Tarihin en bahtsız turnuvası demiştik EURO 2020 için. Ama sağolsun, hop oturup hop kaldırdı. Sürprizler, hayal kırıklıkları, heyecan dolu iki haftayı geride bıraktık. O iki haftanın bilançosuna ve önümüzdeki maçlara bakıyoruz…
Turnuvanın ne denli abes organize edilmiş olduğuna en son dikkat eden Galler’in yıldızı Chris Gunter oldu. Danimarka’ya 4-0 yenilerek EURO 2020’ye veda eden Ejderhalar dört maç için yaklaşık 8 bin kilometre yol tepti. Üstüne üstlük, birçok takımın aksine taraftarları da yanlarında olamadı. Yasal olarak Roma ve Bakü’ye gitmelerine bir engel yoktu, zira Birleşik Krallık, İtalya ve Azerbaycan’a seyahati yasaklamadı. Ancak, Dışişleri Bakanlığı vatandaşların iki ülkeye de yolculuk etmemelerini salık verdi, ki zaten birçok taraftarın Bakü yolculuğuna maddi gücünün yetmeyeceği de aşikârdı.
İkinci tur müsabakası için Amsterdam’a gitmek isteyen Galli taraftarlara ise siyaset engel oldu – Hollanda, Britanya’nın AB’den ayrılması sonucunda Gallilerin AB vatandaşlığından çıktığını, bu yüzden ülkeye girmelerinin yasak olduğunu duyurdu. (Aynı günlerde Birleşik Krallık’tan Avrupa’ya yollanan kitap ve dergilerin gümrüklerde beklediği, Avrupalı okurların kitap ya da dergiye ödedikleri ücretten fazlasını gümrük vergisi olarak ödemeleri gerektiği ortaya çıktı. Bu durumun Britanyalı yayıncıları çok büyük zarara uğratacağı gerçeği karşısında Brexit kutlamaları yapan, Britanya istisnailiğini savunan milliyetçi kitle sessiz kalmayı tercih etti.)
Bütün abesliğine rağmen turnuvanın heyecan verici olmadığı söylenemez. İtalya’nın grup maçlarındaki harikulâde performansı, Danimarka’nın azmi, ölüm grubunun son maçlarında son dakikaya kadar süren heyecan ve futbol tarihine geçen, penaltılar hariç toplam 14 gol izlediğimiz (İspanya Hırvatistan’ı uzatmalarda 5-3 mağlup ederken, İsviçre de Fransa’yı normal süresi 3-3 biten maçın sonunda penaltı atışlarıyla kupa dışına itti) 28 Haziran gecesi uluslararası turnuvaların ne kadar eğlenceli olabileceğini hatırlattı bize.
Turnuvanın anti-LGBTİ+ politikalarıyla öne çıkan üç ülkesi gruplarını son sırada tamamladı. Maçlar oynanırken Türkiye’de polis şiddetine maruz kalan ve Macaristan’da hakları ayaklar altına alınan LGBTİ+ gruplarını ve hak savunucularını ziyadesiyle memnun etti bu sonuç.
Ne umduk, ne bulduk
Turnuvada şu âna dek en büyük hayal kırıklığını Fransa ve Almanya yaşadı. Meşin Yuvarlak ekibi olarak Durkheimcı Deschamps’ın işlevsel Fransa’sını favori ilan etmiştik. İlk maçlarında Almanya karşısında sergilediler bu özelliklerini. Ne var ki, devamını getiremediler. Kante ve Pogba (Manchester United’lı yıldızın lig maçlarındakinin aksine, harika bir oyun ortaya koyması bir kez daha gösterdi ki, Kante yanında oynadığı herkesin performansını yukarı çekiyor) orta sahada, Benzema ise forvette göz doldurdu.
Fakat savunması sapır sapır dökülen, Griezmann’ın etkisiz, Mbappe’nin şanssız olduğu Fransa, on yıllardır mücadele etiği ile öne çıkan, mest etmeyen, ancak beklentilerin de asla altında kalmayan İsviçre tarafından kupa dışına itildi. Fransızlar teselliyi siyasette buldu: Marine Le Pen’in faşizan Rassamblement National’i (Ulusal Cephe) bölgesel seçimlerde büyük bozguna uğradı ve zafer kazanmayı beklediği tek bölge olan Provence-Alpes-Côte-d’Azur’da Les Républicans (Cumhuriyetçi Cephe) karşısında mağlup oldu.
Almanya’nın hayal kırıklığı yaratmasındaki en büyük etken Joachim Löw’dü. Aralarında Raphael Honigstein’ın da yer aldığı birçok futbol düşünürü Die Mannschaft’ın eski günlerinden çok uzak olduğunu, kupayı kazanmasının mümkün olmadığını belirtmişlerdi kupa öncesinde. Meşin Yuvarlak ekibi olarak biz de dominant bir Almanya performansı beklemiyorduk, ancak günündeyken bir makine gibi işleyen takımın bu kadar etkisiz olacağını da tahmin etmemiştik. Bunda da Löw’ün payı büyük. Özellikle de İngiltere karşısında, Southgate’in Jack Grealish hamlesine hiçbir yanıt ver(e)meyen tecrübeli teknik direktörün milli takıma vedası biraz sönük oldu.
Bu arada, 1950 Dünya Kupası’ndan sonra ilk kez Almanya ve Fransa’dan birinin çeyrek finalde yer almadığı bir uluslararası turnuva olarak tarihe geçti EURO 2020.
Anti-LGBTİ+ isen nal topla
Hayal kırıklığı yaratan diğer ekipler arasında Türkiye ve Rusya’yı da sayabiliriz. Rusya performans olarak göz doldurmaktan çok, ama çok uzak kaldı. Zaten milli takımda büyük değişikliklere gidileceği ve yeni bir jenerasyonun belkemiğini oluşturduğu bir takım inşa edileceği söyleniyordu turnuva öncesinde. Grubu son sırada bitirerek bu süreci biraz hızlandırmış oldular.
Türkiye ise kelimenin tam anlamıyla utanç verici bir performans sergiledi. Bunda da en büyük pay şüphesiz Şenol Güneş’in. Taktiksel olarak ne yaptığını ya da yapmaya çalıştığını çözemedik 2002 başarısının baş mimarının. Örneğin, takımın savunmasının göbeğinde yer alan Çağlar Söyüncü ve Merih Demiral’ın ve kaleci Uğurcan Çakır’ın geriden top yapma becerileri olmadığını bilmesine rağmen, gerektiğinde derine inip merkez savunmacılara oyun kurmada yardımcı olacak bir orta saha/6 numara merkezli bir oyun planı kurmamış olması biz de dahil birçoklarını şaşkına uğrattı. Keza oyuncu seçimleri.
Orta sahada Okay Yokuşlu ve Ozan Tufan ısrarı, bütün sene düzenli forma giymemiş olan Cengiz Ünder’e tanınan şans ve belki de en önemlisi Burak Yılmaz’a duyduğu tarifi zor, hatta imkânsız hayranlığı da anlamak güç. (Burak’tan bahsetmişken, herhalde Galler’e karşı kavga çıkarmaya çalışan ilk ve tek oyuncu olarak tarihe geçecektir.)
Oyuncuların da performansı en az Güneş’inki kadar kötüydü. Zeki Çelik ve Hakan Çalhanoğlu beklentilerin çok altında kalırken, Demiral-Söyüncü ikilisinin de, bazılarının iddia ettiğinin aksine, dünya çapında bir savunma ortaklığı olmadığı görüldü. Velhasıl, militarist şarkı yapmakla, “bizim çocukları” pohpohlamakla, rakipleri küçümsemekle olmuyor bu işler.
Eriksen’in yere yıkıldığı ânı defalarca, tekrar tekrar ekrana taşıyan, etik değerleri bir kenara iten kapitalizmin vahşi makineleri arasında TRT’nin de yer alması şaşırtmadı.
Biraz da güzelliklerden bahsedelim. Turnuvanın anti-LGBTİ+ politikalarıyla en çok öne çıkan üç ülkesi –Türkiye, Macaristan ve Rusya– gruplarını son sırada tamamladı. Maçlar oynanırken Türkiye’de polis şiddetine maruz kalan ve Macaristan’da hakları ayaklar altına alınan LGBTİ+ gruplarını ve hak savunucularını ziyadesiyle memnun etti bu sonuç. Bu arada Almanya’nın Onur Ayı kutlamaları kapsamında, Macaristan karşısında Münih’te oynanacak maç öncesinde stadı gökkuşağı renkleriyle aydınlatmasına izin vermeyen UEFA da ikiyüzlülüğünü bir kez daha sergiledi. Sırası gelmişken, yine UEFA’nın hakkında soruşturma açmış olmasına rağmen her maça gökkuşağı rengindeki kaptanlık pazubandıyla çıkan Manuel Neuer’e buradan selam edelim.
Davut’ların zaferi
Turnuvanın en büyük sürprizi, amiyane tabirle, “küçüklerin” performansı oldu. Çekya, Ukrayna, Avusturya ve İsveç dinamik takım oyunlarıyla öne çıktı ve şöhretler karmalarını andıran Golyatlara sahayı dar etti adeta. Söz takım oyununa gelmişken Danimarka için ayrı bir paragraf açmazsak olmaz.
12 Haziran 2021 günü, Finlandiya maçında kalbi duran, takımın şüphesiz en yetenekli ismi olan Christian Eriksen’den mahrum kaldı Hamlet’in torunları. Bu arada Eriksen’in yere yıkıldığı ânı defalarca, tekrar tekrar ekrana taşıyan bütün televizyon kanalları da ahlâken bir kez daha sınıfta kaldı. Korku dolu sahnelerden prim yapmak adına etik değerleri bir kenara iten kapitalizmin vahşi makineleri arasında TRT’nin de yer alması şaşırtmadı. Keza Türkiye maçlarında kullanılan şovenist, düşmanlaştırıcı dil. (“Vatan toprağını savunur gibi savunun çocuklar” diye haykıracak kadar aymazlaşmış, maç anlatmayı Rudolf Hess’vari bir şevkle milliyetçi propaganda yapmak zanneden ve zevk alabileceğimiz maçları dahi keyifsizleştiren bu tip spikerlerden usandık artık.)
Danimarka’ya dönersek, Eriksen’in etrafına ördükleri etten duvarla nasıl bir takım olduklarını daha o maçtan gösterdiler. O gün Finlandiya’ya mağlup olmaları şaşırtıcı değildi. (Maçın en özel ânıysa, Danimarkalı ve Fin taraftarların beraberce yaptığı Christian Eriksen tezahüratıydı.) Belçika karşısında çok güzel bir mücadele örneği verdiler, ancak oyuna sonradan giren Kevin “Tenten” de Bruyne’nin oyun zekâsına mağlup oldular. Grubun son maçında Rusya ve ikinci turda Galler karşısında ise harika performans sergilediler. 1992’de plajdan turnuvaya gelip kupa kazanan Danimarka, 2021’de de en büyük yıldızını kaybettikten sonra zafere ulaşırsa on yıllar boyunca unutulmayacak, efsaneleşecek bir hikâye yazmış olacak.
Football’s coming home…
Şampiyona tarihinin en güzel şarkılarındandır Football’s Coming Home. 1996’da, İngiltere’nin ev sahipliği yaptığı, yani “futbolun evine döndüğü” şampiyona vesilesiyle bestelenen şarkı o gündür bugündür İngiltere’nin kupa hasret ve beklentisini simgeler oldu. İngilizler ne zaman zafere yaklaştıklarını hissetseler başladılar bu şarkıyı mırıldanmaya –ancak her seferinde daha şarkının ortasına gelmeden hüsran aldı heyecanın yerini.
Ama bu sefer daha bir şevkle, daha bir inanarak söylüyorlar şarkılarını. Genç, çok koşan, mücadele etmekten kaçınmayan, aynı zamanda çok yetenekli bir takım bu. Mason Mount, Harry Kane, Raheem Sterling, Kalvin Phillips, Declan Rice ve Jack Grealish gibi maçın kaderini her an değiştirebilecek isimler var Gareth Southgate’in elinde. Ve genç teknik direktör şu âna kadar bu isimlerden en iyi biçimde istifade etmeyi bildi. (Tek istisna berabere sonuçlanan İskoçya maçıydı, ancak o müsabakada Wallace’ın torunlarının ayrı bir hırs ve şevkle mücadele ettiklerini hatırlatalım.)
Turnuva öncesinde de belirttiğimiz üzere, saha dışındaki duruşları da sempati duyulmasını sağlıyor Aslanlara. Çıktıkları her maç öncesi dizlerinin üstüne çökerek ırkçılığa karşı sergiledikleri tavır da taraflı-tarafsız birçok futbolseverce destekleniyor. Ancak ne yazık ki ırkçılar susturulamıyor. The Guardian’ın yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre, İngiltere’nin çıktığı üç grup maçı ve ikişer saat öncesi ve sonrası esnasında oyunculara hakaret ve saldırı içeren tweet sayısı 2.114 ve bunların 44’ü alenen ırkçı mesaj içerikli.
Irkçılığa en fazla maruz kalan ise bir kez daha Raheem Sterling. Ne Southgate’in ne de takım arkadaşlarının müdahaleleri ve verdikleri destek bu saldırıların önünü kesemiyor ne yazık ki. İngiltere’nin muhtemel zaferini lekeleyebilecek tek şey sayıları azımsanmayacak seviyedeki ırkçı taraftarları. İkinci tur maçında Almanya’nın milli marşını yuhalayarak ve gözyaşlarını tutamayan altı yaşındaki bir kız çocuğuyla dalga geçen tezahüratlar yaparak çirkin yüzlerini tüm dünyaya bir kez daha gösterdiler.
Akdeniz derbisi ve Hamlet’e karşı Shakespeare
Turnuva öncesi tahminlerimizde başarılı olduğumuz söylenemez. Ama yine de bundan sonra futbolseverleri nelerin beklediğine bir göz atalım.
İtalya-Belçika çok heyecanlı bir maç olacak gibi duruyor. Avusturya karşısında zorlanan Gök Mavililer, Martinez’in öğrencilerinden daha göz doyurucu bir performans sergiledi şu âna dek. Belçika’nın savunması çok güven vermiyor açıkçası ve Hazard’ların büyüğünden halen yeterince verim alamıyorlar. Andrea Camilleri mi, Georges Simenon mu sorusuna yanıtımız Camilleri.
İsviçre, Fransa’yı eleyerek büyük sükse yaptı. İspanya ise gol atmayı hatırladığı maçta Hırvatistan’ı zor da olsa elemeyi bildi. İsviçre mücadele edecek, İspanya oyunu kontrol edecektir. Bu maçta Roger Federer’in değil, Rafael Nadal’ın istediği olur ve ilk yarı finalde bir Akdeniz derbisi izleriz herhalde.
İngiltere, ezeli rakibi Almanya’yı elemenin verdiği moralle Ukrayna karşısına çıkacak. Fransa, Almanya ve Hollanda’nın olmadığı bir kupada zafere üç adım uzakta Southgate’in ekibi. William Shakespeare’i Vasili-Gogol Yanovsky’ye tercih edeceğiz.
Turnuvanın bir başka yüksek moralli ekibi Danimarka, Çekya karşısına favori olarak çıkacak. Çekya iyi mücadele eden bir ekip, ama Eriksen’in arkadaşları kalite olarak çok üstün. Hamlet, Şvayk’ı alt eder ve finalde Shakespeare’ine kavuşur.
Akdeniz derbisinde İtalya zafere daha yakın. Hamlet-Shakespeare mücadelesinden ise yazar galip ayrılır diyebiliriz. Finali de birayla değil de şarapla yaparız gibi görünüyor.