6 ŞUBAT DEPREMİ –AFET İÇİN FEMİNİST DAYANIŞMA 

Söyleşi: Ayşegül Oğuz
8 Mart 2023
Fotoğraf: Güliz Sağlam
SATIRBAŞLARI

Depremden nasıl haberdar oldunuz, 6 Şubat gününe nasıl başladınız?

Ezgi Karakuş: O sabah ilginç bir şekilde beş sularında uyandım. Uyanır uyanmaz da deprem haberini gördüm. Önce depremin tam olarak nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Twitter’da gördüğüm şeyler bölük pörçüktü, birçok şehirden bahsediliyordu. Bu illerden birisi de yakınlarımın yaşadığı Malatya’ydı. Telefon hatları sorunluydu, ama bir şekilde iyi olduklarını öğrendim. Sonrası zaten tüm gün haber takibiyle geçti. Akşama doğru feministler olarak toplantı yaptık. Aklımızda tek bir soru vardı: Biz ne yapabiliriz?

Selin Top: 5 Şubat’ta Kadınlar Birlikte Güçlü ekibi olarak “Kadınların isyanı değiştirecek” temasıyla Şişli’de büyük bir toplantı salonunda buluşmuştuk. O gün İstanbul’da fırtına olmasına rağmen salon dopdoluydu, günün coşkusuyla akşam geç saatlere kadar müthiş bir enerji içindeydik.

Selin Top

Sürüklendiğimiz siyasetin dışında kadınların gündemi neler olabilir? Sadece önümüzdeki seçime odaklanmayalım, seçimin ötesinde feministler, kadın örgütleri olarak ne istiyoruz? Bugüne kadar neyin mücadelesini verdik? Kaybettiğimiz haklarımızı nasıl kazanırız ve daha fazlasını nasıl talep ederiz?.. Düzenlediğimiz forumun eksenini bu sorular oluşturuyordu. Sabahın ikisine, üçüne kadar böyle heyecanlı yazışmaları yapıp vedalaştık. Ama sabah gözümüzü deprem haberiyle açtık.

İlk önce depremin boyutunu tam kavrayamadık. Sosyal medya yeterli değildi. Daha sonra bölgedeki arkadaşlarımızdan haber almaya başladık. 6 Şubat depreminin büyük bir felaket olduğunu yavaş yavaş anlıyorduk. Afet ve savaş durumlarında kadınlar, lubunyalar ve çocukların en sert şekilde etkilendiğini feministler olarak çok iyi biliyoruz. Bağımsız feministler olarak feminist örgütlere, yurtdışında yaşayan arkadaşlarımıza yaptığımız çağrıyla ilk online toplantıyı hemen organize ettik. İlk sonuç Afet için Feminist Dayanışma’yı kurmak oldu.

Afet için Feminist Dayanışma’nın en faydalı, etkili, görünür kampanyası deprem bölgesindeki kadınlar için hazırlanan Mor Tır’lar. İlk Mor Tır 21 Şubat’ta İstanbul’dan yola çıktı. Adıyaman’a vardığında neler yaşandı?

Selin: Mor Tır iç çamaşırından leğenine, süpürgesinden terliğine kadar doğrudan bölgedeki kadınların ihtiyaçları doğrultusunda oluşturduğumuz listelere göre yüklendi. Beyoğlu’ndaki Feminist Mekân’a, Kadıköy’deki Eğitim-Sen’e akın akın gelen kadınlar bu dayanışmaya katkı verdi. Ben tırdan önce Adıyaman’a gitmiştim. Bölgedeki kadınlarla birlikte Mor Tır’ı büyük bir heyecanla bekledik. Araçla beraber İstanbul’dan da bir grup arkadaşımız geldi. Tırımız yolda engellenir mi diye çekincelerimiz vardı. Birçok tıra devletin el koyduğunu duyuyorduk. Benzer bir durum çadırlar için de söz konusu. Sadece Adıyaman’a gelen içi çadır dolu beş tıra devlet el koydu, o tırlara ne olduğunu bilmiyoruz. Devlet çadır dağıtımını tehdit unsuru olarak da kullanıyor, örneğin muhalif insanların oluşturduğu kriz koordinasyon ekiplerine karşı yereldeki insanlara “Sana çadır veririz, ama bu koordinasyon ekibini buradan göndereceksin” diyor. Çadır devletin elindeki bir koza dönüşmüş durumda.

Deprem ânında kadınların ilk düşündüğü şey çocuklar, yaşlılar, engelliler, hayvanlar… Dışarı çıkacakken kıyafetlerinin uygun olup olmadığını düşünmek zorunda kalıyorlar. Hayatta kalan kadınlar kendilerini umursamak yerine haneyi bir arada tutmaya çalışıyor.

Mor Tır Adıyaman’a yaklaşırken navigasyonu adım adım takip ettik. Tırın başına bir şey gelmesin diye üstüne logo filan asamadık. Depo sahipleri tehdit ediliyor, depo bulup orada çalışmak da deprem bölgesinde mesele. Bir depo bulduk sonunda, tırımız gelince büyük bir heyecanla depoya yerleştirdik, dağıtımlara başladık. Biz büyük bir tır doldurmuştuk ama, o kadar da büyük olmadığını o an anladık, bölgedeki devasa ihtiyaç göz önüne alındığında kısıtlıydı.

Mor Tır’da en çok ilgi gören ürünler ne oldu?

Selin: İç çamaşırı, leğen ve süpürge.

Ezgi: Kadınlar ilk günden bu yana iç çamaşırlarını değiştirememiş, su yok, sabun yok, bunlar olmayınca da iç çamaşırını değiştirmek mümkün olmuyor. Kadınların iç çamaşırlarını değiştirebileceği bir mahremiyet alanı da yok.

Selin: Kadının orada en çok düşündüğü şey çadırı nasıl temiz tutacağı. Çadırlara gittiğimizde kadınlar hep bir meşgale içinde oluyor, yemek yapıyorlar mesela. Bakım emeğinin yükü bir yana, duygusal yük de büyük. Küçük çocuğa depremi nasıl anlatacaksın? Çocuklar sürekli “anne, biz neden eve gitmiyoruz” diye soruyorlar. “Eve gitmek istiyorum. Oyuncaklarımla oynamak istiyorum. Muz yemek istiyorum” diyen çocuklar var. Şu an kadınlar için bu soruların cevabı yok. Kadınlar bu duygu yükünü taşıyor.

Mor Tır Adıyaman’da (24 Şubat 2023)

Babalar ne yapıyor bu arada?

(gülüyorlar) Ezgi: Dört aile iki çadırda kalıyordu, erkekler şöyle bir yöntem bulmuş: “Biz tütün içiyoruz, çocuklar bundan etkilenir” deyip iki çadıra bölünmüşler. Yani bir çadırın tamamında erkekler kendileri için daha sakin bir alan kurmuşken, diğer çadırda dört kadın ve on çocuk bir arada kalıyor! Çocuklar durmuyor, her birinin ayrı ayrı ihtiyaçları var. Kadınlar çocuklarına nasıl banyo yaptıracaklarını düşünüyor, günlük hayatın yükünü aslında tek başlarına sırtlanıyorlar. Adamlar etrafta yok. Onlar bir yerde travmalarını anlatıyor, ama bunun aynısını yaşayan kadınlar hayatı çevirmeye devam ediyor.

Depremin başından beri toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınların hayatını belirlediği konuşuluyor. Bu, galiba deprem esnasında da böyle. Örneğin, birçok kadın deprem esnasında kendini korumak yerine çocuklarının odasına koşmuş, yıkıma öyle yakalanmış…

Ezgi: Evet. Bizim enkazında çalıştığımız bir apartmanda, başka bir ekipte çalışan feminist arkadaşımız Nevruz Tuğçe anlattı: Apartman sakinlerinden Tuba’nın tüm ailesi kurtulmuştu. Herkes çıkmış, dört çocuklu bir kadın olan Tuba önce çocuklarının odasına gitmiş, giriş katta oturdukları için onları pencereden atmış. Kendisinin atlamasına fırsat kalmıyor ve binanın altında kalıyor… Daha sonra başka bir apartmana arama-kurtarmaya gittiğimde de şunu gördüm: Bir kadın engelli çocuğunun odasında bulundu. İlk refleksi çıkmak olmamış. O da öldü. Erkekleri kapıya en yakın yerlerde bulurken, kadınları hep çocukların yatak odasında bulduk. Çocuğu yataktan çıkarttıysak, anne de yanındaydı. Kadınları çocuklarının odasında bulmak sarsıcı oldu.

Biraz daha başa dönelim ve sizin tecrübelerinizi dinleyelim. Deprem bölgesine gitmeye hangi aşamada karar verdiniz?

Selin: Çok sayıda enkaz olduğu bilgileri gelmeye başlayınca bazı arkadaşlarımız Mahalle Afet Gönüllüleri’yle (MAG) bölgeye gitmeye karar verdi. Ezgi onlardan biri. İstanbul’da kalan bizler de önce sosyal medya ve içerik ekibini oluşturduk. Bir yandan da bölgedeki arkadaşlarla temas kurmaya, ihtiyaçları hızlıca belirlemeye uğraşıyorduk. Feminist siyasetimizi nasıl yürüteceğimize, politik sözümüzü nasıl kuracağımıza karar vermeye çalışıyorduk. İlk çağrımız arama-kurtarmanın etkin bir şekilde yürütülmesi gerektiği yönünde oldu. Türkiye’de afetle ilgili sorumluluğu üstlenen kurum AFAD. Kurumun başkanı İmam-Hatip ve Diyanet geçmişi olan birisi. Bu kurum kadrosunda bulunan uzmanları, mühendisleri yıllar içinde uzaklaştırıp AKP ve MHP’lileri doldurdu.

Ezgi: Sahada AFAD’ın olmadığını, çok az sayıdaki insanın da yetersiz bilgiye sahip olduğunu gördük. Arama-kurtarma ekipleri halkla, depremzedelerle birlikte çalıştı, ama AFAD günlerce ortada yoktu. Ben İslahiye’ye gittim. AFAD koordinasyon merkezinde itfaiyeciler ve MAG’la birlikteydik. Ama hepimizi yönlendirecek sayıda AFAD görevlisi yoktu.

Depremin yerle bir ettiği Islahiye’de arama-kurtarma çalışmalarına katılan feministler: Ezgi, Evrim, Şevval, Feride, Tuğçe, Kübra

İslahiye’ye ne zaman, kimlerle gittin? Gitmeye karar verdiğinde kafanda ne vardı?

Ezgi: 7 Şubat’ta yola çıktım. Arama-kurtarma eğitimim yoktu. Sosyal medyada gördüğüm şey yıkımın çok büyük olduğuydu. İlk refleksim, oraya ulaşayım, elimden ne geliyorsa yaparım diye düşünmekti. Arama-kurtarma gönüllüsüydüm, ama eğitimim olmadığı için direkt enkazda yer almam diye düşünüyordum. Lojistikte dururum, getir-götür yaparım, illâ ki bir iş bulunur diyordum, ama öyle olmadı. Ciddi bir insan açığı vardı. Daha gittiğim ilk gün kendimi enkazda buldum. Bir anda elimde hilti, “bunu bu şekilde kullanacaksın” diye bir yönlendirmeyle işi sahada öğrenirken buldum kendimi. Gelen her gönüllü de enkaza girmek zorunda kaldı.

Oraya gidişimiz de zaten çok zor oldu. 7 Şubat günü sabah saatlerinde İstanbul Havalimanı’ndaydık. AFAD’ın havalimanı içinde bir alanı var, oradaki koordinasyonsuzluğa da şahit olduk. Acilen bölgeye gitmesi gereken çok sayıda doktor, sağlık ekibi, arama-kurtarmacı, itfaiyeci oradaydı. Bu profesyonel insanları koordine edip uçağa alamadılar. Kimi ekipler neredeyse bir gün boyunca bekletildi. Biz de orada saatlerce kaldık, daha sonra Maraş’a gidecek bir uçağa alındık. Uçakta birçok profesyonel ekip vardı. Ancak uçağın içinde saatlerce bekledik. Sonra havalandık, uçak Ankara üzerinde defalarca turladı. Çünkü Maraş havalimanına askerler acil iniş yapmış, bizi bu sefer Elazığ’a indirdiler. Yine uçağın içinde bekliyoruz. 12 saatin sonunda sabaha karşı 3-4 gibi Maraş’a indik.

Yani 8 Şubat’a geçtik. Peki o esnada nasıl bir ruh halindeydin?

Ezgi: Öfkeliydim. Kendimi dizginlemeye çalışıyordum. Söz konusu olan çok akut bir ihtiyaç. O sırada işleyişi hiçbir şekilde aksatmamamız gerekiyordu, ama düzgün işleyen hiçbir şey yoktu. Bizlere uçağı Türk Havayolları vermişti, ama şirket çalışanlarını gönüllü olarak seçmişti. Yani, mesaisini yaptıktan sonra gönüllü olmuş pilot ve kabin görevlileri sayesinde uçabildik. Türk Havayolları uçaklarını deprem bölgesi için seferber etmedi. Uçakta o kadar çok vakit geçirdik ki, oradan hiç çıkamayacağımızı ve İstanbul’a geri döneceğimizi de düşünmedik değil. Bu endişe yüzünden kimseyle münakaşa etmek istemiyorduk. MAG ekibi olarak 150 kişiydik. Bu ekipte ben dahil on feminist kadın vardı.

Maraş havalimanı yıkıldığı için çok ufak bir bölümü kullanılabiliyordu. Havalimanına indiğimizde tavanı çökmüş, kırık dökük bir yerle karşılaştık. Beraber gittiğimiz ekibin lideri valiliğe yazı yazmış, böyle bir arama-kurtarma ekibi gelecek, araç talep ediyoruz diye. Oraya vardığımızda bu yazı tekrar gönderildi. Telefonla yöneticilere ulaşmaya çalıştılar, ancak bize araç gönderebilecek kimse yoktu ortalıkta. Saatlerce orada bekledik. Uyku tulumlarımızın içinde kıvrıldık. Sadece biz değil, çok sayıda arama-kurtarma ekibi o yıkık havalimanının içinde bekliyordu. Ekip liderimiz Nazmiye sonunda dayanamayıp sokakta bir belediye otobüsünü durdurdu, neredeyse el koyarak otobüsü getirdi. Biz çadırlarımızla gelmiştik, fakat yer olmadığı için çadırları otobüse alamadık. En öncelikli ekipmanları yanımıza aldık. 24 saatin sonunda İslahiye’deki kamp alanına ulaştık. Maraş’tan Antep’e, İslahiye’ye doğru yol alırken kentlerin, köy ve kasabaların yok olduğunu, depremin yarattığı felaketin büyüklüğünü gördük. Öyle bir yıkımla karşılaşacağımı düşünmemiştim. İlk anda o yıkıma tanık olmak hepimizi çok sarstı. Hepimizin tek istediği bir an önce alana çıkıp çalışmaktı.

Ezgi Karakuş

Çok büyük bir apartmanda, Zaman Apartmanı’nda çalıştık. Yeni bir bina değildi, vaktiyle belediye tarafından yapılmış sanıyorum. Beton olduğunu sandığımız bir kütleyi kaldırıyorduk, ama elimize çakıl taşları dökülüyordu. Bina hem çökmüş hem de kaymıştı. Bu kayma odaları tespit etmemizi çok zorlaştırdı. İlk birkaç gün çok soğuktu. Enkazdaki insanların yakınları ateş yakıp gece gündüz binaların başında bekliyordu.

Dört-beş gün orada çalıştık. MAG’cılarla birlikte epey kalabalıktık, sekiz ayrı ekibe bölündük. Bizden önce çalışan arama-kurtarmacılar canlıya ulaşmış, bir başka ekip de altıncı gün canlı çıkarttı. Yine sanıyorum dördüncü günde bir canlıya ulaşıldı. Ama bizim ekip hiç canlıya ulaşamadı. Her ekip altı saat çalışıp altı saat dinleniyordu. Çalışma saatleri uzuyordu, daha az dinleniyorduk. Dinlenme saatleri içinde uyuman, yemek yemen, bulabilirsen bir yerde tuvalete gitmen gerekiyordu.

Arama-kurtarma tecrüben olmadığını söyledin, çalışırken neler gördün, öğrendin?

Ezgi: Öncelik ekiplerin can güvenliğiydi. Güvenliği almadan enkaza girmiyorduk. Bazı şeylerden emin olamıyorsak, ekip liderimiz Rüya bir inşaat ustası ya da o konuda uzmanlığı olan birisini bulup ona danışıyordu. Teyitleşerek ilerliyorduk. Diğer önemli konu, içerideki kişilerin beden bütünlükleri bozulmadan, zarar görmeden nasıl çıkacaklarına karar vermek. İnsanların yerini tespit etmekte çok zorlandık. Son günlere doğru enkazdan gelen kokular yüzünden daha çabuk ulaşabildik. Bir kişiyi çıkartırken içeriden çıkacak diğer insanlara zarar vermemek için binaya müdahalemizi hesaplamak zorundaydık. Sesli aramalar yapıyorduk, ama yüzde bir oranında dönüş alabiliyorduk. Uzaktaki birinin kıpırdaması da olabilir, bir kedi de geçiyor olabilir…

Altıncı günde, hem termal hem sesli kamera “canlı yok” diye tespit etmesine rağmen o enkazdan canlı çıktı. Elimizdeki gereçler tam güvenilir bir veri sunmuyordu. AFAD’da da güvenilir ekipman yoktu. İspanya’dan gelen arama-kurtarma ekibinde o kadar iyi aletler vardı ki, onlara hayretle bakakalıyorduk. Onlar da Zaman Apartmanı’nda çalıştı, ama AFAD’ın iş yapma biçiminden dolayı enkazda karşılaşabilecekleri sorunlarla ilgili “sorumluluk almıyoruz” dediler ve apartmandaki çalışmayı tam anlamıyla sürdüremediler.

Ped kadınlar için çoğu zaman ne yazık ki utanılan, gazete kâğıdına sarılan, siyah poşetlere konan bir şey. Pedin kadınlar için çok temel bir ihtiyaç olduğunu anlatmak için mücadele ettik. Sonradan havalimanında ücretsiz ped dağıtılmaya başlandı mesela.

Kaçıncı günün sonunda canlı insanlara rastlamaktan ümidi kesmeye başladınız?

Ezgi: Bu noktaya gelmemeye çalışıyorduk, çünkü yaşam üçgeni her zaman oluşabilir. Ama altıncı günün sonunda üzerimizde “yavaş çalışıyorsunuz” diye bir baskı oluşturulmaya başlandı. Enkazı hızlı hızlı kaldırmak istiyorlardı. Bu da dikkatsiz hareket etmeyi getiriyor. İçeride kalan insanların bedenlerine zarar verme ihtimali söz konusuydu. Biz bunu tercih etmiyorduk.

AFAD’la bir kere birebir çalıştım. Bizi yardıma çağırdılar, gönüllü olarak çalışan dört-beş feminist kalmıştık, gittiğimiz binadaki cansız bedeni görüyorduk, çok şişmişti, patlama ihtimali vardı, çok dikkatli olmak zorundaydık. AFAD bedenin olduğu yerde hiltiyi dikkatsizce kullanıyordu. Şişmiş cesedin altına bir kova koymuşlar, hiltiyi vurdukça kova sallanıyor. Bir arkadaşımız birkaç kez uyardı, “beden zarar görecek” diye. Bu uyarı üzerine AFAD’daki adam sinirle çıkıştı: “Meslek hayatımda ilk defa ceset görmüyorum, sizden öğrenecek değilim. Herkes sussun!” O esnada onlara bağlı çalıştığımız için hiçbir şey diyemedik. Ama gönlümüz de razı olmadığı için o kovayı iş boyunca elimizle tutup destekledik.

Hiç hayvan kurtardınız mı?

Ezgi: Muhabbet kuşu kurtardık. (gülüyor) Sonra sahiplenildi. Adı Umut oldu, onun kurtarılması hepimize iyi geldi.

Arama-kurtarma ekiplerinde kadınların olması nasıl farklar yaratıyor?

Ezgi: Bizim gönüllü ekibimizde kadınlar çoğunluktaydı. Arama-kurtarma esnasında inisiyatif alanlar hep kadınlardı. O sayede büyük değişimler söz konusu oldu.

Afet için Feminist Dayanışma‘nın ilk kampanyası Mor Tır hazırlıklarının sürdüğü Feminist Mekân’da gönüllüler depremzede kadınlar için bir aradaydı (19 Şubat 2023)

Enkaz çalışmaları sürerken Afet için Feminist Dayanışma büyük şehirlerde dayanışmayı örgütlüyordu. Deprem bölgesindeki kadınlarla, feministlerle nasıl koordine oldunuz? İhtiyaçları belirlerken öncelikleriniz neydi?

Selin: Arama-kurtarma faaliyetinin içindeki arkadaşlarımızla iletişimimiz kısıtlıydı. Manzara her gün daha da netleşiyordu: Kalacak yer yok. Kadınlar sokakta. Kadınların dezavantajlı olma hali afette iyice ortaya çıkıyor. Deprem ânında kadınların ilk düşündüğü şey çocuklar, yaşlılar, engelliler, hayvanlar… Dışarı çıkacakken kıyafetlerinin uygun olup olmadığını düşünmek zorunda kalıyorlar. Hayatta kalan kadınlar kendilerini umursamak yerine haneyi bir arada tutmaya çalışıyor.

Kadınların büyük yoksunluk içinde olduğunu hemen fark ettik. Sonra çocukların kaybolduğunu duymaya başladık. Kayıp çocuklar için bir kriz koordinasyonu kuruldu. Çocuklar nerede diye sordukça bu kez çocuklar tarikat evlerinden çıkmaya başladı. Bütün yetersizliklerine rağmen arama-kurtarma çalışmaları sürerken devlet OHAL ilan etti, otelleri depremzedelere açmak yerine üniversiteleri online yapıp yurtları boşalttırdı, yine pek çok kadın öğrenci bundan etkilendi. Deprem bölgesinde kadınların en büyük ihtiyaçları arasında hijyenik ped olduğu için büyük sermaye gruplarına çağrıda bulunduk. Ped kadınlar için çoğu zaman ne yazık ki utanılan, gazete kâğıdına sarılan, siyah poşetlere konan bir şey. Pedin kadınlar için çok temel bir ihtiyaç olduğunu anlatmak için mücadele ettik. Sonradan havalimanında ücretsiz ped dağıtılmaya başlandı mesela.

Dini örgütlenmeler, tarikatlar deprem bölgesinde, çadır kentlerde belirgin biçimde varlık gösteriyor mu?

Selin: Depremden evvel H.K.G. Davası’nı takip ediyorduk. Şimdi o yapılar, mesela cihatçılarla ilişkisi olduğu bilinen İHH deprem bölgesindeki küçücük çocuklar için Kuran kursları açıyor. En insani hak olan barınma hakkından yoksun, gıdaya, temiz suya erişemeyen, bir aydır banyo yüzü görmemiş insanlara “çocuklarınızı Kuran kursuna yazdırın” diye baskı yapılıyor.

Ezgi: Çadır kentleri dolaşarak bu kursları faaliyete geçiriyorlar…

Arama-kurtarma dışında, feministler örgütlü olarak bölgeye gitmeye ne zaman başladı?  

Selin: İslahiye’de çalışmalar devam ederken Afet için Feminist Dayanışma’dan arkadaşlarımız örgütlenmeye koyuldu. Sivil inisiyatifler, sol-sosyalist örgütler, feministler alanda bir araya gelip kriz koordinasyonları oluşturmaya başlamıştı. Maraş, Malatya, Adıyaman, Adana ve Hatay’daki arkadaşlarla iletişim halindeydik. Kim nerede, neye ihtiyaç var diye sürekli konuşuyorduk. Kriz koordinasyon ekiplerinin ilk söylediği şuydu: “Burada devlet yok!” Biz de Adıyaman’a gittiğimizde aynı şeyi gördük. Devlet yoktu, ama dayanışmanın örgütlendiğini gördüğü anda devlet fazlasıyla oradaydı. Bu sadece bizim tanıklığımız değil. Adıyaman’da bir kadın dedi ki, “biz artık bu ülkenin vatandaşı değiliz”.

Dört aile iki çadırda kalıyordu, erkekler şöyle bir yöntem bulmuş: “Biz tütün içiyoruz, çocuklar bundan etkilenir” deyip iki çadıra bölünmüşler. Yani bir çadırın tamamında erkekler kendileri için daha sakin bir alan kurmuşken, diğer çadırda dört kadın ve on çocuk bir arada kalıyor!

Peki sen ne zaman Adıyaman’a gittin?

Selin: İslahiye’deki arama-kurtarma çalışmaları bir süre sonra devletin “artık enkazları kaldırmaya başlayacağız” demesiyle sonlandı, oradaki arkadaşlarımız Adıyaman’a geçti. Orada da yıkım büyüktü. On gün Adıyaman’da kaldım. İnsanlar hayatta kalabilmek için birbirine sarılıyordu.

Adıyaman’a biz Amed üzerinden gittik. Önce Rosa Kadın Derneği’nden arkadaşlarımızla buluştuk. Diyarbakır’da diğer iller kadar büyük bir yıkım olmadığı ve Diyarbakırlı sivil toplum çok hızlı örgütlendiği için gerekli ihtiyaçlar hızlıca toparlanmıştı. Araçla Adıyaman’a girerken yıkımın büyüklüğünü idrak ettim. Hayal gücümüzün çok ötesinde bir durum var. Adıyaman merkezin yüzde 40’ı tamamen yıkılmış. Geriye kalan büyük bir kısım ağır hasarlı. Az hasarlı denen evlere de kimse girip oturmak istemiyor. Biz oradayken deprem zaten hiç durmadı. Sürekli artçılar oluyor, sürekli sallanıyorsun. “Devlet bizi yalnız bıraktı, evime az hasarlı dedi, ama ben güvenip de giremem” diyor insanlar haklı olarak.

En başından beri, feministler olarak afet bölgesine gitmemiz şart, kadınların, lubunyaların ihtiyaçlarını öğrenmemiz gerekiyor diye düşündük. Lubunya afet dayanışması da örgütlendi. Depremin daha ilk günlerinde Antakya’da devletin de çanak tuttuğu ırkçı saldırılar oldu. Yükselen ırkçılık, afet sonrası oluşan şiddet ortamı bölgeyi kadınlar ve lubunyalar için tehdit dolu bir yer haline getiriyor. Bu, feministlerin ilk felaket deneyimi değil. 1999 depreminden, 2011 Van depreminden sonra benzer şeyler yaşandı. Suruç katliamından sonra kadınlar Barış için Kadın Girişimi olarak günlerce Suruç’ta kaldı. Bütün bu deneyimlerin sağladığı birikimle hareket ettik. Antakya’da örgütlü feminist arkadaşlarımız hemen Kadın Çadırı açmıştı zaten. Erkeklerin olduğu ortamlarda kadınlar rahat davranamıyor maalesef. Adıyaman’daki kriz koordinasyonunun parçasıydık, bunun yanında Afet için Feminist Dayanışma’nın çadırını da kurmak istedik.

8 Mart hazırlıkları sırasında Feminist Mekân’da pankart ve döviz hazırlığı için feministler buluştu (4 Mart) Foto: Güliz Sağlam

Devletin yerine getirmediği sorumluluklardan biri de çadır temini oldu, Kızılay’ın çadır satışları gündeme damga vurdu. Gittiğiniz çadır kentte nasıl sorunlar vardı, gözlemleriniz ne yönde?

Selin: Adıyaman’daki kriz koordinasyon merkezi bir cemeviydi, Yenimahalle Cemevi. En başta orada kaldık. Sağlıkçı arkadaşlar da vardı orada. Kadın Çadırı’nı hemen kurmadık. Önce kadınların en rahat ulaşabileceği yeri tespit etmeye çalıştık, güvenli bir yer olmasını istiyorduk. Devlet sivil kriz koordinasyonlarını düzenli olarak taciz ediyor, depoların kullanılmasında zorluklar çıkartıyor.

Yıkım sadece şehirlerde değil, köylerde de durum içler acısı. Bununla birlikte, şehirdeki insanların bir kısmı köylere göçtü. Köylerin nüfusu kapasitelerinin çok üstüne çıkmış. Devlet buralara hiç gitmiyor. Kürt hareketi, sol-sosyalist örgütler, feministler köy köy gezip buralardaki ihtiyaçlara odaklanıyor.

Adıyaman’a gitmeden önce Maraş’taki arkadaşlarımıza malzeme göndermiştik. Ama bir süre sonra Maraş’taki arkadaşlarımız devletin oraya ağır silahlarla girip “Bu depoya el koyuyoruz. Ya dağıtımlar bizim üzerimizden olur ya da sonuçlarına katlanırsınız” diye tehdit ettiğini anlattı. Çok geçmeden Maraş Pazarcık’taki depolara el kondu. Bu koşullarda arkadaşlarımızın can güvenliği kalmadığı için onlar da Adıyaman’a geldi. Oradaki birçok aile “siz gittikten sonra kim bize bakacak” diyordu.

Ezgi: Özel Harekâtçılar Pazarcık ve civarındaki depoların etrafını sarıp içeriyi ve dışarıyı tehdit etmişler.

Adıyaman’da kadınlarla ilk diyaloglar nasıl kuruldu?

Selin: İlk temaslar kadınların ihtiyaçlarını belirlemek için oldu. Cemevi çevresindeki depolarda çalıştık. Çocuk bezi, kadın pedi, çocuk maması, temel gıda ihtiyaçları ve kıyafet temin ediyorduk. Kadınlar, temel ihtiyaçların ötesinde, hep diyordu ki “bizim konuşmaya ihtiyacımız var”

Adıyaman’a giden ikinci ekiptik, kırka yakın köy gezdik. Hem taziyelere katıldık hem ihtiyaçları dinledik. Adıyaman’dan Adana ve Mersin’e göç var. Çok ciddi bir kesim de köylere dönüyor. Bir hanede beş-altı aile kalıyor. Bu evlerde kadınların hiçbir özel alanı yok. Depremin öncesinde pandemi vardı, pandemi sonrası yaşanan ekonomik krizle birlikte feministler olarak derinleşen bakım emeği krizinden bahsediyorduk. Şimdi bu patriyarkal kapitalist yıkımın altında kadınların hayatı büsbütün zorlaşacak. Kadınlar bu beş-altı aile nüfusunun olduğu evlerde neredeyse yaslarını bile tutamadan hane halkını toparlamak için kolları sıvıyor. Gıda için kuyruğa yine kadınların girdiğini görüyoruz. Su yok, arada bir tanker geliyor, çadırlara su taşıyan yine kadınlar. Suyun olmadığı bir yerde ilk düşündükleri hane halkının banyosunu yapabilmesi, çamaşırları yıkayabilmek, ancak ondan sonra belki kendi için bir şey düşünecek…

Kadınlara “nasılsınız” diye sorduğumuz anda ayni ihtiyaçlarından önce kayıplarından bahsediyorlar. Çalışan bir kadın varsa, ilk önce işyerinin yıkıldığını anlatıyor. O beş-altı hanenin bir arada yaşadığı yerde ne kendi evi var ne kendi işi. Bazı kadınlar gelip “ben psikolojik destek istiyorum, bunu sağlayabilir misiniz” diye sordu. Bu talepleri ilgili gruplardaki arkadaşlarımıza ilettik. Afet için Feminist Dayanışma zaten tam olarak bu karşılaşmalar için var. Birbirimize nasıl çare oluruz diye sormak için bir aradayız. Belki bizim yaptıklarımız da yara bandından öteye geçmeyecek. Adıyaman şehir merkezinde gidecek hiçbir yeri olmayan insanlar kaldı. Bu şehirler kaç yılda toparlanır? Bu iktidarla çok zor. İhtiyaç odaklı, emekten, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana bakacak, bu krizi bu şekilde idare edecek bir iktidar şu an yok. Türkiye sosyal devlet ilkelerine bağlı olsaydı, taleplerimizi ve ihtiyaçlarımızı farklı dillendirirdik. İnsanların kefeni yok. Cenazeler kefensiz gömülüyor. Böyle bir zamanda bu iktidardan ne bekleyelim ki?

Kadınlar, temel ihtiyaçların ötesinde, hep diyordu ki “bizim konuşmaya ihtiyacımız var”. “Nasılsınız” diye sorduğumuz anda ayni ihtiyaçlarından önce kayıplarından bahsediyorlar. Bazı kadınlar gelip “ben psikolojik destek istiyorum, bunu sağlayabilir misiniz” diye sordu.

İlk Kadın Çadırını ne zaman kurabildiniz?

Selin: Kadın Çadırı’nı iki haftanın sonunda kurabildik. Çadır Mor Tır’la birlikte geldi. O ihtiyaç bitecek gibi değil zaten, insanlar çadıra muhtaç. Ayrıca insanlar çadır kente gitmek, sokaklarından ayrılmak istemiyor. Az hasarlı denen evine giremiyor, ama çadırını da o eve yakın kurmak istiyor. Her sohbette şunu söylüyorlar: “Bu sokakta benim şu kadar arkadaşım, bu kadar akrabam vardı. Şimdi yaşayan hiç kimse kalmadı…” O sokağı bırakmak istemiyor. Çadır kentlerin dışında şehir içinde tek tek çadır da çok. Ayrıca, çadır kentlerde de olsa, erkeklerin yine de sosyalleşebildiğini görüyoruz. Kadın Çadırı’nı o yüzden bir çadır kentin içine açmak istedik. Tek tek bütün çadırları gezdik, kadınlarla temas kurduk.

İlk Kadın Çadırı Adıyaman’da kuruldu

Bulunduğunuz çadır kentte en yoksul kadınlar mı kalıyordu?

Selin: Çadır kentte daha genç kadınlar var. Kürtçe ve Arapçanın yoğun kullanıldığı bir bölge. Göçmen kadınlar da çok. Adıyaman’da sadece göçmenlere karşı değil, Romanlara karşı da bir ırkçılık var. Mor Tır dağıtımındayken bazı depremzedelerin “onlara vermeyin, onlar Çingene, onlar depoluyorlar, yağmalarlar” gibi ifadelerine tanık olduk. Ama Romanlarla konuştuğumuzda hiçbir yardıma ulaşamadıklarını öğrendik. Depremle birlikte dezavantajlı gruplar her zamankinden daha kırılgan hale geldiler. Çadır kentte çok sayıda çocuk var. 14-18 yaş grubunda genç kızların ihtiyaçlarını gözetmeye çalışıyoruz. Çoğu okul arkadaşlarını kaybetmiş. Şu anda en büyük ihtiyacımız birbirimizi dinlemek ve anlamak. Çadır kentler kuruluyor ama, tuvaletler nerede, kadınlar oraya güvenli bir biçimde ulaşabilecek mi? Kadınlar şiddete, tacize maruz kaldığında nereye başvurabilir? Bu bilgilendirmeler yapılıyor mu? Hayır. Biz Kadın Çadırları’nı bunun için de kuruyoruz.

Çadır kentler kuruluyor ama, tuvaletler nerede, kadınlar oraya güvenli bir biçimde ulaşabilecek mi? Kadınlar şiddete, tacize maruz kaldığında nereye başvurabilir? Bu bilgilendirmeler yapılıyor mu? Hayır. Biz kadın çadırlarını bunun için de kuruyoruz.

Kadınlar sohbetlerde en çok hangi sorunları dile getiriyor?

Selin: Düne kadar benim bir hayatım vardı, evim, işim vardı, aracım vardı, şimdi hiçbiri yok, burada ne dağıtılıyorsa sadece bunu tüketebilirim…” Çok sınırlı olan bu ihtiyaçlara erişim sırasında bir de erkekler tarafından kötü muamele görünce kadınlarda ayrıca bir travma oluşuyor. Bir kadın çocuklarıyla tek başına yaşıyordu, kimse çadır vermiyordu, diğer aileler de onu yanlarında istemiyordu. Çadır ihtiyacı için direkt bizim yanımıza geldi. Şimdi Kadın Çadırı’na yakın bir çadırda çocuklarıyla kalıyor.

Ezgi: Ben bu soruya İslahiye’ye dönerek cevap vermek istiyorum. Biz feministler olarak orada sadece arama-kurtarma için bulunmadık. Altı saatlik dinlenme saatlerimiz sırasında orada bulunan çadır kentlere gidip kadınlarla sohbet ettik. Bir grup feminist olarak oradaki çadırları tek tek dolaştık. Korkunç bir manzarayla karşılaştık. İslahiye otogarının bahçesine 200-250 çadırın olduğu bir yerleşke kurulmuştu. Bu büyüklükteki çadır kentte sadece bir tane tuvalet vardı. Bu tuvalet çok izbe, karanlık bir yerdeydi. Bu çadır kentte yol yoktu, çadırlar dip dibe kurulmuştu. Kadınlar çadırların üstüne basıp ses çıkararak tuvalete ulaşmak zorunda kalıyorlar. Güvenlik endişesinden dolayı geceleri tuvalete gidemiyorlar ya da bu binbir zorlukla mümkün oluyor. Bu çadır kentte iki belediye, AFAD ve asker vardı. Bu kadar çok kişinin ve gönüllünün olduğu çadır kente o esnada İslahiye’ye gelen hiçbir tırdan ihtiyaç dağıtılmamıştı. Çamurun üstüne “kadın/erkek kıyafet” yazan kolileri atıp kapaklarını açmışlar, insanlar oradan gidip kıyafet alsınlar diye bekliyorlardı. Yemek dağıtımı sırasında bir kadın “Ben artık yemek dağıtımına gitmiyorum, iki gündür gitmedim, gitmeyi de düşünmüyorum. Yemek nasıl bulabilirim, konserve var mı” sordu. Yemek dağıtımı sırasında görevliler “bunlar da zaten açgözlü” demiş. Bunun gibi örnekler çoktu. Askerin, AFAD’ın, belediyelerin birbiriyle koordinasyonu yok. Birbirlerini tanımıyorlar. Aynı alanda olmalarına rağmen bir araya gelip toplantı bile yapmıyorlar.

Başka hangi sorunlarını dile getiriyor kadınlar, en acil ihtiyaçları neler?

Ezgi: Çadırlardan çıkmaya çekindiklerini söylüyorlar. “Çıktığımız zaman bize o kadar kötü davranıyorlar ki. Hangi ihtiyacın nerede olduğunu söylemiyorlar, ellerindekini vermiyorlar” diyorlar. Bir kadın depremde üç yaşındaki çocuğunu kurtarmaya çalışırken kolu kırılmış, alçıya alınmış. Çocuğunun solunum için buhar makinesine ihtiyacı var. Bir tane fısfıs bulmuş, onunla çocuğa bu desteği sağlamaya çalışıyor. Çocuğun hali kötü, kadının kolu alçıda, geceleri hava inanılmaz soğuk, yeterli battaniye sağlanmadığı ve çadırın içinde çok üşüdüğü için çocuk ağlıyor, onunla ilgilenmek için yine anne kalkıyor. Kolu kırıkken bunu yapması çok zor olduğu için gidip hastaneye alçısını çıkarttırdı. Doktorun yanlış kaynama uyarısına rağmen bu kararında ısrarcı oldu. Kendisi için de çocuğu için de hiçbir temel ihtiyaca ulaşamamıştı.

Yemek dağıtımı sırasında bir kadın “Ben artık yemek dağıtımına gitmiyorum, iki gündür gitmedim, gitmeyi de düşünmüyorum. Yemek nasıl bulabilirim, konserve var mı” diye sordu. Yemek dağıtımı sırasında görevliler “bunlar da zaten açgözlü” demiş. Bunun gibi örnekler çoktu.

İslahiye’de itfaiye tarafında tek bir dağıtım noktası vardı, tabii ki müthiş bir koordinasyonsuzluk orada da sürüyordu. Oraya gittiğinizde, mesela pedler nerede veriliyor, kimse bilmiyordu. Zaten oranın dağıtım noktası olduğu uzun süre anlaşılamadı. İnsanların kafasına atılıyor ürünler, varken verilmiyor örneğin. Çalışan görevliler hep erkek olduğu için kadınlar pede, iç çamaşırına ihtiyaçları olduğunu söylemeye çekiniyordu. Çadır kentlerin kadınlar için güvensiz kurulması hiç tesadüf değil. Kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar katiyen gözetilmiyor. Çocuklar çadırlarda durmak istemiyor, dışarı çıkmak istiyorlar, enkazların olduğu yerlere gittikleri için anneler bir de bunun önüne geçmeye çalışıyor. Çocuklar annelerine yapışık bir şekilde yaşıyor. Hane içindeki tüm ihtiyaçları takip etmek, temin etmek zorunda olan kadınlar. Kadınlar karşılarında başka bir kadın gördüğünde çok rahatlıyor. Kamp alanından çıkıp koordinasyon merkezine giderken karşılaştığım kadınlar oluyordu, kulaklarına eğilip soruyordum bir şeye ihtiyacınız var mı diye. Kafalarını sallayıp onaylayarak ihtiyaçlarını anlatıyorlardı.

Devletin tüm kurumlarıyla varolduğu yerlerden biri olan İslahiye’de hiçbir şey insanlara ulaşmamıştı. Dördüncü ya da beşinci günde AFAD koordinasyon merkezinin kapısına dayandılar, çünkü çadırları yoktu. Biz termal kıyafetler içinde kat kat giyinerek çalıştığımız halde donuyorduk, ama depremzedeler pijamalarıyla kalakalmıştı. Gelen yardımlar, kolilerin içinde sokaklara atılmış halde, insanların ancak karıştırarak alabileceği şekildeydi. E-devlet’te ağır hasarlı, evleri yıkılmış insanların evleri için az hasarlıdır yazılmış, az hasarlı ev sahiplerine çadır vermiyorlardı.

Çadır dağıtımı sırasında dışlayıcı, ötekileştirici yaklaşımlara tanık oldunuz mu?

Ezgi: Evet, AFAD görevlilerinde, kadrolu çalışanlarda ve askerler arasında inanılmaz bir ırkçılık hâkimdi. Bu söylemi sürekli üretiyorlar. Çadır talebi çok artınca görevlilerden biri açıklama yapma gereği duydu: “Herkese çadır vereceğiz, evi yıkılanlara, ağır hasarlılara, az hasarlılara da vereceğiz, ama merak etmeyin, hiçbir mülteciye çadır vermeyeceğiz, hepsini göndereceğiz.” Bunlara tanık olmak çok sarsıcıydı.

Çadırların arasında dolaşırken içinde üç kadın ve çok sayıda çocuğun olduğu göçmen bir ailenin yanına gittik. Hatırlarını sorduk, İstanbul’dan geldiğimizi söyledik. Sadece dokuz-on yaşlarında bir kız çocuğu Türkçe biliyordu. Bizim için çeviri yapabileceğini söyledi. Dil bariyeri nedeniyle ihtiyaçlarını dile getirmekte sorun yaşayıp yaşamadıklarını öğrenmek istiyorduk. Sohbet ederken kadınlar çok konuşmamaya çalışıyorlardı. Küçük çocuklarına travma yaşatmak istemedikleri için, çeviriyi yapan çocuğa fazla bir şey yansıtmamak için sessizleştiler diye düşünüyoruz. Çocuk bizim her söylediğimizi çevirirken bir aşamada sanki “neden dil bilmiyorlar” diye soruyoruz gibi anlaşıldı ve çocuk bu sefer korkuyla şöyle dedi: “Yok, onlar Türkçe kursuna gidiyorlardı, deprem olduğu için öğrenemediler, yoksa öğrenecekler Türkçeyi.” Tedirgin olduklarını görünce biz de çekilmek zorunda kaldık. Kadınlar, LGBTİ+’lar, göçmenler çoğu zaman yardımların dağıtıldığı yerlere bile gidemiyor. Tek başına yaşayan kadınlara hiç çadır verilmedi.

Bölgede kadınların başka ihtiyaçları neler?

Selin: Kadınlar doğum kontrol hapı talep ediyor. Bu haplar sadece doğum kontrolü için değil, regl düzensizliği için de tavsiye edilir, biliyorsunuz. Stresten haftalardır kanayan kadınlar vardı. Ya da hiç regl olamayanlar… Biz de gebelik testi, doğum kontrol hapı ulaştırmaya çalıştık. Bu arada, Adıyaman’da dirsek temasında olduğumuz, inanılmaz emek veren TTB’li ve KESK’li sağlık emekçileri var. Adıyaman’da 7/24 çalışan bir revir var, hastaların anadiline göre de hizmet vermeye çalışıyorlar. Her gün köylere gidiyorlar. Köye giden her araçta mutlaka birden fazla kadın arkadaş oluyor. Böylece gittikleri köy ve mahallelerde kadınların sorunlarını rahatça ifade etmeleri sağlanıyor. Giderken ped dağıtımı da yapıyorlar. Bu ihtiyaçları güçlendirmek gerekiyor. Kadın sağlığına dönük gezici sağlık birimleri kurmak gibi bir düşünce de var.

Ezgi: Adıyaman’dan dönmeden önce, Kadın Çadırı’na gelen kadınlardan spiral nerede taktırabilirim sorusunu duyduk.

Çadır talebi çok artınca görevlilerden biri açıklama yapma gereği duydu: “Herkese çadır vereceğiz, evi yıkılanlara, ağır hasarlılara, az hasarlılara da vereceğiz, ama merak etmeyin, hiçbir mülteciye çadır vermeyeceğiz, hepsini göndereceğiz.” Bunlara tanık olmak çok sarsıcıydı.

Kadın Çadırının daha ne kadar faaliyet göstereceğini öngörüyorsunuz?

Selin: Afet için Feminist Dayanışma bu kampanyayı birkaç hafta ihtiyaç giderip sonra oradan çekilecek gibi kurgulamıyor. Bölgedeki ihtiyaç maalesef çok büyük, bu dayanışmanın uzun süre devam etmesi gerekiyor. Adıyaman’da Kadın Çadırı var, Hatay’da Mor Tır dağıtımlara başladı. Hatay’da yol arkadaşımız olan çok sayıda feministin örgütlenmeyi sürdürdüğü çadırları var. Biz de gücümüz, enerjimiz yettiğince devam edeceğiz.

Deprem bölgesinde geçen günlerden sonra İstanbul’a dönmek nasıl hissettiriyor?

Ezgi: İslahiye’den sonra Adıyaman’a gittim. Ardından birkaç günlüğüne İstanbul’a geldim, ama Mor Tır’la birlikte tekrar Adıyaman’a gittim. İstanbul’a ilk döndüğümde burası çok düzenli ve temiz geldi. Beyoğlu bile gözüme çok temiz göründü. İstanbul’un depremle karşılaştığı anda olabilecekleri düşünmeye başladım. Sokaklarda dolaşırken olası depremin tedirginliğini yaşadım. Bir noktada suçluluk da hissettim, günler sonra duş yapmak, suyla temas etmek zordu. Depremden etkilenen hiç kimse şu an suya erişemiyor.

Selin: Enkazdan kendisi çıkan, yakınını çıkaran, elleriyle enkazı kazan, sürekli devletin yardımını beklemek zorunda kalan insanların hikâyelerini dinledik. Kırk köy gezdik. Sayısız taziyeye katıldık. Adıyaman’dan İstanbul’a indiğimizde çok garip hissettik, tuvalet görmek, su görmek, havalimanının o parlak zemini çok garip geliyordu. Şehirdeki alışkanlıklarım lüks gelmeye başladı. Ben buraya döndüm ama, orada hâlâ su yok, ev yok. Çadır sürdürülebilir bir yaşam sunmuyor. O şehirler nasıl toparlanacak? Orada şu an bir kadın ne iş yapabilir? Sermayesi olan zaten gitti. Dağıtımı yapılan yiyecekler dışında başka yemek yenebilir mi? Çok temel insan hakların bulunmadığı bir yerden sonra İstanbul’a dönmek ağır geldi. İşe gitmeye başladım. Bana “şu iş yetişti mi” diye sorulduğunda zihnim almıyor: Şu anda yetişse ne olur, yetişmese ne olur? Hiçbirimiz mutlu ve huzurlu değiliz, bu devlet zaten bunları elimizden almıştı, depremle birlikte gelen yalnızlaştırma o yükü katmerlendirdi. Hislerimiz çok ağır.

Türkiye feminist hareketinin kazanımları ve süreç içinde kaybettiği haklar afet ortamına girince size ne söylüyor, bu kazanç ve kayıplar hangi açılardan belirleyici oluyor?

Selin: Odağımız deprem, bir ayın sonunda artık başka bir şey düşünemez hale geldik. 8 Mart geliyor, bir yandan Feminist Gece Yürüyüşü’nü örgütlüyoruz, ama şu anda her yol depreme çıkıyor. Deprem çok büyük bir felaket, öte yandan patriyarkal kapitalizmin saldırılarının daha da katmerlendiği kesin. Depremin sonuçlarına göre bir siyaset yürütürken feminist politikamıza da sahip çıkmamız gerekiyor.

İstanbul Sözleşmesi devam etseydi, belki göçmen kadınlar şikâyet mekanizmalarını rahatlıkla kullanabilirdi. Bu sözleşmedeki bazı maddeler toplumsal cinsiyet eşitliği için uygulanabilseydi başka şeyler konuşurduk. Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri bu süreçte daha aktif çalışabilirdi. Feminist politika yaparken hep söylüyoruz: Militarizm, ırkçılık, sermaye odaklı yaklaşım patriyarkayla birlikte kadınları ikincilleştiriyor, lubunyalara dönük ayrımcı politikaları besliyor. Afetler de bunlara hizmet ediyor… Bir ay önce kadın yoksulluğu gündemimizdeydi, ama şimdi kadınlar daha da yoksul. Devletin LGBTİ+’lara yönelik saldırıları hep gündemimizdi, şu anda deprem bölgesinde onlara ne çadır veriliyor ne de bulundukları kentten çıkabilmeleri için bir araç bulunuyor. Bazıları da gidip diyor ki, “bu deprem sizin yüzünüzden oldu”.

Kadınlar, LGBTİ+’lar, göçmenler çoğu zaman yardımların dağıtıldığı yerlere bile gidemiyorlar. Tek başına yaşayan kadınlara hiç çadır verilmedi.

8 Mart’a kadınlar ve kadın+’lar nasıl giriyor?

Selin: Feminist Gece Yürüyüşü her zamanki gibi 19:30’da Taksim’de! Toplantılardaki ana duygumuz öfke ve yas. Ana sloganımız da şu: “Öfkeliyiz, yastayız! Patriyarkal kapitalist yıkıma karşı feminist isyandayız!” Yıkım belki binalarda somutlaşıyor, ama bu kadar güçlendiği bir zamanda patriyarkal kapitalizm hayatlarımızı da esir alıyor. İstanbul Sözleşmesi yok, 6284 doğru düzgün uygulanmıyor. Bu 8 Mart’ta bir kez daha altını çizeceğimiz olgu, feminist dayanışmanın çok büyük bir nefes olduğu.

Tarihin çok korkunç bir ânında biz doğru durmaya çalışıyoruz. Feminist dayanışmayla birbirimize umut vermeye çalışıyoruz. Feminist çadırımızla, Mor Tır’ımızla kadınların birbiriyle temasını güçlendireceğiz. Çok insan yitirdik. Ama bir o kadar da kalabalığız. El eleyiz. Tabii ki umutla ilgili bir şey söylemek şu an çok zor. Ama, yeni bir yaşam umudumuz olmasa, bu dayanışmayı kurmak imkânsız olurdu.

HATAY’DA FEMİNİST DAYANIŞMA

Tarifi zor bir yoksunluk

Nur Gürbüz İstanbul’da Afet için Feminist Dayanışma’yla tanıştı ve Hatay’a gitti. Hataylı kadınların dayanışması ve afet sonrası örgütlenmesi sürerken Mor Tır da şehre yanaştı. Gürbüz’ün izlenimlerini dinliyoruz…

6 Şubat depreminin üzerinden bir ay geçti. Afet için Feminist Dayanışma ile yolunuz nasıl kesişti?

Nur Gürbüz: 6 Şubat’ta erken saatlerde uyanıktım. Haberi aldıktan sonraki birkaç gün uyku diye bir şey olmadı, çok büyük bir üzüntü ve öfke duydum. Daha önce feminist gece yürüyüşlerine birlikte katıldığım arkadaşlarımdan Afet için Feminist Dayanışma’nın kurulduğunu öğrendim. Galiba üçüncü toplantıya katıldım. Hızlı ve etkin bir planlamanın ardından çoğunu yeni tanıdığım kadınlarla birlikte Eminönü’nde depremzede kadınların ihtiyaçları için alışveriş yaparken buldum kendimi. Bir ayın sonunda, Afet için Feminist Dayanışma’da olan her bir kadınla ayrı bir bağım var. Bazılarıyla sadece yazıştık veya telefonda konuştuk, ama dayanışmamız etkileyici bir şekilde sürüyor. Sanırım yasımı bu dayanışmanın verdiği güçle tutabiliyorum.

Nur Gürbüz

Sizin dahil olduğunuz dönemde Afet için Feminist Dayanışma ikinci Mor Tır’ı Hatay için yola çıkardı. Hatay’dan gelen ihtiyaç listesinde neler vardı?

Hatay’da en başından beri bağımsız feministler, kadın örgütleri var. Mor Tır’ı Adıyaman’a çıkartır çıkarmaz, Afet için Feminist Dayanışma olarak Hatay’a yeni bir tır çıkacağını ilan ettik. Adıyaman’da Mor Tır’la birlikte Kadın Çadırı’nın kurulmuş olması bize güç verdi. Dayanışmayı Hatay’da büyütmek istedik.

Adıyaman’daki kadınlardan gelen talepler leğen, süpürge, kova ve temizlik malzemeleri ihtiyacına yönelikti. Kadın hijyeni ve çamaşır yıkama konusundaki ihtiyaçlara Adıyaman için çok özen gösterdik. Tırnak makasından cımbıza, aynaya kadar göndermeye çalıştık. Hatay’da da benzer bir şekilde hijyen, temizlik ve iç giyime odaklandık. Kadınlar için iç çamaşırı büyük problem. Düzenli çamaşır yıkayabilmek mümkün değil, hatta imkânsız. Hatay’da su yok, hiçbir musluktan su akmıyor. Ancak belirli kamplardaki depolardan suya ulaşım mümkün. Hava sıcaklığının Hatay’da artmaya başladığını gördük. Barınma sorunu yaşayan kadınların ihtiyaçlarını karşılamak üzere Adıyaman’dan farklı olarak yanımıza biraz çadır da aldık. Bu çadırların kurulmuş halini görmek duygulandırıyor.

Hatay’da nereye gittiniz?

2 Mart’ta tüm hazırlıklarımızı bitirip yola çıktık. Önce Samandağ merkeze gittik, sonra Sutaşı, Kuşalan, Yeşilada, Tekebaşı gibi Samandağ’ın birçok mahallesine gittik. Kadınlara hem ihtiyaçlarını ulaştırdık hem de onlarla dertleştik. Serinyol ve Defne ilçelerinde de belirlediğimiz adreslere dayanışmamızı taşıdık. Samandağ’da yıkım o kadar büyük ki, boş alan neredeyse yok. Orada büyük çadır kamplar göremedik açıkçası. İki bina yanı olmayan, tehlikeli olmadıklarını düşündükleri her yere insanlar çadır kurmuş. Çadırların birçoğu da yol kenarlarında bulunuyor. Biz daha çok mahallelerde, köylerde, kamplardan uzakta kalmış kadınlara ulaşmaya çalıştık. Oraya giderken “burada devlet yok” sözünü sürekli duyduk, okuduk, ama bir ayın sonunda bir fark olmuştur diye umut ediyordum. En azından altyapı anlamında bir toparlanma olmuştur belki diyordum. Fakat felaketin boyutu sanki daha da büyümüş gibiydi. Yardımların azaldığını farkettik, konuştuğumuz kadınlar da bu gözlemimizi teyit etti.

Hatay’a giderken “burada devlet yok” sözünü sürekli duyduk, ama bir ayın sonunda bir fark olmuştur diye umut ediyordum. En azından altyapı anlamında bir toparlanma olmuştur belki diyordum. Fakat felaketin boyutu sanki daha da büyümüş gibiydi.

3 Mart akşamı sosyal medyada #HataydaSuYok, #AdıyamandaSuYok hashtag’leri çığ gibi büyüyen bir kampanyaya dönüştü. Hatay’da artık su var mı?

Hatay’a su cumartesi gecesi itibariyle gelmeye başladı. O kampanya kesinlikle etkili oldu. Afet için Feminist Dayanışma grubundaki kadınlar da “arkadaşlar, su yok mu Hatay’da” diye bize soruyordu. “Yok” diyorduk. Arkadaşlarımız su ihtiyacı için hemen harekete geçtiler ve çeşitli dayanışmalarla bölgeye su gönderilmesini sağladılar. Bir de biz oradayken Samandağ’da Şabani adı verilen bir bayram kutlanıyordu. Bu bayramda kurban kesenler de olduğu için o hafta halkın suya ayrıca daha çok ihtiyacı varmış. Telefonlaştığımız kadınlardan bazıları “kurbanımız var, onu bitirelim, öyle gelin” dediler bize. Hrisi isimli aşure ya da keşkeğe benzeyen etli bir yemek yapıyorlar. Bu yemeği bize de ikram ettiler, başka gönüllülere de bolca dağıttılar. Su kampanyasıyla birlikte sular geldi, ama bu gelen yardım tırları neredeyse beş dakikada bitiyor. Daha çok suyun oraya ulaşması lâzım, mümkünse temiz şebeke suyuna erişimin acilen tamamlanması gerekiyor.

Mor Tır’la birlikte Hatay’a giden Afet için Feminist Dayanışma üyeleri

Mor Dayanışma, Kadın Savunması ilk günden bu yana Hatay’da feminist dayanışmayı örgütlüyor. İstanbul’dan, başka şehirlerden sizce nasıl katkılar verildi?

Evet, Mor Dayanışma ve Kadın Savunması ilk günden beri bölgede, kimi kadın arkadaşlarımız aynı zamanda depremzede. Biz oradayken Defne Kadın Kooperatifi’ne de gittik, onların bazı ihtiyaçlarını ulaştırmaya çalıştık. Defne’de Kadın Savunması’ndan arkadaşlarımızla kucaklaştık. Ekipten bazı arkadaşlarımız Sevgi Parkı dağıtılmadan önce yapılan basın açıklamasına destek verdi. Sosyal medyadan Samandağ’da olduğumuzu öğrenip arayan kadınlar oldu. Hepsiyle buluştuk. Bolca dertleştik, acılarına ortak olmaya çalıştık.

Kadınların Hatay’daki günlük hayatına dair nasıl izlenimler edindiniz?

Kadınlar yasta ve öfkeli. Özel ihtiyaçlar her zaman en son söyleniyor. Birçok eksikleri var. Çocuklar ve ergenler büyük bir travmayla mücadeleyle ediyor. Küçük çocuklar okula gidemediği için kadınlar onları oyalamakta zorluk çekiyor. Bazı çadır kamplarında kreşler yeni yeni açılmaya başlanmış. Kreşlerin açılmasıyla kadınlar biraz olsun rahatladıklarını anlattı. Birçok kadın çocuklarının çadır yaşamının getirdiği kısıtlamalar nedeniyle anlaşmazlıklar yaşadığından da bahsetti. Ergen çocuklar ve üniversiteye hazırlanan gençler şehirden gitmek istiyor. Ama anneler, kadınlar şehrini, mahallesini bırakmak istemiyor, kimsenin de bunu yapmaya imkânı yok. Engelli bireylere bakan kadın sayısı da çok. Bir ay öncesine kadar kendi çekirdek ailesiyle yaşayan bir kadın şimdi hayatta kalan akrabalarına da bakmakla yükümlü. Şiddet vakaları duyulmaya başlanmış. Artık ev yok, çadırda yaşıyorsunuz ve travmanız sürekli tetikleniyor. Merkezde birden çok aşevi işliyor, ama kadınlar yemeğini de kendisi yapsın istiyor. Yalnız kadınlara çadır verilmediğini duyduk. Çadır az olduğu için tanıdıklar, uzak akrabalar birleşerek kalıyorlar.

Gıda bir ara çok gelmiş, sonra azalmış. Herkes aynı gıdaya ulaşabilecek mi gibi bir sorun var. Yalnız ve merkezlere uzakta yaşayan bir kadının, aracı da yoksa eğer, aşevleri, erzak depoları gibi alanlara ulaşımı mümkün değil. “Kimse gelmiyor” en çok duyduğumuz cümleydi.

Bir de tuvalet ve hijyen konusu var, bildiğimiz anlamda tuvaletler yok. Olanların da akan suyu her zaman yok. Hijyen probleminin getireceği sağlık riskleri çok büyük. Kadınlar bazen kendi bedenlerine uymayan kıyafetlere erişebiliyor sadece. Çadır hâlâ en büyük ihtiyaç. Hatay’da artık sıcaklar başlıyor. O yüzden konteynır gibi daha kalıcı çözümlere geçilmesi gerekiyor. Genellikle sera naylonlarından veya battaniyelerden kurulmuş çadırımsı yapılar veya arabada uyuyan insanlar gördük. Gıda bir ara çok gelmiş, sonra azalmış. Herkes aynı gıdaya ulaşabilecek mi gibi bir sorun var mesela. Yalnız ve merkezlere uzakta yaşayan bir kadının, aracı da yoksa eğer, aşevleri, erzak depoları gibi alanlara ulaşımı mümkün değil. “Kimse gelmiyor” en çok duyduğumuz cümleydi.

Biz oradayken İtalyanların kapsamlı bir hastane kurduğu haberi geldi. 5 Mart’ta da bir kuaför ekibi gelmiş. Bizler Hatay’da çıkan fırtına öncesinde ihtiyacı olan kadınlar için çadır kurulumuna başladık. Sağlık Emekçileri Sendikası’nın kadın sağlığı çadırı biz ayrılırken kuruluyordu. Bunlar sevindirici haberler oldu.

Hatay’da 8 Mart hazırlığına şahit oldunuz mu?

Evet, oradaki kadın örgütlerinin bir 8 Mart hazırlığı var. Feminist isyanın vurgulanacağı, kadınların yasının tutulacağı bir 8 Mart buluşması Hatay’da yapılacak. Deprem bölgesindeki kadınların yaşadığı yoksunluğun tarifi zor, onların ihtiyaçları herkes tarafından anlaşılmıyor. 8 Mart’ta orada kadınların ihtiyaçlarına özel dağıtımlar devam edecek, kadın arkadaşlarımız mahalleleri gezerek kadınlarla birlikte dayanışmayı güçlendirecek.

^