Afganistan’ın tarihine bakıldığında bir müdahale ve işgal alanı olduğu görülüyor. Bağımsız olduğu zamanlar var mı?
Hakan Güneş: Aslında var. Bugün Afganlar kendilerini 1747-1826 arasında hüküm süren Dürrani Hanedanlığı’na kadar götürüyorlar. O tarihten itibaren, şimdiki Afganistan sınırlarına yakın bir saha, Peştun ağırlıklı hanedanlar, krallar ve yöneticiler tarafından yönetildi. Dürrani Hanedanlığı’nın yerini Barakzay Hanedanlığı aldı ve Afganistan Emirliği olarak 1926’ya kadar devam etti. 20. yüzyıla girerken geleneksel hanedanlık Rusya ve Britanya’nın sıkıştırmasıyla zor bir durumda kaldı. 1926’dan itibaren önce krallık, sonra “Afganistan devleti” olarak şekillendi. 1973’te bir darbe yaşandı ve cumhuriyete geçildi. 1978’de demokratik cumhuriyet oldu. 1992’de bu rejim mücahitler tarafından bitirildi. 1996’ya kadar mücahitler koalisyonla ülkeyi yönetti. O zamanki adı Afganistan İslâm Devleti’ydi. Sonra Taliban geldi. Beş yıl kadar ülkeyi yönetti ve Afganistan İslâm Emirliği oldu. 11 Eylül saldırısından sonra, 2001’de, ABD müdahalesi gerçekleşti. Şimdi ise Taliban halen belirli bölgeleri kontrol ediyor ve İslâm Emirliği’ni fiilen bu bölgelerde devam ettiriyor.
Başkent Kabil’de ve Taliban’ın kontrolü dışındaki bölgelerde nasıl bir yönetim var?
Kabil başta olmak üzere ülkenin belli başlı büyük kentleri halihazırda merkezi yönetimin kontrolünde. Buralar genellikle düz tarım arazilerinin bulunduğu bölgeler, o nedenle yüzölçümünün yüzde 20’si kadarı olmasına rağmen, toplam nüfusun yarıdan çoğunu barındırıyor. Bu bölgeler Afganistan İslâm Cumhuriyeti anayasası uyarınca yönetiliyor. Taliban bölgesinin kurallarıyla kıyaslandığında buradaki yapı yarı-seküler bir yönetim izlenimi veriyor: Kadınlar burka giymek zorunda değil, çalışabiliyor, okula gidebiliyorlar, hatta bürokrasi ve mecliste bile belli bir görünürlüğe sahipler. Ülkenin önemli sol partilerinden Afganistan Dayanışma Partisi’nin lideri kadın. Baskı altında olsalar da en azından minimum siyasi haklarını kullanabiliyorlar. Taliban’ın kontrol ettiği sahada ise bilindik katı Selefi kurallar geçerli.
Öte yandan, aşiret yapısı merkezi yönetim sahasında da kendini güçlü şekilde hissettiriyor. Kabil yönetimi sahasında bakanlıklar, çeşitli sınır kapıları ve devlet olanakları aşiretler arasında “arpalık” alanları olarak bölüşülmüş durumda. Bu da halka ilave gayriresmi vergi yükü, ya da başka bir deyişle “rüşvet” boyunduruğu demek. 300 binin üzerindeki mevcuduyla Afganistan merkezi ordusu ülkenin başlıca geçim kapısı. Taliban’ın sert karşı saldırılar yaptığı zamanlarda bu ordunun ciddi bir direniş gösterememesi, hatta yer yer silahlarıyla beraber Taliban’a katılması ordunun merkezi bir ideoloji etrafında tahkim edilmiş, profesyonel bir kurum olmaktan ziyade, kabileler arasında maaş dağıtımı kanalı haline gelmiş bir “korucu” ordusu olmasıyla ilgili.
Ülkedeki son merkezi profesyonel ordu yapısı Afganistan Demokratik Cumhuriyeti döneminde mevcuttu. Bu ordu da Sovyetler’in bölgeden çekilmesinden üç yıl sonra ağır bir saldırı altında yenilgi ve dağılmayla yüz yüze kalmıştı.
Mücahitlerden ve Taliban’dan önce Afganistan başka bir Afganistan’dı. Bu sadece Sovyet müdahalesi dönemine denk gelmiyor. Ondan öncesi için de geçerli. Orduda kadın askerler, televizyonda kadın sunucular, üniversitelerde kadın hocalar, öğrenciler… Az bir zaman da değil üstelik, 1973’ten 1992’ye kadar.
1979’da Sovyetler’in Afganistan’a müdahalesinin sebebi neydi?
1973’teki darbede ülkeyi uzun zamandır yöneten Muhammed Zahir Şah’ı deviren kuzeni Davut Han’dı. Ondan sonra ülkede siyasal iktidar pek oturmadı. Buna rağmen Zahir Şah’ın da yaptığı modernleşme hareketleri bir adım daha ileri gitti. Bürokraside ve orduda daha seküler, daha sol eğilimli fikirler güç kazandı. Parti içindeki hiziplerin mücadelesini de barındıracak şekilde, çalkantılı olsa da modernleşmeci, demokratik ve cumhuriyetçi çizgi giderek daha belirgin hale geldi. 1978’de Afganistan Demokratik Halk Partisi yönetimi ele aldı. Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin ilk lideri Nur Muhammed Taraki’nin yönetimini, parti içi mücadele neticesinde Hafizullah Emin, ardından da partinin “Halkçı” ve Perçemci (adı “bayrak” anlamına gelen Marksist grup) kanatları arasındaki mücadele neticesinde Babrak Karmal’ın liderliği izledi. Babrak Karmal döneminde, özellikle Sovyetler’le ilişkiler en üst düzeye çıktı. Zaten kendisi parti içinde Sovyetler’in de desteğiyle ülke yönetiminin başına getirilmişti. Parti içi rekabet bir tarafa bırakılırsa, halkın büyük bir kısmı bu genç subayları destekledi. Sanıldığı gibi yeni yönetim asker gücüyle ayakta kalan dar bir elit değildi. Öte yandan, Batı’dan destek alan mücahitler Sovyetler’e yakın bu sosyalist hükümeti devirmek için harekete geçtiğinde zorlanmaya başladılar. Bunun üzerine, Babrak Karmal hükümeti Sovyet ordularını davet etti. İsteyen buna –epeyce bir süre kaldıkları için– işgal de diyebilir. Teknik olarak müdahale de denebilir, ama oradaki yönetime aykırı bir müdahale olmadı. Dediğim gibi, bu bir davetti. Batı’nın desteklediği mücahitlere karşılık Sovyetler de yeni Afganistan Demokratik Cumhuriyeti yönetimini destekledi.
1970’lerin fotoğraflarında gayet modern bir yaşam tarzı görülüyor. O görüntülerin gerçekliği var mı?
Var. Fakat bu görüntüler bütün Afganistan’ı temsil ediyor mu, tabii ki tartışılır. Bölgede asırlardır “perence” ya da “çadare” denilen örtünme mevcuttu. Ancak bu daha ziyade yerleşik bölgelerin giyim tarzıydı. Göçebelerde ise hiçbir zaman perence hâkim olmadı. At sırtında, göçebe kadınların perenceyle dolaştığını düşünebilir misiniz? Mümkün değil. Bütün Afganistan’da böyle bir örtünme elbette yok. Ama bu tarz örtünme biçimi Taliban’dan önce de bölgede vardı. 1973’ten sonra ya da Demokratik Halk Cumhuriyeti döneminde, özellikle kentlerde eğitim ve iş gücünde kadınların katılımı söz konusuydu, reformlar oldu. Bu dönem boyunca Afgan kadınlar daha özgür, daha Batılı kıyafetler içindeydi. Ama bu dönemde de kırsal kesimlerde çarşaf vardı.
Fakat şunu söyleyebiliriz: Mücahitlerden ve Taliban’dan önce Afganistan başka bir Afganistan’dı. Bu sadece Sovyet müdahalesi dönemine denk gelmiyor, ondan öncesi için de geçerliydi. Orduda kadın askerler, televizyonda kadın sunucular, üniversitelerde kadın hocalar, öğrenciler… Az bir zaman da değil üstelik, 1973’ten 1992’ye kadar.
1992’de ne oldu?
“Sovyetler çekilir çekilmez zaten zor ayakta duran hükümet çöktü” diye bir ezber var. Bu son derece yanlış. Hükümet ciddi bir halk gücüne sahipti. Halka toprak dağıtılmış, eğitimli genç nüfusun desteği alınmış, azınlık gruplarına yönelik geleneksel baskı tamamen bitirilmese dahi hayli hafifletilmişti. Tüm bunlar bir halk desteği sağlıyordu. Bu nedenle Sovyetler çekilince de yönetime halk desteği sürdü. Sovyetler çekildikten sonra, üç yıl daha iktidarını sürdürebildi. Bu süreyi az bulanlar olabilir, ama neye karşı üç yıl ayakta kaldığına bakarsanız farklı bir Afganistan tablosu çıkar. Afganistan Demokratik Cumhuriyeti Sovyet desteği tamamen çekildikten sonra Pakistan’ın, Suudi Arabistan’ın, Körfez ülkelerinin korkunç para akıttığı, ABD’nin silah dağıttığı bir mücahit gücüne karşı üç yıl dayanabildi. Bu az şey değil. Bu sürede Sovyet yardımı alamadı, Sovyetler zaten 1989’dan itibaren kimseye yardım edecek halde değildi.
Hint-Pakistan-Afganistan sahasının yerel Selefi yaklaşımını temsil eden Devbendiye ekolü 1880’lerde oluştu. Ancak, kuruluşundan sonraki yüzyıl boyunca güçlü olamadı. Körfez parası, Pakistan lojistiği ve ABD desteği sonrasında büyük bir sıçrama yaşadı. Taliban ve temsil ettiği ilahiyat 1978’den sonra güç kazandı.
Mücahitler içinde radikal İslâmcı gruplar olduğu gibi, Taciklerin lideri Ahmet Şah Mesut gibi, daha geleneksel dini özellikleri olmakla beraber esasen yerel lider olan isimler de vardı. Sovyetler’e yakın olan hükümet aslında Peştun ağırlıklıydı. Çok katmanlı bir süreçti bu. Peştunların ağırlıkta olduğu Demokratik Halk Cumhuriyeti döneminde de aşiret geleneği yok olmamıştı.
Sovyetler’in çekilmesinden sonra, Necibullah liderliğinden kopuşlar oldu. Özellikle 1991 ortalarından itibaren Afganistan merkez ordusundan bazı gruplar aşiret bağları nedeniyle öbür tarafa geçti ve bu da 1992’de Necibullah’ın Kabil’e sıkışmasına neden oldu. Mücahit koalisyonu 1992’de ülkeye tam olarak hâkim oldu.
İslâmcı gruplar Sovyet müdahalesinden önce var mıydı?
Vardı. Geleneksel dini grupların siyasal İslâm modeline geçmeleri demokratik cumhuriyet döneminde, Suudi Arabistan, Pakistan ve ABD’nin politikasıyla gerçekleşti. Geri planlarına bakacak olursak 1919’a kadar gidebiliriz, ya da radikal siyasi çizgi olarak ortaya çıkışlarını bir tarih olarak ele almamız gerekirse, 19. yüzyılın son çeyreğine gitmemiz gerekiyor. Burası önemli ve Türkiye’de pek bilinmiyor.
Taliban’ın ideolojik olarak mensubu olduğu okul Devbendiye Okulu. Bu okul Hindistan’da Müslüman ağırlıklı Deoband adlı bir şehirde kuruldu. 1880’lere kadar bu sahada –bu sahadan kastım bugünkü Hindistan, Pakistan, Afganistan, Bangladeş hattı– etkili oldu. Geleneksel Sufi hatlardan bağımsız, farklı bir çizgi ortaya çıktı. Bu bölgede bir okul daha var: Berelevi Tarikatı. Bu tarikat daha çok halk İslâmı ya da geleneksel İslâm diyebileceğimiz bir çizgi. Devbendiye Okulu bu tarikata karşı yavaş yavaş etkinliğini artırdı ve Vahabi çizgisinden etkilenen Sünni-Hanefi daire içinde Selefi bir çizgi oluşmaya başladı.
Bu çizgi ne zaman oluşmaya başladı?
Hint-Pakistan-Afganistan sahasının yerel Selefi yaklaşımını temsil eden Devbendiye ekolü 1880’lerde oluştu. Ancak kuruluşundan sonraki yüzyıl boyunca çok güçlü olamadı. Sovyetler Birliği’nin bölgeye müdahalesi ve Pakistan’da Muhammed Ziyâ ül Hak’ın darbeyle iktidara el koyması durumu radikal olarak değiştirdi ve Devbendiye’ye bağlı Selefi cihadizmi hızla güç kazandı. Özellikle Körfez parası, Pakistan lojistiği ve ABD desteği sonrasında büyük bir sıçrama yaşadı. Taliban çizgisi ve temsil ettiği ilahiyat bölgede yüz yıl boyunca varolsa bile baskın olamamıştı. Bu bakımdan buraların tarihinde olmayan türden bir Selefi çizgi, esas itibarıyla 1978’den sonra güç kazandı.
Taliban çizgisinin bu derece sıçrama yapmasının sebebi ne?
Birden fazla sebebi var. Pakistan’daki yönetim bu anlayışın radikal, militan yanını destekledi. Afganistan 1960’lardan itibaren Pakistan’ı rahatsız etmeye başladı. 1973’ten sonra daha sol eğilimli gruplar ve 1978’den sonra Sovyetler Birliği’ne çok yakın bir grubun hâkim olması ve demokratik cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte, Pakistan bu sahada da Devbendiye Okulu’nun yolunu açtı. Kurumlara finansal olanaklar, dolaşım ve koruma sağladı. Bu aynı zamanda o dönemin uluslararası Batı politikasıyla da uyumluydu. Bilindiği üzere, Yeşil Kuşak Projesi’yle de örtüştü. Sovyetler Müslüman bir çeperle çevrelenmek isteniyordu. Üçüncü olarak da Suudi Arabistan’ın finansal olanakları devreye girdi. Bütün bunlar bu grubu güçlendirdi. Afganistan’da Devbendiye Okulu’nun etkisi katbekat arttı.
Başa dönecek olursak, Peştunlardan söz ettiniz. Afganistan’da hangi etnik topluluklar var?
Peştunlar ülkedeki en büyük etnik grup. Sünni İslâm çizgisindeler, fakat radikal olduklarına dair ezber bir algı var. Tam öyle değil. Unutmayalım, Sovyet dönemindeki bütün komünist liderler Peştundu. Dolayısıyla, Peştun eşittir Taliban değil.
Afganistan’da birçok etnik grup var. Örneğin, Türki gruplar: Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar. Bunlar Türk dilli gruplar. Farsça konuşan Tacikler ikinci büyük grup. Şii Hazaralar var, Tacikçe konuşuyorlar, Türk-Moğol oldukları düşünülüyor. Bir de Beluçlar var, Taciklere yakın bir grup. Birçok başka grup da var ve hatta Kabil’de Kızılbaşlar var, Anadolu Alevileri olan Kızılbaşlar. Ülkenin milli marşında tüm bu toplulukların adları geçiyor. Peştunlar bu grupların tamamına eşit bir nüfus yüzdesine sahip.
Mücahitlerin yerini alan Taliban’ın güçlenmesi zaman içinde nasıl gerçekleşti?
Pakistan’daki pek çok İslâmcı tarikattan biri olan Devbendiye’den beslenen, dolayısıyla Selefi gelenekleri sürdüren en radikal grup Taliban. Pakistan içinde zaten ciddi bir militan gücüne sahipti. Pakistan, mücahitlerin kendi içlerindeki mücadelesini fırsat bilerek bunların bir kısmını 1996’da Kabil’e gönderdi. O dönemin görüntülerini hatırlayanlar olacaktır. Hafif silahlarla savaşan mücahitler vardı. Sovyetler’e karşı basit top bataryaları kullanan, piyadenin omzunda taşıyabildiği stinger füzeli, kalaşnikoflu, RPG yani roketatarlı donanıma sahip gruplardı bunlar. Birden Pakistan tarafından sınırı geçen tanklar ortaya çıktı. Birden… Taliban Pakistan tarafından tanklarla donatılmış bir ordu olarak geldi ve çok kısa sürede Kabil’i ele geçirdi. Bu güç Suudi Arabistan, Pakistan ve ABD işbirliği ile oluşturuldu.
Hafif silahlarla savaşan mücahitler vardı. Basit top bataryaları kullanan, piyadenin omuzunda taşıyabildiği stinger füzeli, kalaşnikoflu gruplar… Birden tanklar ortaya çıktı. Birden… Taliban Pakistan tarafından tanklarla donatılmış bir ordu olarak geldi ve Kabil’i ele geçirdi.
Burada önemli bir şey var. Pakistan’da yıllardır “İslâmcı gruplar” ve “seküler ordu” mücadelesi sürüyor. İşin ilginç tarafı, Taliban’ı yaratan seküler ordu. Hatta Taliban, Benazir Butto döneminde oluşturuldu. Pakistan müesses nizamının, başta ordu olmak üzere, böyle ilginç bir açmazı var. Taliban’a verdikleri destek ideolojik değil, jeopolitik. Taliban’ı Pakistan’daki İslâmcılar değil, modernist, seküler subaylar kurdu. Halen Taliban üzerinde çok büyük etkileri var. Seküler ordu katı Selefi, Vahabi doktrinlere sahip militanları Pakistan topraklarında beslemeye devam ediyor. Sadece bu bile ne kadar karmaşık bir denklemle yüz yüze olduğumuzu gösteriyor.
Pakistan’daki modernist, seküler subaylar niçin Taliban gibi radikal İslâmcı, cihatçı bir güç oluşturuyor?
Pakistan Afganistan’a müdahalesinde jeopolitik önceliklerle hareket etti. İslâmabad siyasetinde ciddi bir ağırlık merkezi olan ordu, ülke içindeki İslâmcı muhalefet karşısında “seküler” bir yapıyı temsil etmekle beraber dış siyasette siyasal İslâmcı gruplarla çalıştı. Seküler Pakistan ordusunun cihatçılarla çalışma politikasının ilk ve tek örneği Taliban değil. Hindistan karşısında Keşmir bölgesinde başlayan cihatçı gruplarla çalışma Afganistan’a müdahale çerçevesinde Taliban’la doruk noktasına çıktı denebilir.
Afganistan sol, demokrat ve seküler muhalefeti, yıllardır ülkenin baş problemini kısa adı ISI olan Pakistan İstihbarat Teşkilatı olarak değerlendiriyor. Bu kesim son zamanlarda “Taliban’ı durdurmak için Pakistan’a yaptırım uygulayın” başlıklı uluslararası bir kampanya yürütüyor.
Bugün Afganistan’da bir yargı mekanizmasının ya da bilinen anlamıyla bir devlet işleyişinin var olduğu söylenebilir mi?
Bir ölçüde. Son yirmi yılda kadınların yeniden ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz. Kadın sendikacılar, vekiller, öğretmenler… Şu an kadınların perenceden çıkıp normal başörtüsüyle hayatını sürdürebildiği dönem yaşanıyor olsa da, bu bitmek üzere. 2015’te Ferhunde Melikzade adlı feminist bir kadını Kur’an’ı yaktığı iddiasıyla linç ederek öldürdüler, sonra Kabil merkezinde yaktılar. Kamuoyu o kadar tepki verdi ki, bunu yapan kişiler idama mahkûm edildi, onlarca polis hapse atıldı. Bu olay ne mücahit dönemi ne Taliban dönemiyle kıyaslanmayacak kadar önemliydi. Afganistan’da bir hukuk devleti var diyemem elbette, ama önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar yol aldıklarını söyleyebilirim.
“Şu an kadınların perenceden çıkıp normal başörtüsüyle hayatını sürdürebildiği dönem yaşanıyor olsa da bu bitmek üzere” dediniz. Niçin bitmek üzere? Size bunu dedirten ne?
Taliban güçleniyor ve ilerliyor. Batı, ABD liderliğinde, Taliban’la anlaşmış durumda. Çin ise Pakistan üzerinden Taliban’la iş olanaklarını konuşuyor. Yeni dönemde Taliban yeni bir koalisyonun ya büyük ortağı olacak ya da tek başına merkezi yönetime el koyacak gibi görünüyor. Elbette ülkede ne pahasına olursa olsun Taliban’a direnecek kesimler var, ama halihazırda Taliban çok geniş bir sahayı kontrol edebilir durumda ve siyaseten rakiplerine oranla çok güçlü bir konumda.
Taliban’ı Pakistan’daki İslâmcılar değil, modernist, seküler subaylar kurdu. Halen Taliban üzerinde çok büyük etkileri var. Sadece bu bile ne kadar karmaşık bir denklemle yüz yüze olduğumuzu gösteriyor. Afgan muhalefeti “Taliban’ı durdurmak için Pakistan’a yaptırım uygulayın” başlıklı bir kampanya yürütüyor. Afganistan siyasetinin amentüsü Pakistan. Afganistan’ın başındaki en büyük bela Pakistan.
Taliban üyeleri neyle geçiniyor?
Uyuşturucu ticaretiyle geçiniyor. İkincisi, sınır ticaretini Pakistan üzerinden yapıyorlar, orada da Pakistan’ın kaynak aktardığını söyleyebiliriz. Geçmişte Suudi parası da geliyordu, Körfez ülkelerinden geliyordu, İslâmcı network’lerden geliyordu. Son dönemde Çin’in bile işin içinde olduğu konuşuluyor. Çin Basra Körfezi’ne ve Hint Okyanusu’na açılma stratejisi çerçevesinde Afganistan geçiş hattını uygun bir zemin olarak görüyor.
Taliban’ın hâkim olduğu yerlerde gündelik hayat nasıl?
Kız çocuklarının okula gönderileceğini vaat ediyorlar, ama elbette gerçek değil. En ufak şüphem yok. Nasıl bir hayat var? Taliban’ın takipçisi olduğu,1880’lerde kurulan Devbendiye okulunun anlayışında zaten kadının hiçbir şekilde sokakta, hayatta yeri yok. Bu tarikatı izleyenler Pakistan’da da bunu uyguluyor. Keza bu bölgelerde Bacha Bazi denen bir gelenek var, küçük erkek çocukların cinsel olarak kullanılması söz konusu. Çocuklardan bahsediyoruz, nasıl anlatacağımı bilemiyorum…
Pakistan’da da yaşanıyor aynı şey. Bu coğrafyanın en korkunç olayı. Bu aynı zamanda sınıfsal bir mesele. O çocuklar yoksul çocuklar. Ekmek bulamayan ailelerin çocuklarını alıyorlar. Kadının bu kadar görünmez olduğu yerde Taliban erkek çocukları, genç erkekleri kullanıyor. İranlı ünlü oyuncu Gülşifte Ferahani’nin oynadığı Sange Saboor adlı filmin ana temalarından biri bu konu. Çocuklara yönelik korkunç şeyler oluyor, Taliban bölgesinde daha fazla oluyor. Kadınların eve kapatıldığı, gündelik hayatın sadece erkeklerle sürdüğü şartlarda, sapkınlıklar erkeklere yöneliyor. Bunu saklamıyorlar da. Mesela bir belgeselde, Taliban üyesi bir komutana bir köydeki çocuk yaştaki bir genç soruluyor, “tanıyor musunuz” diye. “Yirmi kıza değişmem” diyor. Uluslararası kameralar önünde söylüyor bunu. Bu onların geleneksel ahlâk anlayışına uygun.
Taliban’ın IŞİD’den farkı ne, ya da böyle bir fark var mı? Örneğin, cihat gibi bir amacı var mı, yoksa sadece kendi coğrafyalarında Selefi inancını hâkim kılmayı mı istiyorlar? IŞİD ise yayılmacı, bütün dünyaya meydan okuyan bir hareket olarak ortaya çıktı.
Tam olarak dediğiniz gibi. Fakat, bu söyleşiyi okuyacak bazı akademisyenler Taliban için Selefi kavramını gördüğünde “bu adam hiçbir şey bilmiyor” diyebilir. Yanılırlar. İslâm çalışmalarında genel bir şablon var, ama işe yaramaz. Sünni-Şii ayrımı, Sünniler içinde dört mezhep ve onun dışında bir de Selefizm. Bu yanlış. Geçişken bir mesele var artık. Selefizmi dört Sünni mezhep dışında ayrı bir mezhep olarak görmekten ziyade, bu mezheplerle geçişkenlikleri olan bir yapı olarak okumak daha doğru. Hanbeli Suudiler nasıl “Vahabi Selefi” olabildiyse, Hanefi ve Şafi olan Afganlardan, Pakistanlılardan ve Hintlilerden de “Devbendiye Selefizmi” çıkmıştır.
Taliban’ın kaynağı Devbendiye Okulu teknik olarak Şafi ve Hanefi takipçileri olan bir tarikat. Fakat doktrini esas olarak Vahabizmden devşirme. Dolayısıyla, Afganistan, Pakistan ve Hindistan sahasındaki Selefizm, Vahabizm eşittir Devbendiye. Bunun hiç tartışılacak bir tarafı yok. Meseleye basit şemalarla bakanlar bunlar Hanefi diyecekler, ama bu yanlış.
Taliban ve Kabil hükümetinin anlaştığı yeni bir denklem üzerinde çalışılıyor. Taliban ülkenin tamamını cebren ele geçirebilir, bu çok mümkün. ABD’nin, Pakistan’ın ve Türkiye’nin üzerinde çalıştığı senaryo Taliban’la koalisyon kurmak.
Gelelim sorunuza… Taliban eşittir IŞİD. İkisi de mevlidi, müziği, ipeği reddeder. Kendilerine göre katı bir İslâm anlayışları var. Adeta Tanrı adına konuşuyorlar. Bu bakımdan IŞİD, El- Kaide, Taliban aynıdır gözümde. Mücadele ettikleri bölgelerde, Ürdün’de, Afganistan’da, Pakistan’da, İslâm karşıtı olarak adlandırdıkları rejim ve kurumlara karşı saldırmakla kalmayıp, bunların destekçisi olarak gördükleri ABD hedeflerine 1990’ların ikinci yarısında saldırmaya başladılar. Soğuk Savaş dönemi ittifakları bitmişti. Afrika’daki ABD elçiliklerine saldırılar bunun en önemli işaretiydi. Taliban bu çizgiden farklıydı. Kendi ülkesi dışında herhangi bir ülkeye yönelik saldırı düzenlemez, o saldırıları desteklemezlerdi, ama 11 Eylül sırasında bu işi yapan El- Kaide’ye üs açtılar. El- Kaide lideri Pakistan’da yakalandı, öldürüldü. Bunların hiçbiri şaşırtıcı değil.
El-Kaide, Suriye iç savaşının ilk yıllarından itibaren Batılı hedeflere saldırmama kararı almıştı. Bu nedenle IŞİD ile El-Kaide ayrıştı. Oysa IŞİD, El-Kaide’nin içinden çıkan bir oluşumdu. Aralarındaki fetva savaşında en temel konu Müslüman sahası dışındaki hedeflere saldırı yapılıp yapılmamasıydı. Bugün gelinen noktada, Batı hedeflerine de saldırı amacı taşıyan bir tek IŞİD kaldı. Bahsettiğimiz grupların ise böyle bir amaçları yok, ya da en azından taktik olarak ertelenmiştir. Bu, tam da ABD’nin istediği şey. Müslüman coğrafyada isteyen istediğini yapsın, kadınları öldürsün, çocukları satsın, umurlarında değil. ABD Taliban’la anlaşma imzaladı. 2018’de görüşmelere başlandı. Neyin karşılığında? Kendisine saldırmaması sözü karşılığında.
IŞİD’in uygulamalarıyla Taliban’ın, El- Kaide’ninkiler arasında en ufak bir ayrım yok. Var olan farklılıklar detayda boğulmayı sevecek akademisyenlerin ilgi alanına girer.
Bugünlerde Afganistan’dan Türkiye’ye yapılan geçişlerde, gelenler arasında Taliban üyelerinin olmasından endişe duyuluyor. IŞİD gibi yayılma gayeleri yoksa Taliban Türkiye’de ne yapacak?
Hatırlayın, Ayasofya’nın açılış töreninde Taliban bayrağı açıldı. Türkiye’deki Afgan mülteciler ve öğrenciler arasında Taliban üyelerinin olduğu biliniyor. Afgan nüfusu içinde etkili bir grup. Ancak Taliban’ın özel olarak Türkiye’ye insan gönderdiği tezi doğru değil. Taliban Türkiye’de cephe savaşı mı verecek? Hayır. Yapacağı sansasyonel eylemler için bir tim yeterli. Böyle bir niyeti varsa göndereceği beş kişilik bir timdir, onu da zaten göndermiştir ya da istediği zaman gönderir.
Türkiye’de insanların Suriye’den edindikleri tecrübeyle çok büyük kaygısı var. “Şimdi de Afganistan’dan cihatçılar mı gelecek?” diye düşünülüyor. Gelenler arasında Taliban’a yakın olanların çok düşük sayıda olduğu inancındayım. Onlar da ekonomik nedenlerle kaçan, ama zihniyeti Taliban’a yakın olan insanlardır. Öte yandan, evet, hükümetin sınırdan geçen her bir kişiyi kayıt altına alması lâzım. Aksi hiç normal bir durum değil.
Afganistan’dan komşu ülkelere kaçış var mı?
İran’a büyük bir kaçış var. Orta Asya ülkeleri sınır politikası konusunda çok sert. Özbekistan’a, Tacikistan’a geçiş çok az oluyor. Çin zaten almaz. Bir miktar Pakistan’a kaçış oluyor. Pakistan sınırı boyunca Taliban çok hâkim. Orayı güvenli bir güzergâh olarak görmüyor insanlar. Geriye İran kalıyor ve İran için de bu büyük bir problem.
Türkiye’de nasıl kalabalık bir göçmen nüfus varsa, İran’da da var. Uzun yıllardır ucuz iş gücü olarak yaşıyorlar orada. İran üzerinden buraya gelen Afganlar, imkân bulurlarsa Batı’ya hareket ediyorlar. Gelenler arasında İranlılar da var. Türkiye’nin arada kapılarını açtığını görüyorlar. Bunun haberini alabiliyorlar. Pandeminin başında Edirne’de kapılar açılmıştı. Sınır kapılarımız bir açılıyor, bir kapanıyor. Hem Avrupa hem Türkiye bunu siyasi koz olarak, tehdit unsuru olarak kullanıyor. Dolayısıyla, buradan bir şekilde Avrupa’ya geçeceklerine inanıyorlar. En olmadı Türkiye’de iş bulacaklarına, Türkiye’nin iyi kötü bir kanun devleti olduğuna ve başlarına kötü bir şey gelmeyeceğine inanıyorlar.
Türkiye’nin sınır politikası nasıl olmalı?
Toplumu bölen, tartışmalara neden olan bir durum söz konusu. Göçmen ile mülteci ayrımını yapmak gerekiyor. BM Mülteci Sözleşmesi’nde yazdığı gibi, can güvenliği nedeniyle mülteci tanımına uyan insanları almak, uymayanları ise kontrollü almak ya da almamak konusunda bir politika izlenmeli. Can güvenliği yaşayan, savaştan kaçan, şimdi olduğu gibi Taliban’dan kaçan insanları almamazlık edilemez, ama diğer taraftan hiçbir ülke sınırsız bir göçü kaldıramaz. Bu yükü Türkiye dışındaki ülkelerin de taşıması gerek. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin inisiyatif alması ve bu insanların daha çok ülke arasında paylaşılması yoluna gidilebilir.
Mümkün olursa, Türkiye Pakistan’la iki devlet düzeyinde Kabil’de etkili olacak, Pakistan’ın siyasi desteği, Türkiye’nin askeri varlığı ve yatırımları orada olacak, Taliban ise Kabil’e girmeyecek, ama ülkenin gerisinde etkili olacak. Parlamentoda yer almaları gibi birtakım formüllere çalışılıyor.
Mülteci kategorisi dışında, ekonomik nedenlerle Türkiye’ye göçen insanlar için izlenen politika da sorunlu. Ekonomik göçmeni hiçbir ülke doğrudan almaz. Göçmenler de kendilerine mülteci görüntüsü vermeye çalışıyor. Çocukları için, kendileri için daha iyi bir hayat istiyorlar, bunda anlaşılmaz bir yan yok, ama bir taraftan da Türkiye milyonları kaldıramaz. Bu da bir gerçek. Doldur-boşalt bir politika izlemek yerine kontrollü, kayıtlı bir politika izlenmesi gerekiyor.
Diğer taraftan ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar.
Evet. Ve sermayenin bu durumdan memnun olduğunu görüyoruz. Oto sanayide mülteciler çalışıyor, garsonların çoğu Orta Asyalı göçmenler, yaşlı ve çocuk bakımı baştan aşağı Orta Asyalı kadınlardan oluşuyor. “Göçmen gelmesin” diyen insanların annesine, çocuğuna bakan göçmen. Anadolu’da çobanlık yapan, inşaatlarda çalışan Afganlar var… İşverenler, burjuvazi bunun avantajını kullanmak istiyor.
BM ve NATO Afganistan’dan çekilirken Türkiye neden müdahil olmak istiyor?
Evet, önce BM, sonra NATO oradan çekilirken Türkiye kalacak. Belki Macaristan yanında olabilir. Taliban ve Kabil hükümetinin anlaştığı yeni bir denklem üzerinde çalışılıyor. Taliban ülkenin tamamını cebren ele geçirebilir, bu çok mümkün bir senaryo. ABD’nin, Pakistan’ın ve Türkiye’nin üzerinde çalıştığı senaryo Taliban’la koalisyon kurmak. Türkiye herkes çekilirken bir rol almak istiyor. Daha önce de oldu bu. Mesela Somali’ye bakın. Orada da Eş-Şebab örgütü var, kız çocuklarını kaçıran korkunç bir örgüt. Türkiye oraya askeri anlamda da, ekonomik anlamda da girdi. Şu andaki hükümet yayılmacı fikirlere sahip ve burada şansını deniyor. Jeopolitik bir derinlik yakalamak istiyor ve onu bir şekilde kullanmak istiyor.
Katar’da da ordu var, Somali’de de ordu var. Türkiye barınabileceği her yere gidiyor. Şöyle anlaşılmasın, Türkiye Afganistan’a kesin girecek diye bir şey yok, Türkiye pazarlık yapıyor. Suudi tarafı Türkiye’nin olmasını istemiyor, fakat onların da planı yok. Orada ne yapacağını bilen bir tek Taliban. Burada kilit nokta Pakistan. Pakistan Türkiye’nin hem AKP döneminde hem öncesinde diplomatik olarak dostu. Fakat bu konuda tereddüt yaşıyor. Pakistan’ın Ankara dışındaki diğer önemli dostları olan Riyad ve Pekin Türkiye’nin Afganistan’a girmesini istemiyor. Pakistan arada kalmış durumda. Bu iş bir yere bağlanacak mı, bağlanmayacak mı, kimse bilmiyor. Eğer mümkün olursa, Türkiye Pakistan’la esasen iki devlet düzeyinde Kabil’de etkili olacak, Pakistan’ın siyasi desteği, Türkiye’nin askeri varlığı ve yatırımları orada olacak, Taliban ise Kabil’e girmeyecek, ama ülkenin gerisinde etkili olacak. Parlamentoda yer almaları gibi birtakım formüllere çalışılıyor. Mevcut hükümet Taliban’la çatışma pahasına yerinde kalamayacağını biliyor. Kaldı ki, Erdoğan da NATO zirvesinde “bu işi Pakistan’la yaparız” minvalinde şeyler söyledi. Zira, Afganistan siyasetinin amentüsü Pakistan. Afganistan’ın başındaki en büyük bela Pakistan.
Afganistan niçin bu kadar önemli?
Önemli değil aslında. Hiçbir şeyi yok. Stratejik falan da değil. Yoksul bir ülke, bir kaynak mücadelesinden bahsedemeyiz, siyasi bir mücadele var. Nitekim Batı açısından belirli bir jeopolitik önemi vardı ve tabii ki kendisine yönelmiş saldırılara üs olarak görüyordu Afganistan’ı. 11 Eylül saldırısından sonraki müdahalesiyle bir yandan hem Rusya’yı güneyden hem de Çin’i batısından çevrelemiş oluyordu, fakat maliyeti fazla geldi. Çekip gidiyor şimdi. Orada kadınlar kırbaçlanacakmış, çocuklar istismar edilecekmiş, umurlarında değil. Hiçbir zaman olmadı.
Taliban “Çin’le ekonomik anlaşmayı dört gözle bekliyoruz” diyor. Rusya Taliban’la görüşme yapıyor, Ankara “onlarla ideolojik bir farklılığımız yok” diyor. Nazilerle işbirliği yapmak neyse, Taliban’la işbirliği yapmak o. Buna rağmen çok sayıda ülke Taliban’la işbirliği arayışında. Dünya delirmiş durumda.
2018’deki antlaşmadan bahsetmiştiniz.
Trump yönetimi ile Taliban arasında Doğu Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada iki madde var. Taliban diyor ki, “Taliban yönetimi topraklarında hiçbir şekilde uluslararası terörizme hizmet etmeyecek”. ABD diyor ki “ben de askerimi çekiyorum”. Bitti! Üçüncü madde ise, diğer sorunları Kabil yönetimi ile Taliban “Afganlararası diyalog” zemini ile çözsünler.
Şimdi Afganistan’ı ne bekliyor?
Taliban yönetimi “şu süreç tamamlansın, Çin’le ekonomik anlaşmayı dört gözle bekliyoruz” diyor. Rusya Taliban’la görüşme yapıyor, Ankara “onlarla ideolojik bir farklılığımız yok” diyor. Pakistan’ın bugüne kadar yaptığı gibi, hiç de ahlâki olmayan bir tutum içindeler. Yani Nazilerle işbirliği yapmak neyse, Taliban’la işbirliği yapmak o. Buna rağmen bir ülke de değil, Pekin, Moskova, Ankara, İslâmabad, çok sayıda ülke bu yeni denklemde Taliban’la bir denge ve işbirliği arayışında. Dünya delirmiş durumda… Bana sorarsanız, kolay olmayan bu sorunun çözümüne gidecek ilk ve en önemli adım, uluslararası toplumun Pakistan’a baskı yapmasından geçer. Pakistan Taliban’a desteği kestiğinde bu sorunun yüzde ellisi çözülmüş olur. Gerisini Afgan toplumu kendi içinde, kendi dengeleriyle çözebilir.