10 EKİM ANKARA KATLİAMI DAVASINDA GEREKÇELİ KARAR

Söyleşi: Tuba Çameli
2 Mart 2019
SATIRBAŞLARI

Uluslararası kamuoyu IŞİD’in “insanlığa karşı suç”tan yargılanmasını tartışırken, Ankara 4. Ağır Ceza on binlerce kişiyi hedef alan, 103 kişinin yaşamını yitirdiği, en az 500 kişinin yaralandığı 10 Ekim Ankara Katliamı davasının gerekçeli kararını açıkladı. İki yıl süren yargılama sonucunda, 3 Ağustos 2018’de açıklanan kısa karara göre, 19 sanık için “anayasayı ihlâl, kasten insan öldürme, insan öldürmeye teşebbüs, örgüt üyeliği/yöneticiliği, patlayıcı madde bulundurmak” gibi suçlardan cezalar verilmişti. Bu kararla, ortaya konan delillere rağmen, “insanlığa karşı suç” maddesi işletilmedi ve kamu sorumluluğu gözardı edildi. Karardan yedi ay sonra, 21 Şubat’ta yayınlanan 872 sayfalık gerekçeli kararı 10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu üyesi Senem Doğanoğlu ve 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehtap Sakinci Coşgun’dan dinliyoruz.

Suriye’de IŞİD’lilerin uluslararası ceza hukukuna göre yargılanması gündemde.[1] 10 Ekim katliamı davasının gerekçeli kararında “insanlığa karşı suç” tartışılıyor mu?

Senem Doğanoğlu: Mahkeme heyeti, sanıkları “anayasal düzeni ihlâl” suçundan mahkûm etmesine karşın, insanlığa karşı suç, Türk Ceza Kanunu’ndaki (TCK) madde 77 ve 78’de, hukuki değerlendirme yapılan son bölümde tartışılmış. Müşteki avukatları olarak iki yıl boyunca sanıkların “insanlığa karşı suç”tan yargılanması gerektiğini savunduk. Nürnberg’e ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, Roma Statüsü’ne atıflarda bulunduk, bizdeki mevzuatın Nürnberg ile benzerliğini ifade ettik.

Mehtap Sakinci Coşgun: “İnsanlığa karşı suç” kavramı TCK’ya 2000’de girdi. Hâlâ neyi tartışıyorlar, anlamıyoruz. Madde 77’ye göre, herhangi bir yapı ya da birey sivil bir nüfusa yönelik sistematik ve yaygın olarak öldürme, yaralama, fuhuşa zorlama, köleleştirme suçlarını, yani ceza kanunundan bildiğimiz suçları siyasi veya dini saiklerle işlerse “insanlığa karşı suç“tan yargılanır. 10 Ekim katliamı, yaygın ve sistematik olarak Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında işlenen insanlığa karşı suçlardan biridir.

Senem Doğanoğlu

Doğanoğlu: Yargılama süresince bu evrensel bütünlüğün görülmesini istedik. Görülmedi. İddianamede IŞİD’in eylemleri “terörizm” ile tanımlanıyordu. Mahkeme kararı “insanlığa karşı suç”a değil, “anayasayı ihlâl”e bağlamayı tercih etti.[2] Kararda deniyor ki: “İnsanlığa karşı suçun halkın bir kesimine karşı işlenmesi gerekir. IŞİD’in sistematik saldırıları halkın bir kesimine karşı değildir. Halkın tüm kesimlerine yöneliktir ve zaten 10 Ekim mitingine de halkın tüm kesimleri çağrılıdır ve katılmıştır.”

Coşgun: Bizlerin aklı ve vicdanıyla dalga geçiyorlar resmen. Bizim canlarımızın şehit statüsüne girip girmeyeceği tartışılıyor. Son bir örneği paylaşmak isterim: 5233 sayılı Terör Mağdurları Yasası, terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin birinci dereceden yakınlarına istihdam hakkı veriyor. 10 Ekim aileleri tabi tutuldukları güvenlik soruşturması nedeniyle bu haktan yararlanamıyor. Mesela, babasını kaybetmiş bir arkadaşımız var, iş başvurusunda bulunduğu bakanlık, devlet memuru olamayacağını bildirdi. Ne kendisinin ne de babasının adli sicil kaydı var. Yani kanun önünde hakkı var, ama bu haktan yararlanmasına engel olunuyor. Neden? Çünkü babası10 Ekim mitingine katılmış ve orada yaşamını yitirmiş! Aslında itiraf edelim ki, ilk kez devletin resmi bir vesikasında bizim eşit yurttaşlar olduğumuz ve toplumun tüm kesimlerini temsil ettiğimiz söyleniyor. Çok mutlu olduk! Stadyumda yuhalatılırken, Gar’daki sembolik anıtımız saldırıya uğrarken, ailelerimize hakları verilmemişken, anmalarımıza ve mezarlıklarımıza saldırılırken eşit yurttaş olamıyoruz, ama mesele “insanlığa karşı suç”a gelince, “toplumun tüm kesimlerini temsil eden halk” oluveriyoruz!

Kararda deniyor ki, “İnsanlığa karşı suçun halkın bir kesimine karşı işlenmesi gerekir. IŞİD’in saldırıları halkın bir kesimine değildir, tüm kesimlerinedir”. Stadyumda yuhalatılırken, anmalarımıza ve mezarlıklarımıza saldırılırken eşit yurttaş olamıyoruz, ama mesele “insanlığa karşı suç”a gelince, “toplumun tüm kesimlerini temsil eden halk” oluveriyoruz!

IŞİD katliamları “insanlığa karşı suç” olarak değerlendirilmeyerek, ilerde özellikle uluslararası düzlemde ortaya çıkabilecek sorunlardan kaçınılıyor olabilir mi?

Doğanoğlu: Buna hayat müsaade etmez. BM Ağustos 2018’de IŞİD’in Suriye ve Irak’ta işlediği suçlara ilişkin bir komisyon kurdu. Halihazırda Güvenlik Konseyi’nin önünde IŞİD liderleriyle ilgili bir dosya var. Devrede BM olunca, devletlerin yargılanması mümkün olmayabilir. Ancak farklı oluşumlar, IŞİD’in terk ettiği noktalarda cep telefonlarını, bilgisayarlarını, bıraktıkları mühimmatı topluyor ve Lahey’de özel bir mahkeme kurulması gerektiğini dile getiriyorlar.

Birkaç sene önce C.A.R. diye bir rapor yayınlandı. IŞİD’in mühimmat yapımı için temin ettiği amonyum nitratın, bilyelerin, ipliğin menşeini ortaya koyan bu raporda, Türkiye’den giden amonyum nitratın firmalarıyla birlikte listesi var. Her geçen gün hem uluslararası arenada hem de bölgesel düzeyde denklem daha da ilginç bir hale geliyor. ABD “alın” diyor, Avrupa IŞİD’lileri istemiyor. Irak’ta yargılamalar başladı. Irak BM’nin soruşturmasına açtı kanıtları.

Uluslararası Ceza Hukuku uzmanı Prof. Nikolaos Gazeas “Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) bir er ya da cihatçı tarafından işlenen suçlara bakmaz. Bunlar sadece genel ceza hukukuna göre görülecek davalardır” diyor. Bu tür davaların BM tarafından Lahey’e havale edileceği, ancak Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisini haiz beş üyesinin uzlaşmaya varmasının güç olduğu da ifade ediliyor. Ne dersiniz?

Doğanoğlu: UCM önünde olası bir yargılamanın sakıncasıyla ilgili Gazeas ile aynı sonuca varıyor olmakla birlikte, IŞİD’in cihatçılarının değil, üst düzey sorumlularının mahkeme huzuruna çıkarılacağı aşikâr. Devletlerin sorumluluğu yönünden, teorik olarak, faillerin yargılanması mümkün. Ancak, bunun politik ajandanın nasıl şekilleneceğine göre mümkün olduğu da açık. Zaten BM Genel Kurulu da biraz buna işaret etmişti 2017’de. Ülkelere çağrı niteliğinde, “mevzuatlarınıza savaş suçunu, soykırımı, insanlığa karşı suçu alın ve IŞİD yargılamalarını bu eksende yapın, bizim önümüze gelmesi güç” diyordu. Hukukçular olarak emsal oluşturmanın peşine düşmekten başka da yolumuz yok.

Mehtap Sakinci Coşgun

Coşgun: Suriye’de veya Irak’ta yakalanan IŞİD’lilerin birçoğu bildiklerini itiraf edecek. Sınır geçişleri kanıtlarıyla ortada; Türkiye’de yaşayan, yarı zamanlı cihatçı olarak Suriye’ye gidip gelen, orada suç işleyen IŞİD’lilerin varlığı biliniyor. Eninde sonunda IŞİD’in insanlığa karşı işlediği tüm suçlar ve onlara destek verenler gün yüzüne çıkacak.

Gerekçeli karar IŞİD’in bugünkü durumuna dair neler söylüyor?

Doğanoğlu: Zaman ve mekândan kopuk bir biçimde anlatılıyor IŞİD; halihazırdaki durumu da muğlak bırakılmış. IŞİD’in kurduğu dernekleri mahkemede sürekli gündeme getirdik ve bunların akıbetini sorduk. Bu derneklerin kendilerini lağvettiklerine yer veriliyor gerekçeli kararda. Sanıkların üyesi olduğu, Antep’teki Genç Ensar Derneği katliam günü,10 Ekim 2015’te işlevini tamamlamışçasına kendisini lağvediyor. Kararda “IŞİD’in kamu görevlileri ile ilgisi yoktur” dendiği gibi, hücre evlerinin akıbeti hakkında da bilgi verilmiyor. Bu belgeyi ilerde okuyanlar IŞİD neredeymiş, nasıl örgütlenmiş, sonra ne olmuş sorularının yanıtlarını bulamayacak. Anayasal düzeni yıkmak için kurulmuş, birkaç saldırı gerçekleştirmiş, peki sonra? Bunun yanıtı yok.

Coşgun: Türkiye’de IŞİD uyuyan hücreler şeklinde yaşıyor muhtemelen. Zaman zaman bazı IŞİD’lilerin yakalandığını duyuyoruz, istenenleri söyleyince serbest bırakılıyorlar. IŞİD günlük yaşamın içinde, olağan ilişkilerini sürdürüyor; söz konusu yakalamalarda bunun izlerini görüyoruz.

IŞİD’lilerin hücre evlerinde ele geçen dijital kayıtları atlıyorlar. Orada ülke genelindeki Alevi köylerinin ve sivil inisiyatiflerinin tek tek haritalandırıldığı, adreslerine kadar keşif yapılmasının öngörüldüğü bilgileri gözardı ediliyor.

Gerekçeli karara dönersek, metin 21 Şubat’ta UYAP’a yüklendi. Sonra neler yaptınız?

Doğanoğlu: Karara itiraz edebilmek için istinaf metnimizi bitirmemiz gerekiyordu, bir süredir bu gerekçeyi bekliyorduk zaten. 21 Şubat’ta, gerekçeli karar UYAP sisteminde yayınlandığında metin üzerinde çalışmaya başladık. Öncelikle kamu sorumluluğunu değerlendirmesine, sonra da “insanlığa karşı suç”a yönelik değerlendirmelerine baktık. Son olarak da, metinde müşteki olarak katılanlar, kurumlar gerekçeli kararda var mı diye baktık. 696 katılan var, kişi ve kurum-kuruluşlar dahil. Duruşmalar süresince mahkeme heyetiyle sürekli mücadele içindeydik, gördük ki karar metninde de mahkeme heyeti bize yanıt vermeye, bizimle adeta didişmeye devam etmiş. Genellikle gerekçeli kararlarda katılanlara ve katılan vekillerin ifadelerine bu kadar yer verilmez.

Nasıl bir dil kullanılıyor metinde?

Doğanoğlu: IŞİD’e dair iki ayrı değerlendirme ve dil vardı bugüne kadar. İlki Antep Emniyeti’nin dili. IŞİD’i betimlerken, “bunlar örgütlenirken ilahiler dinler, bu da adeta şiddetin senfonisidir” diyen bir dille yazılan Antep fezlekesi. Diğeri de Ankara’nınki, teknik bakıyormuş gibi yapan, katliamı iddianamede adı geçen sanıklarla sınırlandırmak, dallanıp budaklanmasına engel olmaya çalışan dil. Ayrıca, tutarsızlıklar var: Mehmet Kadir Cebael (10 Ekim sanığı, Antep katliamının emrini veren IŞİD üyesi) otopsi ve olay yeri incelemeye göre, banyoda arkadan, yakın mesafeden başından kurşunlanarak öldürülüyor. Antep Valiliği bu bilgiyi “kendini patlattı” diye vermişti. Gerekçeli kararda iki yerde valiliğin basına verdiği bu ilk bilgi var. Sanıkların bazılarının otopsi raporlarında çelişkiler var. Bu tür tutarsızlıklar, kim müdahale etti, neden böyle yazıldı sorusunu da gündeme getiriyor.

Coşgun: Tıpkı yargılamalarda olduğu gibi, nasıl örtbas ederiz kaygısı olan bir metin. İddianameden başlayarak önceden yazılmış bir çerçevenin doldurulması gerekçeli karar. Minareyi çalanın kılıfını hazırlama çabası da var.

IŞİD’e selefi bir yapı değil, “radikal” selefi bir yapı demeyi tercih etmişler. Bir de “normal” selefiler var, onlar “iyi çocuklar” herhalde. Katliama, katliam denmemiş. “Patlama, olay, canlı bomba eylemi” demeyi tercih etmişler.

Bunu nasıl yapıyor?

Doğanoğlu: Gerekçeli karar bir anayasal düzen tarif ediyor: Ankara katliamının gerçekleştiği koşullar hiç yaşanmamış gibi. Laik hukuk devletinde yaşıyormuşuz, her şey yolundaymış gibi tarif ediyor ülkenin iklimini. Her şey yolunda giderken, birden IŞİD anayasal düzeni ortadan kaldırarak bir İslâm devleti kurmak istiyor ve bir dizi eylem yapıyor. Hatta bu karara göre, 10 Ekim AKP’ye yönelik bir eylem. “Demokratik hukuk devleti” tanımı içinde, sürekli seküler bir devlet tarif ediliyor. Demokratik hukuk devletini “radikal” selefi bir örgüt olarak IŞİD’in neden ve nasıl hedef aldığı tarif ediliyor ince ince. O günlerde Emek, Barış, Demokrasi mitinginin neden yapıldığını görmüyor ve mitinge gelenleri homojen toplumun tüm kesimlerini yansıtan bir kitle olarak tarif ediyor. Gerçeklikten kopuk bir Türkiye tarifi üzerine oturtuyor gerekçeli kararı. İç savaş çıkarmayı hedefleyen, kaos yaratmak isteyen, iktidarı zor durumda bırakmayı önceleyen bir saldırı olarak kabul ediyor 10 Ekim’i. Böylece, katliamın insanlığa karşı değil, anayasal düzene karşı işlendiği söyleyerek kararı 309’un üzerine kuruyor. Tabii bu kurgu gereği, anayasal düzenin, anayasa yargısının verdiği ve mahkemede dile getirdiğimiz Kozlu kararı gibi, devlet sorumluluğunun araştırılması zorunluluğuna ilişkin kararları ihlâl etmekte beis görmemesi de metnin ironisi olsa gerek.

Sekülerlik” vurgusunu açabilir miyiz?

Doğanoğlu: “FETÖ” davalarının gerekçeli kararlarının aksine, altı çizilerek tekrarlanan bir sekülerlik söz konusu. “IŞİD Türkiye’nin seküler düzenine karşı İslâm devleti kurmak için örgütlenmiş ve saldırılarını bu amaçla gerçekleştirmiştir” vurgusu var. IŞİD için, “Türkiye’nin belirli bölgelerinde İslâm devleti tesis etmek için kurulmuş radikal selefi bir örgüttür” tarifi yapılıyor.

Coşgun: Bunları ifade ederken IŞİD’lilerin hücre evlerinde ele geçen dijital kayıtları atlıyorlar. Orada ülke genelindeki Alevi köylerinin ve sivil inisiyatiflerinin tek tek haritalandırıldığı, adreslerine kadar keşif yapılmasının öngörüldüğü bilgileri gözardı ediliyor. Bunları delil olarak gösteriyor, ama hukuki değerlendirme bölümünde tek bir satır atıf yok. 10 Ekim’den sonraki IŞİD saldırılarına bakın, mesela Antep saldırısını nereye koyacaklar?

Doğanoğlu: Antep saldırısında “Kürt düğünü” vurgusu yapılmış. Ama bunu etkisizleştirmek için Sultanahmet, Atatürk Havaalanı gibi saldırıları sıralıyor. IŞİD’e selefi bir yapı değil, “radikal” selefi bir yapı demeyi tercih etmişler metinde. Bir de “normal” selefiler var, onlar “iyi çocuklar” herhalde. Katliama katliam denmemiş. “Patlama, olay, canlı bomba eylemi” demeyi tercih etmişler, tıpkı mahkemede olduğu gibi.

Kamu sorumluluğu nasıl ele alınmış?

Doğanoğlu: Kamu sorumluluğu bahsi deliller bölümünde yer almış. “Müşteki ve vekillerinin talebi üzerine kamu sorumluluğu araştırılmıştır” diye başlıyor ve deliller tartışılıyor. Örneğin Mülkiye Müfettişleri Raporu’na atıfta bulunuyor, ancak tek bir klasörden ibaretmiş gibi davranıyor; bu raporun eki olan dokuz klasör yok sayılıyor. Ankara Emniyeti, güvenlik-istihbarat birimleri ve sorumluları ile göz yaşartıcı bomba kullanan üç polisin isminin yazılı olduğu, soruşturma izni verilmediği ifade edilen belgeyi esas alıyor. Halbuki eki olan dokuz klasörde bu birimlerin görevlerini yerine getirmediklerini ve süreci anlatan belgeler var. Duruşmalarda, devletin katliam ânındaki sorumluluğunun yanısıra, öncesi ve sonrasındaki sorumluluklarını dile getirmiştik ısrarla. Aynı bölümde, “bu sorumluluğa dair dijital materyalde herhangi bir kamu görevlisinin ismine rastlanmamıştır” deniyor. Aslında şunu söylemek istiyor: Sanıklarla kamu görevlileri arasındaki yazışmanın belgesi yok, bu nedenle de kamu sorumluluğu yoktur. Böylesi bir yazışma nasıl bulunacak? Öte yandan, tek delil dijital materyal değil ki: Ses kayıtları, dinlemeler, fotoğraflar ve görüntüler var.

Gerekçeli karar “katliam yargılamasının nasıl olmaması” gerektiğinin vesikası. Bir metin neyi örtmeye çalışıyorsa suç tam da orada gerçekleşmiştir.

Coşgun: Olay yeri görüntülerinde polislerin kask numaraları var. İstenseydi bunun için bilirkişi incelemesi yaptırılırdı. Diyarbakır, Suruç ve 10 Ekim katliamlarının talimatını verdiği belirtilen IŞİD’in “Türkiye Emiri” İlhami Balı’nın sınır geçişindeki ses kaydı vardı örneğin. Bu ses kayıtları tartışılmamış. Tabii buna girse, MİT tırlarına, İHH’nın yardım konvoylarına girmesi gerekir, ki bunun sonu yok. Bunları tartışmak 10 Ekim’i yargılamaktan daha zor.

10 Ekim Katliamı Ayırma (tefrik) davası sürüyor, ikinci celsesi 18 Nisan’da, değil mi?

Doğanoğlu: Bu dava bir devam davası. Sanıkların veya sanık avukatlarının olmadığı, duruşmalar silsilesi halinde devam eden bir dava. Yakalanamayan, daha doğrusu yakalanmayan sanıklarla ilgili bir dava bu. 16 sanık var. Bu davada sanıkların yakalanamama/yakalanmama süreçlerine dair taleplerimiz oluyor, olacak. Devlet neler yaptı, neden yaptı veya yapmadı, hangi savcılık ne yaptı veya ne yapmadı gibi hususları soruyoruz. Kısa kararda devlet sorumluluğunun ayırma dosyasında tartışılacağı ifade edildiği için bu sorumluluğu da tartışmaya devam ediyoruz. Ayırma davasında da devletin katliam öncesinde, katliam sırasında ve sonrasında sorumluluğu temel konumuz.

Coşgun: Sanıklar yakalanmazsa bu dava zaman aşımına kadar, 26 yıl sürebilir. Biz yılmadan 26 yıl sürdürürüz.

Davanın başından beri sözü edilen, “X-Y-Z” diye adlandırılan ve hücre evine girip çıkanları gösteren görüntüler, ayırma davasında da gündeme geliyor mu?

Doğanoğlu: Bu konuyla ilgili ayırma dosyasının duruşmalarında mahkeme heyetiyle hâlâ didişiyoruz. Heyet bunları yayınlanan gerekçeli kararda tartışmıyor, çünkü bu tartışmayı ayırma davasına bıraktı. X-Y-Z diye adlandırılan kişiler iddianameden başlayarak görmezden gelindi. Bu kişiler aranan IŞİD’liler olabileceği gibi, açıklanmak istenmeyen kamu görevlileri de olabilir. Devlet X-Y-Z’leri, suratları apaçık ortada olan bu kişileri açıklamadığı sürece onların kim olduğunu sormaya devam edeceğiz.

Tıpkı bu X-Y-Z’ler gibi, bazı “kimliği belirsiz kişiler” geçen hafta hem Suruç hem de 10 Ekim şehitlerinin mezarlarına saldırdı.

Coşgun: Bu, Suruç mezarlığına yapılan ilk saldırı değil. Sadece 10 Ekim ve Suruç şehitlerine değil, tümüne yapılmış bir saldırıdan söz ediyoruz. Saldırıya uğrayan mezarlardan biri 10 Ekim şehidi Yılmaz Elmascan’ın mezarı. Yılmaz Elmascan Suruç katliamından sonra o mezarlığa gidip orada yaşamını yitiren üç şehidin mezarlarını ziyaret etmiş. Fotoğrafı var, bu üç mezarın yanındaki iki kişilik boşluğa bakıp “ölünce beni buraya gömün” demiş. Bu arzusu 10 Ekim günü yaşamını yitirince yerine getirildi. Mezarlıkların böyle hikâyeleri var. Bu ikinci saldırıda mezarların baş kısımları kırılarak tahrip edildi. Öyle bir-iki kişinin yapabileceği bir saldırı değil bu. Organize ve ciddi araç-ekipmanla yapılabilecek bir saldırı. Benzeri saldırılar Gar meydanındaki sembolik anıtımıza da oluyor.

Gerekçeli karara hukuki açıdan emsal teşkil edecek tarihi bir belge diyebilir miyiz?

Doğanoğlu: Devletin kamu sorumluluğundan kaçmak için gösterdiği çabanın gözardı edilmemesi ve bunun farklı çevrelerce tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu metin hukuki bir metin değildir. Hakkıyla yazılsaydı, hukuki ve tarihi önemi olan bir metin olabilir, emsal teşkil edebilirdi. Oysa bu gerekçeli karar “katliam yargılamasının nasıl olmaması” gerektiğinin vesikası. “Bir metin neyi örtmeye çalışıyorsa suç tam da orada gerçekleşmiştir” kanaatinden yola çıkarak katili adreslemesi açısından önemli diyebiliriz, bir alt-okuma yaparak.

Coşgun: Aileler olarak başından beri bize dosyanın sanıkları gibi davranılmasına karşın hepimiz dosyanın avukatıymışız gibi süreci takip ettik. Sincan Cezaevi yerleşkesinde yüzümüze okunan karar sonrasında verdiğimiz tepkiden farklı bir noktada değiliz. Katili tanıyoruz. Onu bizden kaçırmaya çalışıyorlar, başaramayacaklar. Yargı istiyor ki dosya kapansın, 10 Ekim unutulsun. Bunun için de hızlıca prosedürü izliyor. Bundan sonra istinaf ve Yargıtay süreçleri var, onları hızlıca tamamlayıp dosya arşivdeki yerini alsın istiyorlar. Bu süreçleri takiben biz de önce Anayasa Mahkemesi’ne, oradan da AİHM’e gideceğiz. Katliamın üzerinden kırk ay geçti. Adaletin tecelli etmediği bu dosyanın kapanmaması için mücadele ediyoruz. Nasıl katledildiğimizi, nasıl katledilmek istendiğimizi biliyoruz. Gerçeklerin üstünü örtmeye çalışan bu belgenin tartışılmasını ve devlet sorumluluğunun gündeme getirilmesini bekliyoruz.

 

[1] 19 Şubat’ta Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Birleşmiş Milletler’den, ellerindeki IŞİD’li yabancı savaşçıların Suriye’de yargılanması için özel mahkemeler kurulmasını talep etti. Böylece IŞİD’lilerin insanlığa karşı suçtan yargılanması sağlanacak.

[2] TCK m. 309/1’e göre: “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.”

^