2018 DÜNYA KUPASI: KİM KAYBETSİN, NE KAZANSIN? –1

Yücel Göktürk
14 Haziran 2018
SATIRBAŞLARI

2018 Dünya Kupası menzile vardı, başlama vuruşu bugün yapıldı. Bir ay boyunca bütün gezegen onu konuşacak. Akla gelen, gelmeyen envai boyutuyla. Çorbada bizim de tuzumuz bulunsun. “Futbol sadece futbol değildir”e “kişisel olan politiktir”i ekleyerek, öznellikle nesnellik arasında gidip gelerek, “kurgu, etik bir meseledir” diyen Jean-Luc Godard’a selam ederek, “kazansın-kaybetsin”li Dünya Kupası tefrikamızın ilk bölümünü huzurlarınıza getiriyoruz.

Aslına bakılırsa, ne bizim tadımız tuzumuz var, ne de Dünya Kupası’nın. Ama koskoca Dünya Kupası neticede, gezegen bir ay boyunca onunla yatıp kalkacak, onu konuşacak. Tarihe not düşmemek olmaz.

Hem belki 24 Haziran’da ve ardından 8 Temmuz’da sevinç taklaları atacağız. O taklaları tuttuğumuz takımların zaferleriyle birlikte atsak fena mı olur? O yüzden kupayı ıskalamayalım, seçimlerimizi şimdiden yapalım. Kalbimiz kimlerle atacak teşhis edelim.

Evet, kupanın tadı yok: Galler yok bir kere. Halbuki Euro2016’nın ne güzel tozunu atmışlardı. Yarı finale kadar gelmişlerdi, kupayı kaldırmaya ramak kalmıştı. Fransa maçında o talihsizlik olmasaydı…

Dünya Kupası elemelerinde olmayacak bir şey yaptılar, maçları yenilgisiz bitirdiler ve 1985-86 sezonunun Derwall’li Galatasaray’ının ligi namağlup bitirip şampiyon olamaması misali, gruptan çıkamadılar.    

Mavi Enternasyonal

Gareth Bale’in “Bolt deparları”ndan, “Füze Selami” şutlarından, parmak ısırtıcı atraksiyonlu gollerinden mahrum kalacağız. Arsenal’in çift yönlü virtüöz dinamosu, yaratıcı pasların, sürpriz gollerin kahramanı Aaron Ramsey’i de göremeyeceğiz. Partneri Joe Allen’ı keza. Oyunculukları bir yana, latif simalarını da…

Enternasyonal Mavi parolamız olsun. Hem milliyetçiliğe panzehir olsun, hem taraftar totemi: Gönlümüzdeki kare asın da formaları mavili. Fakat sırf “International Blue”nun açılışındaki Japonca mavi tarifi için bile Japonya’ya tezahürat şart.

Galler yok, ama Manic Street Preachers olsun. Yeni albümlerinden gelsin: International Blue. Bu, Enternasyonal Mavi parolamız olsun. Hem milliyetçiliğe panzehir olsun, hem taraftar totemi: Gönlümüzdeki kare asın da formaları mavili. Fakat sırf International Blue’nun açılışındaki Japonca mavi tarifi için bile Japonya’ya tezahürat şart.

Napoliten şarkılar

Evet, kupanın tuzu yok: İtalya yok. Altmış senedir ilk defa o “gök mavisi” formanın, Azzurri’nin olmadığı bir kupa. “En çok kazananlar” sıralamasında, beş kupalı Brezilya’dan bir eksikle, Almanya’yla birlikte ikinciliği paylaşan büyük ekol… O defans dehasını göremeyeceğiz. Rahmetli İslâm Çupi’nin kırk yıl önce, “defans değil, asit kuyusu” diye tabir ettiği geleneğin çıtasını daha da yukarı çeken Chiellini-Barzagli-Bonucci üçlüsünü tilt olarak ve fakat hayranlıkla seyredemeyeceğiz.

Ama asıl üzücü olan “altın eldiven” Buffon’un olamayışı. Kendisine pek bir yakınlık duymasak da, saygıda kusur etmek ne mümkün. Ayrıca, hangi sporsever rekorları sevmez? 2018, yer aldığı altıncı Dünya Kupası olacaktı. İlki, yedek beklediği 1998’di. Dile kolay, 21 yıl boyunca 176 defa İtalya kalesini korudu. Saygı duruşu. İlaveten bir alkış: Takım arkadaşı, Juventus’un Arjantinli gol ayağı Higuain’in yalancısıyız, bu kupada Arjantin’i tutuyor. Gianluigi’yle ilk defa aynı formayı giyiyoruz!

Gramsci’ye soralım: “Futbol insan sadakatinin açık hava krallığıdır.” Oscar Wilde’a soralım: “Futbol işçi sınıfının balesidir.”

Herhalde, Napoli en başta, güney İtalya’nın da kalbi Arjantin’le atacak. 1990 Dünya Kupası’nda, Napoli’de oynanan İtalya-Arjantin yarı finalinin öncesinde, Maradona “tribünler İtalya’yı değil, bizi tutacak” derken sadece Napoli’ye yaşattığı şampiyonluğa, taraftarın gönlünde kazandığı Commandante rütbesine güvenmiyordu, kuzeyin “beyaz İtalya”sının “Afrikalı” diye horladığı güneylilerin hissiyatını içerden biliyordu. Anne tarafının Napoli kökenli olduğunu ve 1900’lerin başında Güney İtalya’dan Arjantin’e büyük bir göç dalgasının vuku bulduğunu da hatırlayalım.

O halde, “şimdi Napoliten şarkılar”. Hem Buffon’a ve Azzurri’ye veda kabilinden, hem de Arjantin’in İtalya’yı penaltılarla geçtikten sonra finalde Almanya’ya kaybettiği, Maradona’nın sahadan gözyaşlarıyla ayrıldığı, 1990 kupasının o kahredici maçının anısına, bir Napoliten klasiği dinleyelim: Santa Lucia…

 

Sadakat ilkesi

2018’de Galler tadı, İtalya tuzu yok. Saha dışındaki mide bulandırıcılıkların ise bini bir para. Ama bir kare as yaparsak, alfabetik sırayla şöyle: Adidas-Nike, FIFA, milliyetçi histeri, Putin Rusya’sı… Fakat hepsi bir yana, saha içinin, meşin yuvarlağın cazibesi bir yana… Gramsci’ye soralım: “Futbol insan sadakatinin açık hava krallığıdır.” Oscar Wilde’a soralım: “Futbol işçi sınıfının balesidir.”

Sadakat temel ilkelerden biri, ama çok yönlü, çok boyutlu: Dünya Kupası’nda genellikle olduğu gibi, ülkeden ötürü olan sadakat de var, liglerde olduğu gibi, şehirden-semtten veya forma renginden, armanın temsil ettiği değerden ötürü olan da, bazen tek bir oyuncudan veya bir hocadan olan da.

Ve bazen bütün bu sadakatleri boşa çıkaran bir kontra-sadakat devreye giriyor: İnsana tuttuğu takımı değil de rakip takımı tutturan bir sadakat. “Camus ilkesi” (“ahlâk adına ne öğrendiysem futboldan öğrendim”) de diyebiliriz buna, “Kamerun ilkesi” de.

Bazen bütün sadakatleri boşa çıkaran bir kontra-sadakat devreye giriyor: İnsana tuttuğu takımı değil de rakip takımı tutturan bir sadakat. “Camus ilkesi” (“ahlâk adına ne öğrendiysem futboldan öğrendim”) de diyebiliriz buna, “Kamerun ilkesi” de.

Express’in 84. tarihli sayısının (Mayıs 2008) “Milli takımı tutmamak için yedi sebep” kapağı Camus ilkesi gereğiydi. Gelgelelim, soldan da eleştirilere hedef olmuştu. Aşağı yukarı on yıl sonra, Dünya Kupası elemelerinde, “Türkiye gruptan çıkamasın” tribünü “yedi sebep”i eleştiren solu da içine alacak şekilde genişledi.

“Aynı şekilde”, ligde de başka türlü sadakatler devreye girdi, Terim’den ve Galatasaray’dan nefret edenler bile sarı-kırmızılıların şampiyonluğuna sevindi. Saray’ın Başakşehir’ine karşı İstanbul United. Gezi’yi anmış olduk, o günlerdeki renk sadakatini de analım: “Fenerliyim / Cim-Bomluyum, yükselenim Çarşı”.

Kamerun ilkesi, Çav Bella ve bale ilkesi

O halde hem Gezi’nin anısına hem de sözü “Kamerun ilkesi”ne getirmek üzere, Milano metrosunda “bizimkilerin” söylediği Çav Bella’yı dinleyelim…

 

 

Çav Bella’nın başrolde olduğu muhteşem dizi La Casa de Papel’i (Darphane) seyredenler –seyretmeyenlere vah :)– hatırlayacaktır: “Soygun”un beyni, “Prof” namlı kahramanımız planlama safhasında çok-uluslu ekibe sorar: “Diyelim ki, TV’de Brezilya-Kamerun maçı var. Kimi tutarsınız?” Cevap hep bir ağızdan: “Kamerun!” Prof’un ikinci sorusu: “Peki, halk kimi tutar, yani sıradan vatandaş?” Cevap yine hep bir ağızdan: “Kamerun!

Sadakat ilkesi ve onun iki altbaşlığından birinin gereği, 2018 Dünya Kupası’nda kimi tutacağımız belli: Kamerunlar! Bir şartla: “Camus ilkesi” ihlâl edilmediği sürece.

Ve tabii, bir de Oscar Wilde boyutu var, “bale ilkesi”. Emma Goldman’ın ünlü sözüne nazireyle söyleyelim: Dans etmeyen, seyredenleri dans ettirmeyen takımı nasıl tutalım, niye tutalım!

“La Casa de Papel”de “soygun”un beyni “Prof”, planlama safhasında, çok-uluslu ekibe sorar: “Diyelim ki, TV’de Brezilya-Kamerun maçı var. Kimi tutarsınız?” Cevap hep bir ağızdan: “Kamerun!”

Santa Maradona

Ve gelelim sadede… 2018 kupasında gönlümüz kimden, daha doğrusu “ne”den yana?

İlk sıraya Arjantin’i yazalım. Onlar kazansın. Geçen kupanın acısı çıksın. En azından finali oynasınlar. Bu defa da kaybederlerse, üst üste iki, toplamda üç finalle –Cohen’i de analım bu arada– “görkemli kaybedenler” bahsinde, Hollanda’yı sollamış olurlar. Rekor rekordur. Ayrıca bu dram tangoya yakışır.

Her halükârda, her durumda kalbimiz Che dövmeli Diego ile atıyor olacak. Onunla sevinir, onunla… ağzımızdan yel alsın… Manu Chao’lu Mano Negra’dan gelsin: Santa Maradona…  

 

 

Kupayı Messi kaldırsa. Bunca senedir yarattığı onca güzellik böyle taçlansa. “Barcelona’da, o yıldızlar topluluğuyla kupaları kazanıyor, ama Arjantin’in kadrosu o çapta olmadığı için Dünya Kupası kazanamıyor demek ki…” diyen futbol ulemasına ağzının payı verilse. Barcelona üç yıldır ŞL’yi Real Madrid’e kaptırıyor, Arjantin de 2014’te finale çıkmıştı. Demek ki, elmayla armut toplanmaz, düz mantık bile buna müsaade etmez.

 

Tangosuz olmaz

Messi, “Leo Magic”. Ama Arjantin’de başka cevherler de var. Alfabetik sırayla: Agüero (Manchester City), Angel Di Maria (PSG), Dybala (Juventus), Higuain (Juventus), Otamendi (Manchester City) … Ve meftunu olduğumuz “küçük şef” lâkaplı “kırkayak” Mascherano. 2018 onun dördüncü Dünya Kupası. 2003’ten beri milli takımın demirbaşı, dile kolay 15 yıldır. Javier Zanetti’deki milli formayı giyme rekorunu (143) iki hafta önce Haiti karşısında egale etmişti, 16 Haziran’daki İzlanda maçında kırmaya hazırlanıyor.

Kulüp kariyeri de kariyer ha: River Plate, Corinthians, West Ham, Liverpool, Barcelona… Liverpool’da beş, Barcelona’da sekiz sezon. Hocalar gelir gider, “küçük şef” kalır. Defansla ofans arasında çelik ayaklı asma köprü. Gazoz Ligi’nin unutulmaz takımlarından Dinamo Express’in Mascherano’su Yüksel Namlı’ya defansif maharetinin kerameti sorulduğunda, tango figürleriyle izah etmişti. Tango diyarının Mascherano’sunu siz hesap edin.

Madem söz buraya geldi, Esin Engin’i yâd edelim, onun şarkı sözleriyle Arjantin’e seslenelim:

“Yalvarırım sana, gel üzme beni…”

Kazansın”ların en başına Arjantin’i yazıyoruz. “Kaybetsinler”in en başına ise Almanya’yı. İki sebeple: Bir, Adidas. İkincisi “o fotoğraf”.

Filistinlilerin teşekkürü

Simon Kuper’in ünlü kitabından beri, hemen herkesin hemfikir olduğu üzere, “futbol sadece futbol değildir” ise, Arjantin’i tutmak için iki “futbol dışı” sebep var.

Biri, tarihsel: 689 haftadır her cumartesi Galatasaray Lisesi’nin önünde toplanan “kayıp” annelerinin esin perileri ve dert ortakları, yoldaşları Plaza De Mayo anneleri. O annelerin uzak akraba gibi kalmaması, 2012’de İstanbul’a gelip Cumartesi Anneleri’yle dayanışması, onlara destek vermesi.

Öbürü, güncel. Haberi okuyalım:      

Arjantin Futbol Federasyonu, 9 Haziran’da yapılması planlanan ve Filistinlilerin yoğun tepki gösterdiği hazırlık maçını iptal ettiklerini bildirdi. Arjantin Milli Takımı Teknik Direktörü Jorge Sampaoli’nin (bu maça) başından beri karşı çıktığı bilgisi paylaşılırken, futbolcuların da soğuk baktıkları belirtildi. İptal kararının toplumun yararına olduğunu vurgulayan Higuain, ‘Doğru karar verildi. Biz de (İsrail’e) gitmemenin doğru olduğunu düşünüyoruz’ dedi. Maçın, İsrail’in Kudüs’ü işgalini meşrulaştırma çabalarına hizmet edeceğini vurgulayan Filistinliler, birçok yerdeki protestoların yanısıra, Arjantin’in hazırlıklarını sürdürdüğü Barcelona’da da gösteri düzenlemişti. Batı Şeria’daki Arjantin diplomatik temsilciliğinin önündeki protesto gösterisinde, Filistin Futbol Federasyonu Başkanı Cibirl er- Rajoub ‘Karşılaşma, İsrail’in, başkenti olduğunu ileri sürdüğü Kudüs’te yapılması yönündeki ısrarı yüzünden spordan çok siyaset aracına dönüştü’ demiş ve Arjantinli futbolculardan ve özellikle Lionel Messi’den ‘İsrail işgalinin kara yüzünü beyazlatmak için araç olmamasını’ ve maça çıkmamasını istemişti. İptalle ilgili olarak, ‘Olan şey herkesten İsrail’e bir kırmızı karttır’ diyen Rajoub, Arjantinli oyuncuya hitaben ‘Filistin’den (Lionel) Messi’ye teşekkürler’ diye poster hazırlattı.”

Ezcümle, “kazansın”ların en başına Arjantin’i yazıyoruz. Kupanın başlama vuruşunun 14 Haziran’a, Che’nin doğumunu 90. yıldönümüne denk gelmesini de “talihin cilvesi” olarak yorumlayıp altını çizelim ve Arjantin’in “90’a takmak” deyişinin hakkını vermesini umalım.

Adidas, ”Faullü Oyun” ve Working Class Hero

“Kaybetsinler”in en başına ise Almanya’yı. İki sebeple: Bir, Adidas.

Clean Clothes (Temiz Giysi) girişiminin “Foul Play” (Faullü Oyun) kampanyası çerçevesinde hazırladığı 2018 raporundan okuyalım.

“Adidas, 2016’da, tarihin en büyük sponsorluk sözleşmesine imza attı. Alman milli takımına yılda 65 milyon euro ödeyecek. Ama o formaları, o ayakkabıları üreten işçilere boğaz tokluğu ücreti veriyor. (…) Emek maliyetinin 25 yıl öncesine, 1990’lara kıyasla, yüzde 30 daha düşük olmasına rağmen, daha da düşürmek için Çin’den çekilmeyi sürdüren Nike ve Adidas gibi önde gelen markaların tüketiciye sattığı her spor ayakkabı çiftinden işçilere düşen pay, 1995-2017 döneminde yüzde 30 azalmış bulunuyor. Üretimlerini Endonezya, Kamboçya ve Vietnam’a kaydıran bu şirketlerin işçilerine ödediği ücret, o ülkelerdeki ortalama ücretin yüzde 45 ila yüzde 65 altında seyrediyor. Endonezya’da bu markaların işçilerinin yüzde 80’i kadın ve aylık ücretleri 82-200 euro arasında. Bu ücretler temel ihtiyaçları karşılamaya yetmiyor. Asya Taban Ücretleri kuruluşunun hesaplamalarına göre, temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan aylık ücret 363 euro. Endonezya’da üretilen bir tişörtün emek maliyeti, fiyatın yüzde 1’ine tekabül ediyor…

1994 Dünya Kupası’nda Alman taraftarlara malûm el işaretini yaptığı için dört yıl boyunca milli takıma alınmayan Steffen Effenberg’i dinleyelim: “Alman Futbol Federasyonu, sahip olduğu değerleri önemsiyorsa Özil ve Gündoğan’ı milli takım kadrosundan çıkarmalıydı. Federasyon kendi değerlerini hiçe saydı.”

Adidas’la Nike’ın, Clean Clothes’un raporunda da vurgulandığı gibi, yok birbirlerinden farkı. Ve Dünya Kupası’na katılan 32 takımın 22’sini bu ikisi giydiriyor. Ama, Adidas Almanya’yla, Alman spor endüstrisiyle, Almanya milli futbol takımıyla özdeşleşmiş bir marka. Almanya’nın kaybetmesi, Adidas’ın da kaybetmesidir neticede.

Züğürt tesellisi mi? Teselli tesellidir. Bir “oh olsun” çekmek fena mı olur? Sosyal medya kalıbıyla söylersek, “dünya birkaç saatliğine güzelleşir”. Ve “Kamerun ilkesi”ni hatırlayalım. Ayrıca, tekerlerine irili ufaklı ne kadar çomak sokulursa o kadar iyi.

“Faullü Oyun” kampanyasının görüntülerine, örneğin, “Merhaba Neymar, sen beni tanımazsın, ama ben seni tanıyorum. Çünkü senin formanı ben dikiyorum” diyen Endonezyalı kadın işçiye Marianne Faithfull’u Working Class Hero ile Joan Baez’i Bread and Roses ile eşlik ettirelim…

“O fotoğraf”

Almanya kaybetsin. Mümkünse gruptan çıkamayıp elensin. Mümkün mü?

O soruya ikinci sebepten sonra bakalım. İkinci sebep “o fotoğraf”. Erdoğan’ın Londra seferindeki bulaşma ve dolaşıma sokulan kare; soldan sağa: Manchester City’nin İlkay Gündoğan’ı, Arsenal’in Mesut Özil’i, Türkiye’nin tek adamı, Everton’ın Beşiktaşlı Cenk Tosun’u. Sıkı fıkı durulmuş, yüzler gülüyor. İdeal bir seçim propagandası. İçe ve dışa ve özellikle gurbetçi seçmene. Ve özellikle de Almancı seçmene. Almanya medyası, haliyle en başta futbol medyası derhal ateş püskürdü, Mesut ve İlkay’ın milli takımdan çıkarılması gündeme geldi.

 

Mealen şunlar söyleniyordu: “Bütün toplumu temsil eden ülke takımının oyuncuları bir siyasetçinin seçim kampanyasında yer alamaz. Üstelik bu, başka bir ülkenin siyasetçisiyse ve Almanya’da seçim kampanyası yapmasına izin verilmemişse ve bu kişi Almanya’daki bir göçmen topluluğu içinde sert gerilimlere yol açan bir liderse. Ve de dahası, Almanya’ya karşı hasmane bir siyasi tutum sergiliyorsa, Almanya vatandaşı gazetecileri ve din adamlarını hukuksuz bir şekilde hapiste tutmayı kendisine hak görüyorsa…”

Doğru söze ne denir? Almanya Futbol Federasyonu, o kareyi doğru bulmadıklarını, söz konusu oyuncularla bu konuyu görüşeceklerini beyan etti. Top Merkel’e kadar gitti, federasyona geri geldi ve neticede taca atıldı, “oyuncuların hatalı davrandıklarını kabul ettikleri, böyle bir davranışı tekrarlamayacaklarına söz verdikleri” açıklandı. Ve böylece, Mesut ve İlkay’ın milli takımdan çıkarılması gündemi pas geçildi.

İyi, Kötü ve Çirkin

Cenk Tosun’u Beşiktaş taraftarlarına havale edip Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’a bakalım. Çeşitli markaj ve presler ihtimalinden yola çıkıp “ofsayta düşmüşlerdir” denip geçilebilir mi? Aynı teklifi Almanya’nın Liverpool forması giyen oyuncusu Emre Can’ın geri çevirdiği biliniyor. Can, sakatlık-tedavi mazeretiyle gitmediğini açıkladı. İlkay ve Arsenal’de her kış birkaç kritik maça soğuk algınlığı nedeniyle çıkmayan, bu sene sezonun son maçında sırt ağrıları nedeniyle oynamayan Mesut Özil, Emre Can’ınki gibi bir mazeret öne süremez miydi?

Evet, korku rol oynamış olabilir, o da insani bir durum tabii. Ama, kamuoyuna o pozu veren, sonra da kamusal bir mecrada, yanlış davrandıklarını, şu veya bu sebeple ketenpereye geldiklerini, lisan-ı münasiple de olsa beyan etmeyen o iki oyuncunun forma giydiği, federasyonun ve takımın hocası Löw’ün onlara forma verdiği Almanya için “kaybetsin” demeyelim de ne diyelim?

Daha dün basına yansıdı: “Löw’den Mesut ve İlkay’a uyarı: Islıklanmaya hazır olun.” Geçen hafta, Suudi Arabistan’la yapılan hazırlık maçında İlkay yuhalandı. Mesut oynamadığı için payına düşeni alamadı. Ama 17 Haziran’daki Meksika maçında illaki alacak. Bizim de, sadakat ilkesi gereği, kalbimiz Meksika’yla birlikte atacak.  

Öyle ya da böyle, gölgede veya güneşte, Mesut’lu, İlkay’lı Almanya kaybetsin. Adidas’ın merkez üssü kaybetsin. Mümkünse gruptan çıkamayıp elensin. Mümkün mü? O mümkün değilse, ilk 16’ya kaldıklarında mutlaka.

Almanya Futbol Federasyonu, milli takım yöneticileri “kazanmak” için, Özil ve İlkay’lı bir kadronun başarıya daha yakın olduğunu düşündükleri için ilkesizliği tercih etti. Çekirdekten Alman iki as oyuncu neo-faşist partinin lideriyle aynı pozu verse, federasyonun tutumu aynı mı olurdu? Ama zaten öyle bir durum olmazdı, o oyuncuların gönülleri orada olsa bile, “siyaseten doğruluk” ve kariyer kaygısı ağır basar, öyle bir poz vermeye yanaşmazlardı.

Burada duralım ve 1994 Dünya Kupası’nda Alman taraftarlara malûm el işaretini yaptığı için dört yıl boyunca milli takıma alınmayan Steffen Effenberg’i dinleyelim:

“Alman Futbol Federasyonu sahip olduğu değerleri önemsiyorsa, Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’ı milli takım kadrosundan çıkarmalı, Rusya’ya göndermemeliydi. Federasyon kendi değerlerini hiçe saydı. Ayrıca federasyon (bu oyuncuların) Erdoğan ile olan fotoğraflarına karşı daha net bir tavır sergilemelidir”.

“O fotoğraf” Effenberg’in sözünü ettiği değerlere ve “reisçi” olmayan gurbetçilere ve burada Mesut’a, İlkay’a, Cenk’e “bizim çocuklar” diye alkış tutanların en az yarısına yapılmış bir el hareketi değil mi?

O yüzden 17 Haziran’ı beklemeden, ıslıklamaya başlayalım. Melodimiz İyi, Kötü ve Çirkin. (“İyi”leri Effenberg ve Emre Can’a yazalım.)

Gölgede ve Güneşte…          

Öyle ya da böyle, gölgede veya güneşte, Mesut’lu, İlkay’lı Almanya kaybetsin. Adidas’ın merkez üssü kaybetsin. Mümkünse gruptan çıkamayıp elensin. Mümkün mü? O mümkün değilse, ilk 16’ya kaldıklarında mutlaka.

F grubundaki diğer takımlar İsveç, Meksika, Güney Kore. Top yuvarlak. Grup birinciliğini bu üçünden biri alırsa, İsveç mesela –neden olmasın?–, Almanya grup ikincisi olarak çıkacağı ilk 16’da, E grubunun birincisiyle karşılaşacak. Yani, büyük ihtimalle Brezilya’yla. Geçen kupadaki 7-1’lik maçın rövanşı olacak bir bakıma. Brezilya, tarihinin en yüz kızartıcı mağlubiyetinin –üstelik kendi evinde– acısını çıkarmak isteyecektir fena halde.      

Almanya’nın belkemiği Bayern Münih’in form grafiğine bakılırsa, 2014’teki performanslarını tekrarlamaları zor. Kadronun dört yıl yaşlanması cabası. Ayrıca, yıldızlar da bizden yana. İstatistiklere bakılırsa, Almanya yirmi yıllık fasılalarla şampiyon oluyor: 1954, 1974, 1986, 2014 –iki Almanya’nın birleşmesiyle fasıla 28 yıla çıkıyor. Bu hesapla, en erken 2034’e kadar rahatız…

25 Haziran’da hem 24 Haziran seçim sonuçlarını hem Mujica Uruguay’ının Putin Rusya’sını saf dışı edişini kutlamaya hazırlanalım. Muradımız o.

Galeano-Ümmü Gülsüm el ele…

Gruplara göre “kazansın”ları ve “kaybetsin”leri tefrikanın sonraki bölümlerine bırakalım, ama açılışın A grubu maçıyla açılması nedeniyle o gruptan ilk 16’ya çıkacaklar için arzumuzu kaydedelim.

Rusya: Kaybetsin tabii. Suudi Arabistan: Kaybetsin tabii ki. Mısır: Kazansın, kazanmalı. Uruguay: Kazansın, kazanmalı.

Açılış maçından önce, gönlümüzdeki aslan “maç başladığı gibi bitti” klişesinin gerçekleşmesi idi –gollü beraberliğe de “Da” ve “Aywa”. Taraflardan birinin kazanmasına ise “Nyet” ve “La” diyorduk. “Nyet” oldu, Rusya farklı aldı. Ama niyet, ikisi de gruptan çıkamasın.

25 Haziran’da hem 24 Haziran seçim sonuçlarını hem Mujica Uruguay’ının Putin Rusya’sını safdışı edişini kutlamaya hazırlanalım. Muradımız o. A grubu için totemlerimiz şöyle: Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol’u ile Tersine Dünya’sı… Ümmü Gülsüm’ün (Oum Kalthoum) üç şarkısı. Sırayla: Enta Omri / Ömrümsün, Baeed Annak / Senden Uzakta, Alf Leila wa Leila / Binlerce Gece… Uruguay-Mısır el ele, A grubunda ilk ikiye…

Parola: International Blue / Enternasyonal Mavi

^