ÇAĞRI SİNCİ VE TAM BAĞIMSIZ HİPHOP’U

Söyleşi: Anıl Olcan, Sultan Eylem Keleş
7 Ağustos 2021
SATIRBAŞLARI

Bir söyleşide “hiphop’u Cartel’le öğrenmedim” diyorsun. Ne anlama geliyor bu?

Çağrı Sinci: Cartel’in şarkılarını ezbere bilirim, o ayrı. Değişik heriflerdi. Tarkan şarkılarını nasıl ezberlediysem, Cartel’i de öyle ezberledim. Tabii ki Tarkan ile Cartel’i kıyaslamak mümkün değil, demek istediğim, Cartel hayatımıza girdiğinde henüz yeni bir kültür ya da yeni bir müzik türünü anlayıp benimseyecek, içselleştirecek yaşta değildim. Rap yapmaya Islamic Force dinledikten sonra karar verdim.

Öncesi var mı?

Tabii. Hiphopçuluğum daha eski. Bu işlere 1999’da break dance yaparak bulaştım. Ortaokula gidiyordum. Mahallemizde break dance yapan abilerimiz vardı. Onları taklit ederdim. O dönemler Türkçe rap dinlemezdim. Old school breakbeat’ler dinlerdim. Mahallemizdeki abiler bu şarkılarla dans ederdi çünkü. (gülüyor) Daha sonra Public Enemy, Run DMC, 2PAC gibi hem breakbeat’ten hem de modern rap’ten izler taşıyan müzikler dinlemeye başladım. Türkçe rap’e yavaş yavaş bakmaya başlamıştım. Yeraltı Operasyonu derlemesinin ve Nefret’in Meclis-i Ala albümünün yeri önemlidir, bizi “İstanbul” gibi Türkiye’de yapılan belki de ilk Türkçe rap hit’i ve Ceza gibi bir fenomenle tanıştırdı.

Nasıl bir mahallede yaşıyordun?

Çağrı Sinci

İzmir Çiğli’de, Egekent adında bir yapı kooperatifinde yaşıyordum. Çiğli tepelik bir yer. Egekent boş tepelere onlarca bina dikilerek kurulmuş bir semtti. Şehir merkezine yirmi beş dakikaydı. Egekent’te çok farklı sosyal tabakadan insan yaşardı. İşçiler de vardı, memurlar da…

Bu yüksek binaların arasında sosyalleşebileceğiniz alanlar bulabiliyor muydunuz?

Genelde internet kafelere giderdik. Çiğli’de büyük bir Kipa vardı. Otostopla veya yürüyerek Kipa’ya giderdik. Hırsızlık yapardık. Ne denk gelirse çalardık. FIFA 2000 oyununun CD’sini çalarken yakalandım. Hırsızlık deneyimim böyle bitmiş oldu. (gülüyor)Çiğli o zamanlar Karşıyaka’ya bağlıydı. Karşıyaka’da İngilizce kursuna giderdim. Hafta sonları bir dolmuş, bir de yemek parasıyla Karşıyaka’ya giderdik. Karşıyaka’ya âşıktım. 2000’lerin başında İzmir’de rap müziğin merkezi Karşıyaka’ydı. Kareler denen bir alan vardı. Break dancer’lar orada dans ederdi. Uzaktan rap’çileri izlerdim. Kareler’e gide gele kendimi hiphop komünitesinin içinde buldum.

Hiphop’la ilk temasın break dance’le mi oldu?

Evet. Ne varsa yaptım. 90’ların sonlarında hiphop kültürü bugünkü gibi değildi. İnternet şimdiki gibi gelişmiş değildi. İnternette B-Boy crew’lerinin forumları vardı. B-Boy’lar birbirleriyle forumlarda tanışırdı. Yeni rap’çilere “en sevdiğin B-Boy kim” diye soruyorum, cevap veremiyorlar. B-Boy nedir, bilmiyorlar. Break dance bilmeyen bir MC’nin yaptığı rap ikinci satırından anlaşılır. Nasıl anlarsın diye sorma. Onu hissedersin. (gülüyor)B-Boy’lar özgündür, üslûpları birbirine benzemez. B-Boy kültürüne aşina bir rap’çi, rap’inin özgün olması gerektiğini bilir. Birbirine benzeyen bir sürü rap’çi var. Style nedir, bilmiyorlar. Çünkü grafiti ve break dance bilmiyorlar.

2PAC’ın lâkabı “King of Drama”dır. 2PAC hızlı söylediği için değil, duyguyu dinleyiciye geçirebildiği için efsanedir. Rap duygu aktarımıdır. Beni rap yapmaya iten Islamic Force dinlediğimde hissettiğim şeydir.

Break dance yaptın mı?

Denedim, ama yapamadım. Dans etmek bana göre değilmiş. Bir türlü ritmi tutturamıyordum. Hiphopçu olduğum için kendimi özel hissederdim, ama birinci elementte çakmıştım. (gülüyor) Üzücü bir şeydi. Hâlâ break dance yapmaya çalışıyorum, ama yapamıyorum.Cefası çoktur B-Boy’luğun. Her yerin yara bere olur, kolun kırılır… Parmakları yamuk yumuk kaynayan çok arkadaşım var. Amerika’da bunu salonlarda yaparlar. Biz Egekent Tansaş’ın önündeki betonda yapardık.

“Ne varsa yaptım” dedin, grafitiyle de ilgilendin mi?

Break dance yapamayınca grafiti yapmaya başladım. Bir suç ortağım vardı, Eren. Hırsızlığı da beraber yapardık. Nalburdan çaldığımız Akçalı spreylerle okulumuzun duvarını boyamıştık. Islamic Force’tan ilhamla duvara 36 yazmıştık. 36 yazdığımızı kimse anlamadı. İki rakamı bile doğru dürüst yazamadık. Okulun duvarını bizim boyadığımız anlaşılınca bir sürü sorun oldu. (gülüyor)

Rap yapmaya nasıl karar verdin?

2000’in sonlarında Eren’e “rap yapalım” dedim. Benim bilgisayarım, Eren’in de Play Station 1’i vardı. MTV Music Generator diye bir Play Station oyunu vardı. Oyunda bazı bloklar vardı. Bloklardan birini seçince ritmler çalmaya başlardı. Blokların BPM’lerini ayarlayabiliyorduk. Blokları loop olarak dizebiliyorduk. Kasede ses kaydeden teybi televizyonun yanına koyup, record’a basıp Play Station’dan da play’e basardık. Yaptığımız beat çalarken teybe doğru rap yapardık. (gülüyor) Tek hakkımız vardı! Çuvallarsak her şeyi baştan ayarlamamız gerekiyordu. Düzgün bir kayıt alabilmek için yüzlerce deneme yapmıştık. Teybi AUX kablosuyla bilgisayara bağlayıp MP3 çıkışı bile alabilmiştik. Kimsenin MP3 formatında şarkısı yokken bizim vardı. Hiç unutmam, Cash Flow dinleyip şok olmuştu. (gülüyor) O zamanlar rap’le bir şey anlatma derdim yoktu. Nasıl hiphopçu olunuyorsa öyle olmaya çalışıyordum. “Diğer çocuklar gibi değilim. Bunu bir şekilde dışarıya göstermem gerek” diye düşünüyordum. Ailemle aram iyi olsa gecenin köründe apartman duvarlarını boyamazdım herhalde. Biraz da vandaldık. Okulun camlarını kırardık mesela. Muhtemelen bunların nedeni ailemle yaşadığım huzursuzluktu.

Nasıl bir huzursuzluktu o?

Modern bir ailede büyüdüm. İnançlıydılar, ama muhafazakâr değillerdi. Babam namaz kılar, oruç tutar, içki de içer. AKP öncesinin seküler ve Müslüman bir Türk ailesiydi. Günümüzde pek kalmadı sanırım… Mahallemizdeki insanlar babama “senin oğlan bol pantolonla geziyor” dediklerinde zoruna giderdi. Bu tür şeyler yüzünden sorun çıkardı. Hiphop kültürüne bulaşmadan önce hep sınıf birincisi olan bir öğrenciydim, sonrasındaysa devamsızlıktan sınıfta kalmanın direğinden dönen bir öğrenciye dönüştüm. Ev, okul ya da cami fark etmez, dört duvar bana uygun değildi. Dışarıda hep birinciydim. Sanırım bu değişiklik ailemle aramı açtı. Bir yandan maddi sorunlarla uğraşırken bir yandan da oğlunun alışılmışın dışında kıyafetler giyen, okuldan kaçan ve sürekli garip müzikler dinleyen bir çocuğa dönüşmesi ailem için sarsıcı olabilir.

Biz varoşları savunurduk. İçinde yetiştiğimiz mahalleleri sahiplenirdik. Varoşlar mantıken solcu olmalıdır. Varoşta kim var? Sömürülenler, ezilenler. Ama Türkiye’de ilginç bir şekilde varoşlar sağ siyasete yakındır. Varoş sağı savunur, ama bizi dinlerdi.

Tekniğini nasıl geliştiriyordun, ses egzersizleri yapar mıydın?

Yapmıyordum. Bu yüzden rap söyleme kısmında zorlanırdım. Beat ve söz yazardım, ama söyleme konusunda biraz zayıftım. Bazen yanlış tondan söylerdim. Rap’in tansiyonuna ve flow’una bakardım.

Jimi Hendrix’in alâmet-i farikasının yavaş çalabilmesi olduğu söylenir…

Evet! Hendrix’in öyle bir tuşesi var ki… 2PAC’ın lâkabı King of Drama’dır. 2PAC hızlı söylediği için değil, duyguyu dinleyiciye geçirebildiği için bir efsanedir. Rap duygu aktarımıdır. Beni rap yapmaya iten Islamic Force dinlediğimde hissettiğim şeydir.

Nasıl bir histi Islamic Force’un uyandırdığı?

Şarkı söyleyen kişinin, başka bir deyimle anlatıcının anlattığı her şeyin gerçek olduğunu hissetmesinden bahsediyorum. Bir rap şarkısından alınabilecek maksimum duygu budur.

Rap dışında ne tür müzikler dinlerdin?

Babam gençliğinde bas gitar çalarmış, Anadolu pop ve saykodelik rock’la ilgilenmiş. Yaşlandıkça Türk sanat müziğiyle de ilgilenmeye başlamış. (gülüyor)Orgla çaldığı “Baharı bekleyen kumrular gibi” şarkısını hatırlıyorum mesela. Arabayla uzun yolculuklar yaparken Barış Manço, Beatles veya Türk sanat müziği çalardı. Lisedeyken Zülfü Livaneli’yi çok dinledim. Erkin Koray’ı da unutmamak gerek…

“Beni Kendimden Koru” şarkında Erkin Koray alıntısı yapıyorsun. Bu alıntı o zamanlardan sende yer eden bir şey miydi?

Erkin Koray, tarzına ve gustosuna en çok hayranlık duyduğum müzisyenlerden. Sözleri ve söyleyiş biçimi açısından da en özgün sanatçılardan, belki de birincisi. “Beni Kendimden Koru”nun giriş cümlesini alıntıladığım ve aslında tüm parçaya ilham veren “Hayat Katarı” şarkısını ilk kez Kemal Sunal’ın oynadığı Abuk Sabuk Bir Film filminde duydum. Çok etkilendim. Bir bakıma rap denebilir. Şimdiki popüler rap’lerin çoğundan daha rap. Parçanın “Yıldızlar yıldızlar, tepemde bir tane yıldız var” diye başlayan kısmı da bir Erkin Koray şarkısından, “Gökteki Yıldızlar”dan ilhamla yazıldı… Şarkıda “herkes gider onlar kalırlar, tek dostumdur gökteki yıldızlar” diyor…

İçinde yaşadığımız dünya yarı açık cezaevi gibi değil mi? Ağzını açarsan helikopterden atılabilirsin, dövülebilirsin. Çıplak arama yüzünden intihar eden Onur Yaser Can’ı düşünün. Yaser intihar ettikten sonra annesi de intihar etti. Babası kahrından öldü. Böyle bir şey anca cezaevinde olur.

2000’lerin başında İzmir’de hiphop ortamı nasıldı?

İzmir’in hiphop ortamına girdiğimde 12-13 yaşlarındaydım, maskot gibiydim. (gülüyor) 2000 yılında Yener Çevik’in peşinde gezerdik. O zamanlar İzmir’in en meşhur ve bana kalırsa en iyi MC’si Yener abiydi. Gençlere iyi örnek olmak isterdi. Sigara içirmezdi. “Düzgün rap dinleyin, popçuları dinlemeyin” derdi. İzmir hiphop komünitesinin önderi gibiydi. Yener Çevik ilk ustalarımdan biridir. Ama bu her dediğine imzamı atacağım anlamına gelmez.

Argo İzmir’in Türkçe rap müziğin 2000’ler sonrası yükselişinde önemli bir payı var. Hangi MC’ler vardı Argo İzmir’de? Üslûbunuz nasıldı?

Argo İzmir, Kuvayı İzmir ve Yalı MCs Family’nin karışımı gibiydi.Yener Çevik’in halkçı, Cash Flow’un gayrimeşru, Gazapizm ve benim sol ve kısmen anarşist bir çizgimiz vardı. Argo İzmir’de gayrimeşru, sosyalist ve arabesk bir söylem vardı. Biz varoşları savunurduk. İçinde yetiştiğimiz mahalleleri sahiplenirdik. Mesela Yener Çevik’in intikamcı arabesk bir tarafı vardır. Bir şarkısında “Aşağılanan Tofaş, Doğan tokatlayacak Merso’yu” der. Varoşlar mantıken solcu olmalıdır. Varoşta kim var? Sömürülenler, ezilenler. Ama Türkiye’de ilginç bir şekilde varoşlar sağ siyasete yakındır. Varoş sağı savunur, ama bizi dinlerdi. Benim rap’le bir şey anlatma derdim o yıllarda başlar. Adapazarı’nda gördüğüm şeyler de çok acayipti.

Niye gittin Adapazarı’na, nasıl bir ortam vardı orada?

Adapazarı’na gitmeden önce de bir-iki kez evden kaçmıştım. Evde durmak istemiyordum. Orta ikiye kadar başarılı bir öğrenciydim. Hiphop’a bulaştıktan sonra dersle alâkam kalmadı. Adapazarı depremi olduğu seneden iki sene sonra puansız bir şekilde Arifiye Anadolu Öğretmen Lisesi’ne yerleştim. Aslında Adapazarı’na okumaya gitmedim. İzmir’den başka bir yerde yaşamak istiyordum. Adapazarı’nın Arifiye kasabasına gittim. Arifiye Türkiye’nin ilk köy enstitüsünün kurulduğu yerlerden biriymiş. Ama ben gittiğimde o halinden eser yoktu tabii. Üst sınıfların ve yatılı öğrencilerin hepsi, hocalarımızın da yarısı Fethullahçıydı. Faşist ve dinci gladyo Arifiye’deki köy okulunu mahvetmişti. AKP’nin kazandığı 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra okulun dönüşümüne şahit oldum. İlk önce okulun müdürü değişti. Sarıkla gezen bir dershane öğretmenini okul müdürü yaptılar. Yurt dolabımda Yaser Arafat ve Mustafa Kemal’in fotoğrafları vardı. Hocalarımdan biri “Bunları asamazsın, siyasi” diyerek resimleri yırtmıştı. Yatılı okulda ramazanda öğle yemeği yiyen çocukların isimlerini alan öğretmenler vardı. Cemaat evlerine gitmeyen öğrencileri ikna etmeye çalışan “abiler” vardı. Lisedeki öğretmenlerimden dini baskı gördüm. Okuldaki ülkücülerle çok kavga ettim. Ülkücüler hakkımda söylentiler yaymaya başlamışlardı. Kavga gürültü olunca hem yatakhaneden hem de okuldan kovuldum.

Şarkılarında sık sık cezaevi metaforu geçiyor; yatılı okul zamanlarından kalma bir his mi bu?

Hayır. Bu toplum zaten cezaevi. İçinde yaşadığımız dünya yarı açık cezaevi gibi değil mi? Ağzını açarsan helikopterden atılabilirsin, dövülebilirsin. Ben polisin çok olduğu yere gitmemeye çalışırım. Bu yüzden uzun süredir işim olmadıkça İstiklal Caddesi’ne gitmemeye çalışıyorum. Saçma gelebilir, ama ortada hiçbir şey yokken bir hareketinden rahatsız olan bir polis seni uluorta küçük düşürebilir. Çıplak arama yüzünden intihar eden Onur Yaser Can’ı düşünün. Yaser intihar ettikten sonra annesi de intihar etti. Babası kahrından öldü. Böyle bir şey anca cezaevinde olur.

Onur Yaser Can ve annesi Hatice Can

Lise yıllarının müziğine nasıl bir etkisi oldu?

Çok şiir okurdum o zamanlar. Hayatımda rap yokken de bir şeyler yazmaya çalışırdım. Lisede hiphop ve edebiyat aşkım çarpıştı.

Kimleri okurdun?

Annemin bana Uğur Mumcu ve Aziz Nesin okuttuğunu hatırlıyorum. Ama Jack London ve Nâzım Hikmet benim için çok önemlidir. Onların yazdıklarını ağlaya ağlaya okurdum. Nâzım Hikmet’in Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanını ilk kez Arifiye’de okumuştum. Nâzım’ın şiirlerinden öte o romanını çok severim. Romanın sonunda bir şiir vardır: “Giderayak yapılacak işlerim var, giderayak” diye… Çok etkileyicidir. Yaşar Kemal’in romanlarıyla da o zamanlar tanıştım. Arifiye’ye Türkiye’nin dört bir yanından öğrenciler gelirdi. Dışardan hacı gibi görünen birisi vardı. Bir gün yurtta Yaşar Kemal okurken yanıma geldi. “Yaşar Kemal mi okuyorsun?” dedi. “Evet” dedim. “Solcu o” dedi. “Solcu diye okuyorum zaten” dedim. “Vay benim kardeşim” diye sarıldı. (gülüyor) Meğer babası “yurtta siyasi görüşlerini kimseye söyleme” demiş. Bu yüzden hacı gibi takılıyormuş. Ahmet Hâşim’i anlamaya çalışmıştım. Olmadı, anlamadım. Orhan Veli’yle ilgilendiğimi hatırlıyorum. Bir ara Turgut Uyar’a düştüm. Küçükken annem bana Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ini okurdu. Safahat bildiğin hiphop’tur, ritmiktir. Safahat’in sözlerini 4/4’lük bir ritm üzerine baştan sona okuyabilirsin. Mehmet Akif hep punchline gider. Nâzım Hikmet’in şiiri öyle değildir. Nâzım bazen ritmi değiştirir. Şairler müziğimi etkilemiştir. Sadece şiirle de ilgilenmedim.

Gördüğüm haksızlıkları insanlara anlatma işini çok önemsiyorum. Abdurrahman Gök sayesinde Kemal Kurkut’un canlı bomba veya terörist olmadığını, cinnet geçiren bir genç olduğunu gördük. Fotoğrafçı herkese gerçeği gösterdi. Bu yüzden hiphopçu olmasam gazeteci olmak isterdim.

Hangi yazarlar ilgini çekiyordu?

Dostoyevski ve Gogol’u çok severim, çünkü psikolojik tahlillerine hayranlık duyarım. Fransız varoluşçuluğunu anlamaya çalıştım. Varoluşçulukla tanışmam Sartre’ın Duvar öyküsüyle başladı. Daha sonra Sartre’ın yazdığı her şeyi okudum. Bu aralar yeniden okuyorum. Okurken “ben bu kitabı okumuş muydum” diye düşünüyorum. Okumuşum, ama anlamamışım. (gülüyor) Bazı paragraflar ve cümleler hoşuma gidiyordu, anlamaya çalışıyordum. Camus’nün Veba’sını okudum, ama anladım mı? Bilmiyorum. (gülüyor) Camus’nün Düşüş’ünü “bu ne ya” deyip kenara atmıştım. Tekrar okudum ve şok oldum. Bir insanın toplumun duyarsızlığı yüzünden çıldırışını çok iyi anlatmış meğer.

“Modern Zamanlar” şarkının Charlie Chaplin’e bir gönderme olduğunu düşünmüştük…

Hayır. Modern Zamanlar (Les Temps Modernes) Sartre’ın 40’ların ortalarında çıkardığı derginin adı. Şarkının adını Sartre’dan ödünç aldım. Araklamak ve esinlenmek arasında ince bir fark var. Ben esinlenme noktasında kalmaya çalışıyorum. Hiphop baştan sona sample kültürüdür. Eski bir şarkının bir bölümünü alırsın, şarkının o bölümü beat’e dönüşür. Bunu Bruce Lee’nin The Game Of Death filminde giydiği sarı eşofman takımını Tarantino’nun Kill Bill’de kullanması gibi düşünebiliriz. Tarantino o eşofmanı ödünç alarak bambaşka bir olay örgüsü kurar. Bu sampling’tir. Benim ki de o hesap.

“Modern Zamanlar”da “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor”diyorsun. Marksizmle aran var mı?

Örgütsel bir bağım yok, keşke olsa. Tabii ki Marx okudum. Kendimi diyalektik materyalist olarak görüyorum. Sınıf vurgusu şarkılarımda çok hâkimdir. Biraz kafası çalışan bir insan temel meselenin sınıf mücadelesi olduğunu anlar. “Hep Biz Öldük”ü yazdığım dönemde Tuzla tersanesinde patır patır işçiler ölüyordu. Şarkıyı yayınlamadan Soma katliamı yaşandı. Ardından 3. Havalimanı işçilerinin direnişi başlamıştı. 3. Havalimanı işçilerinin direnişinin ikinci yılı anmasında Yoğurtçu Parkı’nda rap yapmıştım. Oraya beni Altay abi (Öktem) çağırmıştı. Polis stant açmamıza izin vermemişti. Mikrofon da yoktu. Kırk tane polis beni kameraya çekiyordu. Musa hocanın (Piroğlu) karşısında rap okudum. Hiç hoşuma gitmeyen bir şey oldu. “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganı atıldı. Ne şehidi? Şehit lafını sevmiyorum. Başka bir tabir bulunmalı. Sadece bu kelime için değil, devrimci jargonda kullanılan birçok kelime için yeni tabirler bulunmalı diye düşünüyorum. Bu demode ve toplumun bilinçaltında anlamca canavarlaştırılmış jargon revize edilmeli.

Neden hep biz öldük?” sorusunu kadın eylemlerindeki dövizlerde görüyoruz. Sınıf meselesiyle ilgili yazdığın sözleri kadın eylemlerinde görmek nasıl hissettiriyor?

Kendisine işkence eden kocasını öldüren Çilem Doğan ‘’Hep mi kadınlar ölecek, bir kere de erkekler ölsün’’ demişti. İşçiler veya kadınlar, hep ezilenler ölüyor. “Neden hep biz öldük?” diye sormak önemli. Kadın eylemlerinde liriklerimin kullanıldığını görmek iyi hissettiriyor.O sözleri pankarta yazan kadınla şarkıyı söyleyen işçinin motivasyonu aynı. “Ben ve benim gibiler ölüyor. Artık biz ölmeyelim” demek istiyorlar. Türkiye’nin en büyük ezilen sınıfı şu anda kadınlar. Hele bir de kadın işçiysen… Trans bir kadınsan daha da kötü…

Kadınlar rap’teki eril ifadelerden ötürü hiphop’la ilişki kurmakta zorlanıyor. Senin sözlerini eylemde görmek bu yönden de ilginç değil mi?

Eskisi kadar olmasa da zaman zaman eril ifadeleri kullanan rap’çiler var. Yavaş yavaş dönüşüyor. Bir erkek MC’nin feminist bir sevgilisi varsa, mutlaka yazdığı sözleri eleştirmiştir. Şarkılarımda eril laflar yoktur diyemem. Azdır. Küçük yaştan beri buna dikkat ediyorum. Ufak tefek şeyler olabilir. Sonuçta ben de mahallede büyüdüm. (gülüyor)

“Hep Biz Öldük”te 1 Mayıs ‘77 vurgusu var…

‘’Babam sormuş 1977 yılında, neden çalışanlar aç, çalıştıranlar tok?’’ O sözler okuduğum bir yazıdan aklımda kalmıştı. Ailemle bir alâkası yok. Belki de 70’lerde İtalya ve Türkiye’de sosyalist devrim olsaydı enternasyonale ulaşabilirdik. İtalya ve Türkiye’de insanların üzerlerine kurşun yağdırmışlar. Bunun ne amaçla yapıldığını ve kime yaradığını anlamamak için hipnoz altında olmak gerek.

Kendinden bahsederken “teşkilatsız eşkıya” veya “sakıncalı piyade” gibi sıfatlar kullanıyorsun? Bu sıfatların nasıl bir karşılığı var senin için?

Protestom kendi başına, örgütlü değil. Bir şeyi protesto edesim varsa, ediyorum. Bana “protest rap’çi” diyorlar. Bana “protest” demek Grup Yorum’a hakarettir. Ben protestsem Bandista ne? Gördüğüm haksızlıkları insanlara anlatma işini çok önemsiyorum. Gazeteci Abdurrahman Gök, Kemal Kurkut’un polis tarafından vurulduğu anların fotoğraflarını çekti. O fotoğrafları polise vermedi, yayınladı. Abdurrahman Gök sayesinde Kemal Kurkut’un canlı bomba veya terörist olmadığını, cinnet geçiren bir genç olduğunu gördük. Fotoğrafçı herkese gerçeği gösterdi. Bu yüzden hiphopçu olmasam gazeteci olmak isterdim.

Örgütlen” de diyorsun ama…

Evet. Bir sürü yalnız kurdun bir araya gelmesine benzer bir örgütlenmeden bahsediyorum.Yirmi kişi bir parkta bir araya gelip örgütlenebilir. Gezi’deki örgütlülük hoştu. İnsanlar camlardan biber gazından gözleri yananlara limon attılar. Bu bir örgütlülüktü. “Teşkilatsız eşkıyayım” derken hiyerarşisiz bir örgütlenmenin parçası olmaktan bahsediyorum. Örgütlenme askeri bir yapıda olursa karşı durduğunuz şeye dönüşüyorsunuz. Emir-komuta sisteminden ve başkanlardan hoşlanmıyorum.

Gezi isyanı sırasında neler yapıyordun? Seni nasıl etkiledi o dönem?

Gezi isyanı başladığında Gaziantep’te bir dağ köyündeydim. Evin ışığını yaktım söndürdüm. Ertesi gün köyün bakkalı “Hoca, senin lamba bozulmuş”dedi. Köyde kimsenin olan bitenden haberi yoktu. Berkin Elvan’ın öldürülmesi mesela. Vicdanı olanın içi sızlar. Ufacık bir çocuğu “elinde sapan vardı” deyip öldürdüler. 14 yaşında çocuk. Elinde tüfek olsa ne olur? Güçlüden yana olmak bir çocuğun öldürülmesini makulleştirebiliyor. “Sen bilir misin ki mezarlığın mehtabı nasıl? Gülsüm Elvan’ın ölen evladına feryadı mısın?”“Yerin En Dibine”de bu sözleri yazmıştım. Beni hâlâ çok etkiler Berkin’in ölümü. Gezi direnişinin sonlarına doğru İzmir’e gittim. Basmane’de bir yürüyüş vardı. İzmir Fuar kapısının orada sıkıştırdılar bizi. Gezi’nin gazını orada yedim. (gülüyor)

Gezi yaşanmadan önce toplumun memnuniyetsizliğinin izleri rap’te görülebiliyor muydu sence?

Kesinlikle. Rap Gezi’den önce de isyandaydı. İndigo’yla Şubat 2013’te “Sivil İtaatsiz” adında bir şarkı yapmıştık. O şarkıda ‘’İsyan şart!’’ dedik. Evinde bir mikrofonun varsa tek başına bütün dünyaya meydan okursun. 4/4’lük ritm, bir mikrofon ve bilgisayara bakar iş. Türkiye’de işler daha da kötüye giderse rap yaptırmazlar gibi geliyor. Fikir yayıyorsun ve bu iktidar açısından ciddi bir tehlike. Gezi bu anlamda tepeden tırnağa hiphop’tur.

Nasıl?

Bir söyleşide bana ‘’Tanrı inancın var mı?” diye sormuşlardı. Ben de retorik bir soruyla cevap verdim. ‘’Homeros şair mi, peygamber mi?’’ Homeros kafasına göre şiir yazmış olabilir, ama insanlar o şiirlere tapmışlar. Birçok peygamberin hikâyesi için de bu söylenebilir. Peygamberlerin dilleri şairanedir. Rap de bir şiir türü. Keskin düşünceleri estetik bir şekilde insanlara duyurabiliyorsun. Sistem için tehlikeli bu. Hiphop büyük bir enerji barındırıyor. Bir devrim olacaksa hiphop’la olur. Çünkü boş muhabbet, demode jargon, içi boşalmış eski adetler yok. Geçen gün izlediğim bir videoda Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi polise ‘’çek ulan elini’’ diyordu. Kafamız attı, bu kadar net! Slogana gerek yok. Polise ‘’çek ulan elini’’ demek çok başka bir ruh halidir. Anlatabiliyor muyum aradaki farkı? Hiphop polise “çek ulan elini” demek gibi bir şey.

Öğretmenliğe nasıl başladın?

Hayatım boyunca öğretmen olacağımı düşünmemiştim. Müzik yaparak hayatımı devam ettireceğimi düşünürdüm. Tesadüf eseri öğretmen oldum. Adapazarı depremi olmasaydı öğretmen lisesini kazanamazdım. Öğretmen lisesi eğitim fakültesine girmek için ek puan veriyordu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni bitirdim. İngilizce öğretmeniyim. Öğretmenliğe sekiz sene önce Gaziantep’in Islahiye ilçesinin Hasanlök Köyü’nde başladım. Hasanlök Amanos Dağları’nda bir köydü. Yaklaşık iki sene orada öğretmenlik yaptım. Daha sonra Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nde öğretmenliğe başladım. Eğitim-Sen’liydim. Bu yüzden beni sürdüler. Sürüldüğümü gönderildiğim okulda anladım. Sürüldüğüm okulun müdürü çok kıyaktı. “Hocam sen manyak mısın? Haydarpaşa’dan Ayazağa’ya gelmişsin. Seni sürmüşler” dedi. Üsküdar’da yaşıyordum ve Ayazağa’ya gitmek çok zor oluyordu. Anca sömestr ve yaz tatillerinde müzik yapabiliyordum. Beş-altı sene öğretmenlik yaptıktan sonra “biraz müzik yapayım” dedim ve ücretsiz izne ayrıldım. Öğretmenliği bırakmaya Çığlık albümümün lansman konserinde karar verdim. O konserde 250-300 bilet kesince “bir karşılığım varmış” dedim. Konserlerime insanlar gelmeye başlayınca müzikten para kazanmaya başladım. Ayda bir konser yapsam bile hayatımı devam ettirebiliyordum. Öğretmenliği bıraktığım ilk altı ay çok iyiydi. Hem müzik üretebiliyordum hem de konserler iyi gidiyordu. Yaklaşık iki senedir işe gitmedim.

Jack London ve Nâzım Hikmet’in yazdıklarını ağlaya ağlaya okurdum. Nâzım’ın şiirlerinden öte “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” romanını çok severim. Romanın sonunda bir şiir vardır: “Giderayak yapılacak işlerim var, giderayak” diye. Çok etkileyicidir.

Üsküdar’la ilişkin nasıldı?

Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nın karşısında Zeynep Kâmil Doğum Hastanesi vardır. “Lobotomi”de ‘’Bu memleketi kuran büyük şaka yapmış kesin, burada mezarlığın karşısında doğum hastanesi’’ diyorum. Üsküdar’la ilişkim o şarkıdır. Narkoz rap’i bırakmıştı. Bu sözleri duyunca ‘’Rap’e geri döneceğim. Kimse Üsküdar’ı benden iyi anlatamaz’’ dedi. (gülüyor) Emniyet Mahallesi’nde Giyotin adlı grup vardı. Narkoz ve Fersah’ın kurduğu bir gruptu Giyotin. Giyotin’in Zadex isminde bir stüdyosu vardı. İstanbul’da ilk onlarla müzik yaptım. İşbirliğini severim. Narkoz’lar vesilesiyle Kadıköy Acil’le tanıştım. Yola İstanbul’da devam ediyorum.

Öğretmenliğe geri mi döndün? Fikrini değiştiren neydi?

Öğretmenliğe geri dönmeyi hiç istemiyordum. Öğretmenlik değil, memuriyet yoruyor. Memuriyeti bırakırken öğrencilerim “hocam şimdi ne yapacaksınız?” diye sorarlardı. “Limon satacağım, onurlu yaşayacağım” diyordum. Salgın yüzünden mecburen öğretmenliğe geri döndüm. Memuriyetten istifa etmemiştim. Ücretsiz izne ayrılmıştım. İstifa etmeyi planlıyordum, ama salgın patlak verdi. Konser yapamaz olduk. Salgın ortamında konser yapmadan ekonomik olarak ayakta kalmak mümkün değil.

Öğrencilerinle hiphop konuşur musun?

Öğrencilerimin bazıları beni tanır. “Hocam beat yaptım, dinleyin” derler. Onlarla şarkı dinliyorum, stüdyolara yönlendiriyorum. Bir öğrencimi DJ yaptım. Beraber konsere çıkmışlığımız var. Bir gün bir öğrencim yanıma gelip “vay hocam, Çağrı Sinci dinliyorsunuz” dedi. “Ben Çağrı Sinci’yim zaten” dedim. Çocuk şok oldu. (gülüyor)

Hiphop camiasında rap’çi, okulda hoca olmak nasıl bir şey?

Bok gibi bir şey. Bir bakıma da iyi. Çünkü öğretmen toplumun çekirdeğindedir. “Bebek” diye bir şarkı yaptım. O şarkıyı ancak öğretmen bir rap’çi yazabilir.

Polise direnen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri…

Albümlerini hâlâ “yeraltı” diyebileceğimiz usûllerle dağıtıyorsun. Nasıl oluyor bu?

Büyük şirketler benim albümümü almaz. İçinde bulunduğum albümü bile almıyorlar. Benimle çalışmak istemiyorlar. Sakıncalı piyade oldum. (gülüyor) Bana gelene kadar daha “sakıncalı” rap’çiler var. Rapzan Belagat ne yapacak mesela? Piyasa denen şeyin içinde olmamayı tercih ediyorum. Sadece dinleyicilerimle kurduğum bir bağ var. Bu bağ duygusal olmanın yanında ekonomiktir de. Bazı albümlerimi çıkarmam için bağış yapan dinleyicilerim olur. Zaten bir devrimcinin büyük paralarla ne işi olacak? Geçenlerde bir müzik eleştirmeni “rap piyasasında sadece sen bağımsızsın”dedi. Bu laf çok hoşuma gitti. Gerçekten öyle. Rap piyasasında olduğum yer hoşuma gidiyor. İnsanlar Azer Bülbül’ü nasıl seviyorlarsa beni de öyle seviyorlar.

Öğretmenlik yaptığın dağ köyü nasıl bir yerdi? Öğrencilerle diyaloğun nasıldı?

Hasanlök ortaokuluna üç farklı köyden öğrenciler gelirdi. Bu köylerin ikisinin anadili Kürtçeydi. Okulun müdürü Kürtçe konuşmayı yasaklamıştı. Bazı öğrenciler Türkçeyi anlamıyordu. Ben de onlardan Kürtçe öğreniyordum. Öğrencilere İngilizce öğretebilmek için biraz Kürtçe öğrendim. “Ez diçim ba mektep” ile “I go to school”un cümle yapısı neredeyse aynı. Kürtçe ve İngilizcenin grameri bazı yönlerden birbirine benzer.

İzmir’deki rap tayfasında Kürtçe rap yapan MC’ler var mıydı?

“Sadece Kürtçe rap yapacağım” diyen arkadaşlarım vardı. Egekent’ten Es Es Engin Ses. İzmir’de Güzeltepeli bir rap’çi arkadaşımız vardı, Harbi Xalo! Tehlikeydi yani. Kürtçe rap yapmaya hevesliydi. Ama Kürtçeye de, Türkçeye de hâkim değildi. Siyaset mağduruydu. İzmir’in milliyetçi bir tarafı vardır, ama rap camiasında böyle şeyler yoktu. Bu tür konuların hâlâ konuşuluyor olmasından hicap duyuyorum. Geçenlerde Ezhel’i Türkiye’yi sevdiğini söylemeye mecbur bıraktılar. Ezhel yüzüne Neşet Ertaş’ın şarkısını dövme yaptırmış biri. Bu ülkeyi daha ne kadar sevsin? Ayıp bir şey bu.

Rap’in son yıllardaki yükselişine nasıl bakıyorsun?

Toplum bastırıldıkça rap büyüyor. Türkiye’nin genç nüfusu fazla, ifade özgürlüğü diye bir şey de yok. Ayrıca çok yetenekli rap’çiler var. Gazapizm, Ezhel, Eypio… Bu kadar iyi rap yapmaları belki de bastırılmışlıkla ilgilidir.

Rap yükseldikçe bir piyasalaşma da yaşıyor. Trap’in rap müziğe yakışmadığına dair şeyler söylenir oldu. Sen nasıl görüyorsun rap’in geldiği yeri?

Rap’in birçok biçimi var. Trap sound’un hiphop’un özüne aykırı olduğunu düşünmüyorum. Benim de trap altyapılı şarkılarım var. Trap daha kolay tüketilebilen ve enerjik bir müzik. Trap sound’un hiphop’un içini boşalttığını düşünmüyorum, ama hiphop’un içinin boşaltılmaya çalıştığını fark ediyorum. Boş muhabbet yapmak ön koşul olmaya başladı. Wu-Tang’in kurucusu RZA içi boş rap şarkıları için “Beyazlar dekolte kıyafetle kıçını sallayan zenci kadınları görmek istiyor. Hukuk fakültesi mezunu zenci kadınları görmek istemiyor. O yüzden televizyon da sana o kadını gösteriyor” demişti. Türkiye’deki mevzu da buna benzemeye başladı.

Karşıyaka, Arifiye, Hasanlök Köyü, Üsküdar, Kadıköy… Türkiye’nin laik, modern, muhafazakâr, İslâmcı semtlerine yolun düşmüş. Senin üzerinde nasıl bir etkisi oldu bu durumun?

Yıprandım, ama erdim. (gülüyor) Her türlü insan gördüm, hoşgörü erbabı oldum. “Senin de canın sağolsun, senin de gönlün olsun” modundayım. (gülüyor)

Hiphop dünyasında farklı siyasi görüşlerden rap’çiler olabiliyor. Toplumun genelindeki siyasi kutuplaşma sizin gündelik hayatınıza yansımıyor mu?

Bunu hiphopçu olmayanlar anlamıyor. Hepimiz hiphop’u eşit derecede seviyoruz. Birlikteyken hepimizin siyasi görüşü, dini, ideolojisi hiphop olur.

Express, sayı 176, Yaz 2021

^