Aralık 2021’de yapılan son Milli Eğitim Bakanlığı Şurası’nda, ana sınıflarına (4-6 yaş çocuklarına) “din ve ahlâk dersleri” koyma yönünde tavsiye kararı alındı. Daha önceki benzer tavsiye kararları gibi, bunun da hükümet tarafından belli bir süre sonra uygulamaya konması şaşırtıcı olmayacak.
Günlük polemiklerin ötesinde vatandaşa pek bir şey sun(a)mayan ana akım medyanın gündemine elbette hiç girmedi bu konu. Dahası, birkaç istisna dışında, muhalif addedilen medyada da bu tavsiye kararından bahsedildiğini göremedik. Bu sessizliğin tek nedeni, açılmakla bitmeyen yolsuzluk dosyaları, tartışıla tartışıla tüketilemeyen son seçim anketleri veya yoruma doymayan mafya hesaplaşmalarından geriye zaman kalmaması olamaz elbette.
Bu sessizliğin ana nedeni, artık adeta biricik ve en yüksek siyasi kutsalımız haline gelen “muhafazakâr seçmenin hassasiyetlerini” gözetmek adına laiklikle ilgili meselelere –ara ara soyut düzlemde bağlılık ilanı dışında– pek fazla girmeme üzerine muhalefetin kendi arasında vardığı zımni bir anlaşma gibi görünüyor.
Sosyal mühendislik ve asimilasyon
Her ne kadar konuyla ilgili tek itiraz Alevilerden yükselse de,[i] zorunlu din dersleri aslında kendisine demokrat, laik, vicdan sahibi diyen herkesin sorunudur veya öyle olmalı. 1980 askeri yönetiminin komünist etkilere bir panzehir olarak başlattığı zorunlu din dersleri, o zaman olduğu gibi, bugün de esas olarak devletin kullandığı bir sosyal mühendislik ve asimilasyon aracı.
1980 askeri yönetiminin başlattığı zorunlu din dersleri, o zaman olduğu gibi, bugün de esas olarak devletin kullandığı bir sosyal mühendislik ve asimilasyon aracı.
80-90 yaşlarındaki emekli generalleri yargılayarak demokrasi kahramanı olmak isteyen Tayyip Erdoğan ve AKP, kendi ideolojik hedefleri açısından kullanışlı buldukları bu darbeci mirasa sahip çıkmakta hiç tereddüt etmedi, tersine daha da genişletip din derslerini örgün eğitimin ana unsurlarından biri haline getirdi.
AKP eğitimin dinselleştirilmesi yönündeki ilk büyük adımı 2012’de geçilen 4+4+4 sistemiyle attı. Bu sistem değişikliğinin görünürdeki amacı, imam-hatipte okumak isteyenlerin liseyi beklemeden, daha ortaokulda dini eğitime başlayabilmelerine imkân sağlamaktı.
Ancak, dindar ailelere sağlanan bu özel imkâna rağmen, diğer okullardaki zorunlu din derslerine dokunulmadı. Dokunmayı bırakın, zorunlusuna ek olarak bir de seçmeli adı altında tüm okullarda “Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı ve Temel Dini Bilgiler” dersleri verilmeye başlandı. Sözde tercihe bağlı olsa da, “başka seçmelilerin hocası yok” veya “yeterli talep gelmedi” gerekçeleriyle birçok yerde bu dersler uygulamada zorunlu hale getirildi.
Hükümet bununla da yetinmedi. Bir yandan sınavsız girilen düz liseleri kapatıp Anadolu ve diğer özellikli liselere puanı yetmeyenleri sayıları hızla artan imam-hatip liselerine mecbur bırakırken, diğer yandan da din bilgisi sorularını hem lise hem de üniversite sınavlarının önemli bir bileşeni haline getirmek suretiyle din derslerinin öğrencilerin genel akademik başarılarındaki ağırlığını matematik, Türkçe gibi derslerle eşitledi.
Laik eğitimin gittikçe erozyona uğratılmasına dair kaygılar bir yana, bu değişikliğin dindar Sünni ailelerin çocukları için sınavlarda ek avantaj sağladığının da altını çizmek gerekir. Hatta bu açığı kapatmak için çocuklarına özel din dersi aldıran Alevi aileler bile var.
Tavsiye kararının iki amacı
Bu açıdan bakıldığında, din derslerinin anaokullarına kadar indirilmesi tavsiye kararının aslında AKP hükümetinin eğitimin daha da dinselleştirilmesi hedefine yönelik bir sonraki adımının işaret fişeği olduğunu düşünmek için herhalde paranoyak olmaya gerek yok. Eğitimin bu şekilde dinselleştirilmesi, biri kısa, biri uzun vadeli, birbirleriyle bağlantılı iki amaca hizmet ediyor.
Kısa vadeli amaç, devasa oranda büyüyen Diyanet’teki ve diğer kurumlardaki kadrolaşmaların bile içeremeyeceği kadar sayıları artmış olan İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi mezunlarına iş alanı açılması. Daha uzun vadeli amaç ise Türkiye toplumunun tepeden aşağıya İslâmlaştırılması ve bu meyanda Sünnilerin daha koyu bir çizgiye çekilmesi, halen Sünni ol(a)mayanların da Sünnileştirilmesi. Bu ikincisi itibarıyla ana hedef kitlesi de elbette esas olarak Aleviler.
Tavsiye kararının kısa vadeli amacı kurumlardaki kadrolaşmaların içeremeyeceği kadar artmış olan İmam-Hatip ve İlahiyat mezunlarına iş alanı açılması. Uzun vadeli amaç ise toplumu tepeden aşağıya İslâmlaştırma, Sünnileri daha koyu bir çizgiye çekme, Sünni ol(a)mayanları Sünnileştirme.
Ne Alevilerin asimilasyonu ne de bu iş için okulların kullanılması devlet açısından yeni bir politika. 1980 darbesinin Türk-İslâm sentezci politikalarının da ana gayelerinden biri Alevilerin asimilasyonu, en azından belli oranda “terbiye edilmeleriydi”. Zorunlu hale getirilen din dersleri bu politikanın temel araçlarından biri oldu. Alevi köylerine okul kurulmaması, var olanların da kapatılıp Alevi çocukların Sünni köylerdeki okullara taşınması gibi, burada derinlemesine giremeyeceğimiz altbaşlıkları da var tabii bu politikaların.
Bütün bu ve benzeri ayrımcı uygulamalar, Alevilerin asimilasyonu açısından aslında düşünülenden çok daha etkili oldu ve olmaya da devam ediyor. Geldiğimiz noktada, tam olarak oranlara vakıf olmasak da Anadolu’da Alevi köylerinin büyük oranda boşaldığı ve Alevi olduğunu söyleyen nüfusta ciddi bir azalma olduğu bir vakıadır.[ii]
Süreç bu şekilde devam ederse, en fazla birkaç kuşak sonra Aleviliğin bu topraklardan tümüyle silinmesi, kimilerine aşırı karamsar bir tahmin gibi görünse de, olasılık dahilinde.
Bunu din-ü-devlet adına hayırlı bulacaklar olacaktır şüphesiz, ama zaten benim sözüm onlara değil. Benim sözüm Aleviliği ve Alevileri bu toprakların bir değeri olarak gören veya öyle görmeseler bile demokratlıktan ve vicdandan nasibini almış kişilere. Zira, zorunlu din derslerinin ne insan haklarıyla ne laiklikle bağdaşır yanı var. Demokratik diyebileceğimiz hiçbir ülkede böyle bir uygulama söz konusu değil.
ABD ve Avrupa örnekleri
Mesela hükümet yandaşlarının dini özgürlükler konusunda –özellikle de türban söz konusu olduğunda– sıklıkla örnek verdiği ABD’de, devlet okullarının hiçbir seviyesinde –ne seçmeli ne zorunlu– din dersi verilmez, verilemez, çünkü bu anayasalarına aykırıdır.
Dini eğitim isteyen veliler parasını verip çocuklarını bu tip müfredat uygulayan özel bir okula yollamak zorunda. Bu özel okullar dışında, ABD’de insanlar din eğitimini devletin hiçbir zorlayıcı veya engelleyici etkisi olmadan aile içinde veya ibadethanelerinde alır. Bu durum, ABD toplumunun Batı’nın en dindar toplumlarından biri olmasının önüne de geçmedi.
Türkiye zorunlu din derslerinde ısrar etmekle AİHM’in 2008’de verdiği Eylem Zengin kararını da ihlâl ediyor. Bu dava 2001’de bir Alevi vatandaş tarafından, kızının din derslerinden muaf tutulması talebinin reddi üzerine açıldı.
ABD’den farklı olarak, birçok Avrupa ülkesinde seçmeli olarak ve/veya ailelerin inançlarına uygun şekilde okullarda çocuklara din dersi veriliyor. Ancak, buralarda da temel demokratik prensip değişmiyor: Hiçbir çocuğa devlet tarafından belli bir dinin dersi dayatılamaz.
Mesela Almanya’da, her din ve mezhep grubu kendi inancıyla ilgili dersi bağımsız bir şekilde kendisi hazırlar ve verir. Nitekim, aynı hak son yıllarda Almanya’nın farklı eyaletlerinde Alevilere de tanındı. Ayrıca, din dersi almak istemeyen çocuklar buna alternatif olarak felsefe dersini seçme şansına sahip. Daha yakın zamanlarda, Almanya Hümanistler Birliği (Humanistischer Verband Deutschlands) adı altındaki kuruluş, kiliselerle benzer şekilde, Ateist, Agnostik ve inançsız ailelerin çocuklarına kendi hazırladıkları müfredat üzerinden ders verme hakkını elde etti.
Temel insan haklarının ihlâli
Aslında Türkiye Devleti zorunlu din derslerinde ısrar etmekle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konuda 2008’de verdiği Eylem Zengin kararını da ihlâl ediyor. Bu dava 2001’de bir Alevi vatandaş tarafından, kızının din derslerinden muaf tutulması talebinin reddi üzerine açıldı.
Bu karar sonrasında, tümüyle Sünni İslâm üzerinden kurgulanmış bir dersin en iyi ihtimalle birkaç yerinde, o da Diyanet’in tahayyülündeki bir Alevilikten bahsediliyor olmasına binaen “artık Alevilik de din derslerine girdi” şeklindeki açıklamalar samimiyetten uzak.[iii]
Zorunlu din dersleri sadece Aleviliğin asimilasyonuna hizmet etmiyor. Bunu yaparken aynı zamanda birçok Alevi çocuğuna ciddi bir travma da yaşatıyor. Mesela geçen gün sosyal medyada konuyla ilgili yapılan bir paylaşımın altına bir Alevi anne şunları yazmış:
“Dün 4. sınıf öğrencisi kızım ‘anne, benim kafam çok karışık, biz neyiz, müslüman değil miyiz, cennete gitmek için namaz kılmak, oruç tutmak gerekiyor, ama biz hiçbirini yapmıyoruz, ben çok üzülüyorum, biz cennete gidemeyecek miyiz’ dedi. Çocuğa elimden, dilimden geldiğince anlatmaya çalıştım, ama bu çocuk senelerce bu bilgilerle yıpranmış olacak. Belki Alevilikle olan bağını reddetme noktasına gelecek, daha kötüsü bizim yeterince iyi insanlar olmadığımızı düşünecek. Kötü ihtimal bu, ama ihtimal olması bile çok kötü!”
Zorunlu din dersleri sadece Aleviliğin asimilasyonuna hizmet etmiyor, birçok Alevi çocuğuna travma yaşatıyor. Zorunlu din dersleri temel insan haklarını ihlâl eden, anti-demokratik ve laikliğin altını oyan bir uygulama. Tümüyle kaldırılması gerekir.
Maalesef buna benzer bir sürü hikâyeyi ve serzenişi birçok Alevi ebeveynden dinleyebilirsiniz. Şimdi bir de bu derslerin 4-6 yaş grubundaki çocuklara kadar indirildiğini düşünün. Alevi olsun olmasın, soyut düşünceden uzak bu yaş grubuna verilecek böyle bir eğitimin sadece pedagojik olarak bile son derece uygunsuz ve zararlı olduğu birçok psikoloğun ortaklaştığı bir husus. Nitekim, dünyada da böyle bir uygulamanın –benim tespit edebildiğim kadarıyla Pakistan dışında– örneği yok.
Anaokullarına kadar sokulsun veya sokulmasın, Türkiye’deki zorunlu din dersleri açık bir şekilde temel insan haklarını ihlâl eden, anti-demokratik ve laikliğin altını oyan bir uygulama. AKP’den bu konuda bir geri adım beklemek elbette bir safdillik olur.
Asıl soru, bir dahaki seçimlerde iktidar değişirse başa geçecek yeni hükümet, bu zorunlu din dersi dayatmasına karşı ne yapacak? 1980 askeri darbesinin mirası, AKP’nin seçmelileleriyle katmerlediği, hatta geldiğimiz noktada anaokuluna kadar indirilmesi önerilen zorunlu din derslerini kaldıracak mı?
Muhalefet partilerinin tutumu
Parti programlarına baktığımızda bu konuda çok da umutlu olamıyoruz. Görebildiğimiz kadarıyla zorunlu din derslerinin kaldırılmasını savunan ve bunu açıkça programlarında yazan sadece üç parti var: TİP, EMEP, HDP.
Gelecek seçimleri kazanma konusunda iddialı olan Millet İttifakı’nın üyelerinden Deva, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve İyi Parti’nin bu konuda AKP ile aynı noktada durduğunu görüyoruz, yani zorunlu din dersleri ile hiçbir bir sorunları yok, hatta programlarının eğitim bölümünde böyle bir ifade bile geçmiyor.
Peki, Alevilerin en çok oyunu alan parti olan CHP’de durum nasıl? Parti programının eğitim bölümünde “Din Bilgisi ve Ahlâk Eğitimi” diye bir başlık açılmış. İlgili bölüm şu cümleyle başlıyor: “Özgürlük, ancak laik eğitim ortamında anlam ve değer kazanabilir, sürekliliğini koruyabilir.” Ancak bir-iki cümle sonrasında bu kez şunu okuyoruz: “İlk ve ortaöğretim kurumlarında verilen din kültürü ve ahlâk bilgisi dersinin anayasanın öngördüğü amaca uygun bir müfredatla verilmesi sağlanacaktır.”
Demek oluyor ki, CHP de siyasi ortakları gibi zorunlu din derslerini kaldırmak niyetinde değil, sadece içeriğinde değişikliğe gitmeyi öngörüyor. Tam olarak nasıl bir değişim öngörülüyor ve bu değişim hangi kadrolarla yapılacak ve uygulanacak, bu konuda hiçbir ayrıntı yok.
Bu meyanda eklemek isterim: CHP, din derslerini 1980 öncesindeki gibi seçmeli hale getirse bile –ki programlarında o yönde bile bir işaret yok– Alevi aileler ve çocukları üzerindeki baskılar tümüyle kalkmayacak. Bu yüzden, Türkiye gibi dini anlamda mahalle baskısının çok yoğun olduğu bir ülkede, tabii eğer amaç gerçekten eşit vatandaşlıksa, zorunlu veya seçmeli, din derslerinin tümüyle devlet okullarından kaldırılması gerekir, aynen ABD’de olduğu gibi.
Bam teli
İşin asıl bam teline gelirsek: Sadece muhalefet partileri değil, bu partilerin seçmenleri arasında da, görünürde laikliğe yapılan güçlü vurguya rağmen zorunlu din derslerine karşı ciddi bir itirazın olmadığını görüyoruz. Oysa laiklik sadece soyut açıklamalar yapmakla veya Atatürk’ün heykellerine bedenleri siper etmekle –tabii o da önemli ve anlamlı– korunabilecek bir şey değil.
Laikliği korumak için, bu temel demokrasi prensibinin içini boşaltan, altını oyan ve onu sadece kâğıt üstünde bir sözcüğe indirgeyen uygulamalara itiraz edip engellemek gerekiyor.
Girizgâhtaki soruya dönersek: Evet, zorunlu din dersleri Aleviler için büyük bir sorun, ama sadece onların sorunu değil, olmamalı. Bu meseleyi sadece Alevilerin sorunu olarak görüp sahip çıkmamak, ülkemizde demokrasinin ve laikliğin geleceği adına yapılacak en büyük hata.
[i] Bu konuda bir grup Alevinin öncülüğünde başlatılmış bir farkındalık ve imza kampanyası var. Duyuru, videolar ve imza sirküsü için şu twitter hesabına bakılabilir: https://forms.gle/ezerkjWTgBuS9Ctw5
[ii] Alevi nüfusuna dair resmi istatistikler elimizde yok. Ancak, milletvekilliği esnasında Sabahat Akkiraz’ın hazırlattığı Alevi raporuna göre, cumhuriyetin ilk yıllarında yüzde 30 civarında olan Alevi nüfusu, raporun hazırlandığı 2012’de yaklaşık yüzde 15’lere düşmüştür: http://alevienstitusu.blogspot.com/2012/12/sabahat-akkirazn-hazrlattg-alevi-raporu.html.
Son kamuoyu araştırmaları ise kendine Alevi diyenlerin oranını yüzde 5 olarak göstermektedir: https://www.paraanaliz.com/2022/raporlar/konda-arastirma-kendini-inancsiz-ateist-olarak-tanimlayanlarin-orani-artti-g-22169/
[iii] Bu konuda İlahiyatçı Cemil Kılıç’ın, mevcut haliyle din derslerinin işleyişini ayrıntılı olarak anlatan şu yazısına bakılabilir: https://odatv4.com/guncel/din-kulturu-dersinde-alevilik-nasil-anlatiliyor-1901171200-108052