MÜZİSYENLERİN PANDEMİDE AYAKTA KALMA MÜCADELESİ

Söyleşi: Bekir Avcı
17 Nisan 2021
SATIRBAŞLARI

Pandemi boyunca işsizliğe, açlığa mahkûm edilen, intihara sürüklenen müzisyenler yabancısı oldukları iş kollarında yaşam mücadelesi veriyor. Sokakta müzik yapmayı sürdürmeye çalışanlarsa zabıta ve polis şiddetine maruz kalıyor. Pandemiye ve baskılara nasıl göğüs geriyorlar? Arkadaşlarının intiharları için ne diyorlar? Talepleri ne? İzmir’den iki müzisyene, Okan Kılınç ve Baran İtek’e kulak veriyoruz.
(Fotoğraf: Bernard Faucon)

İzmir Konak’ta müzisyenlik yaparak yaşamını kazanan Baran İtek arkadaşımız ilk olarak zabıtaların şiddetine maruz kalıp, daha sonra karakolda polis şiddetine uğrayıp sazına el konulmuştur.” TEHİS’in (Turizm, Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası) bu tweet’iyle başınıza gelenleri duyduk. Ne oldu, nasıl oldu, olayı bir de sizden dinlesek…

Baran İtek

Baran İtek: Yaklaşık dört yıldır sokak müzisyenliği yapıyorum. 30 Mart günü Konak’taydım, yanımda arkadaşlarım vardı. Zabıtalar gelip arkadaşlarımla sigara ve maske nedeniyle tartışmaya başladı. O sırada ben gitarımı akort ediyordum. Zabıtalardan biri bana dönüp “bunlar senin arkadaşların mı” dedi. Ben de “evet” dedim. Bir zabıta beni işaret ederek “arkadaş için de tutanak yazalım, müzik kartını iptal edelim” dedi. Zaten pandemide, tabiri caizse, belamızı bulmuşuz, işsiziz, konser veremiyoruz, bir mekânda çalamıyoruz, kendimizi sokağa atıp güç bela geçimimizi sağlamaya çalışıyoruz. Hal buyken, zabıtanın biri böyle bir şey söyleyince zoruma gitti, ne tepki vereceğimi şaşırdım. O an, belki yanlış bir şey yaptım, ağzımı bozdum. Bu bir hata, evet, ama tahrik edildim. Olayda hedef olmamın tek nedeni zabıtaların tartışmaya giriştiği kişilerin arkadaşım olması ve yapılan haksızlık karşısında kendimi tutamayıp ettiğim küfür.

Okan Kılınç

Okan Kılınç: Haklı durumdayken kendini haksız duruma düşürmesi açısından Baran’ın yaptığı yanlış olabilir, ama bunu çok şaşırtıcı da görmüyorum. Saatlerce müzik yaparak iki-üç lira kazanmaya çalışan bir müzisyenden söz ediyoruz, geçim sıkıntısı yaşıyor ve tüm bunların üzerine baskıya, aşağılanmaya maruz kalıyor: “Şunun kimliğini alın, kartını iptal edeceğiz” deniyor. Hangi hakla? Baran’ın yerinde olsam ben de tepki gösterirdim. Hangi hakla müzisyen kartımı iptal ediyorsun, bu hakkı nereden alıyorsun? Ona bu hakkı kimin verdiğini de düşünmek lâzım.

Darp edildiniz mi?

İtek: Olaydan sonra, benimle tartışan zabıtanın iki arkadaşı gelip arkadaşlarımı darp etti, beni de rahatsız ettiler. Sonra bizi çevik kuvvete götürüp orada darp ettiler. O gün yanımda güzel bir akustik gitarım vardı, ona zorla el koydular. Bir hafta sonra, babamın devreye girmesiyle alabildim enstrümanımı. Eşyalarımı zaptederken bana bir belge vermediler, ama kendileri bir belge imzalatmak istediler. Bu belgede müzik aletlerini “zorla alıkoymadıkları, vatandaşın onlara verdiği” yazıyordu. Ben o ifadeyi “zabıta zorla aldı” diye düzelttirdim, ama “bu bizi zora sokar, ben sana kefilim, sıkıntı olmayacak, sen öyle yazma, imzala” dediler. Boş ânıma denk geldi, sinirliydim, ben de imzaladım.

Buzdolabından gardıroba varıncaya kadar, evdeki bütün eşyalarımı sattım. Gelen parayla son kirayı, faturaları, borçları ödedim. Sonra arkadaşlarıma “Bana kapı açar mısınız” diye sordum. Derin bir karanlığın içindeydim, çıkmazdaydım, ama dostlarım beni karanlığın içinden çekip aldı. Hiç tereddüt etmediler.

Müzik kartı nedir, neye yarıyor? Kartınız iptal edildi mi olaydan sonra?

İtek: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin müzisyen olarak bize verdiği sokak sanatçısı kartı. Şimdi uzlaşmaya çalışıyoruz. Benim bir suçum yok. Sözüm ona belediyeye bağlı çalışan bir sokak sanatçısıyım, ama belediyenin bir ekibiyle mahkemelik durumdayım. İki haftadır müzik yapamıyorum. Günlerdir darp raporu, dilekçe gibi işlemlerle uğraşıyorum.

Kılınç: Olay müzik kartı verince bitmiyor. “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin müzisyenisin” diyor kart. Ee, yani? Sorsan, belediyenin müzisyeniyiz. Eğer tek destek buysa, vermeyin daha iyi. Diyorlar ki, “git müziğini yap, kazanırsan kazanırsın, kazanmazsan kazanmazsın”. Baran’ın başına gelen örnekte de gördüğümüz gibi, kimi zaman da çalışman engelleniyor. İzmir Müzisyenler Derneğinin hakkını yememek lâzım, 2015’teydi sanırım, bu kart için çok uğraştılar. Onların yoğun çalışması sonucu oldu bu. Oldu olmasına, fakat tek artısı, müzisyen olduğunu belirten, sokakta müzik yapmanın önünü açan bir kart olması nihayetinde. Karta sahip olunca herhangi bir maddi destek alıyor değilsin. Özellikle pandemi zamanında küçük de olsa bir destek iyi olurdu. Bir müzisyen belirli bir yerde birkaç saat müzik yaptığında belediye ona cüzi de olsa bir ücret verebilir.

İzmir Müzisyenler Derneği, Turizm İşçileri Dayanışması, Tüm Otel ve Turizm İşçileri Sendikası, Turizm, Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası, Kafe-Bar Çalışanları Dayanışması ile Kent Emekçileri Dayanışması’nın İzmir’de yaptığı ortak basın açıklaması, 22 Şubat 2021 (Fotoğraf: izgazete)

Belediyenin müzisyenlere hiçbir desteği yok mu?

Kılınç: Pandemi sürecinde birkaç ay erzak dağıtımı yapıldı. Güzel bir şey, ama bir defalık. Pandemi bir yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Ayrıca, 500 müzisyen var diyelim, 250’si alıyor desteği, sonra bitti! Bir destek neden tek seferlik yapılır? O zaman tek gösterimlik bir tiyatro bu, bir kez sahneleniyor, perde kapanıyor.

2 Nisan’da İstanbul-Kadıköy’de de sokak müziği yapan bir müzisyenin sazına ve anfisine el kondu. Bu durum münferit değil diyebilir miyiz?

Kılınç: Bazen bir müzisyen sırf Kürtçe şarkı söylüyor diye “desibel çok yüksek” diyor zabıta ekipleri. Hani desibel cihazın? Yok. Maşallah, kulakları desibeli ölçüyor demek. Yani bu tip olaylarda yaptığın müziğin de etkisi oluyor. Baran’ın ya da Kadıköy’deki arkadaşımızın yaşadığı olay ilk defa olmuyor. Bundan birkaç yıl önce, Alsancak’ta zabıtalar çevreden şikâyet geldiği gerekçesiyle müzisyen arkadaşlarımıza sert müdahalelerde bulundu, arkadaşlarımızın enstrümanlarına el kondu, ciddi zarar gördüler. Toplumun sokak müzisyenlerine, sanata bakışını da irdelemek lâzım. Böyle tavırlara karşı müzisyenlerin hakkını savunanlar seslerini yükseltmeli. Ses çıkarılmazsa baskı daha da artacak.

Pandemi koşullarında sokakta müzik yaparak geçiminizi sağlayacak bir gelir elde edebiliyor musunuz?

İtek: Şöyle tarif edeyim, bir gün diğer günü kurtarıyor. İki gün üst üste çalmazsan aç kalıyorsun. Bazen canın sıkkın olabiliyor, o gün bir şey çalmak istemiyorsun, ama yine de çalıp söylemen lâzım. Piyasa diyebileceğim bazı müzikler var, sevmiyorum, ama insanlar onu sevdiği için mecburen söyleyip ekmek paramı kazanmaya çalışıyorum. Son yaşananlar beni çok etkiledi, hatta zabıtalara bir şarkı bile besteledim.

Nasıl bir şarkı?

İtek: Kaç gündür uyuyamaz oldum. Geçen gün hevessiz bir şekilde gitarı elime aldım. Aklımdaki tek şey zabıtaydı. Ben de içimi döktüm. Amir Khan adlı yönetmenin Secret Superstar diye bir filmi var, yoksul bir kız çocuğunun ünlü bir şarkıcıya dönüşme hikâyesi. Onu izlemiştim, o da ilham verdi. Zabıtalarla bu kadar haşır neşir olunca onlara yazıldı şarkı. Sözlerinin bir kısmı şöyle:


Siz hep sokak müzisyenliği mi yapıyordunuz, yoksa canlı müzik mekânlarında da çalıyor muydunuz?

Kılınç: Ben 15 yaşımdan beri müziğin içindeyim. Geçimimi perküsyon çalarak sağlıyorum. Daha doğrusu, sağlıyordum. İzmir müzik açısından geniş bir kazan. Birçok müzisyen var. Pandemiden önce boşta kalan müzisyen yoktu, haftanın yedi günü mekânlar açıktı. İki gün bir yerde, diğer günler başka yerlerde çalıp ekmeğini kazanabiliyordun. Maddi açıdan iyiydi. Ama pandeminin en sert vurduğu sektörlerden biri eğlence ve sanat oldu.

Nelerle karşı karşıya kaldınız bu süreçte?

Kılınç: Bizler müzisyen olarak “kiramı nasıl ödeyeceğim, elektrik ve suyumu nasıl karşılayacağım” derdine düştük. Müzisyenlerin arasında öğrenci arkadaşlarımız da çok. Baktık işin içinden çıkamıyoruz, tek çare evde oturmak. Başka alanlarda iş aramaya kalktığınızda mesleğinizi soruyorlar, “müzisyenim” dediğinizde “biz işi bilen birini arıyoruz” cevabını alıyorsunuz. Kendi adıma söyleyeyim, ilk altı ay evdeydim. Sağolsun eşim dostum, arkadaşlarım destek çıktı, kiramı, elektriğimi ödeyebildim. Fakat giderek kiramı ödeyememeye başladım. Bu zor günlerin sonunda, ağustosa doğru, telekomünikasyon sektöründe bir şirkette iş buldum. İşi bilmiyordum, öğrenme aşamasındayken Covid-19’a yakalandım. Biraz ağır atlattım. 15 gün kadar hastanede yattım, 15 gün de evde. Bir ayın sonunda, evden çıkmak zorunda kaldım. Buzdolabından gardıroba varıncaya kadar, evdeki bütün eşyalarımı sattım. Gelen parayla son kirayı, faturaları, borçları ödedim. Sonra arkadaşlarıma telefon açtım. Zor durumda olduğumu anlattım, kalacak yerim olmadığını söyledim, “bana kapı açar mısınız” diye sordum. Sağolsunlar, bana kapılarını açtılar. Sonra ilçe değiştirdim.

Neredeydiniz, nereye gitmek zorunda kaldınız?

Kılınç: Yıllardır Karşıyaka’da oturuyordum, çocukluğum orada geçti. Birçok arkadaşımı, mazimi, her şeyimi bırakıp Buca’ya taşındım. Burada arkadaşlarımla kalıyorum. Bu süreç bizi hem maddi hem manevi olarak çok ağır etkiledi. Bu anlattıklarımı birçok arkadaşım yaşıyor. Bu nedenle ağır psikolojik sorunlar yaşayanlar oldu. Birçok arkadaşımızı kaybettik. Yakından tanıdığımız, İzmir Müzisyenler Derneği’nden Mehmet Mert El arkadaşımız sırf geçim sıkıntısı nedeniyle hayatına son verdi. Bilmiyorum, “nasıl yapar, nasıl olur” diyor insan. O psikolojiyi hayal edemiyorum. Ben de zor günler atlattım, ama bilmiyorum…

Mehmet Mert El, yaklaşık 1 yıllık işsizliğin ardından, geçtiğimiz şubat ayında yaşamına son verdi (Fotoğraf: izgazete)

Mehmet Mert El’i de yâd edelim burada…

Kılınç: Mehmet arkadaşımız da benim gibi ritmciydi. Karşıyaka’da oturuyordu o da. Çok canayakın bir insandı. İzmir Müzisyenler Derneği’nin çalışkan bir üyesiydi. Destek olmak için derneğin bütün işlerine koştururdu, hastanelere giderdi, lösemili çocuklar için düzenlenen şenliklere katılırdı, kendi zor durumdayken bile başkasının zor gününde yanında olurdu. Geçimini müzikle sağlıyordu. Hem enstrüman imalatı yapan hem de ritm ve perküsyon çalan çok iyi bir müzisyendi Mehmet. İşini iyi yapan, piyasada tutunan biriydi. Ama maalesef pandemi sürecinde sistemin bize yaşattığı ağır darbe Mehmet’i ve onun gibi birçok arkadaşımızı bizden kopardı. Bu çok üzücü bir durum. İnsan düşünmeden edemiyor: Yıllarca müzik yapmış bir kişi neden hayatına son versin ki? “Müzik bitsin, sanat olmasın, ama büyük işletmeler çarklarını döndürsün” diyen akıl yüzünden elbette. Sistem üç-dört bin kişilik fabrikalarda insanların iç içe çalışmasına izin veriyor, sermaye çarklarını döndürsün isteniyor, ama müzisyenler ölürse ölsün deniyor. Ölümler sosyal medyada, birkaç eş-dostun duyurmasıyla bir-iki gün gündemde kalıyor ancak. Onun dışında çıt yok.

Şunu da söyleyeyim: Aylarca işsiz kaldığımda, bilmediğim bir işi yaparken virüse yakalanıp hastalandığımda, parasızlıktan dolayı eşyalarımı satıp evden çıktığımda, çocukluğumu geçirdiğim semti terk ettiğimde benim de aklımdan bazı düşünceler geçmedi değil. Ama “acaba” dedim, “çıkış yolu bu mu” diye düşündüm. Çıkış yolu değil elbet. Çok sayıda müzisyen arkadaş hayatına son verdi, ama ölüm çözüm değil. Gidenleri geri döndürmemiz mümkün değil, ama başka arkadaşlarımızın gitmemesi için mücadeleyi bırakmamamız lâzım.

Bu süreç bizi hem maddi hem manevi olarak çok ağır etkiledi. Birçok arkadaşımızı kaybettik. Yakından tanıdığımız, İzmir Müzisyenler Derneği’nden Mehmet Mert El arkadaşımız sırf geçim sıkıntısı nedeniyle hayatına son verdi.

Nasıl bir mücadele?

Kılınç: Bize düşen dayanışma. Başka türlü bu işin içinden çıkamayız. Elele verip tek bir ses çıkarmamız lâzım. Elli kişinin arasında bir kişinin sesi, feryadı, o çığlık duyulmaz. Ama elli kişi o bir kişinin sesini tek nefeste duyurabilmeliyiz. Başka yolumuz yok. Örgütlenmeden bahsediyorum aslında. Şöyle izah edeyim: Pandemi sürecinde ve bir karanlık odadasınız. Ne kapı görüyorsunuz ne pencere. Dışarıda büyük bir kalabalık var, sesler geliyor kulağınıza, ama kimseyi göremiyorsunuz. Dışarıdakiler sesinizi duymak için çabalıyor. Pencereyi aralayıp içeri ışık tutuyorlar. O zaman diyorsunuz ki, “dışarıdakiler sesimi duydu, beni bu karanlığın içinden çekip alacaklar”. O karanlıktan kurtulan kişi bu kez “ben çıktım, ama ya karanlıkta başka biri daha varsa” diyor. Nasıl aydınlıktakiler beni bu karanlıktan çekip aldıysa ben de aynısını yapabilmeliyim. Bu benim görevim. Ben derin bir karanlığın içindeydim, çıkmazdaydım, ama dostlarım beni karanlığın içinden çekip aldı. Hiç tereddüt etmediler, bir kere bile bunun lafını etmediler. Ben aylarca o karanlıkta sıkıntı çektim. Ekmek yiyemediğim dönemler oldu. Kimseden para isteyemediğim zamanlar oldu. Cebimdeki elli lirayı aya bölerek hesaplıyordum: “Elli liram var, ekmek bir buçuk lira, on gün alsam beni kurtarır.” Elli lirayla bir ayda kaç ekmek alabilirim? O süreçte iki de kedim vardı evde. Zaten benimle yaşayan bir kedim vardı, bir de annesinin bırakıp gittiği yavru kediyi almıştım sokaktan, ölmesin diye. Süt içmesi lâzımdı, param yoktu. Ne yapabilirdim? Bir veterinerden rica etmiştim, “varsa elinizde süt tozu gibi bir şey verin, ama benim gerçekten maddi durumum çok kötü” demiştim. O kediyi bir ay boyunca biberonla emzirdim, büyüttüm. Mama yiyebilir hale geldi, ama mama alacak durumda değildim. Ya onlara mama alacaktım ya kendime ekmek. Kedileri karşıma alıp konuştuğum oldu: “Şu kadar param var, şu kadarını sana harcayacağım, bu kadar da bana kalacak, bununla kendime ekmek alırım ben de…” Kendime ekmek alamadığım zamanlar oldu, ama kedilere ekmek aldım. Karşıyaka’dan çıkmak zorunda kalınca, eşyaları sattım, evi kapattım, onları benimle sürüklememek için bir arkadaşıma bıraktım. Özlüyorum da açıkçası.

Biraz önce sözünü ettiğiniz örgütlenme, dayanışma sizin için somut olarak ne ifade ediyor?

Kılınç: Toplu şekilde hakkını savunmak demek örgütlenme. Tabii bu dönemde hakkını savununca “suçlu” ya da “terörist” oluyorsun. Ama örgütlenmek yardım etmektir, zorda, darda olana yetişmek demektir. Sen ona dokunacaksın, o bir başkasına, kök salacak, ağaç olacak.

İzmir’de yaşamına son veren müzisyenler: Duran Ay, Mehmet Mert El ve Erdem Topuz (Fotoğraf: izgazete)

Bu pandemi döneminde sizin de üyesi olduğunuz TEHİS kuruldu. Sendikal örgütlenmeye nasıl bakıyorsunuz?

Kılınç: TEHİS’in kuruluşuna İstanbul’dan Tolga Kubilay Çelik ve Hazal Kayci öncülük etti. Örgütlenmenin sendikal alanda olması daha mantıklı. TEHİS turizm ve eğlence sektöründe çalışanları kapsayan bir sendika. Bir müzisyen olarak benim haklarımı, sıkıntılarımı sahiplenen bir sendika. Her derdimi, sıkıntımı aktarabiliyor, yardım ve destek alabiliyorum. Bir sendika bunun için varolmalı zaten. Birçok garson, otel çalışanı arkadaşımızın sıkıntısı var. Müzisyenler için “hem eğleniyorsun hem paranı kazanıyorsun” dense de işin içyüzü öyle değil. Bunun üstüne düşebilmemiz için bence sendikal faaliyet, örgütlenme şart.

İşin iç yüzü nasıl? Pandemi öncesinde müzisyenlerin çalışma şartları nasıldı?

Kılınç: Müzisyen eğer kendi cebinden ödemiyorsa, güvencesi yoktur. Birçok müzisyen istenen parçayı çalmadı diye silahla vuruldu. Bir abimiz vardı, devri daim olsun, Balçova tarafında bir mekânda, ufacık bir yanlış anlaşılma yüzünden başından vurularak öldürüldü. Sağlık güvencesini geçtim, yaşam güvencesi yok müzisyenin. Diyorlar ki, “ne güzel, hem eğleniyorsun hem para kazanıyorsun”. Tamam da, siz o mekândan gece iki-üç gibi çıkarken biz de çıkamıyoruz. Toparlanıyoruz, bizi bırakacak bir araç arıyoruz. Eğer mekân eve uzaksa Baykuş’u (İzmir’de gece 12’den sonra saat başı hareket eden otobüsler) kullanmamız lâzım, aksi halde aldığımız paranın yarısı taksiye gider. Para taksiye gitse biz o gün boşa çalışmış oluruz. Karşıyaka’da otururken Balçova’daki mekândan eve taksiyle gitmeye kalksam aldığım ücretin üstüne para koyup eve gitmem gerekiyordu.

TEHİS olarak amacımız üye toplayıp, aidat almak değil. Hep beraber, tek çatı altında sorunlara çözüm bulmak. Zaten zor durumda olan müzisyene sendika “her ay bana bu aidatı ver” diyorsa, o iş farklı bir yere gider. Bu süreçte hem müzisyeni hem hizmet sektöründeki arkadaşların sıkıntılarını tartışıyoruz.

Müzik bitsin, sanat olmasın, ama büyük işletmeler çarklarını döndürsün” diyor sistem. Üç-dört bin kişilik fabrikalarda insanların iç içe çalışmasına izin veriliyor, sermaye çarklarını döndürsün isteniyor, ama müzisyenler ölürse ölsün deniyor.

İzmir Müzisyenler Derneği’nin adı çok geçti. Nasıl bir dernek, neler yapıyorlar?

Kılınç: 2012’de derneğin başkanı Oktay (Çaparoğlu) abiyle tanıştım. Hayatımın en güzel karşılaşmasıydı. Dayanışma ve yardımlaşma adına kendisinden çok şey öğrendim. Yıllardır İzmir’de müziğin hakkını savunan bir dernek İzmir Müzisyenler Derneği. Birçok üyesi var. Çok uğraşıyorlar, emek veriyorlar. Mültecilere, kanser hastası çocuklara yardım eli uzatan, kıyafet ihtiyacı olana kıyafet tahsis eden bir yer. Derneğin binasında ücretsiz müzik dersleri verilmiştir, ben de zaman zaman dahil oldum. Müzik yapmak isteyen biri var diyelim, ama enstrümanı yok, dernek bu imkânı sağlar o insana. Bunlar güzel şeyler.

Şimdi bir yerde çalışıyor musunuz?

Kılınç: Altı-yedi aydır mecburen hiç bilmediğim bir sektörde çalışıyorum. Yabancı bir firma, ağır sanayi sektöründe. Sektör olarak da, üretim olarak da bana uzak. Yenisin, iş bilmiyorsun, içeride askeri düzende bir hiyerarşi var. Bir üstün var, onun üstü, onun da üstü var. Yukarıdan aşağı gelene kadar on kişiden laf yiyorsun. İşi öğrenmeye mi çalışacağım, yoksa bir üstüm beni nasıl ezecek diye düşünerek gidiyorum. O kadar kalabalık bir ortam ki, binlerce insan var. Hepsi farklı düşüncede, farklı yapıda. Biri yüzüne gülerken, öteki bağırabiliyor. Aynı anda bir sürü şeyi görüyorsun, bu da psikolojik çöküntü. Ama bu zor dönemde işimi kaybetmemem lâzım. Birçok arkadaş mecburen istemedikleri, bilmedikleri işlerde çalışıyor, kuryelik yapıyor, atanamayan müzisyen öğretmen arkadaşlarımız fabrikalarda, tekstilde çalışıyorlar. Yabancısı olduğun bir işte çalışmayı ülke değiştirmeye benzetiyorum; dil bilmiyorsun, konuşamıyorsun, karşındaki sana farklı bir lisanda hitap ediyor, anlamıyorsun. Bu süreç çok zorluyor. Yeni biri geldi, süpürge sıkıştırılıyor eline. Gocunduğumuzdan değil, ama bu yaklaşım baskı oluşturuyor. Bunu dayatan sistem. İyi mi? Değil, ama “en azından sigortam var” diyorum.

İtek: Ben babamla daha önce inşaat işi yapıyordum. Sokak müziği yaptığımdan beri inşaata gitmeme gerek kalmıyordu. Fakat pandemi şartlarında yine inşaata gitmeye başladım. Alçıpan işi yapıyoruz. İnşaat piyasası da kötü vaziyette. 10 bin liralık işe bin lira fiyat çekiliyor. Babam geçen gün “bir iş var, sen de gel” dedi. Normal emek değerinin çok altında bir paraya kabul etmiş işi, mecbur, yevmiyemiz çıksın diye gittik. Akşam yedi-sekize kadar çalışıyoruz, günlüğümüz 200-300 liraya gelsin diye. Ne oldu, bin liraya kabul ettiğimiz işi sonradan 900’e çekmeye çalıştılar bir de.

Sonra iki işi birden mi yapmaya başladınız?

İtek: Birkaç iş yapmadan geçinmek mümkün değil. Müzikle uğraşıyorum, aynı zamanda inşaata gidiyorum. Bazen enstrüman satmaya çalışıyorum. Ülke gerçekliğinin farkındayım. Ama bunu yapamayacak olanlar var. Müzikten başka iş yapamayan, yapmak istese dahi iş bulamayanlar var. Böyle olunca yalnızlaşma başlıyor.

Müzikte mektepli misiniz, alaylı mı?

İtek: Ben konservatuar istiyordum, ama babam istemedi. Doğuluyuz, bizde “babanın dediği yapılır” denir. Öyle oldu. Üniversitede Deniz ve Liman İşletmeciliği okudum. Babamda böyle bir dalda okursam para kazanırım düşüncesi vardı. Üniversitedeyken geçimimi kafelerde müzisyenlik yaparak sağlıyordum. Mezuniyetten sonra, babamla çalışmadığım zamanlar ondan para almak istemiyordum. Üniversitedeyken aynı evi paylaştığım arkadaşımla bir gün sokak müziği yapanları gördük. Arkadaşım “biz de yapsak mı” dedi. Ben de “yapalım” dedim. Çekindim aslında önce, utandım. Ama sonra utangaçlığı kırdım. Hem sevdiğim şeyi yapmaya hem de bundan para kazanmaya başladım.

Babanın tavrı şimdi nasıl?

İtek: Sokak müziğiyle barıştı babam. (gülüyor)

Aylarca işsiz kaldığımda, bilmediğim bir işi yaparken virüse yakalanıp hastalandığımda, parasızlıktan eşyalarımı satıp çocukluğumu geçirdiğim semti terk ettiğimde benim de aklımdan bazı düşünceler geçmedi değil. Ama ölüm çözüm değil. Gidenleri geri döndüremesek de başka arkadaşlarımızın gitmemesi için mücadeleyi bırakmamalıyız.

“Ünlü müzisyene konser, ünsüz müzisyene açlık, kahır, kanser!” Slogan TEHİS’in. Bu eşitsizlik nasıl hissettiriyor?

Kılınç: “Ünsüz” biz oluyoruz. Oysa müzik yapıyoruz, sanat yapıyoruz. Emekçi müzisyenleriz bizler. Ama sistem benim müziğime engel oluyor. Tamam, iyi, güzel, pandemi var, anlıyoruz. Ama kapalı kapılar ardında büyük yemekler, organizasyonlar, altın tabaklarda yemek yemeler ne olacak? “Ünlü” müzisyenlere milyarlarca liraya konser yaptırıp ajanslarda utanmadan yayınlatıyorlar bir de. Arı kovanına çomak sokmak gibi. Büyük bir haksızlık, eşitsizlik var. Slogan da bu yüzden “Ünlü müzisyene konser, ünsüz müzisyene açlık, kahır, kanser!” Başka türlü açıklanamaz herhalde.

Son sözü nasıl bağlayalım…

Kılınç: Bu hastalığın Türkiye’ye geleceği belliydi. Önemli olan onu nasıl yöneteceğin. Ama iktidar yönetemiyor. Devletin işsizler için fonu olması lâzım. Nerede? Yok. Kültür-sanat, turizm, bunların hepsinin bakanlıkları var, başlarındakiler oturdukları yerden güzel maaşlar alıyor. Bu hastalık ülkeye girdiğinde, zarar görecekler için bütçe ayırmaları gerekiyordu. Bize geçinebileceğimiz bir ortam hazırlamak zorundaydılar. Ne yapacağız, taş mı yiyeceğiz? O durumdayız zaten. Müzisyen sağlık güvencesi istiyor. Müziğin sadece bir eğlence değil, bir geçim kaynağı olduğu bilinsin istiyor. Mesleğini icra etmek istiyor. Pandemi döneminde müzisyeni unuttular, küstürdüler. Bazen sazımı alıyorum elime, çalasım gelmiyor. Müzisyen müziğe de küstü. Ama öyle ama böyle, biz yıllardır varız. Amatör ya da profesyonel, sizin ruhunuza dokunan müzikleri yapanlar bizleriz. Burada bir emek, alınteri var.

İtek: Şu zabıta olayında aleyhime bir sonuç çıkarsa ne yaparım diye düşünüyorum. Kötü kötü şeyler geliyor aklıma. Müzik benim hayatım, sevdiğim meslek. Haklarım var, ama bunları kullanamıyorum.

^