Son yedi yılda ırkçılık karşıtı hareket nasıl serpildi? Korona günlerindeki öz-örgütlenme ayaklanmaya nasıl bir zemin hazırladı? İsyanın sokaktaki ruhu geleceğe dair nasıl bir umut yaratıyor? New York Kooperatif İttifakı’nın kurucularından feminist coğrafyacı Lauren Hudson’ı dinliyoruz.
İsyanın arkasındaki Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinden ve diğer taban örgütlerinden bahseder misiniz?
Lauren Hudson: Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi ve onun yaygınlaştırılmasını sağlayan, ırkçılığın kökünün kazınmasına yönelik daha geniş tabanlı Siyah Hayatlar Hareketi, 2012’de 17 yaşındaki Trayvon Martin’in George Zimmerman tarafından öldürülmesinin ardından kuruldu. Siyah Hayatlar Önemlidir sadece polis karşıtı bir örgüt değil. Aynı zamanda siyah hayatların değerinin geri verilmesi anlamına geliyor. Polis şiddeti ve polissiz bir dünya üzerine düşünmeye yönelik bir çağrıda bulunuyor. Ancak, aynı konularda mücadele eden gerek 2013 öncesinde gerek sonrasında kurulan –Amerika’da Siyah Sosyalistler, Siyah Sendikacılar Koalisyonu, Blackout Kolektifi–, birçok başka solcu örgüt mevcut. Siyah Hayatlar Önemlidir son yedi yılda giderek enternasyonal hale geldi. Öte yandan, isyan sırasında başka örgütlenme stratejileri de alttan alta işlemeye devam ediyor. Örneğin, topluluk temelli örgütlenmeler zaten halihazırda beraber çalıştıkları insanları isyan için harekete geçirebildi.
Korona günlerinde hızla kurulan yardımlaşma ağları da kendi çevreleriyle katıldı. Polis kurumunun kaldırılması için mücadele eden örgütler (abolitionists) en ön saflarda yer alıyor. Yani aslında çok yönlü bir örgütlenme söz konusu. Dışardan bakan birinin kafasının karışması, “Bu isyanın arkasında kim var?” diye kendi kendine sorması çok doğal. İşin içinde bol miktarda öfke kaynaklı kendiliğindenlik; bizzat mahalleli, sıradan insanlar ve ayaklanmalar tarihinde her zaman varolmuş siyah kilise cemaati de var.
Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinin kurucularından Marksist feminist Alicia Garza, “yedi yıl önce herkes bizi ‘aşırı radikaller’ diye tanımlıyordu, sayısız kaybedilmiş yaşamın ardından nihayet mesajımız herkese ulaştı” diyor. Nasıl oldu bu?
Aslında son yedi yılda hiçbir şeyin değişmediğini gördük. Tersine, şiddete sadakatin arttığı bir dönem yaşadık. Reforma yönelik küçük jestler sergilendi. Mesela 2014’te, Eric Garner’in Daniel Pantaleo adlı polis tarafından boğazı sıkılarak öldürmesini hatırlayalım. Hemen herkes bir anda polislerin vücut kamerası taşıması gerektiğini konuşmaya başladı. Fakat nihayetinde reforma dayalı değişiklikler, yeni türden polislik faaliyetlerine yol açmaktan ve polisin elini güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Yedi yılda ortaya çıkan enerjinin sürekli içinin boşaltıldığına şahit olduk. Bu da insanlarda çok derin bir hayal kırıklığı yarattı. Oysa, insanların hafızasında vahşet olanca tazeliğini koruyor. George Floyd’a yapılanları görmek tam manasıyla bir reddiyeye sebep oldu. Herkes gönlümüzü almaya yönelik jestlerin artık fayda etmediğini gördü. Bu jestlere kulak asmamaya ve işin kökünü kurutmaya karar verdik. Bu 2013’te mümkün olmamıştı. Ancak ortada hâlâ bir tehlike var. Çünkü devşirme mekanizmaları işlemeye devam ediyor. Mesela Washington kenti belediye başkanı Muriel Bowser caddelere Siyah Yaşamlar Önemlidir grafitileri yaptırıyor. Ancak bu tür jestler de hemen reddediliyor, aynı duvara “Öyleyse polisin bütçesini kes” yazılıyor. İşte bu hattı, bu cepheyi korumak hayati önemde. Bu yüzden şu kısa dönemde ortaya çıkan reddiye hali o kadar esinlendirici ve heyecan verici ki.
Feminist coğrafyacı Gilmore’ın dediği gibi, biz siyahlar birçok yolla “zamansız ölüm” ile burun buruna getiriliyoruz. Sadece hayatımız değil, seçeneklerimiz, tercihlerimiz, kendimizi ve ailemizi yeniden üretme becerimiz kıyasıya daraltılıyor.
ABD ölçülerinde “ilerici bir demokrat” diye anılan New York belediye başkanı Bill de Blasio gösterilerde epey yuhalandı.
Evet, gerçekten de seçimlerden önce kendisini “ilerici” olarak konumlandırmıştı. Zaten bu yüzden kazandı. Ancak Eric Garner’ın öldürülmesinin ardından yapılan gösterilerde sadece duygusal mesajlar verdi, siyasi sorumluluktan kaçtı. Nihayetinde polis sendikasına asla cephe almayacağını gösterdi. Şimdi durumu gerçekten traji-komik. Çünkü ırkçılık karşıtı hareket de, polisler de kendisinden hazzetmiyor. İki tarafın da nefretini kazandı. Şu anda bile polisin yanında gözükmeye dair takındığı tavırları insanın aklı almıyor. Bir yandan da New Yorkluları “hafta sonu reformculuğu” ile tavlayabileceğini düşünüyor. Buna orta yolculuk bile demek zor. Ona olan nefretimiz herhalde polislerle tek ortak noktamız.
2018 Şubat’ında, Georgia eyaletinde Ahmaud Arbery, Travis ve George McMichael tarafından takip edilip küfürler eşliğinde katledildi. Olayın videosu sosyal medyaya yansıdı, ama katiller protestolara kadar tutuklanmadı. Ardından linçe karşı üç siyah senatörün yasa teklifi Senato’dan geçmedi. Bu durum ABD’de ırkçılık adına ne söylüyor?
Aslında bu buz dağının görünen ucu. O katiller paçayı sıyıracak. Sadece Georgia’dakiler değil, ülkedeki tüm kurumların yaklaşımı böyle. “İnsan öldürme hakları”ndan ödün vermek istemiyorlar. Linç yasasına karşı olmaktan başka seçenekleri var mı? Bu yüzyıllardır süregiden bir “pratik”. Statükonun ta kendisi. Yani aslında polisin sapkınca davrandığını söylemek yanlış olur. Polis güçlerine ve hapishane devletine sanki tarafsız kurumlarmışçasına yaklaşmak tehlikeli. Sonuçta statüko bu insanlar ve kurumlarca nesilden nesile aktarılıyor. İsyan sırasında da bunu görüyoruz: Polislerin varlık sebebi protestoculara karşı olmaktır. Hiç de “tarafsız” değiller. Hayatlarımızı sekteye uğratma ve mahvetme haklarını savunmak adına sokaklarda mücadele veriyorlar.
Bazı polislerin göstericilerle beraber davrandığına, anmalarda diz çöktüğüne dair videolar yayınlandı.
Ucuz bir halkla ilişkiler faaliyeti. Gerçekle hiçbir ilgisi yok. Bu tavsiyeyi kimden aldılar, bilmiyorum. Aslında derinden karşı çıktıkları bir şey yapıyorlar. Irkçılık karşıtı protestolarıyla tanınan siyah futbolcu Colin Kaepernick’in hâlâ işsiz olduğunu unutmayalım. Ancak onun sahadaki protestoları nasıl ki takım sahipleri ve futbolcular arasındaki dinamikleri değiştirmiyorsa, polislerin diz çökmesi de temel dinamiklerde bir değişiklik yaratmaz. George Floyd’un ölümünü protestolarda yeniden canlandırmak, dakikalarca yerde yatmak da halka ilişkiler veçhesinden dahi yersiz bir seçim. Buffalo kentinde göstericilerle beraber diz çöken polis ertesi gün 75 yaşında bir göstericiyi yere savurarak feci şekilde yaraladı. Ayaklanma sayesinde bu çelişkiler had safhada berraklaştı ve keskinleşti. Polis gerçekte sadece şiddet hakkını savunuyor.
Angela Davis ABD’de yapısal, sistemli bir ırkçılık olduğunu söylüyor. Tarihçi Carol Anderson ABD’deki ırkçılığı “bürokratik şiddet” olarak tanımlıyor. Yani mesele polisin çok ötesinde, öyle değil mi?
Şiddetin gerçekten de birçok farklı veçhesi var. Feminist coğrafyacı Ruth Wilson Gilmore’ın dediği gibi, biz siyahlar birçok yolla “zamansız ölüm” ile burun buruna getiriliyoruz. Sadece hayatımız değil, seçeneklerimiz, tercihlerimiz, kendimizi ve ailemizi yeniden üretme becerimiz kıyasıya daraltılıyor. Barınma konusundaki ayrımcılıkla, farklı “kırmızı çizgilerle”, bizi müşterek refahtan uzak tutuyorlar, onu çocuklarımızın tevarüs etmesini engelliyorlar. Eşitsiz coğrafi dağılım eğitim hakkından mahrum kalmamıza hizmet ediyor. Bu liste hayatın her detayına kadar uzatılabilir. Eğer sadece servet birikimine dayalı bir toplum şekillendirmeyip bu birikimi bir de mülkiyette sabitlerseniz, böyle eşitsiz coğrafyaların oluşmaması imkânsız.
Devşirme mekanizmaları işlemeye devam ediyor. Mesela Washington belediye başkanı caddelere Siyah Yaşamlar Önemlidir grafitileri yaptırıyor. Ancak bu tür jestler hemen reddediliyor, aynı duvara “Öyleyse polisin bütçesini kes” yazılıyor.
Böylece tıpkı iklim değişikliğinde olduğu gibi, pandemiden de daha fazla etkilenmeye maruz topluluklar yaratırsınız. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Mesela şu anda Brooklyn’de yaşadığım mahallenin büyük çoğunluğu siyah. Mahalle inanılmaz bir hızla soylulaşıyor. Yeni açılan AVM’ler, lüks dükkanlar fiyatları hızla yukarı çekiyor. Mahallede hem siyah hem de epey yaşlı bir nüfus yaşıyor. Birçok yaşlı bakımevi var. Bu durum sağlık açısından birçok riski beraberinde getirdi. Zira ülkede salgın en hızlı yaşlı bakım evlerinde yayıldı.
Richmond belediye başkanı Levar Stoney, “ABD’de iki tür virüs var: Irkçılık ve korona, ikisi de siyahlar için ölümcül” diyor. Korona günlerindeki korkunç tablonun nedenleri ne?
Virüsle ırkçılığı birbirine karıştırmamak lâzım. Bu türden bir benzetme sistemli ırkçılığın nasıl işlediğini gözardı ediyor. Virüs sizi etkilediği için bir anda pis bir ırkçıya dönüşmüyorsunuz. Irkçılık insanları haklarından ve hayatlarından mahrum etmeyi amaçlayan planlı bir örgütlenme. Oysa, gerçek virüs sadece varlığını sürdürüyor ve çoğalıyor. Ancak ikisinin benzediğini söyleyen insanlar aslında kendi deneyimlerini aktarıyor. İsyana katılanlar şöyle düşünüyor: “Eğer sokağa çıkarsam ya virüs ya da polis tarafından öldürülme ihtimalim var.” Salgın günlerinin ardından insanlar diğerleriyle ittifak kurmak, kendilerinin hâlâ bir fail olduğunu idrak etmek için de protestolara katılıyor.
Korona konusunda tüm ülke gibi New York’ta da çok geç harekete geçildi. Hem vali Andrew Cuomo hem de belediye başkanı Bill de Blasio çok ağır davrandı. İkisi de martın ilk günlerinde “sakin olun, metrodan çekinmeyin, işinize gidin, her şey güzel olacak” makamından konuşuyordu. Ancak martın ortasında işin vahametini idrak ettiler. Siyah mahallelerde koruyucu malzemeye, dezenfektana, maskelere çok daha geç ulaşıldı. Salgının tepe noktasına kadar mahallelerimize maske dağıtmadılar. Dağıtmaya başladıklarında zaten insanlar maske atölyeleri kurmuş, kendi aralarında örgütlenmişti. Renkli ırklardan insanların yaşadığı mahallelerde gıda çok kıttı. Siyah mahalleler ciddi bir açlıkla karşı karşıya geldi. Devlet yerine kiliseler, aşevleri devreye girdi. Zaten normalde de birçok mahalleli, başka bir seçeneği olmadığı için karnını buralarda doyurur. Korona günlerinde insanlar marketlere gitmekten çekiniyordu. Ancak gitseler de zaten yeterli miktarda gıda bulamazlardı. Üretim ve tüketim ağlarındaki uyumsuzluk ayyuka çıktı. Endüstriyel et üretim tesisleri ürünlerini gömmek zorunda kaldı. Tesislerdeki tüm çalışanlar ve aileleri virüsü kaptı.
Siyah mahallelerde koruyucu malzemeye, dezenfektana, maskelere çok daha geç ulaşıldı. Salgının tepe noktasına kadar maske dağıtmadılar. Dağıtmaya başladıklarında insanlar maske atölyeleri kurmuş, örgütlenmişti.
Öte yandan, karşılıklı yardımlaşma ağları iyi işledi. Kişisel korunmaya yönelik araçları üretip dağıtabildik. Elbette bir dayanışma ruhu söz konusuydu. Hepimiz aksi takdirde hastalanacağımızı biliyorduk. İki ay boyunca bu bilinçle örgütlendik. Çünkü salgının asıl merkez üssü bizim yaşadığımız mahallelerdi. Öte yandan, yardımlaşma ağları aynı zamanda sıkı ilişkiler kurmamıza da vesile oldu.
Renkli ırktan insanların yaşadığı mahallelerde risk oranının yüksek olması gibi, hizmet sektöründeki elzem emekçilerin yaşadığı mahallelerde de virüs hızla yayıldı. Evden çalışma imkânı olmayan bu insanların çoğu ailelerinin hâlâ para kazanan yegâne üyeleriydi. Ve elbette, hiç de şaşırtıcı değil, elzem emekçiler arasında Doğu New York’ta, Batı Queens’de ve Bronx’ta yaşayan renkli ırktan insanlar çoğunluğu oluşturuyor.
Peki bu insanlar madem bu kadar elzemdi, patronları karşısında niye bu kadar zayıf bir konumdalar, sendikalaşma oranları niye bu kadar düşük? Yeniden üretim alanındaki devasa sorunlar salgınla birlikte su üstüne çıktı.
Medyada, Andrew Cuomo hakkında, “Trump’a rağmen New Yorklular için canla başla çalışan bir vali” tablosu çizildi.
Eğer Cuomo’nun yaptığı olumlu bir iş varsa, bu daha çok eyalet valisi olarak federal hükümete kıyasla daha fazla yetkisi bulunmasından kaynaklanıyor. Federal devletten ziyade eyalet yönetimleri sorumluluk aldı. Trump zaten pandemi tırmanmadan önce, valilere “başınızın çaresine bakın” demişti. Yani aslında Cuomo bir ölçüde Trump’ın talimatlarına uydu. Cuomo’nun New York dışında her yerde övgülere mazhar olmasının endişe verici yanı, ondan yeni bir Rudy Giuliani çıkarmaya teşne olunması. Giuliani’ye 11 Eylül saldırısı sonrası zaten görevini yaptığı için tutulan alkışlar, onu “ABD’nin belediye başkanı” diye anmanın sonuçları vahim oldu. Cuomo’yu “ABD’nin valisi” yapmaktan imtina etmemiz şart.
Pandemi sürecinde ABD’deki milyarderlerin serveti yarım trilyon dolar artarken 40 milyon kişi işini kaybetti. Halka sadece iki kereye mahsus, 1200 dolar yardım yapıldı. Bu uçurumun isyanda bir payı olduğunu düşünüyor musunuz?
New York’ta dükkânların, küçük işletmelerin bir daha açılmamak üzere kepenklerini indirdiklerini, yüz binlerce insanın bu nedenle işini kaybettiğini, hizmet sektöründeki vahim tabloyu neredeyse iç organlarına kadar görebiliyorsunuz. New York’ta kira ödemeleri durdurulmazsa orta vadede bile düzlüğe çıkmamız imkânsız. Kurtarma planlarında mal-mülk sahiplerini, serveti asıl yaratan insanlara tercih ettiler. Böylece trilyonlarca doları şirketlere aktarıp büyük bir soygun gerçekleştirdiler. Salgın öncesinde zaten uzun zamandır ekonomik durgunluk hüküm sürüyordu. Şimdi kriz çok derinleşti. Bu veçheden bakıldığında, 1200 dolarlık destek çekleri hiçbir anlam ifade etmedi. Ben mesela onu aldığım gibi kiraya harcadım.
Şu anki isyan gıdım gıdım yapılan yardımların hayatımızda bir karşılık bulmadığının kanıtı. Çelişkiler küçük müdahalelerle geçiştirilemeyecek kadar devasa. Çelişkiler devrimci bir süreci mümkün kılacak kadar olgunlaştı.
İnsanlar başka ülkelerdeki, Avrupa’daki, Asya’daki destek planlarını takip ediyor. Ekonomik durum o kadar felaket ki, iktidar her nevi müdahalenin, yardımın olumlu bir karşılık bulacağını umut ediyor. Şu anki isyan gıdım gıdım yapılan o yardımların hayatımızda bir karşılık bulmadığının kanıtı. Ortadaki çelişkiler artık küçük müdahalelerle geçiştirilemeyecek kadar devasa. Çelişkiler devrimci bir süreci mümkün kılacak kadar olgunlaştı.
Korona günlerinde devletin aldığı önlemlerin pespayeliğine, eşitsiz ekonomik yardımlara şahit olduk. Bir de üzerine George Floyd ile bizi taammüden öldürmeye karar verdiklerini beyan ettiler. Salgın sırasında bazı reformları kabul edecek bir kitle bulunduğunu düşünüyorum. Ama bu eşik artık aşıldı.
Trump’ın Ulusal Muhafızları göreve çağırması, aşırı sağcı grupları, orduyu bir tehdit olarak kullanması ve iç savaştan bahsetmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
New York polis gücünün yıllık bütçesi 6 milyar dolar. Ülkede zaten bir iç savaş hüküm sürüyor, şehirlerde polis orduları dolaşıyor. Yani zaten işgal altındayız. Trump’ın bu konuda çok eleştirildiğini, Arkansas senatörü Tom Cotton’un New York Times’da yayınlanan ve orduyu göreve çağıran yazısının infial yarattığını biliyorum. Ardından yazıyı koyan editör işten çıkarıldı. Cotton’a kendi saflarından insanlar da itiraz etti. Açıkçası, Trump’ın kararlarının analizini yapmak için vakit harcamaya gerek yok. Bu ülkede hep daha yoğun bir iç savaş tehlikesi mevcut. Sonuçta, hem günbegün hem de şu an sokaklardaki haliyle, polis şiddetiyle iç içe yaşıyoruz.
Ayaklanma için örgütlenmek insanlar arasında nasıl bir duygu dünyası uyandırdı? Geleceğe dair nasıl bir umut yeşerdi?
İnsan iliklerine kadar değiştiğini hissediyor. Gerçek zamanlı, kesintisiz bir dayanışma içindeyiz. Sokak sıhhiyecileri ABD’de gösterilerin yerleşik bir unsurudur. Çünkü bu ülkede gösteri demek devlet şiddeti demektir. Öte yandan, isyan sırasında katıldığım gösterilerde daha önce hiç şahit olmadığım bir şey yaşıyoruz: Özel mülkler, ticari alanlar kamuya açılıyor. Wall Street’i İşgal Hareketi‘nde böyle bir şey yaşanmamıştı. Wall Street’teki bir Starbucks’ı ihtiyaç gidermek için kullanıyorduk. Onlar da isteksiz bir şekilde göz yumuyordu. Şimdi ise binlerce ticari mekân “eğer soluklanacak ya da saklanacak bir yere ihtiyacın varsa, buyur gel” diyor. İnsanlar evlerine buyur ediyor, sokağa çıkma yasağı sırasında sokakta olanlara “hey yoldaş gel, biraz dinlen” diye pencerelerden bağırıyor. Bu çok ilham verici. Aslında açılan sadece özel mülkiyet alanları değil, aramızda yeni türden ilişkiler kurmaya başlıyoruz. Bu sadece George Floyd’un öldürülmesi ile alâkalı değil. Covid-19’la beraber verdiğimiz örgütlü tepkiye de dayanıyor. Çünkü mahallelerdeki karşılıklı yardımlaşama ağları dostluk düzleminde faaliyet gösteriyor. Sadece yemek dağıtılmıyor, o yemek paylaşılıyor ve yeni ilişkiler ortaya çıkıyor. Yardımlaşma maske ve dezenfektan üretmekten hapishanedeki arkadaşlarımızla dayanışmaya kadar uzanıyor. Yani aslında korona günlerinde başka türden müdahalelere de elverişli bir altyapı kurduk. Buna son yedi yıldaki tüm çabalarımıza rağmen daha önce tanık olmamıştık. Dayanışma ekonomilerinde her zaman şöyle deriz: İşbirliği bereket getirir. Yani mesele müşterek yönetilen küçük adalar yaratmak değildir. Her şeyden önce özel olanı kamusallaştırmaktır. Ve buna tüm ilişkilerimiz dahildir. Ailenizin dışındaki yoldaşlık ağlarına açılmanın bir yöntemidir. İsyan dayanışma ağlarıyla birleşince tam da bu türden ilişkilerde bir bereket yarattı.
New York’ta onlarca eylem aynı anda gerçekleştiriliyor. Bunun taşıdığı potansiyel muazzam. Aramıza yeni insanlar katılıyor, güvene dayalı ilişki ağları hiç olmadığı kadar yaygınlaşıyor. Her şeyden öte, polisi topyekûn reddeden yaklaşım etrafındaki ittifak çok büyüdü.
Korona günlerinde evden, internet üzerinden birbirimizle bağ kurduk. Bu da ilişkiler ağını yaygınlaştırdı. Şimdi Covid-19 ve isyanın üst üste gelmesiyle, Wall Street’i İşgal Hareketi’‘nin aksine, kamusal alan mı özel alan mı olduğu belirsiz, tuhaf bir parkta değil, birçok mahallede, geniş bir coğrafyada eşgüdümlü faaliyet gösteriyoruz. İşgal Hareketi’nin fikirleri küresel olsa da, hareket aslında tek bir parka odaklanmıştı. Şu anda New York’ta onlarca eylem aynı anda gerçekleştiriliyor. Bunun taşıdığı potansiyel muazzam. Aramıza yeni insanlar katılıyor, güvene dayalı ilişki ağları hiç olmadığı kadar yaygınlaşıyor. Her şeyden öte, polisi topyekûn reddeden yaklaşım etrafındaki ittifak çok büyüdü. Mesela “8 Can’t Wait” gibi kolluk güçlerinin reformuna çağrı yapan platformlar hızla polis karşıtı saflara katıldı.
İşgal Hareketi akabinde bir tür depresyon yaşamıştık, birçok şey sistem tarafından devşirilmişti. Bunları görmek gerçekten üzücüydü. Ama o dönemde kurulan bazı ilişkiler günümüze kadar devam edip dayanışma ekonomilerinin kuruluşunda, kamusal mekânların ortaya çıkışında etkili oldu. Şu anki ayaklanmada bunun da bir miktar pay sahibi olduğunu düşünüyorum.
Joe Biden isyan karşısında uzun süre suskun kaldı. Bernie Sanders’dan ziyade ona oy vermeye eğilimli siyahlar çoğunluktaydı. Kasım ayındaki seçimler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Önemli olan, Sanders etrafında toplanan angaje grubun uzun vadede nasıl beraber çalışacağı. Bu grubun ne kadar devrimci bir potansiyeli var? Asıl ilgi çekici olan bu. Biden’a gelince, destekçilerinin neredeyse üçte birini siyahların oluşturmasını Obama’nın başkan yardımcılığını yapmış olmasına bağlamak yetersiz bir açıklama gibi geliyor. Bence asıl kulak kabartılan mesajı “Trump dönemi bir anomali, benimle birlikte ülke normale dönecek.” Öte yandan, Obama ile yakınlığı da şüphe götürür, zira Obama Biden’a canı gönülden destek vermiyor. Demografik farklılıkları da göz önünde bulundurmak önemli. Evet, Sanders’ın destekçilerinin yüzde 15’i siyahlardan oluşuyor. Ancak aynı zamanda Sanders’ın destekçilerinin üçte biri 30 yaşın altında. Biden’da bu oran sadece yüzde 6. Bu devasa bir fark. Bu fark siyahlar açısından da geçerli. Tipik siyah Amerikalı demokratlar adına konuşamam, hiçbir zaman bu grupta yer almadım. Ama Biden etrafında heyecan verici bir enerji olmadığı da açık. Gençler artık “eski güzel günler” teranesini yutmuyor.
Sanders’ın destekçilerinin yüzde 15’i siyah. Ancak, aynı zamanda Sanders’ın destekçilerinin üçte biri 30 yaşın altında. Biden’da bu oran yüzde 6. Bu devasa bir fark. Bu fark siyahlar açısından da geçerli.
Donna Haraway, korona günlerinde verdiği bir söyleşide, dayanışmadan bahsederken “her zaman düşündüğümüzden fazlası, gerekenden azı var” diyor. İsyanı ve korona günlerini beraber yaşayan sizler için dayanışmanın boyutları, sınırları neler?
Kimin açısından gerekenden az? Yapısal açıdan durum açık. Siyahlar sadece hayatlarını yeniden üretebilmeleri için gerekli kamu desteklerinden mahrum bırakılmıyor, bunu kendi başımıza kotarmaya çalıştığımızda da şiddetle bastırılıyoruz. Gereğinden az finansal kaynağımız, sağlık, eğitim ve barınma olanaklarımız var. Kamu kurumlarının kaynakları kuşa çevrilmeye devam ediyor. Çalışanlarına yaşam ücreti ödemeyi reddeden bir kamu üniversitesinde (CUNY) okudum. New York’un gençlerini eğiten insanların kentte yaşayabilecek parası dahi yok. Tüm bunlara karşı dayanışmacı bir ekonomi ve örgütlenme inşa ederken gerekli miktarda mekândan da yoksunuz. Eksikliğini hissettiğimiz “mekân” yeterli düzeyde bir güven ilişkisi. Örgütlenmenin daha çekici, seksi yanlarına kıyasla “güven inşasını” hep ikinci plana atıyoruz. Aslında tam tersi, her şeyi bir arada tutacak esas şey bu. İnsanın derin yoldaşlık ya da arkadaşlık bağları bulunabilir. Bu ikisi illa aynı anlama da gelmiyor. Tüm yoldaşlarım illa da en yakın arkadaşlarım değil. Ancak, güven tüm bunları birbirine bağlıyor. Sendikal örgütlenmede yer almış herkes bu türden dostluk ve güven ilişkilerinin kurulmasının öneminin farkındadır. Bugünlerde krizin yapısal eleştirisi etrafında hepimiz birleşiyoruz. Şimdi, isyanın da katkısıyla, rüzgârın yönünün değiştiğini görüyoruz. Daha iyi bir dünya isteyen insanlar örgütlenirken nasıl ilişkiler kurmaları gerektiği üzerine de kafa yoruyor. Feminist bir yazar ve ebe olan Adrienne Maree Brown şöyle soruyor: “Burayı, bu örgütlenmeyi en arzu edilen yer haline nasıl getirebiliriz?” Örgütlenmelerimizi seksi ve arzulanır hale getirmeliyiz.