AGROBAY DİRENİŞİ 100. GÜNÜNDE

Söyleşi: Anıl Olcan
29 Kasım 2023
SATIRBAŞLARI

Direnişiniz üç ayı geride bıraktı. 98. günde Bergama’da bir binanın çatısına çıkarak eylem yaptınız. 100. günde ne hissediyorsunuz?

Ayten Yavuz: Çok üzgünüm. Bu ülkede işçiler sahipsiz. Birçok siyasi partiyle görüştük, Meclis’e bile gittik. Kimse sorunumuzu çözmedi. Aslında çözülemeyecek bir durum da yok.

Behice Karabulut: Derdim çok, konuşmaya başlarsam susmam. Güzel bir ruh hali içinde değilim, psikolojim bozuk, ölü gibiyim, bastığım yeri bilmiyorum. Haklarımızın verilmemesine çok öfkeliyim. İnsanın maaşı, tazminatı verilmez mi? Tahammülümüz kalmadı. Agrobay mücadelesi için İstanbul’a ve Ankara’ya gitmiştim. O gezide kardeşimin ölüm haberini aldım. Arzu Şentürk yüzünden kardeşimi son bir kez göremedim. Arzu hanım paramı vermiş olsaydı İstanbul’da, Ankara’da ne işim vardı? Çocuğuma düğün yaptım, borcum var. Düğünden bir hafta sonra işten atıldım. Borçlarımı ödeyemiyorum, icralık olacağım. Böyle bir insanın ruh hali iyi olabilir mi? Ruh halim gitti. Madem Arzu bizi yaşamaktan alıyor, kendimi mi öldüreyim?

Şirin Yıldırım: Psikolojimiz öyle bozuk ki, insanın kendini öldüresi geliyor. Binanın tepesinden atlasam ne olacak ki? Zaten ölü gibiyiz. Ama insan arkasında bırakacakları düşünüyor. Bir oğlum var. “Ben olmazsam ona kim sahip çıkar?” diye düşünüyorum. Dokuz sene Agrobay’da yeri geldi, iki kişinin yaptığı işi yaptım. Bu saatten sonra Arzu hanımla helalleşmem.

Karabulut: 11 senemi verdim Agrobay’a. İnsan kaynakları müdürü bizi işten çıkarırken “Tazminatınızı ve maaşınızı vereceğiz” demişti. Haklarımızı o zaman verseler helalleşirdim, ama artık helalleşmem. Kardeşimi mezardan çıkartıp helalleşebilir miyim?

Şirin Yıldırım, Behice Karabulut

Agrobay serası nasıl bir yer, nasıl bir ortamda çalışıyordunuz?

Karabulut: Agrobay’da ilk yedi ay mutfakta çalıştım. Mutfakta şeker hastası bir usta vardı. Ustanın agresifliğine dayanamadım, kavga ettim, çünkü haksızlığa gelemem. Kavga yapınca beni seraya gönderdiler. Serada salkım budaması ve dolama yapıyordum. Yeri geldiğinde yaprak kestim. Erkek gibi çuval taşıdım. Son dört senedir ilaç atıyordum toprağa. Bir tonluk taral (ilaçlama makinesi) çekiyorduk, yani hangi iş sıkıysa o işi yapıyorduk. Agrobay’a girdiğimde sapasağlamdım, şimdi bel fıtığım var, ameliyatlığım. İki senedir domateslere Logosa virüsü dadandı, lanet bir virüs, geldiğinde bütün seraya yayılıyor. Bu sene Almanlarla hastalığı temizlemeye uğraştılar. Ama Agrobay bizim ahımızı aldı ya, Logosa hastalığı yine gelmiş seraya.

Yavuz: U şeklinde 75 metrelik bir demir boru vardı serada, içinden sıcak su geçiyordu. Borunun demir ayaklarını kaldırdık, küreklerle altına kum döktük. Kumları arabalarla taşıdık, serayı düzenledik. Zor işler bitince bizi attılar. Yedi sene Agrobay’da çalıştım. Ben genelde bitkileri iplere doluyordum. Bitki dolaması bitince hasat yapardım. Hep baskı altında çalışıyorduk, ama özellikle bu sene baskı arttı. Bu sene inşaat işi bile yaptık, kum taşıdık, demirleri kaldırdık.

Ayten Yavuz (Foto: Zeynep Kuray)

Bitkilere tarım kimyasalları atarken koruyucu ekipman verilir miydi size?

Karabulut: Hayır. Sadece bir forma verilirdi. Mesela inşaat eldiveni veriyorlardı, eldivenler su geçirirdi. Maske veriliyordu, ama filtreleri sürekli değişmesi lâzımdı, filtreler değişmezdi. Filtre değişmeyince maskenin ne kıymeti var? Bir kere ayakkabı verildi. Ayakkabının yırtılması bir haftayı bulmadı, çöpe attık. Bazen terlikle, bazen de kendi ayakkabımızla çalıştık. Özel bir ayakkabı veya eldiven verilmedi. Asitten ve klordan tişörtlerimiz, kazağımız eriyordu.

Yıldırım: Hiç sağlam çamaşır giymedik. Üstünü başını hep evden götürürdün. İş güvenliği uzmanı dalga geçer gibi “Ayakkabı alt tarafı 400 lira, kendinize bir ayakkabı alın” derdi. 400 lira az para mı? Kendime zar zor ayakkabı alıyorum. Bir de iş için nasıl ayakkabı alayım? Mecbur terlikle çalışırdık. Bir keresinde evden madenci çizmesi götürdüm. Asit madenci çizmesini bile eritmişti. İşten çıkarılmadan bir buçuk ay evvel serada bir buçuk tonluk asitle oynadık. Asit, klor ve tarım ilacı solumaktan karaciğerimdeki enzimler çalışmıyor.

Yavuz: Ben 39 yaşındayım. Dizim ağrıyordu. Doktora “Bu ağrı neden oluyor?” diye sorduğumda bana “Dizin ağır kaldırmaktan sıvı toplamış, yük taşımayacaksın” dedi. Ama maalesef serada çuvalları taşıyordum. Karaciğerimde kitle var, ama meslek hastalığı mı, bilmiyorum.

Özel ayakkabı veya eldiven verilmezdi. Asitten ve klordan tişörtlerimiz, kazağımız eriyordu.İş için nasıl ayakkabı alayım? Mecbur terlikle çalışırdık. Bir keresinde evden madenci çizmesi götürdüm. Asit madenci çizmesini bile eritmişti. Asit, klor ve tarım ilacı solumaktan karaciğerimdeki enzimler çalışmıyor.

Serada sadece kadınlar mı çalışırdı?

Yıldırım: Serada genelde kadınlar çalışır. Nedense erkek işlerini de kadınlara yaptırırlardı. Mesela bitki sarılsın diye yüksekten bir ip sarkıtırsın, bitki büyüdükçe o ipe dolanır. Yüksekten ipi atmak tehlikelidir, o iş beni çok korkuturdu. Yalan değil, korkudan sezonun gelmesini istemezdim. İp atarken yüksek arabalara binilir. Arabanın ayakları bazen kırık olur. Araba devrilirse, işçi de düşer. Ben bir keresinde düşüp omurga kemiğimi kırdım.

Karabulut: Ben de ilaç arabasından düşmüştüm, kolu bacağı morarttık hep.

Tarım işçiliğinde iş kazası çok sık oluyor, ama pek konuşulmaz, bilinmez. Arkadaşlarınız iş kazası geçirdiğinde ne yapardınız, şirketin tavrı ne olurdu?

Yavuz: Agrobay’da gözümüzün önünde iki kişi öldü. 22 yaşında bir çocukcağız forkliftin üstünden düşüp öldü. Agrobay işgal ettiği kamu arazilerine meyve ağaçları ekiyordu. 35-36 yaşlarında bir işçi meyve ağaçlarının ekildiği arazide tek başına çalışırken üstüne traktör devrilmiş. Adamcağızın cesedini dört-beş saat sonra bulmuşlar. Gittiklerinde işçi mosmormuş. Ailesine para verip susturdular.

Yıldırım: Bir kere, Ramazan diye bir işçi arkadaşımız arabadan düştü. Onu görür görmez ağlamaya başladım. Ben de düştüğüm için o durumu biliyorum. Düşen birini görünce psikolojim bozulurdu, seradan dışarı çıkardım. Kendini susturmak zordur. Sus, sus nereye kadar? Sinmekten sinir krizi geçiriyordum serada.

Karabulut: Benim bedenimde Agrobay’ın hatırası var. Hatıra dediğim de kötü bir hatıra. İlaç atıyordum, ayakta durmaktan topallıyordum, yürüyemez haldeydim. Ayağım kayınca bir tonluk tarala çarptım. Ön dişim o yüzden kırıktır.

Agrobay’da ziraat mühendisleri, insan kaynakları veya işçi sağlığı uzmanları yok mu? Olan biteni onlar görmüyor muydu?

Yıldırım: Lafta hepsi var. Ama onlar şirketin elemanı. İşçiyi koruyacak bir şey yapmazlar. İnsan kaynakları eşittir şirket kaynakları, bu kadar basit. Arada bir doğruyu yapmaya çalışan mühendisi kapı dışarı ederler. Agrobay’ı savunmazsan ekmek yiyemezsin.

Karabulut: Biz serada normal işçi gibi çalışmadık. Mühendislerden fazla iş yaptık. Yalan değil, mühendisler pek bir iş yapmıyordu, mühendis canı isterse seraya uğrardı. Bizi yarış atı gibi koştururlardı. Telefonla arayıp “Kaç sıra yaptın?” diye sorarlardı. Sabah git ölçümleri al, WhatsApp’tan mühendise gönder… İş böyleydi yani. Ben budamacıydım. İlaç da attığım için yirmi dönümdeki bitki sıralarının hepsine girer çıkardım. Seranın neminden bitkilerin yapraklarında midye olmuştu. Mühendise “Çatıları açın, yoksa bitki ölecek” dedim. “Hayır, bu sıcaklık iyi” dediler. Sıcaklık iyi de, bitki de başka bir şey söylüyor işte. Çatıları açmadılar, bitki resmen yandı. Arzu Şentürk seraya gelip “Atın bu işçileri” dedi. Bizim suçumuz ne? Sonuçta hastalığı görüp mühendise söyledim, ama onlar hatalarını kabul etmez. Sonra çatıyı açtık, bitkileri tekrar filizlendirdik. Üç ay uğraşıp cana getirdik bitkileri. O zaman beğendiler. Ama üç ay önce köpeğin önüne atsan yemeyecek laflar söylediler.

Yıldırım: Her şeyin acısını bizden çıkarırlardı. Bitkiler yanınca üretim müdürü “Siz nasıl kadınsınız? Sizi buradan kazıyacağım” demişti. Bu laf çok zoruma gitti. Oturdum ağladım. Şengül ablayla ağlaşırken “Hadi bırakalım, hep beraber gidelim buradan” dedim.

Yavuz: 15 Mayıs’ta bizi koruyup kollayan mühendisleri işten çıkardılar. Onlar işten çıkarılınca diğer mühendislerin baskısına maruz kaldık. Ayrıca, ücretsiz izin dayatması da gelince biz de “Ne yapalım, ne edelim?” diye konuşmaya başladık. Daha önce Agrobay’dan çıkan işçilerin hakkını alamadığını biliyorduk. Biz de “sendikalaşalım” dedik. 19 Ağustos’ta sendikalı oldum, 23 Ağustos’ta işten çıkarıldım. 

Sürekli hakaret, baskı insana dokunuyor. Bir keresinde, domates yiyen işçiye mühendis ağza alınmayacak şeyler söyledi. Bir domates için 50-60 yaşındaki kadına hakaret edilir mi? Bir domates yahu! Patronun kibrinden, mühendisin hakaretinden yeter dedik.

Sizi sendikalaşmaya teşvik eden başka nedenler var mıydı?

Yavuz: Agrobay’da ağzını açamazsın. Küçük bir şikâyetimizi söylediğimizde bile sustururlardı. Hemen size kapıyı gösterirler. Bu “kapı orada” düzeni Bakırçay havzasındaki tüm seralarda var. Ama yetti bu düzen. Sürekli hakaret, baskı insana dokunuyor. Bir keresinde domates yiyen işçiye mühendis ağza alınmayacak şeyler söyledi. Bir domates için 50-60 yaşındaki kadına hakaret edilir mi? Bir domates yahu! Patronun kibrinden, mühendisin hakaretinden yeter dedik. Mesela müfettiş gelince asitleri saklardık. Bir kural varsa, bunun denetimden önce de uygulanıyor olması gerekmez mi? 2007 veya 2008’de seraya sigorta müfettişi gelmişti. O zamanlar az sayıda sigortalı işçi çalışırdı. Müfettiş görmesin diye sigortasız işçileri soğuk hava deposuna kilitlediler. Müfettişler serayı gezerken yanlarından mühendisler ya da insan kaynakları çalışanı ayrılmazdı. Onlar varken müfettişe “memnun değilim” diyemem ki. Patroniçe Arzu Şentürk’e ve Bakırçay havzasındaki tüm patronlara örnek olsun diye sendikalaştık biz. Bilsinler, işçiler kimsenin malı değil.

Karabulut: Baskılardan, maaşlarımızın düzensiz yatırılmasından bıkmıştık. Haziran ayının maaşı ağustos ayında yatardı. Maaş hep böyle geriden gelirdi, almamız gereken maaşı bile alamadık. İşçiler maaşlarını Vakıfbank’tan alırdı. Agrobay daha sonra Ziraat Bankası’na geçti. Bu geçiş sırasında banka hesap sahibine “promosyon” adı altında bir prim verir. Bu promosyon parası işçilerin hakkıydı, ama parayı Arzu hanım aldı. Altında son model arabayla zırt pırt önümüzden geçerdi. İçten içe benim zoruma gidiyordu bu. Ayrıca, hasta olup bir gün işe gitmediğinizde iki günlük yevmiyemiz kesilirdi. İşçi üç günlük rapor alsa bile bir haftalık izni yanardı. Çift katlı, hurda, koltukları kırık servislerimiz vardı. O servislerde kışın donarsın, yazın terlersin. Bir sürü kaza atlattık o servislerle. Duraklarımızı da kaldırdılar. Neymiş efendim mazot pahalıymış. Ben servise gitmek için sabah akşam iki kilometre yol yürüyordum. Bunlardan dolayı Tarım-Sen’e üye olduk. Üye olduk ama, on günde bizi kapının önüne koydular. Üstelik Kod-46’yla işten çıkarıldık. Alnımıza kara lekeyi de sürdü Arzu hanım. İşsizlik parası bile alamıyoruz.

Bakırçay havzasındaki seralarda sendikal örgütlenme yok; siz sendikalaşmaya başladığınızda başınıza bir şey gelmesinden endişe etmediniz mi?

Yavuz: Sendikaya üye olduğumuz için işten çıkarılabileceğimizi bekliyorduk, ama bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştik. İlk defa bir iş yerinden kovulmuş oldum. Sendikaya üye olursak işten atılırız, ama en azından tazminatımızı alırız diye düşünüyorduk.

Yıldırım: Sendikaya üye olmaktan korkmadım, pişman değilim. O benim hakkım. İşten atıldığım için de dövünmüyorum. Ben hakkımın peşindeyim. Benim Arzu’yla başka ne işim olur?

Peki serada örgütlenme çalışması yapıyor muydunuz? Diğer işçileri nasıl örgütlüyordunuz?

Yıldırım: Yaptık tabii, hepsini yaptık. (gülüyor) Arkadaşların yanına gidip “Korkmayın, sendikaya gelin” diyordum. Sendikayı yasadışı örgüt gibi, öcü gibi gören işçiler vardı. Aslında sendika en doğal hakkımız, anayasada var. Gidip bir Türk filmi bile izleseler sendikanın ne olduğunu anlayabilirler. Sendika kötü değil ki.

Karabulut: Kemal Sunal’ın “Harranlı değilim, sendikalıyım” dediği film var. Onu mu diyorsun?

Yıldırım: Yok, o değil. Hülya Koçyiğit’le Hakan Balamir’in oynadığı Diyet filmi var. Onu izleyince sendikayı anlarlar.

Biraz önce “Seraya madenci çizmesi götürdüm” dediniz, kimindi o çizmeler?

Yıldırım: Behice’yle ben Agrobay serasına Kınık’tan geliyorduk. Kınık’ta madenci çoktur. Kardeşim ve eşim madene giderdi. Eşim Soma’da 301 kişinin öldüğü madende beş sene çalıştı. Ama yer üstünde çalışıyordu, çavuşluk yapıyordu. Soma’daki maden patlayınca artık taş ocağına gidiyor.

Karabulut: Genelde Kınıklı kadın işçilerin ya eşi ya da oğlu madencidir. Kınık halkı sendikalaşmaktan korkmuyordu, çünkü madenciler sendikalıydı. Biz sendikanın ne olduğunu biliyorduk. Kınık’ta Bağımsız Maden-İş’le hakkını alan çok madenci oldu. Soma’da 301 madencinin öldüğü kazadan sonra sendika bastırınca maaşlar arttı. Sendika sayesinde asgari ücretle çalışan madencilerin maaşı iki katına çıktı. Maden işçileri bizden daha örgütlü. Bir arkadaşları işten atılınca diğerleri iş bırakabiliyor; maden şirketi atılan işçiyi geri almak zorunda kalıyor. Seradaki işçi arkadaşlarımız bir saat iş bırakıp makasları atsalar her şey çok farklı olurdu. Ama işçiler işten çıkarılmaktan korkuyor. Ne olacak? Arzu herkesi mi işten atacak? Arzu bir yaprak kesmeyi bilir mi? Madencilerin gösterdiği birliği biz gösteremedik. Bu havzadaki ilk kadın direnişi bu. İnsanlara biraz garip geliyor. Ben çok önceden arkadaşlar arasında “Serada bir sendikalaşma olsun” diyordum. Bergama veya Dikili’den gelen işçiler sendika fikrinden korkuyordu. Ama oradan gelen işçi arkadaşlarla da bir örgütleşme yaptık. İçimizden mühendislere ve müdürlere yalakalık yapan hainler de çıktı. Hainler olmasa daha fazla örgütleşirdik. Ben Ayten’le birlikte çalışıyordum. Pat diye Ayten’i işten çıkardılar. Neymiş, “performansı düşükmüş”. 13-14 senedir çalışıyor Ayten. Birden mi performansı düştü? Sendikalaşma yapanları, ön cephede olup göze batanları attılar işte.

Yavuz: Ben Bergama’nın Ovacık Köyü’nde yaşıyorum. Bergama’da sendika lafını hiç duymadım. Bergama halkı biraz tepkisiz. Mesela gözaltına alındığımızda bizi elimizde kelepçelerle hastaneye götürdüler. Etraftakiler Agrobay işçisi olduğumuzu biliyordu. Onlara “hakkımızı arıyoruz” filan diyordum, bana ifadesiz bir suratla bakıyorlardı. Sadece sözlü destek veriyorlar. Çadırımıza gelip doğrudan destek veren çok az, çünkü sendikal mücadeleye alışık değiller. Bergama’da iş sahası dar, fabrika yok. Tarım işçileri sendikalı olabileceklerini pek bilmez. Bergamalılar için Agrobay mücadelesi bir ilk sayılabilir. Ama yine de Bergama ve Dikili halkı bize çok destek oldu. Çünkü Bergama’da yaşayanların yolu bir şekilde Agrobay’la kesişmiştir. Kiminin kardeşi, kiminin teyzesi çalışmıştır Agrobay’da. Dolayısıyla, herkes Agrobay’ın hak yiyen bir şirket olduğunu bilir Bergama’da.

Bergama ve Kınık nasıl yerler, nasıl bir ekonomisi var, neyle geçinirsiniz?

Yavuz: Bergama Ovacık’ta altın madeni var. Eskisi gibi tarım işi de kalmadı. Mesela pamuk ve mısır artık makineyle toplanıyor. Son 10-15 senedir tarımda eskisine göre iş bulmak zorlaştı. İnsanlar genelde zeytin toplamaya gider. Ovacık köyünde aşağı yukarı 260 kişi vardır. Herkesin sebze ektiği bahçesi vardır. Köy hayatı işte, kendi halimizde yaşayıp gideriz. Bakırçay havzasında seralarda çalışmaktan başka seçenek yok. On yaşından beri tarım işçisiyim. Küçükken annem, kardeşim, dayımın çocukları bir grup olurduk, öyle giderdik tarlaya. Pamuk veya mısır toplardım. Eskiden makine yoktu, elle toplardık mısırları. Bakırçay’da tütün de yetişirdi. Ama ben tütün toplamadım.

Karabulut: Kınık ovası geniştir. Ben 1981 doğumluyum, yedi yaşından beri tarlaya, ovaya gidiyorum. Yedi yaşında bir çocuk yevmiyeye gider mi? Giderdik işte… Tütün kırardım, pamuk ve zeytin toplamaya giderdim. Evlendikten sonra da tarım işi yaptım. Çocuğum bir yaşındaydı, onu da ovaya götürürdüm. Sabaha karşı üçte kalkardım, ovaya salıncak kurardım. Çocuğum ağlardı tarlada, doğru dürüst ilgilenemezdim. Çocuğum erken uyanıp zorluk çekmesin diye Agrobay’a girdim. Girmez olaydım.

Yıldırım: Ben altı yaşında pamuk toplamaya giderdim. Tütüne de giderdim. Agrobay’a girerken “En azından sigortam olur” diye düşündüm. Bir-iki sene çalışıp çıkacaktım.

Hasta olup bir gün işe gitmediğinizde iki günlük yevmiyemiz kesilirdi. İşçi üç günlük rapor alsa bir haftalık izni yanardı. Çift katlı, hurda, koltukları kırık servislerimiz vardı, kışın donarsın, yazın terlersin. Bir sürü kaza atlattık o servislerle.

Çocuk yaşta tarım işi yapmak zor gelmez miydi?

Yavuz: Tarım işi hep zordur. Mısırın bir anası, bir de babası vardır. Anaların ucunda püskül çıkar. Anaların verimli olması için püskülü kökünden çıkarırdık. Dize kadar çamurun içinde yalın ayak mısır püskülü toplamak kolay mı? Kolay desem yalan olur. Belimize çuval bağlayıp topladığımız mısırları çuvala atardık. Patron başımızda “Hadi hadi, kamyon dolacak” derdi.

Karabulut: Sabah beşte tütün kırmaya giderdik, iki-iki buçuğa kadar tütün kırımı biterdi. Arada bir gökyüzüne bakardım “Allahım öğlen olsa da şu kırma işi bitse” derdim. Akşam beşe kadar da kırdığımız tütünü çizerdik. Biz öyle oyuncak bebek mi görmüşüz? Dört kızkardeştik, bir tane bebeğimiz vardı. Şekilli küçük taşlar vardı tarlada. Taşlardan bebekler yapardık. Tütünü çizdikten sonra, bir ağacın dibinde taştan bebeklerle oynardım. Oyunumuzu da bırakmazdık. (gülüyor) Tütünün sakızı hava ısınınca, öğlen saati çıkar. Yaprağı kırdıkça elinde sakız birikir. Tütünün zifiridir o, siyaha yakın kahverengidir, tadı acıdır. Yediğimiz ekmeğe de yapışırdı o sakız. Oradan bilirim sakızın acı tadını. (gülüyor) Çocukken tütünün sakızını elinde biriktirmek, hamur gibi yapmak oyun gelirdi bize. Saçlarım, giysilerim hep sakız olurdu. Çocukluk işte, o yapış yapış sakız hoşuma giderdi. Su yoktu, elimizin sakızını yıkayamazdık, elimizi toprağa silerdik. Kahvaltıyı da mecbur elimizi yıkamadan yapardık. Çatal hep sakız olurdu. Anam çok kızardı çatalı kirletince.

Yıldırım: Babaannemle sabah altıda kalkar, tütün işine giderdik. Babaannem iki kişinin kırdığı tütünü kırardı. Saat on buçuk gibi “Biz hakkımızı verdik” deyip kırmayı bırakırdık. Çocukken pamuk toplamaya da giderdim. Pamuk toplamak zevkli gelirdi.

Agrobay’lı kadınlar 100 gündür direniyor (29 Kasım 2023). Foto: Tarım-Sen

Tarlada yevmiyeli çalışmakla Agrobay gibi endüstriyel üretim yapan bir serada çalışmak arasında bir fark oluyor mu? İki çalışma biçimini nasıl kıyaslarsınız?

Karabulut: Fark var tabii. En azından tarlada azar işitmezdik. 25 sene ovada çalıştım. Agrobay’da 11 senede müdürden, mühendislerden yediğim azarı ovada çalışırken yemedim. Ovaya giderken mutluydum. Cumaları haftalık yevmiyemi alınca yorgunluğum çıkardı.

Yavuz: Tarla daha rahattı, güzeldi. Agrobay’a bir gün gitmediğinde iki günlük yevmiyen kesiliyordu. Bir keresinde seranın içine fazla kum dökülmüştü. Agrobay’ın baş mühendisi bize “Beş yaşındaki oğlum sizden daha akıllı, hepiniz gerizekalısınız” dedi. Ben mühendis olsam işçi güzel çalışsın diye motive ederdim. Mühendisler hakaret edince çalışmak istemiyorduk. Agrobay’da işçileri koruyan mühendisler işten çıkarılmadan önce serada çalışmayı severdim. Onlar iyiydi.

Mücadelenizin Agrobay’da çalışan işçilere bir faydası oldu mu, sendikal mücadele seraya etki edebildi mi?

Karabulut: Seradaki işçilere faydamız oldu. Servisler değişti. İşçilere kahve hediye ediliyormuş. Eylemden beri işçilerin maaşları düzenli yatırılıyormuş. Eskiden seradaki tuvaletler çok sorunluydu. Baharda meyve çok olunca serada fazla işçi çalıştığından tuvalet dışarı taşardı. Kadın işçiler hep pislik kapardı, hastalanırdı. Artık daha düzgün tuvaletler varmış. Bazı şeylerde değişiklik oldu, ama maalesef biz göremedik.

Havzadaki tüm patronlara örnek olsun diye sendikalaştık. Bilsinler, işçiler kimsenin malı değil. Tarım-Sen’e üye olduk, ama on günde bizi kapının önüne koydular. Üstelik Kod-46’yla işten çıkarıldık. Alnımıza kara lekeyi de sürdüler. İşsizlik parası bile alamıyoruz.

Direnişiniz sizi dönüştürdü mü? Üç ay önceki durumunuzla bugünkü arasında bir fark görüyor musunuz?

Karabulut: Arzu’nun yaptığı haksızlıklar beni depresyona soktu. Yarın öbür gün intihar ettiğimi duyarsanız, hiç şaşırmayın. Şen şakrak biriydim, şimdi kendi halime şaşırıyorum. Hakkımın yenmesi ve kardeşimin hasreti beni altüst etti.

Yavuz: Bu kadar mücadeleci olduğumu bilmezdim. Sendika sayesinde mücadeleci yönümü öğrendim. İktidarın da arkasında olduğu bir patroniçeye, Avrupa’nın en büyük serasına karşı başkaldırmak zor. Biraz yıprandık tabii, ama başkaldırdığım için kendimle gurur duyuyorum.İşçi kardeşlerimiz, emekçiler bize destek verdiği zaman mutlu oluyorum. Agrobay’da 22 yıllık bir saltanat var. 22 yıldan sonra bir grup işçi Agrobay’a başkaldırdı. Bu yüzden gururluyum.İşçi kardeşlerimle birlikte onurlu bir mücadele veriyoruz. Arzu gibi hırsızlık yapmadık. Alın terimizle kazandığımız parayı alamıyoruz. Ne bir eksik ne de bir fazlasını istiyoruz. Emeğimle kazandığım paranın, hakkımın peşindeyim. Neyin ne olduğunu öğrendim. Artık hakkını alamayan başka işçilerin de yanında olurum.

Yıldırım: Mücadelemizi anlayanlar bizi takdir ediyor, ama anlamayan da çok. Emeğin değerini bilmeyen insanla konuşmaya gerek bile yok. Ama yalan değil, hayatımız altüst oldu. Sokakta robot gibi geziyorum. Arzu’nun bize yaşattıklarını bir insan nasıl kabullenir?

Çektiğiniz bazı videolarda Arzu Şentürk’e doğrudan “Arzu” diye hitap ediyorsunuz, “hanım”ı atmışsınız… Ayrıca, Arzu Şentürk’ün kadın olmasından dolayı sizi anlayabileceğini düşündüğünüz seziliyor, öyle mi?

Yavuz: Önceden patronumuzdu, ister istemez bir saygımız vardı. Ama biz gözaltına alınırken kapıda oturup bize güldüler. Artık direkt Arzu diyoruz. Arzu hanım bu seviyeye tırnaklarıyla gelmedi, bu krallığı ailesinin sayesinde kurdu. Ama ben kendi emeğimle üç çocuk okuttum. Birini öğretmen, birini avukat yaptım, diğeri de liseye gidiyor. Hiçbirine haram para yedirmedim. Ama maalesef, Arzu Şentürk kendi çocuğuna haram yediriyor.

Karabulut: Hanım olan böyle yapar mı işçisine? İşçi varsa patron var, ikisi birbirine eşittir. Patron işçisine yukardan bakmamalı. İşçinin hakkını vereceksin, işçinle helalleşeceksin. İşten atıldığıma üzülmüyorum, hakkım yendiği için, bizi kandırdıkları için üzülüyorum.

Yavuz: Şentürk ailesi hak yemeye alışık. Bir kadın olarak daha duygusal, daha adil davranmasını dilerdim, ama Agrobay hep böyleydi.

Yıldırım: Özgür Özel’e “Ben onlara para veriyorum, bana nasıl başkaldırırlar?” demiş. Bu lafı diyen kişi bizi anlar mı? O para benim emeğimin karşılığı. Arzu Şentürk katıldığı bir televizyon programında “Ameliyat olacak bir işçiye maddi destek oldum” diyor. Yalan bunlar, hep yalan.

Yavuz: O programı dinlerken Arzu konuştukça ben “yalancı” dedim. Doğru, bize domates verirdi. Ama kurtlu, hayvanların önüne dökülecek domatesleri verirdi. Arzu Şentürk o programda “Sabahları ayran dağıtırdım” diyor. Öyle bir şey yok. Zaten bizim sabah molamız da yoktu. Öğle molası on ikide başlar, saat yarım gibi seraya dönersin. Ayran içecek vaktimiz mi varmış?

Karabulut: O programda “İşçilere her ay et veriyorum” dedi. Senede bir defa et verilirdi. Ayda bir kere et verildiğini görmedim ben. Logosa hastalığı olan, çöpe giden domatesleri işçilere verirdi. Logosa hastalığı olan domates yenir mi? Dolapta kalmış, satılmayan, çürümüş meyveleri verirdi; çıksın da “şu işçi yalan söylüyor” desin.

Arzu Şentürk serayı gezmez miydi, şikâyetlerinizi dinlemez miydi?

Yavuz: Serayı gezerdi, ama işçilerle konuşmazdı. Arzu Şentürk “İşçilerle sürekli diyalog kurarım” diyor. Elinde telefon, gözünde gözlükle önümüzden geçer, sadece “kolay gelsin” derdi. Hiçbir zaman “Bir sorununuz var mı?” diye sormadı. Ben Arzu hanımdan bir yaş büyüğüm, onu çok eskiden tanırım. Agrobay’da çalışmaya başladığımda o da çocuk denecek yaştaydı. O zamanlar konuşurduk. Ama patron olduktan sonra değişti işler, kibirlendi yani. “İşçiler bana bunu nasıl yapabilir?” diyor bence. Kibrinden dolayı her şeyi dört dörtlük yaptığını düşünüyor. Hiçbir şey dört dörtlük değildi. Maaşımızı ve tazminatımızı vermeyerek bizi cezalandırmaya çalışıyor.

Maden işçileri bizden daha örgütlü, bir arkadaşları işten atılınca diğerleri iş bırakabiliyor. Seradaki işçi arkadaşlarımız bir saat iş bırakıp makasları atsalar her şey çok farklı olurdu. Bu havzadaki ilk kadın direnişi bu. İçimizden mühendislere ve müdürlere yalakalık yapan hainler de çıktı. Hainler olmasa daha fazla örgütleşirdik.

Nasıl bir ceza bu? İşçilerin giderek yoksullaştığı bir ekonomik ortamda işsiz kalmak nasıl, hayatınızı nasıl sürdürüyorsunuz?

Yavuz: Eşim emekli sera montajcısı, arada bir iş çıkarsa sera montajına gidiyor. 7 bin 500 lirayla nasıl geçinilirse, öyle geçiniyoruz. Yıllarca kendi paramı kendi emeğimle kazandım. Biraz zorlanıyorum açıkçası. Ama tekrar serada çalışmak istemiyorum. O baskıları tekrar yaşamak istemiyorum. Organize sanayi bölgesindeki bir-iki yere iş başvurusu yaptım.

Yıldırım: Çalışırken kredilerimi kendim ödeyebiliyordum. Hayatımızdan kısıyoruz artık. Annemin bahçesinden sebze topluyoruz. Odunumu kömürümü kızkardeşim verdi. Benim yüküm şu anda eşimin sırtında.

Karabulut: Benim o da yok. Eşimle ayrıyız. Zaten işim varken de hep borca çalışıyordum. Maaşım kredi faizlerinin ödemesine giderdi, borcu borçla yamalardık. Ama en azından bakkal defterine yazdırdığımız borçları kapatıyordum. Şimdi o borçları da kapatamıyorum. Kimse bana borç da vermiyor. “Bu işsiz borcunu nasıl ödeyecek” diyorlar. Kış geldi, yakacak kömürüm yok. Bankadan “Borcunuzu ödeyin” diye arıyorlar, açmıyorum. Düşünün evin elektriğini, suyunu bile ödeyemiyorum.

Evde kim kim yaşıyorsunuz?

Karabulut: Oğlum, gelinim ve torunumla dört kişi normal bir köy evinde yaşıyoruz. Ev sobalı, bir odayı ısıtıyoruz. Müstakil, kiremit damlı bir ev. Bereket, kendi evim.

Yakınlarınız, aileniz verdiğiniz mücadeleye nasıl bakıyorlar?

Yıldırım: Ben komşularımdan memnun değilim. “Sendika” dediğimde böyle boş boş bakıyorlar, ama sor bir diziyi, sana baştan sona anlatırlar… (gülüyor) Yalan değil, insanların neden mücadele ettiğimi pek anladıklarını sanmıyorum, çünkü bazı insanlar emeğin ne olduğunu bilmiyor.

Yavuz: Avukat kızım beni iki kere gözaltından kurtardı. Çocuklarım beni destekliyor. Eşim de destek oluyor, ama çocuklarım kadar değil. Bazen “Arzu sizin paranızı vermez, boşuna gitme eyleme. Paranı mahkeme yoluyla almaya çalış” diyor. Dedim ya, bütün Bergama Arzu Şentürk’ün nasıl biri olduğunu bilir diye… Ama ben mahkemenin sonucunu bekleyemem ki. Benim şu anda paraya ihtiyacım var.

Bu zor zamanlarda işten atılan işçiler arasında maddi bir dayanışma var mı?

Karabulut: Birbirimize hep desteğiz ama, ekonomik sorunları aşamıyoruz. İşten atılanlar zengin değildi ki, herkes işçi. Hastası olan, çocuğunu okutan işçiler var. Maddi konularda birbirimize çok destek olamıyoruz, çünkü işçilerde de para yok, olsa olsa bir ekmeğin yarısını paylaşabiliriz. Tarım-Sen hep yanımızda, ama onların da gücü bir yere kadar. Benim dünya kadar borcum var. Bu borçlar nasıl ödenecek?

Yavuz: Bir WhatsApp grubumuz var. Ben oradan sürekli “Hadi kızlar, kazanacağız! Arzu Şentürk’e yenilmeyeceğiz!” diyerek onları motive etmeye çalışıyorum. E tabii uzun bir mücadele, sürdürmek zor. Kimi arkadaşlarımız yevmiyeli işlere gidiyor. Hastası olan, çocuğuna bakmak zorunda olan kadınlar var. İnsanların motivasyonu ister istemez azalıyor. Zor oluyor, ama toparlanıyoruz bir şekilde.

Bize destek vermeye gelen vekiller sadece fotoğraf çektiriyor, sonra kimse ortalıkta görünmüyor. Arzu Şentürk’ün her partiyle bağı var, AKP’den CHP’ye kadar her yeri ahtapot gibi sarmış. Agrobay’ın avukatı İyi Parti genel başkan yardımcısı. Meral Akşener’den “Bir kadın olarak yanınızdayım” demesini beklerdim. Maalesef olmadı. DİSK genel başkanı Arzu Çerkezoğlu da bize destek olmadı.

Direniş aranızdaki dostluğu geliştirdi mi?

Karabulut: Arkadaşlarımdan çok memnunum. Mesela, telefonum bozuktu, bana “Sana ulaşamıyoruz” diye telefon getirdiler. Kardeşim öldüğünde hepsi yanımdaydılar. Psikolojimi düzelttiler. Direnişte birbirimizi kazandık aslında.

Yavuz: Agrobay 2 bin dönümlük bir sera, orada birbirimizi arada bir görürdük. Bu yüzden çoğu arkadaşı direnişte tanıdım. Şimdi hepsiyle dertleşiyoruz, sorunlarımızı anlatıyoruz. Hepimiz çok mücadeleciymişiz. “İçimizde ne canavarlar varmış” diye şakalaşıyoruz. (gülüyor)

Agrobay direnişi sırasında gücünüzü azaltan, sizi hayal kırıklığına uğratan anlar oldu mu?

Yavuz: Arzu Şentürk’ün nikâh şahidi olan CHP İzmir milletvekili Tuncay Özkan’ın ayağına gittik. Özkan “sorunu çözeceğim” dedi, ama sırra kadem bastı. TBMM’ye bile gittik. Meclis’te Tuncay Özkan’ı aradık, karşımıza çıkmadı. Bu tavır beni hayal kırıklığına uğrattı. Ona oy verdik sonuçta, benim vekilim değil mi?

Karabulut: Maaşlarımızın, tazminatlarımızın ödenmemesinin üstüne bir de Kod-49’la damgalanmak hayal kırıklığı oldu. İnsan kaynakları müdürü bize “Haklarınızı vereceğiz” demişti. Tuncay Özkan’ın çadırımıza gelip Arzu’yla yüz yüze görüşmesini isterdim, olmadı. Özgür Özel CHP genel başkanı olmadan önce çadırımıza geldi, Arzu’yla başbaşa konuştu. Sorunu henüz çözemedi, ama Meclis’te bizden bahsetti.

Özgür Özel Agrobay işçilerine destek verdikten kısa bir süre sonra CHP genel başkanı oldu, genel başkan olmasının Agrobay işçilerinin mücadelesine bir katkısı olur mu sizce?

Karabulut: Bence olur. Çünkü Özgür Özel maden işçilerinin haklarını almasına yardım etti. Madencilerin hep yanındaydı.

Yavuz: Tek başına Özgür Özel’in bu sorunu çözebileceğini sanmıyorum. Türkiye İşçi Partisi milletvekili Sera Kadıgil İstanbul’a gittiğimizde yanımıza geldi. Ama o da başka önceliklerinin olduğunu söylemiş. Sen işçinin partisi değil misin?

Agrobay’lı kadınları direnişlerinin 90. gününde Ayvalık Kadın İnisiyatifi, Bergama Kadın Dayanışması ve Dikili Kadın Platformu üyeleri yalnız bırakmadı

Direnişte bu kadar yalnız bırakılmanızı neye bağlıyorsunuz?

Yavuz: Bize destek vermeye gelen vekiller sadece fotoğraf çektiriyor, sonra kimse ortalıkta görünmüyor. Hiçbir siyasi partinin bu sorunu çözeceğine inanmıyorum. Çünkü Bayburt Grup gibi bir devle mücadele ediyoruz. Arzu Şentürk’ün her partiyle bağı var, AKP’den CHP’ye kadar her yeri ahtapot gibi sarmış. Zaten Agrobay’ın avukatı da İyi Parti genel başkan yardımcısı Sedat Aksakallı. Meclis’e gittiğimizde İYİP’e not bıraktık. Bir kere bile aramadılar. Meral Akşener’den “Bir kadın olarak sizin yanınızdayım” demesini beklerdim. Maalesef olmadı. DİSK genel başkanı Arzu Çerkezoğlu da bize destek olmadı. İsmail Küçükkaya programında Arzu Çerkezoğlu’na “Agrobay işçilerinin çadırına gidecek misiniz?” diye sordu. Çerkezoğlu “Evet, gideceğim” dedi. Hani nerede? Üç ayı devirdik ne gelen var ne giden. İşçiler hep sahipsiz. Başından beri böyle yalnız kalacağımızı biliyordum.

Karabulut: Binali Yıldırım’la Kınık’ta görüştüm. Ona derdimizi anlattım. Bana “O işi çözeriz, ama sendikadan çık” dedi. Yıldırım istese bir telefonla iki dakikada çözerdi bu işi. Ama herkes Arzu’nun arkasında duruyor. AKP’li Kınık belediye başkanı Sadık Doğruer’le de görüşme talep ettik, bizimle görüşmedi. AKP’li Bergama belediye başkanı Hakan Koştu işçilerle görüşmüş. Ne çıkar, bilmiyorum. Siyasetçiler illa bizim sorunumuzu çözecek diye bir şey yok, ama en azından yanımızda olduklarını hissedebilsek… Biz işçiyiz, emekçi kadınlarız. Hem anayız hem babayız. Ben parti tutmuyorum, ekmeğimin davasındayım.

Bundan sonra ne olur sizce?

Karabulut: Bilmiyorum. Psikolojik olarak yıkıldım. Kendimi damdan atmayı bile düşündüm. “Ölümümün sebebi Arzu’dur” diye bir not yazacağım. Biz bütün partilerin kapısını çaldık. Benim ölümümden herkes sorumludur. Bir an önce Kod-46 damgası üzerimizden kalksın. Maaşlarımız, tazminatlarımız, hakkımız olan bize verilsin. Başımıza bir iş gelirse sorumlusu Arzu’dur.

Yıldırım: Agrobay hakkımızı versin. Ne bir eksik ne de bir fazla!

Yavuz: Patronlara sesleniyorum: Bizim sırtımızdan para kazanıyorsunuz. Hak yemeyin. İşçiler de insan. Bunu bilin. İşçilere de sözüm şöyle: Korkmayalım! Patrona başkaldırmazsak bizi sürekli ezecekler. Bu ülkede biz başkaldırırsak bir şeyler değişebilir. İktidara da iki cümle edeyim: Eğer sendika hak değilse neden anayasada?

^