KÖY ENSTİTÜLERİNİN 82. YILI

17 Nisan 2022
SATIRBAŞLARI

Eskişehir, 1922. İstasyon yakınlarında bir kulübede, kurmay subay Saffet (Arıkan) bey, önündeki planlara bakıyor: “Memleket işgalden nasıl kurtulacak?” İstasyonda ise bir öğretmen ve öğrencileri, yatak çarşaflarını yırtarak yaptıkları sargı bezleriyle, trenlerden inen yaralı askerlerin yaralarını sarıyor. Öğretmenin adı İsmail Hakkı Tonguç.

Ankara, 1935. Kültür Bakanı’nın odası. Bakan, Gazi Eğitim Enstitüsü müdür vekiline bir broşür uzatıyor, okumasını rica ediyor ve soruyor: “Ne dersin?” “İlköğretime ait görüşler, tatlı ve güzel bir rüyadaki hayallere benziyor.” “Partimiz hayal peşinde mi koşuyor yani?” “Tatbik edilemeyen fikirlerin hayalden ne farkı vardır?” “Sen bu tatlı hayallerimizi hakikat hali­ ne getirebilir misin?” “Efendim, ben ne CHP’yim, ne de devlet.” Bu konuşmadan bir hafta sonra, Kültür Bakanı Saffet Arıkan, makamına çağırdığı Gazi Eğitim Enstitüsü müdür vekilini ayakta karşılıyor, “Tonguç” diyor, “seni şimdi ilk öğretim umum müdürlüğü odasına götürüp işe başlatacağım”.

Canlandırılacak Köy, 1939. “Köy meselesi, bazılarının sandığı gibi, mihaniki bir şekilde köy kalkınması değil, anlamlı ve bilinçli olarak köyün içten canlandırılmasıdır. Köylü insanı öyle canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir güç istismar edemesin…” (H. Tonguç, “Köyün Canlandırılması”)

İsmail Hakkı Tonguç öğrencilerle

Ankara, 1939. Trakya manevralarından dönen İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e şöyle diyor: “Manevralar sırasında gördüğüm şu: Birçok yeni silahlar var ki, okumuş erler istiyor. Biz aslında köylü çocuklarını başka nedenlerle okutmalıyız ya… Eğitmen projesi iyi sonuç verdi, sen bana acele bir proje hazırla…”

Ankara, 1940. Günlerden 17 Nisan. TBMM, Köy Enstitüleri yasasını oylayacak. Kabul ya da ret. 426 üyeden 148’i oylamaya katılmayarak renklerini belli ediyor. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü, Yahya Kemal gelmeyenlerden. Çekimser oy yok, Köy Enstitüleri projesi 426-148=275 kabul oyuyla yasalaşıyor. Oylamadan önce, Eskişehir milletvekili, Eskişehir’de büyük toprak sahibi Emin Sazak söz alıyor: “Köylü çeker bayrağı, ‘biz de insanız, tahsilimiz de aşağı değildir, bizi niye takyid ediyorsunuz? Hadi bakalım!’ diye Ankara’ya kadar gelirler, Meclis’i çevirirler.”

Anadolu, 1940. “Dört eğitim ve kalkınma bölgesine ve kesimlere ayrılan Anadolu’nun her kesiminde bir enstitü kurulmasına hemen başlandı. O ıssız köylerde, geniş topraklar üstünde, parasız yatılı, kızlı erkekli, bin öğrenci alacak genişlikte yirmi enstitü harıl harıl çalışmaya başlamıştı. Köy Enstitüleri’nde gelişen iş eğitimi görüşü, yalnız el becerisini, yalnız bireyin iyileşmesini, yalnız üretimi, yalnız iş gücü hazırlamayı amaçlayan tek boyutlu görüşleri aşar. Onun yöntemi, iş ve eğitim ilişkisini her yönüyle içeren bir bakış olarak eğitimin tüm alanlarını kapsar. Bir ders, bir program değil, bir felsefedir.” (Pakize Türkoğlu, “Tonguç ve Enstitüleri”)

“İnönü, Savaştepe Köy Enstitüsü’ne yaptığı gezide kümes nöbetçisi Hatice’yi görüyor. Çağırıp azık torbasında ne olduğunu soruyor. Peyniri, ekmeği, köftesi olduğunu söylüyor öğrenci. Başka ne var, açtırıyor torbayı. Sophokles’in Antigone’u çıkıyor.” (Mahmut Makal, Bozkırdaki Kıvılcım)

Ankara, 1943. Eskişehir milletvekili, büyük toprak sahibi Abidin Fotuoğlu Köy Enstitülerini değerlendiriyor: “Bunlar yetiştikleri zaman bizim kafamızı keserler…”

İvriz Köy Enstitüsü, 1943. “Tonguç, ‘devletin vatandaşa karşı görevi nedir?’ diye soruyor bir öğrenciye. Öğrencinin büyüklerin karşısında dili tutulunca, öğretmene dönerek ‘Yüzyıllardır konuşturulmadıkları için çocuğu kusurlu görmüyorum. İlk işiniz bu çocuklara düşünmeyi ve düşündüğünü söylemeyi öğretmektir’ diyor. O gün karşısında susta duran çocuk bendim.” (Mahmut Makal, “Köy Enstitüleri ve Ötesi”)

Söke, 1945. TBMM, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu görüşüyor. Adnan Menderes, büyük topraklarının olduğu Söke’de beyanat veriyor: “Halt etmişler. Kimin toprağını kime verecekler?..”

Bir tren gezisi, 1945. İnönü, yanına Tonguç’u ve CHP’nin “muhalif” kanadından Reşat Şemsettin Sirer’i alarak Köy Enstitülerini dolaşıyor. Her gittiği yerde Sirer’e soruyor: “Nasıl buldunuz?” Her seferinde “çok iyi paşam, çok iyi” cevabını alıyor. Ama, Sirer’le Tonguç arasında geçen konuşma başka türlü. Sirer “Hakkı bey, bu köy çocuklarını niye okutmak istiyorsun?” Tonguç: “Ne demek, nasıl okutmayabiliriz? Elbette okutacağız!..” Sirer: “Okusunlar da gelip bizi öldürsünler mi istiyorsun?” (Melih Cevdet Anday’ın “Köy Enstitüleri 50 Yaşında” konulu açık oturumdaki konuşmasından)

Abidin Dino’nun kaleminden İsmail Hakkı Tonguç

Ankara, 1945. Aylardan aralık. TBMM’de Mili Eğitim bütçesi görüşülürken Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç şiddetli eleştirilere maruz oluyor. Bir milletvekili Köy Enstitüleri dergisinde yayınlanan “Yeter” adlı şiiri, “işte belge” misali okuyor kürsüden: “Her sabah yol aldın türkü dilinde / Tırpan omuzunda orak belinde / Ektin biçtin nasır kaldı elinde / Yeter eller için çektiğin yeter / Yeter beyim paşam dediğin yeter…”

Hasanoğlan, 1946. “Müzik bölümü öğrencilerinden biri akordeonunu sırtlayıp getirdi. Ruhi Su’dan ‘Niksar’ın Güzelleri’, Aydın Gün’den ‘Suna Boylum’, Aşık Veysel’den ‘Sadık Yarim’, ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ gibi şarkı ve türküler arka arkaya coşkuyla söylendi. Sonra, ‘Ankara’ diye başladı biri. Biraz şaka yollu ve çocuksu söylüyorduk… Birden bir şey oldu, ‘güzel Ankara’ yerine ‘kalleş Ankara’, ‘cadı Ankara’ gibi sözler geliyordu kalabalıktan. Kimi kızarak, kimi şakaya vurarak söylüyordu… (…) Aslında o günlerin Ankara’sında ortalık karışıktı gerçekten. Seçimler yakındı. İnsanlar neden onu ya da bunu seçeceğini bilmiyordu. (Pakize Türkoğlu, “Tonguç ve Enstitüleri”)

“Yeni kurulmuş olan Demokrat Parti, Hasan Âli Yücel’i kendisine baş hedef seçmişti. Onun Köy Enstitüleri’ni yaygınlaştırma çabalarını komünistlikle suçlayıp duruyordu.” (Çetin Altan, Sabah, 9.2.1997)

Ankara, 1946. Seçimleri şaibeli bir biçimde kazanan CHP’nin kurduğu hükümette, Hasan Âli Yücel’in yerinde Reşat Şemsettin Sirer vardır. Yeni Milli Eğitim Bakanı’nın ilk icraatı Tonguç’u görevden almak olur. Daha sonra da Köy Enstitülerine adım adım son verilir.

“Türkiye Cumhuriyeti’nde bu kadar eşi görülmemiş bir kurumun yıkılmasına kim ön ayak oldu? Evet, neden yıkıldı? Bu karşı gelme hareketi, tek parti döneminde doğrudan doğruya CHP içinde başlamıştır. ‘Sağcı kanat’ diyebileceğim, hatta açıkça söyleyeyim, bunlar faşistlerdi düpedüz! Bu takım CHP içinde, daha Demokrat Parti’den önce iktidarı ellerine geçirdiler. Yani bir hükümet değişikliği oldu, ortaya çıkan iktidar işte bu faşistlerden kuruldu. (Melih Cevdet Anday)

Ankara, 1951. DP’nin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Köy Enstitülerinin tümüyle kapanması kararını alıyor. Aynı İleri, 1944’te 19 Mayıs dergisinde yayınlanan yazısında şöyle diyor: “Görmemiş olanların katiyen bilmelerine ve tasavvur etmelerine imkân olmayacak şekilde yepyeni bir gençliğin, yepyeni bir neslin bu Köy Enstitülerinde yaratılmakta olduğunu zevk alrak, gurur duyarak gördük.”

“Enstitü programında akademik ve pratik bilgiler birlikte yer alıyordu. İlkokulu bitiren çocuklar enstitülerde beş yıllık bir öğrenimden sonra 17 yaşında öğretmen oldular. Enstitünün amacı aydın ve kritikçi düşüncenin köklerini kurmaktı. Öğrenci ve öğretmenler köy yaşamının ümitsiz sefaletiyle yakından ilgilendiler. Hükümet, bu okullar içinde radikal politik düşüncenin yayılmasından korkarak önce enstitülerin gelişmesini yavaşlattı. Sonra onları şehir öğretmen okulları haline getirdi… Benim köylerde tanıdığım bütün öğretmenleri bu enstitüler yetiştirmişti. Bu genç insanlar sadece öğretmen olarak değil, ilerleme ile bilimsel aydınlanmanın misyonerleri idiler..” (Prof. Paul Stirling, Yön dergisi, 1965)

Ankara, 1990. TBMM’de eğitim bütçesi konuşuluyor. ANAP’ın Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol kürsüde: “Köy Enstitülerinin kapatılması yanlış olmuştur.”

Tonguç (1939): “Bir ülkede demokrasinin yerleşip kökleşmesinin birinci koşulu eğitim düzenini demokratlaştırmak, yeteneklere tüm eğitim yollarını açık tutmak, yurttaşlar arasında farklar yaratan seçkinci eğitim sistemine son vermek, okulları hak ve adalet ilkelerine göre örgütlemektir.”

Derleyen: Yücel Göktürk

Roll, sayı 18, Nisan 1998

Mustafa Ekmekçi: “Okulsuz köy kalmayacaktı”

Köy enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta çıkarılan bir yasayla kuruldu, 1946 yılına dek sürdü. O zamana kadar, sanıyorum 21 yerde Köy Enstitüsü açıldı. Bunlar Türkiye’nin her yanında, özellikle köylerde çalışmaya başladı. Köy çocukları alınıyor, buralara getiriliyor, binalarını kendileri yapıyorlar, aynı yerlerde ders görüyorlar, üretici bir anlayışla öğrenim görüyorlardı. Örneğin, her öğrencinin bir mesleği vardı. (Fakir Baykurt, benim bildiğim, marangozdu.)

Köy enstitülerinin asıl amacı, köylüyü bilinçlendirmektir. Köyden alınan köy çocukları beş yıl okuduktan sonra kendi köylerine gönderiliyorlar, orada çalışıyorlar. Kendilerine tarla veriliyor belli bir oranda; çok cüzi bir para veriliyor, yirmi lira aylık. Ama köy yerinde önemli bir miktar, hatta köylülerin kıskançlıklarına da neden olabiliyor. Köylülerin bu enstitülere düşman kesilmeleri biraz da bundandır. Kendisi aç, yoksul; öğretmenin lojmanı var, oturuyor ve para alıyor.

“Öğretmenler başımıza kumandan kesiliyor” diye itirazlar başlıyor. En önemlisi de, yetkileri var, gidip kaymakama kafa tutabiliyorlar, “biz şunu şunu yapmak istiyoruz” diye. Şimdiki devlet personeli ise yürüyüşten başka bir şey yapamıyor. 1946’larda siyasi amaçlar sonunda Hasan Âli Yücel, arkasından İsmail Hakkı Tonguç uzaklaştırılıyor ve bunlar mahkemelere veriliyor, boy hedefi yapılıyor.

Atatürk “köylü efendimizdir” diyor, hayır, efendi filan olur mu adam? Hem ağanın yanında çalışacak, hem efendi olacak, buna kimse inanmaz. Ama köylünün efendi olması için çalışıyorlar, bütün çaba burada. Köy enstitüleri daha on yıl kapatılmamış olsaydı, diyelim ki 1956 yılına gelinmiş olsaydı, Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen insan, okulsuz köy kalmayacaktı ve vatandaşlar rahatça, özgürce oylarını nasıl kullanacaklarını bileceklerdi.

Talip Apaydın: “Üretici, yaratıcı bir eğitim”

Köy enstitülerinin amacı, durgun ve yoksul düşmüş, karanlıktaki Türk köylüsünü, devlete en az külfet yükleyecek biçimde, içinden canlandırarak uyandırmak, çağdaş bir eğitimden geçirmek idi. Biz köy çocuklarını topladılar ve Türkiye’ye yayılmış 21 ayrı köy enstitüsünde iş içinde, çalışarak eğitim yaptılar. Yani kendi binalarımızı yaparak, kendi bahçelerimizi yetiştirerek hem köy enstitülerini kurduk, hem de eğitildik. Ancak bu ilginç eğitim biçimi yedi yıl sürdürülebildi. Ondan sonra aleyhinde çeşitli kampanya ve iftiralarla kapatıldı. Öğretim başka bir biçime sokuldu. Ama oradan mezun olan 20 bine yakın öğretmen ülkenin çeşitli yörelerinde bugünlere kadar süren bir eğitim seferberliği içinde çalıştı.

Hiçbir aydının gitmediği yerlere, bu öğretmenler büyük bir çalışma gücü ve idealizm içinde dağıldılar. Köy enstitüleri bir türlü unutulmaz, çünkü geri kalmış bir toplumun uyanmasında, gelişmesinde, öbür okul çıkışlı aydınlarımızın dayanamayacağı koşullar içinde, köy enstitülü öğretmenler hizmet verdiler. Ayrıca oradan mezun olan yazarlar çıktı. Şimdiye kadar hiç olmamış biçimde Türk köylüsünü, romanlarla, anılarla, öykü ve şiirlerle edebiyata geçirdik.

Köy enstitülerinin aleyhinde, lehinde çok şeyler söylendi. Ama bugün soğukkanlı olarak bakıldığı zaman, Türk eğitim tarihine büyük katkılarının olduğu tüm aydınlar tarafından kabul edilmektedir. Köy enstitülerinde en başta üretici, yaratıcı, insanoğlunun gizli kalmış yeteneklerini ortaya çıkarıcı, demokratik bir eğitim uygulanmıştı. Bize sürekli okumamız, kendimizi yenilememiz telkininde bulunuldu. Biz, o doğrultuda, ta öğrenciliğimizden başlayarak bu yıllara kadar durmadan okuduk. Okumanın çok önemli olduğuna inandık. Bizim gücümüz oradan gelmektedir.

Express, sayı 65, 22 Nisan 1995

^