmasına rağmen, pişmanlık yasasından faydalanmak için 20 Mart 2019’da “itiraf”ta bulunarak, Mızraklı’nın çalıştığı hastanede bir “örgüt üyesi”ni gece nöbetinde ameliyat ettiğini, bağırsaklarını kestiğini ve sabah taburcu ettiğini söylemektedir. Daha da vahimi, bu olayı görmediğini, sadece bir arkadaşından duyduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla ortada ne yaşanmış bir olay ne de bir tanık vardır.
Selçuk Mızraklı mahkeme savunmasında, “Kıdemli cerrah olduğum için hastanede nöbetim bulunmuyordu. Tanık, hastanın bağırsağının kesilip alındığından bahsetmiştir. Böyle bir ameliyat geçiren kişinin ertesi gün taburcu olup gitmesi hayatın olağan akışına ve tıbba aykırıdır” dedi.
– HDP kadın eşbaşkanlar, aday tanıtım toplantısına katılmaktan, “Leyla Güven açlık grevinde” ve “belediyeler karakola dönüştürülmüş” demekten tutuklanan ve onlarca yıl ceza ile yargılanan Kayapınar Belediye Eşbaşkanı Keziban Yılmaz da Berna Ayverdi’nin seçimlere dört gün kala yaptığı iftiralar üzerine tutukludur.10
– Eşbaşkan Remziye Yaşar da çok ağır bir suçtan (!), Tolstoy’un “Savaş mızraklı, trampetli bir bayram değildir. Onun manzarası kandır, ölümdür” sözlerini #SavaşaHayır tagı ile paylaştığı için tutukludur.11
Kayyım atanan Van’ın HDP’li Saray Belediyesi için “Cemil Bayık talimat verdi. ‘Acilen paraları faturalarla birlikte hemen aktarın’ dedi. Müfettişler tespit etti” diyor Soylu! Saf bir soru: Bayık faturayı ne yapacak?
Hukuk konusunun nasıl keyfi olduğunu, kayyım atamak için kıyasıya bir yarış olduğunu, çünkü bunun rant alanına dair yarış olduğunu iyi açıklayan bir örnek verelim: Mardin Mazıdağı İlçesi Belediye Eşbaşkanı Nalan Özaydın’ın görevinden alınması üzerine, bu göreve teamül gereği Mazıdağı Kaymakamı Mustafa Dinç’in atanması gerekiyordu! Belediyeye el konulacağı zaman Mardin’den Çevik Kuvvet polisleri sabaha karşı Mazıdağı’na gitti ve belediye binasına girdi. Kaymakam Dinç, Mardin Valisi ve kayyımı olan Mustafa Yaman’ı arayıp belediyeye el konacağının kendisine söylenmediğinden yakınıyor. Sen misin yakınan? Bunun üzerine Dinç, aynı gün görevden alındı, yerine başka bir isim kaymakam ve belediye başkanı olarak kayyım atandı.
“Yerel yönetim darbesi”
Raporun sonuç kısmında ise Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi’nin, geçtiğimiz ekim ayının son günlerinde düzenlediği 37. Kongresi’nde, Türkiye’de yapılan 31 Mart yerel seçimlerine dair açıkladığı rapora atıfta bulunuluyor.
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi’nin raporunda kayyım konusuna dikkat çekilmiş, özellikle ikinci gelen partinin birinci gelen parti yerine, belediye meclislerini devre dışı bırakarak atanması, mantığı zorlayan ve kabul edilemez bir durum olarak ifade edilmiştir. Keza güvenlik güçlerinin oy kullanması, yargı ve medyanın tek taraflı çalışması da kayıtlara geçirilerek, Türkiye’deki bu aleni gasplar dünyaya teşhir edilmişti.
31 Mart’tan sonra süregiden hukuksuzluklar silsilesi gerçek bir yerel yönetim darbesi olarak tanımlanırken, kayyım konusu, AKP-MHP iktidarının Kürtler ve demokrasi ile kurduğu gasp edici ve düşmanca ilişkinin açık bir göstergesi olarak tanımlanıyor.12
Peki kayyım politikalarının sonu ne olur? Bu şekilde nereye kadar gidecek? Kestirmek zor, fakat iradesi çalınan yerlerin kolay kolay pes etmeyeceği bir gerçek. Çünkü 31 Mart bir kayyım hesaplaşma seçimi olarak görüldü. Bir dahaki olası seçimde hesaplaşma daha çetin olacaktır.
Absürdistan manzaraları
Ortada bir kaba güldürü de var. Sözü bir Absürdistan karesiyle bağlayalım.
Geçtiğimiz günlerde, İçişleri Bakanı bütçe görüşmelerinde kayyım konusuna girildi. Yandaş basın bunu “Kayyum ve Demokrasi” noktasında gelinen son aşama olarak belirtti. Gelinen son nokta “Mardin Kayyım Modeli” değilmiş yani!
Kayyım atanan Van’ın HDP’li Saray Belediyesi için “Cemil Bayık talimat verdi. ‘Acilen paraları, faturalarla birlikte hemen aktarın’ dedi. Müfettişler tespit etti” diyor Soylu! Kayyım atanan bu belediyelere 17 yıl boyunca müfettişler kamp kurdu. Onların bile odaları vardı artık. Fakat tek bir sorun bulamadılar belediyelerde. Şimdi her şeyin elektronik olduğu, belediyeye bir süpürge alınsa güvenlik soruşturmasından geçtiği, maliyesinin Hazine, işçisinin Valilik tarafından anlık denetlendiği bir ortamda dev paralar çıkartmış Saray Belediyesi.
Peki şeyin, Saray Belediyesi’nin bundan haberi var mı? Bu kadar parası olduğundan haberi var mı? Daha saf bir soru: Bayık faturayı ne yapacak?
Hasılı, halk atamalara ilişkin gösterilen sebeplerden tek bir tanesine inanmıyor. Amed’de bir vatandaşın dediği üzere: “Ağacı belediye başkanı yapsak ona da kayyım atarlar. Bunlar böyledir.”