İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU’NUN İSTİFASININ PERDE ÖNÜ VE ARKASI

Ahmet Şık
17 Nisan 2020
SATIRBAŞLARI

10-12 Nisan arasındaki 48 saatte neler oldu, niye öyle oldu? Sokağa çıkma yasağına kim karar verdi, Süleyman Soylu niçin istifa etti, neden ve nasıl geri aldı? Saray rejimi kaç parça, Pelikan ne, kim kiminle, kime karşı, istifa krizi nelerin habercisi? Ahmet Şık’tan ayrıntılı bir döküm ve oylumlu bir inceleme. 
Youcef Korichi

AKP iktidarının uzun zamandır başarıyla uyguladığı kutuplaştırma siyasetinin bir sonucu olarak, seçmen tercihlerinde, hangi siyasetçinin sevildiği değil, sevilmediği belirleyici unsur oluyor. Bu anlayışa sahip seçmenin çokluğu ve iktidarın sıradanlaştırıp yaygınlaştırdığı lumpenliğin muhalefet cenahında da hatırı sayılır bir yer edinmesi nedeniyle, bir siyasetçi aynı saiklerle seviliyor ya da kendisinden nefret ediliyor. Bu nedenle, hemen hemen bütün anketlerde, halk/seçmen nezdinde “Saray kabinesinin en çok sevilen ve en çok nefret edilen kişisi kim?” sorusunun yanıtı hiç sekmeden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çıkıyor. Seveninin de, nefret edeninin de duygularına yön veren saikin hem ideolojik hem de hukuk ve demokrasiyi kavrayış ve anlayış biçimi ile bu alandaki sorunların kavramsallaştırılmasındaki farklılık olduğu da kesinlikle söylenebilir.

Hırsızlıkla suçlayıp “Hesap sormazsam namerdim” diyecek derecede düşmanıyken bir neferine dönüştüğü AKP içinde “Soylu’yu sevenlerin oranı bu kadar yüksek midir?” sorusuna aynı kesinlikle hayır demek mümkün. Sayıları giderek azalmış olsa da, yıllarını Milli Görüş geleneği içinde geçirmiş ve AKP’de mevcudiyetini koruyanların nezdinde Soylu, AKP treninin vagonuna son anda asılarak binen ve makam elde eden biri. Partiyi değil, kişisel menfaatlerini ve siyasi kariyerini önceleyen bir karakter. Bu nedenle de sevilmiyor.

Parti içinde ve Saray odaklı siyasette güç merkezi olarak artık Süleyman Soylu’yu da saymak mümkün. Soylu istifa restiyle tabandaki karşılığına ilişkin kamuoyu yoklaması yaptırmakla kalmadı, kendisine sahip çıkanların Saray üzerinde kurduğu baskıyı da görünür kıldı.

Ancak, bu görüştekilerin gözden kaçırdığı, AKP’nin çok uzun zamandır tam da Soylu’nun sevilmeme nedenleriyle varlığını sürdüren bir partiye dönüşmüş olması. AKP’nin hükümet olmanın yanısıra devletin de sahiplerinden biri haline dönüşmesinde yadsınamaz katkıları olan eski iktidar/suç ortağı Gülen Cemaati ile yaşadığı kopuş ve büyüyen savaşının 15 Temmuz’la sonuçlanmasının ardından, partinin iktidardaki fiili varlığını başka türlü sürdürmesi de mümkün değildi zaten.

Bununla beraber, AKP her ne kadar “tek başına iktidar” görüntüsü çizse de, yola çıktığı andan itibaren koalisyonlarla iktidarda kalabilmiş bir parti. Kendisine iktidar yolunu açan 2002 Kasım seçiminde de, devamında da “iç koalisyon geleneği” değişmedi. Kronolojiyi hatırlayalım: Önce, farklı gelenek ve çizgilerden gelen siyasetçilerin vitrine yerleştirilmesiyle girilen 2002 seçimiyle birlikte, çeşitli tarikat ve cemaatlerin de yer aldığı parti içi koalisyon. 2007 seçiminden sonra, uzun süre suç ortaklığı da yapacağı Gülen Cemaati ile koalisyon. 2011’de, aralarındaki çatlaklara rağmen, Cemaat ile yürütülen koalisyonun sürdürülmesi ve ayrışma dönemi. Meclis çoğunluğunu yitirmesine neden olan 7 Haziran 2015 seçimlerinin savaş siyasetiyle yenilenmesi sonrası, 1 Kasım seçimleriyle beraber rotanın milliyetçiliğe çevrilmesi ve ardından gelen 15 Temmuz sonrası, 2016’dan itibaren, milliyetçi/ulusalcı çevreleri örtülü olarak iktidara ortak eden koalisyon. Ve rejim değişikliğiyle beraber, 2018 seçimlerine birlikte girdiği milliyetçi/ulusalcı yapıların açık biçimde koalisyon ortağı olması.

Liyakat değil, biat rejimi

Erdoğan, 15 Temmuz’un ardından ortaya çıkan Cemaat nefretini, kendini ve partisini aklamanın yanısıra, hayalini kurduğu tek adam rejiminin inşasının temel aracı olarak da kullandı. Bu süreçte, Erdoğan’ın birlikte yola çıktığı, “özgül ağırlığı” olan isimler de çok daha önceden başlayan parti içi tasfiyelerin hız kazanmasıyla birer ikişer partiden uzaklaştırıldı. Erdoğan’ın liderliğindeki Saray rejiminin ülkede demokrasi varmış görüntüsü sunmasının bir aracı olmaktan öteye gitmeyen AKP’de yer bulabilmenin artık tek koşulu vardı: “Reis”e biat etmek. Saray’da çeşitli sıfatlarla danışmanlıktan kabinede bakanlığa, milletvekilliğinden belediye başkanlığına ve hatta il teşkilatlarının yöneticiliğine kadar tercihlerde liyakat değil, biat geçerli koşul oldu.

Rejimin adı Saray olunca, yönetim kademesinde yer almanın yolu da hanedan ferdi olmaktan, bu değilse de aileye yakın olmaktan geçiyordu. Hal böyle olunca, AKP’nin kökü olan Milli Görüş geleneğinden gelen az sayıdaki ismin yanısıra, çeşitli güç odaklarına mensubiyetleriyle öne çıkan başkaları da peyda oldu. Dolayısıyla, yekpare bir AKP’den söz etmek hem mümkün, hem değil.

Metropoll Araştırma Şirketi’nin 10 Aralık 2019 tarihli çalışmasında, Erdoğan dışında başka bir AKP lideri düşünebilenlerin yüzde 17’si İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adını telaffuz ederken Berat Albayrak diyenlerin oranı yüzde 8.

Mümkün, çünkü AKP’yi bir arada tutan kuvvetli tutkalın adı iyice kabaran “dosyalar”. Parti yönetiminden devlet bürokrasisine, sermaye ve medya gruplarına kadar Saray rejimi etrafında kenetlenenler birbirinin defolarını ve iktidarın yitirilmesi durumunda başlarına gelecekleri bildiği için de tek parçalı bir görüntü ortaya çıkıyor.

Bu yanıltıcı tek parça görüntüsünün ardında kimler ya da hangi gruplar var bakalım:

  1. Erdoğan hanedanlığı,
  2. Hanedanlığın fertleriyle yakın ilişkilere sahip Pelikan ekibi,
  3. Son dönemde Pelikan ile çatışma halinde olan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül çevresinde biriken Milli Görüş geleneğinin temsilcileri ve geçmişte Esad Coşan önderliğinde Milli Görüş geleneğinden kopan Hakyolcular,
  4. Yargı, emniyet, eğitim, sağlık başta olmak üzere devlet bürokrasisi aralarında pay edilerek örgütlenmelerinin önü açılan başta Menzilciler, Süleymancılar olmak üzere irili ufaklı tarikat ve cemaatlerden oluşan kanat.

AKP içindeki ana gövdelerini bu şekilde sınıflandırabileceğimiz güç odaklarına dışarıdan ekleyebileceğimiz iki grup daha var. AKP’den tasfiye edilen birçok ismin içinde yer aldığı, Abdullah Gül destekli Ali Babacan’ın Deva Partisi ve Pelikan darbesiyle koltuğundan olan eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi olası bir kırılma halinde adres arayışına girecek AKP seçmenini saflarına çağıracak güçler olarak şu an beklemede. Bir diğer grup ise, çeşitli siyasal anlayışlardan gelmelerine rağmen, taktiksel ve bireysel çıkarları için dönem koşullarının yarattığı fırsatlardan faydalanmak gayesiyle muhafazakâr rolü oynayanlar. Ancak, bunların parti içinde bir güç odağı olmaları ya da hanedanlığa etki edebilmeleri ihtimal dahilinde değil.


Youcef Korichi

Yeni bir güç odağı olarak Süleyman Soylu

Parti içinde ve Saray odaklı siyasette az ya da çok etkiye sahip birer güç merkezi olarak duran ilk dört odağın yanında, yönetim nezdinde değil ama, taban desteğiyle bir beşinci güç merkezi adayı olarak artık Süleyman Soylu’yu da saymak mümkün. Soylu istifa restiyle tabandaki karşılığına ilişkin kamuoyu yoklaması yaptırmakla kalmadı, kendisine sahip çıkanların Saray üzerinde kurduğu baskıyı da görünür kıldı. Ancak, Soylu’nun tabandaki karşılığını AKP’nin dayandığı İslâmcı ideolojiden değil, milliyetçilikten aldığını söylemek yanlış olmaz.

2015’ten bu yana hem içeride hem de dışarıda savaş siyasetiyle iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışan Saray rejiminin sürekli bir düşman algısıyla konsolide etmeye çalıştığı kitlesi için İslâmcılıktan ziyade milliyetçilik daha baskın bir hale geldi. Türkiye’de milliyetçiliğin tescilli markası MHP ile ve ulusalcı cenahla girilen ortaklık da bu damarı beslemeye devam etti. Ayrıca, zaten MHP AKP’den kopan seçmenin ikinci partisi haline döndü. Seçmenin bu ideolojik dönüşümünü ya da öze dönüşünü temsil eden en önemli figür ise, sürekli savaş hali konseptinin işgal ettiği koltuğun da önünü açmasıyla Süleyman Soylu oldu.

Erdoğan sonrasında AKP’nin başına kimin geçeceğiyle ilgili olarak, Soylu da dahil olmak üzere, çeşitli isimler ortaya atılıyor. Hanedanlığa ve Pelikan’a yakın kişi ve gazeteciler tarafından son zamanlarda en sık telaffuz edilen isim ise Berat Albayrak. Ne var ki, Erdoğan gibi güçlü bir lider sonrasında damat Albayrak AKP’yi taşıyacak kişi olabilir mi sorusuna “hayır” diyenler ezici çoğunlukta.

AKP içinde bu konuyla ilgili yapılan tüm temayül yoklamalarında Albayrak’ın son sıralarda yer aldığı dışarıya sızdırılan bilgiler arasında. Albayrak ve çevresi dört ayrı güç odağından en az birini temsil etse de, yarım asırdan fazladır Türkiye siyasetinde varlığını koruyan bir geleneğin devamı olarak görülen AKP’nin Erdoğan sonrasında da aile şirketi olarak kalmasına izin vermeyeceklerin sayısı hayli kabarık.

Bazı anket şirketlerinin konuyla ilgili yaptığı araştırmalarda Albayrak’ın son sıraya demir attığı görülürken, Soylu’nun üst sıralarda olması AKP tabanında yarattığı karşılığın kanıtı. Metropoll Araştırma Şirketi’nin 10 Aralık 2019 tarihli çalışmasına göre, Erdoğan dışında başka bir AKP lideri düşünebilenlerin yüzde 17’si İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adını telaffuz ederken, Berat Albayrak diyenlerin oranı yüzde 8.

Bir yanda Berat Albayrak, öte yanda Soylu’nun olduğu bir denklemde, Erdoğan damadını ezdirmek pahasına bir karar almak zorunda kaldı. Bu mecburiyetin belirleyicisi, Soylu’ya yönelik olarak sosyal medyada ortaya çıkan taban desteği olduğu kadar, Erdoğan’a kimlerin telefon açıp neler söylediği. 

Artıbir Araştırma Şirketi tarafından yapılan araştırmada da, “Erdoğan’dan sonra AK Parti’nin lideri kim olacak?” sorusuna, ankete katılanların yüzde 63,2 gibi büyük bir çoğunluğu konuyla ilgili fikrinin olmadığını söyledi. Yanıt verenler arasında Soylu yüzde 13’lük oranı yakalarken, eski başbakan Binali Yıldırım yüzde 5,7’de kaldı. Berat Albayrak’ın yer almadığı listede Numan Kurtulmuş yüzde 0,9, Bülent Arınç ise yüzde 0,3 oy aldı.

Kamusal alandaki varlığını daha da genişleterek Türkiye siyasetinde kalıcı olmaya çalışan Soylu’nun AKP’nin lideri olma isteği var mıdır, bilmiyoruz. Ancak, bulunduğu makamla yetinmeyeceği söylenebilir. Hanedanlık ve onun bayraktarlığını üstlenen Pelikan da bunun farkında. Elbette Erdoğan da. Zaten Soylu lider kimlik yaratma inşasını gizliden değil, göze sokarak yapıyor. Günde üç-beş kenti ziyaret etmek, çeşitli etkinliklerle sürekli göz önünde olmak, her fırsatta medyada kendini göstermek, ne kadar çok çalıştığını kanıtlamaya çalışmak ve bunların hepsini “millet ve devlet için” yaptığı algısını yaratma çabasında olan sadece iki siyasetçi var: Erdoğan ve Soylu.

Soylu her fırsatta, hatta son krizde de Erdoğan’a ne kadar bağlı olduğunu göstermeye çalıştı. Erdoğan’ı doğrudan karşısına alması durumunda üzerindeki halenin dağılacağını bildiğinden bu anlaşılır bir kurnazlık. Erdoğan sonrasında Türkiye siyasetinin yeniden şekilleneceğini bilen Soylu, haliyle kendine genişçe bir alan açmaya çalışıyor. Anketlerde ortaya çıkan lider adaylığının gerçekleşmesini istiyor. Bunun için de her daim ortalıkta. Lider kimlik yaratma inşasını göze sokarak yaptığı iddiamızı kanıtlar mı, bilemem ama, Süleyman Soylu’nun twitter hesabı iyi bir arşiv sunuyor. Erdoğan ne zaman sahne alsa Soylu’nun da bir şekilde kendini göstermeye çalıştığına dair sadece şubat ve mart aylarından onlarca örnek gösterilebilir.

Soylu’nun parti içindeki yükselişi ne kadar uzun erimli olacak ve nereye kadar devam edecek, izleyeceğiz. Milliyetçi taban desteğiyle şimdilik bir odak olarak belirmesine rağmen, kalıcı bir güç merkezi olup olmayacağını ise, aralarındaki dövüşün son raundunu kaybetmiş görünen Pelikan’ın kuracağı yeni oyunu ya da bağlılık tiradı sahnelerken aslında otoritesinin zırhını deldiği Erdoğan’ın nereye kadar sınır çizdiğini gördüğümüzde anlayacağız. Ancak, Erdoğan’ın gelecek planları içinde Soylu’ya yer olmadığını söylemek yanlış olmaz.

Erdoğan’ın meşhur Pelikan ziyareti

Bu yüzden, Soylu’nun adı etrafında yaşanan son krizde tanık olduklarımızın hiçbiri tesadüf olmadığı gibi, Erdoğan’dan habersiz de gerçekleşmedi. Bir yanda Berat Albayrak, öte yanda AKP trenine sonradan binmiş Soylu’nun olduğu bir denklemde, Erdoğan damadını ezdirmek pahasına bir karar almak zorunda kaldı. Bu mecburiyetin belirleyicisi, Soylu’ya yönelik olarak sosyal medyada ortaya çıkan taban desteği olduğu kadar, Erdoğan’a kimlerin telefon açıp neler söylediği.

Sözünü ettiğimiz son krizin iktidar bloku içinde kazananı yok. Soylu’nun elde ettiği geçici bir zafer. Geçmişteki örneklere bakarak bir tahminde bulunmak gerekirse, Saray rejiminin ömrü yeterse, Soylu içişleri bakanlığı makamında tutularak itibarsızlaştırıldıktan sonra, Erdoğan tarafından kellesi alınacaklar arasında ilk sırada. Burada, Soylu adına değil, tüm toplum adına endişelenmemiz gereken şey bu itibarsızlaştırmanın nasıl olacağı.

Tekmili birden Soylu krizi

Geçtiğimiz hafta sonu, iktidar içi çatışmalardan bir yenisine, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sonradan Erdoğan’ın müdahalesiyle geri aldığı istifa açıklamasını yaptırtan bir Saray komplosuna tanık olduk. İktidar cenahında depreme neden olan, sokağa çıkma yasağının rezalete dönüştüğü 10 Nisan gecesinin kuvvetli artçı sarsıntılarından biriydi. Soylu’nun istifasının engellenmesinden sonra yetkili ağızlardan yapılan açıklamalara ve sosyal medya trollerinin bol küfürlü mesajlarıyla yaygınlaştırılan söyleme bakılırsa, iktidarın bu sarsıntıyı hasarsız atlattığına inanmamız gerekiyor.

Soylu, toplum nezdinde sevildiği kadar nefret öznesi de olan bir siyasetçi. Haliyle, istifasını açıklaması da, sosyal medyada tanık olduğumuz üzere, aynı anda hem üzüntü hem sevinç dalgasına neden oldu. Ancak, günün sonunda Soylu’nun görevde kalacağının açıklanmasıyla birlikte sosyal medya muhalifleri, işvereni iktidar olan trollerin yaydığı zafer havası karşısında yenilmişlik duygusunun hâkimiyetinde yine karamsarlığa kapılmakta gecikmedi. Dahası, kriz başladığı anda dolaşıma giren, iktidar içi çatışmanın ortaya çıkardığı sarsıntının önceden planlanmış “bir temsil olduğu” tezi, kriz nihayete erdiğinde hayli alıcı bulmuştu. Hâlâ da öyle. 

Özetin özetini ise, yıllardır yurtdışında yaşayan bir meslektaşımız yaptı: “Türkiye dışarıdan bakıldığında çok güzel görünüyor… Her şey çok şeffaf. Bütün kirli pazarlıklar ortada.”

Tiyatro benzetmesi

Bu teze göre, kabaca, sokağa çıkma yasağının doğurduğu rezaletle beraber salgınla mücadeledeki yetersizliği iyice ayyuka çıkan iktidar, bir mizansen hazırlamıştı. Yasak kararıyla doğan rezaletin sorumlularından olan İçişleri Bakanı Soylu AKP iktidarı boyunca örneği görülmemiş bir sorumluluk duygusuyla istifa edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan istifayı kabul etmeyerek Soylu’ya sahip çıktığını gösterecek. Böylece hem gündem değişecek hem de herkes temizlenecek… Her krizde iktidara, Saray aklına sahip olmadığı/olamayacağı bir güç atfetmek anlamına gelen bu tezlerin avunma, öfke yatıştırma dışında bir karşılığı olmadığını söylememe izin verin.

Soylu’yu kahramanlaştıran ve temsil ettiği odaklarla birlikte kendisini daha güçlü kılan, hanedan damadını ve dolayısıyla Pelikan’ı güçsüzleştiren, Erdoğan’ı yüceltmesine rağmen kadir-i mutlak sanılan otoritesini sarsan böyle bir senaryo inandırıcı değil. Ortaya çıkan kaosun ve yarattığı hasarın karşılığında elde edilenin, halen süren ve temenni etmeyiz ama, görünen o ki daha da ağırlaşacak olan bir salgın hastalıkla mücadeledeki zaaflara dair geçici bir imaj temizliği olduğunu göz önünde bulundurursak, bu hiç rasyonel değil.

Tekrarlanan 7 Haziran 2015 seçimiyle birlikte meşruiyetini yitirmiş, içeride ve dışarıda savaş siyasetiyle iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışan bir hanedanlıktır karşımızdaki. Hanedanlık sultasının kendisinde olmayan bir güce sahip olduğu yanılgısını besleyen her tez gerçeği görmemizi engelliyor. Gerçek olan, meşruiyet yitimiyle birlikte Saray’ın içinde bulunduğu ve gizlemeyi başaramadığı yönetme becerisi eksikliğinin ve parti içindeki çatlakların derinleşmesinin güçlü bir ihtimal olarak bizzat sahiplerince de görüldüğüdür.

Olası kırılmanın nelere yol açacağını Saray’dan kabineye, Meclis’ten belediye başkanlarına, trollerden bir kenara atılanlara dek en iyi bilenler de yine kendileri. Artık hükmü kalmamış, azledilmiş belediye başkanı Melih Gökçek’i twitter hesabından yalvartan da aynı korku. En tepeden en aşağıdakine kadar iktidar cenahının ruh halinin yansıması Gökçek’te tecessüm ediyor: Belirsizliğin yarattığı tekinsizlik, korku, hak etmeden elde edilenlerin geri alınacağı kaygısı.

“Bütün kirli pazarlıklar ortada”

Peki, cuma gecesi de dahil olmak üzere hafta sonu neler oldu? Yaşananların / tanık olduklarımızın kısa özeti şöyle:

Sokağa çıkma yasağını rezalete dönüştüren bir beceriksizlik.
Bu beceriksizliğin daha da görünür kıldığı salgınla mücadelede yetersizlik.
Paniğe kapılarak alışverişe çıkanları üst-orta sınıf kibriyle rezaletin sorumlusu ilan etme. Ve böylece beceriksizlik ve yetersizliğe ve dahi rezalete dair eleştirilerin doğru adres olan Saray’a yönelmesini engelleme.
Rezaleti fırsata çevirmeye çalışan iktidar içi kliklerden birinin kelle almaya çalışması.
İktidar içi çatışmanın sonucu olarak gelen bir istifa hamlesi.
İktidar ve partisi içindeki çatlağın kırılmaya dönüşmesini engellemek için otoritesinin sarsılmasını göze alarak istifayı kabul etmemek zorunda kalan bir tek adam.
İstifa edenin görevine devam edeceğini açıklaması.
Ve birdenbire her şeyin normal seyrine dönmesi!

Özetin özetini ise, yıllardır yurtdışında yaşayan bir meslektaşımız sosyal medya hesabında yazdığı iki ayrı iletiyle yaptı: “Türkiye dışarıdan bakıldığında çok güzel görünüyor… Her şey çok şeffaf. Bütün kirli pazarlıklar ortada.”
“Herkesin evde tutmakta zorlandığı bir yüzde ellisi varmış.”

10 Nisan rezaletinin başlattığı kriz ve pazar gecesi yarattığı sarsıntıya dair tarafların sızdırdıklarından başka bir şey bilmiyoruz. Her biri iktidarın önünde diz çökmüş medya unsurları üzerinden bilgiye erişmek, önceki krizlerdeki gibi, mümkün olmadı. Olayın sıcaklığıyla birlikte, sosyal medya araçlarından doğru ya da yanlış bilgi akmaya, yorumlar gelmeye başladı.

Ankara kulislerinden dedikodu aktaranlar arasında ben de vardım. Kanaatim, Erdoğan’ın istifayı kabul edeceği yönündeydi. Soylu’nun istifasını Erdoğan’ın bizzat istediği iddialarının yanısıra, hanedanlığın damadı Berat Albayrak’la girişilen güç savaşında tercihin aileden yana kullanılacağını düşündüm. Ortaya çıkan sonuca bakarak yanıldığımı söylemeliyim. Her ne olursa olsun, kaybeden iktidar cenahı –bu sarsıntı geri dönülmez bir hasar bıraktı. Muhtemel hasarlardan hangisinin daha yıkıcı olacağına dair hesaplar Erdoğan’a bu tercihi yaptırmak zorunda kaldı.

“Biraz sabır Süleyman, sabır”

İktidara yakın gazetecilerden Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’te yazdıklarına bakılırsa, Soylu’yu istifa noktasına getiren krizin büyüyeceğine işaret eden ayak sesleri bir gün önceden duyulmuştu. 14 Nisan’da yayınlanan “İstifa krizi nasıl çözüldü?” başlıklı yazısında Selvi, bir kısmı inandırıcılıktan uzak ve doğruyu yansıtmayan bir şekilde, pazar gecesi sarsıntısının başlangıcını ve yaşananları şöyle aktardı:

“Saat 20:00: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak sokağa çıkma yasağı sona ermesinden sonrasına ilişkin alınan önlemler hakkında bilgi veriyor. Soylu konuşmasını, ‘Sayın Cumhurbaşkanım, tedbirlere ilişkin bir talimatınız var mı?’ sorusuyla bitiriyor. Erdoğan, ‘Süleyman sıkı tutun. Aman sıkı tutun’ diyor.
Görüşmeyi bitirmeden önce, Süleyman Soylu, ‘Efendim, bir konu vardı’ diye araya giriyor. Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesi üzerine yaşanan kargaşayı hatırlatıp ‘Tüm sorumluluğu üzerime alıyorum. Sizin elinizi rahatlatmak için istifa ediyorum’ diyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Gerek yok. Sabırlı ol’ karşılığını veriyor. Soylu, ‘Efendim konjonktür onu gerektiriyor. Sizin elinizi rahatlatmak için istifa ediyorum. Size sadakatim ömür boyu devam edecek. Hakkınızı helal edin’ diyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Sakın ha! Sakın! Biraz sabırlı ol’ sözleriyle görüşme sona eriyor. İkinci bir temas olmuyor. Soylu istifa açıklamasını hazırlatıyor, telefonlarını kapatıyor, eşini yanına alarak İstanbul’a doğru yola çıkıyor.
Saat 21:24: İstifa açıklaması.

Soylu pazar günü Erdoğan’ı aradı ve istifa düşüncesini iletti. Erdoğan, ‘İşine bak’ diyerek konuyu kapatmak istedi. Soylu sosyal medyaya istifa açıklamasını koyunca ortalık karıştı. Süleyman Soylu cep telefonlarını kapattı, kendisine Cumhurbaşkanlığı ekibi dahi ulaşamadı. 

Soylu’nun istifa açıklaması daha önce talimat verdiği üzere şahsi twitter hesabına saat 21:24’te giriliyor. O saatte İçişleri Bakanı İstanbul’a doğru yola çıkmış bulunuyor. O andan itibaren hızlı bir telefon trafiği başlıyor. Ama Soylu telefonlarını kapattığı için doğrudan temas kurulamıyor.
Saat 23:52:  İletişim Başkanlığı tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soylu’nun istifasını kabul etmediği açıklanıyor. Ama henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İçişleri Bakanı Soylu arasında bir görüşme gerçekleşmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasından sonra istifasını geri alması için Süleyman Soylu üzerinde yoğun bir baskı oluşuyor. İletişim Başkanlığı’nın istifanın kabul edilmediğine dair açıklamasına rağmen istifa konusu kesin bir şekilde netliğe kavuşmuyor.
İstifa krizini sona erdiren görüşme ise 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece saat 01:30’da gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Süleyman Soylu telefonla görüşüyorlar. Soylu, kendisini onurlandıran açıklamasından dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ediyor. ‘Beni mahcup ettiniz’ diyor. Ama ‘İstifa geri alındı’ ya da ‘Bu iş nereden çıktı’ şeklinde bir konuşma cereyan etmiyor. Soylu, sıkıntılarını aktarıyor. Siyasi sorumluluk almak adına istifa kararı aldığını söylüyor. ‘Biz siyasetçiler gelir gideriz. Önemli olan siz yıpranmayın, devletimiz bundan zarar görmesin’ diyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise ‘Biraz sabır Süleyman, sabır’ diyor.”

İki bakan arasında tartışma

Hürriyet’in bir diğer yazarı Hande Fırat ise aynı gün kulis bilgilerine dayanarak “Soylu Fırtınası” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Fırat, “salgınla mücadele konusundaki uygulamaları ve tutumuyla kamuoyunun sempatiyle baktığı” Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında cumartesi günü telefonla gerçekleşen görüşmede ciddi bir tartışma yaşandığını öne sürdü.

Bakan Koca, 14 Nisan günü salgınla ilgili yaptığı rutin bilgilendirme toplantısında, bir gazetecinin sorusu üzerine, Fırat’ın iddiasını yalanladı. Ancak, salgınla mücadele başladığından bu yana, Sağlık Bakanlığı’nın eşgüdüm içinde çalışmak zorunda olduğu kurumların başında gelen İçişleri Bakanlığı’na hiçbir bilgi vermediği Ankara’da herkesin bildiği bir sır. Hatta Soylu’nun bu nedenle yakın çevresine sık sık yakındığı, iki bakan arasında zaman zaman gerilim çıktığı da konuşulanlar arasında. AKP trenine sonradan dahil olmasının yanısıra, damat Albayrak ile aralarındaki savaş yüzünden Soylu’ya parti içinden kimsenin örtülü ya da açık destek vermediği kesin. Son krizde de Erdoğan’a yerel seçimlerde kendisinden başka kimsenin sahada olmadığını ve yalnız bırakıldığını, aynı yalnızlığın CHP’li belediyelerin yardım toplamasını engelleyen genelgenin uygulanmasıyla ilgili tartışmalarda ve salgınla mücadele konusunda da görüldüğünü anlatarak yakındığı bilgileri de ortalığa saçıldı. Tarafların yalanlamadığı, yalnızlaştırmadan doğan kırgınlığa vurgu yaptığı yazısında Fırat şu iddiaları dile getirdi:

“Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan’a verdiği demeçte ‘Eleştirileri aldım, kabul ettim’ diyen Süleyman Soylu’nun süreçte eleştiri ve hakaretlere karşı kabine içinden destek alamaması kendisini kırdı. Benzer süreci, yani ‘yalnız kalma’ sürecini CHP’li belediyelerin yardımlarına el konulması kararında da yaşamıştı. Pazar sabahı kendisine çok yakın bazı isimlerle istifa kararını paylaştı. Bir kaynağım, ‘Oflu ve fevri bir damarı var. Ancak, birkaç gündür bir anlamda travma yaşıyordu, kendisini suçluyor, yalnız bırakıldığını düşünüyordu’ dedi. Pazar günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aradı ve istifa düşüncesini iletti. Erdoğan, ‘İşine bak’ diyerek konuyu kapatmak istedi. Soylu sosyal medyaya istifa açıklamasını koyunca ortalık karıştı.
Süleyman Soylu cep telefonlarını kapattı, İstanbul’a doğru yola çıktı. Kendisine bir ara Cumhurbaşkanlığı ekibi dahi ulaşamadı. Sonrasında temas kuruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tanıyoruz. Normal koşullarda gitmek isteyene, üstelik kendisi ona telefonda ‘Kal’ demiş olmasına rağmen sosyal medya yoluyla açıklama yapana bir kez daha ‘Kal’ demesi mümkün değildir. Ancak hem geçilen özel süreç, hem sürece dair tek sorumluluğun Soylu’da olmaması, hem de Soylu’ya sosyal medyadaki yoğun destek Cumhurbaşkanı’nın kararında etkili oldu. Aslına bakarsanız, destek karşısında istifayı kabul etseydi belki de kimi çevreler Erdoğan’ı sorumlu tutacaktı.”

Her çatışmanın ardındaki odak: Pelikan

İktidarın gazetecileri aracılığıyla tarafların kamuoyuna yansımasını istedikleri böyle. Bir hafıza tazelemesiyle, kendi kaynaklarımızdan edindiğimiz, elbette teyidi olmayan bilgileri de aktarıp yorumu okurlara bırakalım. Önce Soylu ile Albayrak/Pelikan arasındaki çatışmaya dair kısa bir anımsatma: Aynı zamanda hanedanlık damadı olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki güç savaşı ve gerilim bir sır değil. Öyle ki, ikilinin birbirine omuz atmışlığı bile vardı.

İkili arasındaki savaşta Albayrak’ın yanında yer alan güç Pelikan diye anılan Saray içi bir odak. Başında Sabah gazetesinde yazan Hilal Kaplan’ın kocası Süheyb Öğüt’ün bulunduğu grup, bakanın ağabeyi Serhat Albayrak’ın sağladığı finansmanla twitter’da bir dizi troll hesap ve benzer yayınlar yapan internet siteleriyle hedef aldıkları kişi ve gruplara haysiyet suikastları düzenliyor. Yönettikleri sosyal medya hesaplarıyla bağlantılı trollerle birlikte hedefler gösteriyorlar. Bu, Pelikan’ın görünürde yaptığı iş, ancak geri planda iktidar içi taht savaşlarının asli bileşenlerinden olduğu en çok dile getirilen iddialar arasında.

Pelikan’ı finanse eden Medipol Hastaneler Grubu’nun ve aynı isimli üniversitenin kurucusu ve sahibinin Soylu’nun kendisine bilgi vermemekle suçladığı, aralarında sert tartışmalar geçen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca olduğunu anımsatalım.

Pelikan’ın kurucu ekibinin kimler olduğunu ve görünürde yaptıkları işin detaylarını Berat Albayrak’ın ele geçirildikten sonra sızdırılan e-posta yazışmalarından öğrenmiştik. Resmi adı Küresel İlişkiler Derneği olup bilinen ismiyle Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’nin faaliyet gösterdiği Kuzguncuk’taki yalı Pelikan’ın merkez üssü. 2015 Eylül’ünde akademisyen İdris Kardaş tarafından kurulan Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi ve ona bağlı troll hesaplarla ilgili bilgilere kaynaklık eden e-posta 6 Eylül 2015’te Süheyb Öğüt tarafından Berat Albayrak’a gönderilmiş.

E-postada, troll hesaplar eliyle dezenformasyon yapmak için kurulmuş derneğin kuruluş belgesi, tüzük taslağı ve yönetim kurulu için önerilen isimler de sıralanmış. Hilal Kaplan da kocası Öğüt’le birlikte yönetim kuruluna önerilen isimler arasında. 2015 tarihli e-postada yer alan bilgilere göre, yapılacak işin o dönemdeki yıllık gider bütçesi 1 milyon 724 bin TL.

Erdoğan’a faaliyet raporu sunuluyor

2015 Ekim ayından itibaren dört ay süreyle Pelikan’ın istihdam ettiği kişilerden biri olan Fırat Erez bu konu hakkında içeriden tanıklıklarla bazı yazılar yazmıştı. Erez, kendisiyle ilk temas kuran Hilal Kaplan ile eşi Süheyb ve eşinin kardeşi Selman Öğüt’le yapılan görüşme sonunda Kuzguncuk’taki Pelikan Yalısı’nda işe başladığını, ekibin finansmanının Medipol Hastaneler Grubu tarafından karşılandığının söylendiğini anlattı.

Burada bir parantez açarak Pelikan’ı finanse eden Medipol Hastaneler Grubu’nun ve aynı isimli üniversitenin kurucusu ve sahibinin Soylu’nun kendisine bilgi vermemekle suçladığı, aralarında sert tartışmalar geçen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca olduğunu anımsatalım.  

Kişisel blogunda kaleme aldığı yazıda Erez, “Bütün bu veriler bizi Enerji Bakanı ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak, Turkuvaz Medya Grubu yöneticilerinden Berat Albayrak’ın ağabeyi Serhat Albayrak, yine Turkuvaz Grubu yazarlarından Hilal Kaplan, onun eşi Süheyb Öğüt ve diğer başka bazı Turkuvaz Grubu yazarlarının ve/veya bu kişiler etrafında, kimileri de çalışanları olan insanların oluşturduğu bir organizasyona götürüyor” iddiasında bulundu.

Çalıştığı süre boyunca Pelikan’ın merkez üssü olan yalının Bekir Bozdağ, Sümeyye Erdoğan ve Egemen Bağış tarafından ziyaret edildiğine de tanık olduğunu anlatan Erez, işleri idare eden kişinin Süheyb Öğüt ile sonradan gruptan ayrılan İdris Kardaş olduğunu, Hilal Kaplan’ın da elbette sürekli yalıda bulunduğunu belirtti. Erez’in dediğine bakılırsa, üç ayda bir hazırlanan faaliyet raporları yüz yüze yapılan görüşmelerde Erdoğan’a sunuluyordu. 

İstanbul’un sahibi kim olacak savaşı

Albayrak’ın yol arkadaşları ve aynı zamanda ordusu olan Pelikan’ın Soylu’yu hedef aldığı ve onu uzun zamandır bakanlık koltuğundan etmek istediği biliniyor. Nedenleri konusunda çeşitli tevatürler dile getirenlerin en sık birleştiği nokta İstanbul’da düğümleniyor. Türkiye nüfusunun ve seçmenin beşte birini barındıran İstanbul, siyasetin ve finansmanın da merkezi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun sonuncusunu 2017’de açıkladığı verilere göre, 970 milyar TL büyüklüğündeki gayri safi yurtiçi hasılasıyla Türkiye ekonomisinin yüzde 31’ini barındırıyor. Siyasette yer tutmaya çalışan ve en az birinin alengirli finansal ilişkilere sahip olduğu bilinen ikilinin ne için savaştıklarına dair iyi ipuçları veren bu sayılar ister istemez siyasetin amentüsünü akla getiriyor: İstanbul’u alan Türkiye’ye sahip olur.

Soylu ve ekibi karara ilişkin genelgeyi hazırladığı sırada, sokağa çıkma yasağı TRT Haber tarafından “Son Dakika” anonsuyla duyuruldu. TRT Haber’den sonra, ancak bakanlıktan önce konuyla ilgili Twitter’dan açıklama yapan kişi ise saat 21.59’daki paylaşımıyla İstanbul Valisi Ali Yerlikaya oldu.

Soylu ile ilgili en sık ortaya atılan ve rakiplerinden çıktığı konusunda kimsenin kuşku duymadığı iddialardan biri Karadenizli bir mafya grubuyla ilişkili olduğu. Bu iddiaları kanıtlamak ya da sopa göstermek için Pelikan’a yakın olduğu öne sürülen İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın talimatıyla Soylu’nun oğlunun arabasında uyuşturucu araması yapıldığı haberleri de medyaya yansımıştı

AKP’de olup da Cemaaat’le ilişkisi olmayan neredeyse tek kişi bile yokken Soylu’nun Hocaefendisi’ni övdüğü görüntülerin sıklıkla sosyal medya gündemine gelmesinin arkasındaki gücün de Pelikan olduğunu bilen biliyor.

Soylu Pelikan’ın birtakım iddiaları nedeniyle, 25 Şubat 2018’de memleketi Trabzon’da veda olarak nitelenen bir konuşma yaptıktan sonra helâllik istemişti: “Eğer sıkıntıda olduğunuz görülüyorsa geri çekilmekten hiçbir zaman vazgeçmeyin. Geri çekilmek de bir erdemdir. Geri adım atmak da bir erdemdir. Recep Tayyip Erdoğan’ın bir neferiyim. Hangi görevde olursam olayım Recep Tayyip Erdoğan’ın neferi olarak hayatıma devam edeceğim. Hakkınızı helâl etmenizi diliyorum…” Kulislerde istifa etmek istediğini bildirdiği dile getirilen Soylu’nun Erdoğan tarafından “gönlünün alındığı” ve istifadan vazgeçirildiği konuşulmuştu.

Yasak kararının faili hem var hem yok

İki yıl sonra Soylu, aktarılanlara göre, bir kez daha Erdoğan tarafından gönlü alınarak, bu kez gerçekten istifa restini çekti. Covid-19 salgınıyla mücadele kapsamında, 10 Nisan gecesi 31 büyükşehir belediyesi ile Zonguldak’ta gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere 48 saatlik sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi kararının nasıl ve kim tarafından alındığı hâlâ tam olarak bilinmiyor. Soylu’nun açıklamalarına bakılırsa, karar Erdoğan tarafından alındı.

Ankara kulislerinden yayılan bilgilere göre, karar Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Bilim Kurulu’nun günlerdir genel karantina uygulamasına geçilmesi için sunduğu önerilere ayak direyen Erdoğan tarafından alındı. Kararın duyurulmasından bir ya da iki gün önce Erdoğan ile görüşen Soylu hafta sonu sıcaklıkların yükseleceğini ve polisin insanları evde tutmakta zorlanacağını, ancak tüm il emniyet müdürlerine bu konu hakkında talimat göndereceğini söyledi.

Soylu: “Hafta sonu halkı evde kalmaya ikna edin”

İçişleri Bakanı Soylu, yardımcısı Muhterem İnce ile birlikte, 10 Nisan akşamı 20:00 sıralarında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Dikmen binasında 81 ilin emniyet müdürüyle video konferans yöntemiyle bir toplantı gerçekleştirdi. Polis Bayramı dolayısıyla emniyet müdürlerini kutlayan Soylu’nun toplantı gündemi koronavirüs salgınıyla ilgili tedbirlerdi. Anadolu Ajansı’nın haberine göre, Soylu toplantıda yaptığı konuşmada virüsün kontrol altına alınması için yurttaşların hafta sonunu evde geçirmesinin önemli olduğunu söyledi. Devamını AA’nın haberinden okuyalım:

“İnsanların iki gün eve girmesi ve sosyal teması sıfırlamasının salgına önemli bir darbe vuracağını, bunun fırsat olduğunu belirten Soylu, havanın güzel olması halinde vatandaşların bağa, bahçeye gitmek, piknik yapmak gibi etkinliklerde bulunma, sokağa çıkma isteklerinin artacağını, bunun da temas ve bulaşının artması yönünden tehdit olduğuna dikkati çekti: ‘Bu sebeple bu hafta sonu, yani yarın ve pazar gününü, Bakanlık olarak kendimize kritik bir eşik olarak belirlediğimizi ifade etmem lâzım. Bütün personelimiz yarın ve pazar günü dışarıda gördüğü herkesi nezaket sınırlarında kalarak bir şekilde sıkıştırmalıdır… Gerçekten acil, önemli bir işi olmayan, eczaneden ilaç almak için çıkmamış olan herkesi muhakkak ikaz edelim ve sokaklarda gezinmelerine mani olalım. Yani bu iki gün sizlerden sıkı bir saha çalışması istiyoruz. Dışarıda gördüğümüz hiç kimseyi ikazsız bırakmayalım. Meselenin vahametini anlatarak vatandaşımızı bir şekilde evlerine gitmeye ikna edelim.’ ”

Soylu kimsenin AKP dönemi yetkililerinden duymaya alışık olmadığı sözlerle, “Eleştirileri de aldım kabul ettim. Hakaretleri de kabul ettim” dedi. Ancak Soylu, satır arasında yasak kararının alınmasının faili olmadığını “Karar zamanlaması açısından bakanlığımıza aittir” cümlesinin içine gizliyordu.

AA’nın internet sitesinde haberin yayına girdiği saat belirtilmemiş, ancak ajansın abonelerinden TRT Haber’in internet sitesinde haberin giriş saati 21:19 olarak belirtilmiş. Haberde Soylu’nun 81 ilin emniyet müdürüne verdiği hafta sonu sokaklarda yoğunluk olmasını engellemeye yönelik talimat dikkatinizden kaçmamıştır. Bir saat içinde sokağa çıkma yasağına ilişkin genelge açıklayacak bir içişleri bakanının yapacağı konuşmaya benzemiyor, değil mi? Çünkü Soylu da yasak kararından bu toplantı sırasında haberdar oldu.

İddiaya göre, saat 21:15 sıralarında önce Soylu’ya, kısa süre sonra da yardımcısı Muhterem İnce’ye ayrı ayrı telefon gelince toplantıya ara verildi. Zaten Soylu salgınla ilgili tedbirlere dair talimatlarını emniyet müdürlerine iletmiş, konuyla ilgili bakanlık basın bürosunca hazırlanan açıklama da AA’ya servis edilmişti. En yüksek mevkiden telefon geldiği sırada, Soylu 10 Nisan Polis Bayramı vesilesiyle müdürlere kutlama konuşması yapıyordu. Yaklaşık 15 dakika süren görüşmenin ardından yüzü asık bir şekilde toplantıya dönen Soylu telefonu masaya attıktan sonra, emniyet müdürlerine gece yarısından geçerli olmak üzere hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi için talimat geldiğini söyledi. Yasak kararına ilişkin genelgenin hızlıca hazırlanarak kendilerine gönderileceğini belirten Soylu 21:30 sularında toplantıyı sonlandırdı.

Yasağın hazırlıkları sürerken TRT duyuruyu yaptı

Buradan sonra yaşananlar gerçekten ilginç. Soylu ve ekibi gece yarısı başlayacak olan ve bir an önce duyurulması gereken karara ilişkin genelgeyi hazırladığı sırada, sokağa çıkma yasağı TRT Haber tarafından “Son Dakika” anonsuyla duyuruldu. Kurumun internet sitesinde yer alan “Sokağa çıkma yasağı başladı” başlıklı haberin giriş saati ise 21:45 olarak görülüyor.

Henüz genelgeye son şekli bile verilmemişken uygulamayı duyuran, İçişleri Bakanı Soylu ya da yetkilendirdiği birileri değil, TRT Haber olmuştu. Yasak haberi dört dakika sonra, 21:49’da TRT Haber’in twitter hesabından da 3 milyon 372 binden fazla takipçisiyle paylaşıldı.

Köstebek kim?

Bilgi veren kaynaklar, sokağa çıkma yasağından o an için sadece dört kişinin haberi olduğunu söylüyor: Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İçişleri Bakanı Soylu ve yardımcısı Muhterem İnce. TRT Haber’e bilgiyi sızdıranın bakanlıktan olmadığını belirten kaynakların bu tezini doğrulayan ve Soylu’yu istifaya sürükleyen sürece hep birlikte tanık olduk. Zaten İçişleri Bakanlığı’nın twitter hesabından yapılan konuyla ilgili ilk paylaşımın saati 22:08.


TRT Haber
’den sonra, ancak bakanlıktan önce konuyla ilgili twitter’dan açıklama yapan kişi ise saat 21:59’daki paylaşımıyla İstanbul Valisi Ali Yerlikaya oldu.

Kısa süre sonra da panik halinde hazırlanan yasak kararına ilişkin genelge il emniyet müdürlüklerine gönderildi. 10 Nisan gecesi duyurulan yasakla ilgili genelgede bir gün öncesinin tarihinin bulunmasının nedeni de yaşanan telaştı.

Kartal İmam Hatip’ten TRT’ye uzanan yol

TRT Haber’e bilgiyi kimin sızdırdığı da paniğe yol açan haberin “Son dakika” anonsuyla yayına sokulması talimatının kimden gittiği de şimdilik herkesin bildiği bir sır olarak fısıltıyla konuşuluyor. Kesin bir isim vermekten kaçınılsa da, TRT’nin başındaki 1 ve 2 numaralı yöneticilerin Bilal Erdoğan’ın Kartal İmam Hatip Lisesi’nden yakın arkadaşları olduğuna vurgu yapılıyor. 2017’den bu yana TRT Genel Müdürlüğü görevini yürüten İbrahim Eren, mesleki kariyerine 2008’de Turkuvaz Medya Grubu bünyesindeki ATV’de başlamıştı. ATV İngiltere Temsilciliği’nin ardından, 2010’dan itibaren önce ATV Avrupa Genel Müdürlüğü, ardından ATV Genel Müdür Yardımcılığı görevlerini üstlendi. 2013 Temmuz’unda TRT Genel Müdür Yardımcısı yapılan Eren, 2017’deki atamayla TRT’nin 17. genel müdürü olmuştu.

Tablo şu: Erdoğan’ı putlaştıran kitle, cumhurbaşkanının haberinin olmaması mümkün olmayan ve bizzat hanedanlık fertlerince düzenlenen bir Saray komplosuna küfürler ederek karşı çıkıyor. Damadının değil, rakibinin yanında durmak zorunda kalan cumhurbaşkanı yüceltilip alkışlanırken muhalefete de “birlik beraberliğimizi bozamazsınız” sloganıyla küfürler ediliyor.

Bilal Erdoğan’ın Kartal İmam Hatip Lisesi’nden en yakın arkadaşlarından olan Uluslararası Yayınlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Serdar Karagöz de TRT’ye atanana kadar iş ve mesleki kariyerinin tümünü Berat Albayrak’ın ağabeyi Serhat Albayrak’ın Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve CEO olarak görev yaptığı Turkuvaz Grubu’nda geçirdi. Turkuvaz Grubu’nun İngilizce gazetesi Daily Sabah’ın kurucu genel yayın yönetmeni olan Karagöz, 2018 Ekim’inde TRT Uluslararası Haber Kanalları Genel Yayın Yönetmeni olarak atanmıştı.

Erdoğan’ın uçağına binecek gazeteciler listesini onunla birlikte hazırlayacak kadar Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un da yakın arkadaşı olan Karagöz, bu yılın başında TRT Uluslararası Yayınlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı’na getirilmişti. Karagöz’ün kurucusu olduğu Daily Sabah’ın Soylu’nun istifa haberini duyururken sokağa çıkma yasağının ilan edilme şeklini “beceriksizce, şişirme, acemice” anlamlarına gelen “botched” ifadesiyle duyurduğunu anımsatmakta fayda var.

Gazetenin twitter hesabından yayınlanan “Son dakika” görselli paylaşımda, “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 250 bin kişinin dükkânları ve fırınları doldurduğu Cuma gecesi beceriksizce yaptığı sokağa çıkma yasağı ilânı sebebiyle istifa etti” yazıyordu.

Gazetenin yayın yönetmeni İbrahim Altay konuyla ilgili olarak yine twitter’dan yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Daily Sabah’ın aşağıdaki haberi herhangi bir yorum içermemekte, bütünüyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendi açıkladığı istifa gerekçesine dayanmaktadır. Linke tıklayıp haberi okursanız DS’nin yalnızca olanları olduğu gibi aktardığını görebilirsiniz.”

Kısa süre sonra gazetenin twitter hesabından ilk tweet’le ilgili yayınlanan açıklamada, kullanılan ifadelerin Soylu’nun “açıklamasında belirtilenleri yansıttığı” vurgulandı. Açıklamanın devamında, “Daily Sabah devamlı olarak bakanın terör ve uyuşturucuyla mücadele gibi konulardaki pozitif çalışmalarını haberleştiriyor. Gazetenin hiçbir bireye karşı negatif ve subjektif bir tutumu yoktur” dendi.

Tepkiler Soylu’ya

Salgınla mücadelede sokağa çıkma yasağının doğru uygulama olduğunu savunanlar ve bunu dile getirenler iktidar tetikçileri tarafından sıklıkla “FETÖ’cü” olmakla itham edilmişti. Tüm muhalefet partisi liderlerinin ve CHP’li belediye başkanlarının çeşitli biçimlerde dile getirilen bu doğru talebi, “ekonominin çarkları dönsün” istendiği için duymazdan gelindi. Muhalefetin önerisini yerine getirme görüntüsü iktidarın tüm hücrelerine sinmiş olan kibri de sarsacağı için bu karara hep uzak duruldu. Acele edilmedi.

Halbuki merkezi iktidarın toplum çıkarına uyarak attığı tüm adımlar muhalif belediyelerin uygulamalarının kopyasıydı. Ancak, medyaya hakimiyetiyle iktidar bu zaaflarını görünmez kılmayı başardı. Yasak kararı isteyenlere “FETÖ’cü” diyen, onları aşağılamakla kalmayıp “iç savaş isteyenler” diye suçlayan yazılar yazanlar, 10 Nisan gecesi ortaya çıkan rezaletten de telaşla sokaklara dökülen halkı sorumlu tuttular.

Günlerdir uygulanan sosyal izolasyonu ortadan kaldıran ve yeni vakalara yol açması muhtemel izdiham görüntüleri, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca başkanlığında oluşturulan Bilim Kurulu üyeleri başta olmak üzere, birçok kesim tarafından da tepkiyle karşılandı. Yasağın duyurulmasından uygulanma şekline kadar birçok konuda eleştirilerin hedefi olan Soylu aynı gece bir TV kanalına telefonla bağlanmış, telaş edilmemesi gerektiğini belirterek ortaya çıkan görüntülerin büyütülmemesini istemişti. Yasağın daha doğru bir zamanlamayla önceden duyurulması gerektiğine dair eleştirilere karşı şu açıklamayı yapmıştı:

“Önden duyurmak bizim de düşündüğümüz bir şeydi. Burada acil meseleleri olanlar için bir duyuru yapmayı biz de değerlendirdik. Ancak yarım saat öncesinde duyurmakta bir zarar ziyan yoktur. Birkaç gün önce söylenseydi sanki daha çok telaş olurdu…” Soylu kendisini istifa noktasına getiren krizi başlatan cümleleri de bu yayında sarfetti: “İşin başından itibaren sayın cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla gerçekleşen bir süreç yönetimi ortadadır.”

Soylu’nun kritik “hatası”

İcracısı siyasi iktidar olan uygulamalarda devletin kararı alış ve uygulama biçimi ile yurttaşın buna nasıl tepki verdiği işin doğru yapılıp yapılmadığının belirleyicisidir. Sahibi bile bilinmeyen yazılı açıklamalarla iki gün sürecek bir yasağa yurttaşların hazır olmasını, paniğe kapılmamalarını beklemek akla zarar. Sokağa çıkma yasağı kararının duyulmasıyla birlikte yaşanan rezalet salgınla mücadele konusunda “hükümetin” beceriksizliğini ortaya koyan en önemli kanıt oldu. İç içe geçen yanlışlar silsilesiyle, iktidar cenahında küresel bir felaketle etkili mücadele etmektense günü kurtarmaya çalışan bir anlayışın hâkim olduğu herkesçe görüldü.

Soylu’nun istifasını açıklamasıyla kabul edilmediğinin duyurulduğu sürede geçen yaklaşık iki buçuk saatte, “istifa kabul etmez, kovar” diye bilinen Erdoğan cephesinde neler olduğu büyük önem taşıyor. Söylenen o ki, MHP’nin lideri Bahçeli, iki kez Erdoğan’ı arayarak istifanın kabulüne onay vermediklerini iletmişti.

Aldığı talimatı yerine getiren TRT’deki Pelikan ekibinin halka ilan ettiği yasak kararını öznesi bile olmayan bir açıklamayla duyurmak zorunda kalma sorumluluğu da Soylu’nun olmuş ve böylece ilk yarayı da almıştı. Soylu’nun bu oldubittiyi sahiplenmesi girdiği iktidar içi güç savaşının en kritik “hatalarından” biriydi şüphesiz. İsteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek. Ciddi bir yara almıştı.

Uzun zamandır AKP’nin klasiği haline dönen bir alışkanlık var. Bakan, milletvekili ya da herhangi bir parti yöneticisi, konuşmasına mutlaka yapılan işin Erdoğan’ın talimatı olduğunu söyleyerek başlamak zorunda. Ve mutlaka konuşmanın sonunda da bu vurgu yapılır ve cumhurbaşkanına teşekkür edilerek bitirilir. Yani, AKP’de artık katı bir kural halini alan geleneğe uygun bir refleksle davranmıştı Soylu. Kurt bir siyasetçi olmasına rağmen Soylu’nun hesap hatası, Erdoğan’ın her şeye karar veren bir muktedir olup yaşanan/yaşanacak hiçbir olumsuzluğun faili olmamasını gözden kaçırmasıydı. Bir başka ihtimal ise şu: Muhalefetin eleştiri kervanına parti içinden ve iktidar medyasından kimi isimlerin de katılması üzerine, Soylu Erdoğan’ı da sorumluluğa dahil eden açıklamasıyla, giderek büyüyeceğini öngördüğü tepkilerin iktidar cenahından gelen kısmını susturma gayesiyle kendince bir plan yapmıştı.

Pelikan’ın WhatsApp grubu

Daha önce yazılarına atıf yaptığımız eski Pelikancı Fırat Erez, birlikte çalıştıkları dönemde kendisinin de yer aldığı bir WhatsApp grubuyla ilgili şunları yazmıştı:

“Çalışan herkesin dahil olduğu bir whatsapp grubu var ve orada Süheyb Öğüt yok. Onun yerine Hilal Kaplan var. İşler daha alt gruplarda halledilirken o genel grupta günlük siyasi konular tartışılıp paylaşılıyor ve Hilal’in sürekli, bıktıran ‘Reis’ endoktrinizasyonundan geçilmiyor, ki problem de orada başlıyor.”

Erez’in ayrılmasından sonra muhtemel ki yeni kişilerin de dahil edildiği, Saray’da uzantıları olan Pelikan üyelerinin WhatsApp grubunda, kontrol altında tutulan medyadan bazı yayın yönetmenleri ve haber müdürleri de bulunuyordu. Ve 10 Nisan gecesi bu grupta, sokağa çıkma yasağının faili olarak linç ettirilecek kişi olarak belirlenen Soylu için planlar yapılıyordu. Hedef alınan kişi ve gruplara dair stratejilerin belirlenip talimatların verildiği bu grupta hakkında söylenenler bizim kulağımıza kadar geldiyse, Soylu’nun duymamış olmaması mümkün değildir.

İddiaya göre, Pelikan’ın ve söz konusu WhatsApp grubunun (y)etkili elemanlarından bir kadın gazeteci, sokağa çıkma yasağı rezaletinin ardından Soylu aleyhine kampanya örgütledi. Adeta Pelikan’ın örgüt yayını işlevini gören gazetenin yazarı, “Soylu bu dediğinin bedelini ödeyecek” dedikten sonra meslektaşlarına sokağa çıkma yasağının duyurulmasının ardından yaşanan rezaletleri öne çıkaran eleştirel haberler ve sosyal medya paylaşımları yapmaları gerektiği konusunda talimatlar vermişti.

Bu iddiayla ilgisi var mıdır, bilinmez ama, görevleri iktidarın her kusurunu örtmek olan kimi isimler sokağa çıkma yasağının duyurulmasının ardından yaşanan rezaleti eleştirenlerin arasına katılmıştı. Bakalım kimler neler yazmış:

Henüz sokağa çıkma kararı duyurulmamışken, “evde kalma kararı bilimsel değil siyasi bir karardır.. ne kadar olacağını siyasetçi bilir.. tabi bilim tavsiye eder..” iletisiyle konuya giriş yapan Cemil Barlas oldu.

İzdiham görüntülerinin ortaya çıkmasından sonra da bu yasak işi yanlış oldu.. millet aç kalmamak için kendini gece gece sokağa attı.. huzur rahat kaçıyir..” diye başladığı iletilerine şöyle devam etti:

İlk sahne alanlardan biri de Hilal Kaplan’dı. Kaplan Twitter hesabından, Sokağa çıkma yasağını uyguladığın dakikasında gece yarısı duyuracaksın. Başka türlü olmuyor, maalesef gördük”, “İzdiham görüntüleri sebebiyle en çok sağlık çalışanlarımızdan utandım. Çocuğuna bir aydır sarılamayan, bulaştırmamak için evine gidemeyen, her gün ölümle yüz yüze gelen onlar… Bizi affedin” ve Ne desek boş.. Neyse ki yasak başladı. En azından hafta sonu ‘keyif kalabalığı’ olmayacak. Bu da bir teselli” diyerek eleştiri korosuna katılmıştı.

Katıldığı TV programlarında linç ve işkence gibi insanlık suçlarını savunan Süheyb Öğüt’ün kardeşi Selman Öğüt de yengesini izleyerek eleştiri kervanına Twitter’dan katılmakta vakit kaybetmedi. Sokağa çıkma yasağı doğru bir karar. Ancak daha erken ilan edilmeliydi. İnsanlar temel ihtiyaçlar için marketlere akın etti deniliyor. Sosyal mesafe sıkıntısı yaşanmamalı” diye açılışı yapan Öğüt, Kimi diyor ki gece 02.00’da ilan edilmeliydi. Kimi diyor ki iki hafta önce duyurulmalıydı. Ama böyle ilan edilmemesi gerektiği açık…” diye devam etti.

İktidar medyasının çeşitli organlarında yer tutmuş olan kerameti kendinden menkul kimi isimler de açılan yoldan ilerlemekte gecikmedi. Kimi doğrudan uygulamayı eleştirerek, kimi de izdihama neden olanları eleştiriyor görüntüsü altında 10 Nisan rezaletini dolaşımda tutarak öfkeyi büyütüyordu.

Sabah’tan Dilek Güngör, 2 günlük sokağa çıkma yasağı geldi halimize bakın. Demek, 10 gün filan ilan edilse cinayet çıkacak. Bu nedir ya!” derken, Benzinciler açık olacak bu arada…” diyerek açılışı yapan Ersoy Dede, Ya luppo’suz kalıverirsek diye devam ettiği Twitter paylaşımlarını içki alanları gösteren bir videoya Sokağa çıkma yasağı, saat 21:00’den 45 dakika sonra duyuruldu. Genelgeyle market kapanış saatleri 21:00. Sonrasında açanlar suç işledi. Tekel bayileri ise zaten 22:00’den sonra içki satamaz. Bu saçma tablo bunların tamahkârlığı yüzünden yaşandı” diye yazarak sonlandırdı.

Sessizlikle geçiştirilen o müphem iki buçuk saatte birileriyle yapılan pazarlıkların yanısıra, Soylu’nun kalmasının mı, gitmesinin mi daha büyük hasar yaratacağına dair hesaplar da ortaya kondu. İddia doğru ise iktidar ortağı MHP’nin tavrı Erdoğan’a şimdilik geri adım attırdı.

Sabah gazetesi yazarlarından Melih Altınok da ATV’de yaptığı gece haberlerinde konuyu işleyeceğini belirttiği, Sokağa çıkma yasağı ilan edildi, insanlar marketlere alın etti. Yasakla ilgili merak ettikleriniz bu gece 23:40’ta atv Son Durak’ta!” dediği Twitter iletisiyle koroya katıldı. Altınok “Cuma Gecesi Dersleri” başlığıyla 12 Nisan’da kaleme aldığı yazısında da, “Bu yasak duyurulmadan önce vatandaşa ihtiyaçlarını karşılaması için yeterli süre verilmeliydi. İki belki üç gün… Bu süre içerisinde yasağın kapsamı kamuoyuna daha iyi şekilde anlatılır, tansiyon düşürülürdü” diye yazdı.

Fahrettin Koca istifanın eşiğinden döndü iddiası

Covid-19 salgınının Türkiye’de görüldüğünün resmi olarak duyurulduğu 11 Mart gününden itibaren en çok dile getirilen önlemlerden biri sokağa çıkma yasağıydı. Hatta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Bilim Kurulu’nun da bunda ısrarcı olduğu, ancak Erdoğan’ı ikna edemedikleri konuşuluyordu. Soylu’nun aldığı öne sürülen yasak kararından, iddiaya göre, Koca ve Bilim Kurulu üyelerinin haberi yoktu. Koca ve ekibi bu durumdan öylesine rahatsız olmuşlardı ki, iddiaya göre, istifa kararlarını Erdoğan’a bildirmişlerdi. Yeniçağ gazetesinden Orhan Uğuroğlu, 11 Nisan tarihli yazısında, ismini vermediği bir AKP milletvekilinin “Bize gelen bilgilere göre Sağlık Bakanı Koca istifanın eşiğinden döndürüldü” dediğini öne sürüyordu.

Soylu’dan özür, Saray’dan ret

Teamülleri tersten işleterek önce duyurusunun, sonra genelgesinin yayınlandığı sokağa çıkma yasağı rezaletinin yarattığı kriz derinleştikçe daha büyük hedef haline gelen Soylu son bir hamle yaparak Hürriyet’ten Ahmet Hakan’a konuştu. Toplamda 61 milyon nüfus barındıran 31 kentte ilan edilen yasak kararının duyurulmasıyla ilgili eleştirileri kabul etmeyen, “Daha erken ilan edilseydi daha uzun süre izdiham olurdu” görüşünü öne süren Soylu kimsenin AKP dönemi yetkililerinden duymaya alışık olmadığı sözlerle, “Eleştirileri de aldım kabul ettim. Hakaretleri de kabul ettim” dedi. Ancak Soylu, satır arasında yasak kararının alınmasının faili olmadığını “Karar zamanlaması açısından bakanlığımıza aittir” cümlesinin içine gizliyordu.

Erdoğan’dan af dileme olarak yorumlanan haberin yayınlandığı gün, CNN Türk’te Hakan Çelik’in programının konuğu Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dı. Kalın sokağa çıkma yasağının hep masada ve gündemde olduğunu belirterek Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine göre, ihtiyaç duyulduğunda uygulanmasında görüş birliğine varıldığını söyledi. Sözleri “Erdoğan’ın sesi” olarak yorumlanan Kalın, “Cuma günü kargaşa oldu. Gerekli tedbirler mutlaka alınacak, bunlar zamanlı şekilde açıklanacak” diyerek Soylu’nun özür dileme hamlesinin Saray katında reddedildiğini de ilan ediyordu.

Cep telefonunda yazılan, Twitter’dan duyurulan istifa mektubu

Gün boyunca sessizliğini koruyan Soylu pazar gecesi 21:24’te, cep telefonu uygulamasında yazdığı bir mektubu twitter hesabından paylaşarak İçişleri Bakanlığı görevinden istifa ettiğini duyurdu. Soylu, “mükemmel yönetilen süreçle uyuşmadı” dediği sokağa çıkma yasağının ardından yaşanan rezaletin sorumluluğunun tamamen kendisinde olduğunu vurguladığı istifa mektubunda Erdoğan’a bağlılığını da “Hayatımın sonuna kadar da sadık olacağım Sayın Cumhurbaşkanım beni bağışlasın…” diye ilan ediyor görünüyordu.

AKP’nin en baskın karakteristik özelliği, şeffaf olmadığı kadar, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde hatanın kendilerinde olduğunu kabul etmeme kibri. Soylu bu geleneğin dışına çıkıp ilk kez sorumluluk üstlenen bir istisnayla istifasını duyurmuştu. Soylu’nun istifa mektubundaki en dikkat çekici kısım ise “Gayretle ve titizlikle yürütülen bir süreçte, tamamen salgının önlenmesine yönelik hafta sonu sokağa çıkma kararının uygulanmasının sorumluluğu, her yönüyle şahsıma aittir” cümlesiydi.

Kararın değil, uygulanmasının sorumluluğunun kendisinde olduğunu vurgulayan Soylu, “şahsım” demeyi de ihmal etmiyordu. Ülkede “şahsım”ın kim olduğunu ise herkes biliyor. Aslında, Soylu’nun, millet ve Erdoğan’dan bağışlanmayı dilediği istifa mektubunda bile, “karar değil, uygulama ile ilgili sorumluluk benim” demesi “artık ne olursa olsun” noktasına gelmesinin ifadesiydi.

Salgının Türkiye’de görüldüğünün duyurulmasından dört hafta sonra, memleket koronavirüsle bağlantılı bir olayla en hareketli saatlerini yaşamaya başladı. Soylu’nun istifasının duyulmasıyla birlikte sosyal medyada inanılmaz bir savaş başladı. İtibarsızlaştırma görevi verilen Pelikan’ın istihdam ettiği troller, on binlerce mesajla, sokağa çıkma yasağı rezaletinin suçlusunun Soylu olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Pelikan trollerinin karşısına, Soylu trollerinin yanısıra, sevenlerinin dahil olduğu daha kalabalık bir kitle çıktı. AKP’li siyasetçilerin çatışmaya taraf olmaktan kaçındığı, sosyal medya üzerinden yürüyen cephe savaşında Soylu’ya destek veren siyasetçiler ise onunla ideolojik yakınlıkları olanlardı.

Erdoğan’ın istifadan bilgisi ya da haberi olup olmadığına dair kafa karışıklığı, dedikodular, kulisler, komplo teorileri havada uçuştu. Her biri meşrebine göre karşılık buldu. Hatta Soylu’nun yerine bakan olarak kimlerin düşünüldüğüne dair isimler bile sızdırıldı. Soylu telefonlarını kapatarak eşiyle birlikte Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıkarken sosyal medyada istifasının kabul edilmemesi yönünde ciddi bir basınç ortaya çıkmıştı. Soylu’nun istifasını açıkladığı 21:24’ten 148 dakika sonra, 23:52’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın Twitter hesabından Erdoğan’ın istifayı kabul etmediğini duyuran açıklama geldi. 

İktidar blokundaki herkes için bir Pirus zaferi anlamına gelen bu sonuçla birlikte sosyal medyada ortaya çıkan tabloya bakarak AKP’li olmanın gerçekten tuhaf bir ruh hali barındırmayı beraberinde getirdiğinin altını çizmek gerekiyor. Tablo şu: Erdoğan’ı putlaştıran bu kitle, buraya kadar anlatılanlara bakarak cumhurbaşkanının haberinin olmaması mümkün olmayan ve bizzat hanedanlık fertlerince düzenlenen bir Saray komplosuna küfürler ederek karşı çıkıyor. Şimdilik boşa çıkan bu komploda damadının değil, rakibinin yanında durmak zorunda kalan cumhurbaşkanı yüceltilip alkışlanırken, konuyla ilgisi sadece izleyici olmaktan ibaret muhalefete de “birlik beraberliğimizi bozamazsınız” sloganıyla küfürler ediliyor.

Halbuki ortalama bir akıl, “Soylu kendisini istifa noktasına getiren kararını duyurmadan önce bunu kimlerle konuştu? Ne hesaplandı ya da bir hesap var mıydı?” sorularını ve bunların yarattığı belirsizliği sormayı tercih ederdi. Bir de, Erdoğan’ın her iki durumda da hasar yaratacağı ortaya çıkan bir sarsıntıya neden bu kadar geç müdahale ettiğini. Hem de, “istifa kabul etmez, görevden alır” diye bilinmesine rağmen, Erdoğan’ın aynı bakanını ikinci kez istifadan vazgeçirmek zorunda kaldığı anlatısı gerçekten tuhaf.

“Defol git ulan, seni ben getirdim, ancak ben kovarım”

Hande Fırat’ın başlangıçta alıntıladığımız yazısındaki “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tanıyoruz. Normal koşullarda gitmek isteyene, üstelik kendisi ona telefonda ‘Kal’ demiş olmasına rağmen sosyal medya yoluyla açıklama yapana bir kez daha ‘Kal’ demesi mümkün değildir” tespitine itiraz eden çıkamayacaktır. Fırat’ın sözlerinin meali şu: Erdoğan istifa kabul etmez, kovar. Fırat’ın tespitinin teyidi ise, Erdoğan’la yollarını ayıran eski kurmaylarından Ömer Dinçer’den geldi. Başbakanlığı döneminde Erdoğan’ın müsteşarı olan eski bakanlardan Şehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Ömer Dinçer çarpıcı bir anekdotu Karar gazetesinde yayınlanan video-söyleşisinde şöyle anlattı:

“Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken benimle birlikte iki danışmanı vardı. Bir gün çat kapı odasına girdim. O sırada diğer danışman arkadaşla tartışıyorlardı. Ortam gergindi. Ama ben içeri girince sustular ve danışman arkadaş öfkeyle çıktı. Birkaç dakika sonra diğer danışman arkadaş yeniden geldi. Elinde istifa dilekçesini uzattı. Erdoğan okudu. Soğuk bir şekilde güldükten sonra, ‘Defol git ulan, seni ben getirdim, ancak ben kovarım’ dedi.”

AKP’nin Gülen Cemaati ile iktidar ortaklığının bitişinin başlangıcı 7 Şubat 2012’deki MİT soruşturmasıydı. Bu krizin iktidar ortaklığında yarattığı çatlak, süreç içinde kaçınılmaz olarak kırılmaya dönüşmüştü. Soylu etrafında yaşanan kriz AKP için ikinci bir 7 Şubat travmasıdır.

O halde, pazar gecesi Soylu’nun istifasını açıklamasıyla istifanın kabul edilmediğinin duyurulduğu süre arasında geçen yaklaşık iki buçuk saatte, “istifa kabul etmez, kovar” diye bilinen Erdoğan cephesinde neler olduğu sorusunun yanıtı daha büyük önem taşıyor. Bu konuda rivayetler muhtelif. Söylenen o ki, iktidar ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli, iki kez Erdoğan’ı arayarak istifanın kabulüne onay vermediklerini iletmişti. Yeniçağ gazetesinden Orhan Uğuroğlu da 15 Nisan günü bu iddiayı dile getirdiği bir yazı yazdı. Erdoğan’ın istifayı kabul ederek yeni atamalar yapacağını belirttiği yazısında Uğuroğlu şöyle diyordu:

Erdoğan’ı bu kararından vazgeçiren telefonun ise Bahçeli’den geldiği ve mealen şunları söylediği kulislere yayıldı: ‘Gerek ekonomik kriz, gerekse koronavirüs salgını dikkate alındığında ayrıca terörle mücadelede başarılı olan bakan Soylu’nun görevden alınmasının ve hükümette değişiklik yapmanın zamanı olmadığını değerlendiriyoruz.’”

Soylu’nun yanında yer alan Bahçeli, istifanın kabul edilmediğinin açıklanmasından kısa süre sonra Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Milliyetçi Hareket Partisi mezkur istifanın kabul edilmemesinden ziyadesiyle memnundur” diyerek desteğini ortaya koydu. Soylu da, bu açık desteğe, Bahçeli’yi arayarak teşekkür etti.

10-12 Nisan arasına sıkışan 48 saatlik krizin hikâyesi, teyit edilmemiş çeşitli iddialarla birlikte, böyle. İktidar bloku içindeki farklı klikler arasında yaşanan bir güç mücadelesinde en son sahne alan Erdoğan, kanımca istemediği bir karar almak zorunda kalıp müdahale ederek krizi şimdilik sonlandırdı. Krizin yaşandığı gece bilgi aldığım kimi kaynakların pazar öğle saatlerinden itibaren Soylu’nun istifa edeceğinin bilindiği iddiasının gerçekliğini taraflar doğrulamadığı sürece bilemeyeceğiz. Ancak buraya kadar anlattıklarımızdan yola çıkarak kriz ânında dile getirdiğim “Saray’dan Soylu’nun istifasının istendiği” iddiamın arkasında durduğumu söylemeliyim.

Bu iddiamın boşa düştüğünün kanıtı olarak gösterilen, Erdoğan’ın istifasını kabul etmeyerek Soylu’ya sahip çıktığına dair ortaya çıkan görüntü, sonuçları çok daha ağır olacak bir sarsıntıyı en az hasarla atlatma gayretinden ibaret. Sessizlikle geçiştirilen o müphem iki buçuk saatte birileriyle yapılan pazarlıkların yanısıra, Soylu’nun kalmasının mı, gitmesinin mi daha büyük hasar yaratacağına dair hesaplar da ortaya kondu. Kamusal sahiplenme ve iddia edilen doğru ise iktidar ortağı MHP’nin tavrı Erdoğan’a şimdilik geri adım attırdı, o kadar.

Sonuç niyetine: Peki ne olacak?

Şimdilik, atlatılmış görüntüsü verilmesine rağmen, alışık olunmayan biçimde, Saray’a kamuoyu önünde hatayı kabul ettiren bu ilk eşik hayli kritik bir önem taşıyor. İktidarın yönetme becerisini yitirdiğine ve meşruiyetinin bulunmadığına delalet eden bu eşiğin kişi kültüne dayalı tek merkezli bir iktidar anlayışı ve lider otoritesi için sarsıcı olduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü, yaşanan her olumsuzluktan azade tutulan Erdoğan için yaratılmaya çalışılan mükemmelliğin bir illüzyondan ibaret olduğu halk nezdinde de görünür oldu.

AKP’nin Gülen Cemaati ile iktidar ortaklığının bitişinin başlangıcı 7 Şubat 2012’deki MİT soruşturmasıydı. Bu krizin iktidar ortaklığında yarattığı çatlak, tarafların girdiği güç mücadelesi nedeniyle süreç içinde kaçınılmaz olarak kırılmaya dönüşmüştü. Erdoğan’ın AKP’den tasfiye edilen yol arkadaşlarının iki ayrı parti kurarak sahne aldığı da hatırda tutulunca, Soylu etrafında yaşanan kriz AKP için ikinci bir 7 Şubat travmasıdır. İyice belirginleşerek daha da derinleşen iktidar bloku içindeki çatlaklar, yaşanması kuvvetle muhtemel ikinci bir 17/25 Aralık benzeri travma sonunda yakın bir gelecekte kırılacaktır.

^