BURADA “RUM TOHUMU”, ORADA “TURKOSPOROS”

Mustafa Konur
6 Eylül 2022
SATIRBAŞLARI

Ben Timoleon Dino’yu hiç görmedim, hiç tanımadım. Timoleon Dino da beni hiç görmedi ve hiç tanımadı. Birbirimize hiç dokunamadık. Ama çok iyi biliyorduk birbirimizi. Benim resmim Timoleon Dino’nun ölümüne tanıklık etmişti…

Eski İstanbul mozaiğinin mütevazı taşlarından biriydi Timoleon Dino. Bir İstanbul Rumuydu. Beyoğlu’nda yaşardı. Balıkpazarı’ndaki tavukçu dükkânında dur durak bilmeden çalışırdı, dört çocuklu ailesini geçindirmek için. Yoksuldu.

Aynı zamanda Timoleon Dino bir haymatlostu. 1907’de Arnavutluk’ta doğmuş, komünist rejimin ardından 21 yaşında Türkiye’ye iltica etmişti. Ancak Türk vatandaşlığına kabul edilmemişti. Kendi durumunda olan diğerleri gibi Amerikan sefaretinin desteği altındaydı. Timoleon Dino Türkiye’ye geldikten birkaç yıl sonra bayan Frosini ile evlendi; sonra ondan ayrılıp ikinci eşi bayan Maria ile… İlk eşinden dört çocuğu oldu. Oğlu Emilios, ikiz kızları Olga ve Maria ve en küçük kızı Fotini. Tarlabaşı’ndaki Kira Sokağı’nda oturuyorlardı.

Timoleon Dino dürüst bir adamdı. Tanıyanlar onu çok sever, Beyoğlu ve Balıkpazarı’nda Timoleon Dino’yu herkes bilirdi. Çok çalışkandı. Tek gailesi olan ailesini geçindirmek için elinden geleni yapıyordu. Gün boyu dükkânının bodrumunda, kestiği, tüylerini yolduğu, sonra sattığı tavuklarla cebelleşir, gün ışığını nadiren görürdü. Yegâne eğlencesi ise, akşamları eve döndüğünde, çocuklarına ezberlettiği Arnavutça-Rumca şarkılarla bir kadeh rakı yuvarlamaktı. Bir de pazar günleri, en güzel giysilerini giyerek ailece gittikleri pazar ayinleri. Yoksulluklarına rağmen, bugün bizim kaynağını pek anlayamadığımız bir mutlulukları vardı. Mücadele ediyorlar ve yaşamdan zevk alıyorlardı…

6-7 Eylül günlerinde Timoleon Dino neye uğradığını şaşırmıştı, ama onu asıl acı içinde bırakan başka bir şey vardı. Timoleon Dino’nun dükkânını eline aldığı baltayla parçalayan, daha yedi-sekiz yaşlarındayken yanına aldığı, yetiştirip büyüttüğü ve oğlu kadar sevdiği çırağıydı. Timoleon Dino işte buna bir türlü inanamıyordu. İnsanları birbirine bu denli düşman eden şeyin ne olduğunu çözmekte zorlanıyordu.

Tarih 1955 yılını gösterdiğinde Timoleon Dino hâlâ Türk vatandaşlığına kabul edilmemişti. Zorluklar yaşıyordu. 1955’in eylül aylarına gelindiğinde ise Timoleon Dino çok daha büyük zorluklar yaşayacaktı. O yıllarda Türkiye’yi Menderes hükümeti yönetiyordu. Yıllardan beri uygulanagelen, Türkiye halkının Müslüman-Türklerden oluştuğu anlayışına dayanan resmi politika, o günlerde de, azınlıklar üzerindeki etkisi artarak devam etmekteydi. Ve eylül ayının ilk günlerinde ülke, Atatürk’ün Selanik’teki evine konan bomba haberi ile ayağa kalktı. Buna en çok üzülenlerden biriydi Timoleon Dino. Adeta kahrolmuştu. Dükkânının duvarında duran Atatürk portresine, özür dilercesine bakıyordu. Ama o zaman, bu bombanın bir devlet provokasyonu sonucu, Menderes hükümetinin gizli kararıyla kondurulduğunu ve bombayı koyan kişinin yıllar sonra bir vali olacağını bilmiyordu. 6-7 Eylül günlerinde, yine bir devlet provokasyonu yoluyla, İstanbul’daki, çoğunluğu Rumların olan, azınlıklara ait 3 bin işyeri, bombalama olayına karşı halkın galeyana gelip misilleme yaptığı kisvesi altında yıkıldı, parçalandı, yağma edildi. O günlerin Beyoğlu’sunu anlatanlar, yağmalanıp İstiklal Caddesi’ne saçılmış malların yüzünden caddeye döşeli taşların dahi görülemediğini söylerler. Bazıları da Menderes’in “biz bu kadarını istememiştik” diye konuştuğunu… Sonra devlet, olayın sorumlusunu bulur ve yakalar: Aziz Nesin!

Timoleon Dino neye uğradığını şaşırmıştı, ama onu asıl acı içinde bırakan başka bir şey vardı. Timoleon Dino’nun dükkânını eline aldığı baltayla parçalayan, daha yedi-sekiz yaşlarındayken yanına aldığı, yetiştirip büyüttüğü ve oğlu kadar sevdiği çırağıydı. Timoleon Dino işte buna bir türlü inanamıyordu. İnsanları birbirine bu denli düşman eden şeyin ne olduğunu çözmekte zorlanıyordu.

Aradan üç yıl geçer ve 1958’in bir günü, bir paşa, Timoleon Dino’nun dükkânına tavuk almaya gelir. O günlerde, tavukların tane ile satılması yasaklanmış, kilo hesabıyla satılması zorunlu kılınmıştır. Ancak tavuklar kilo ile satıldığında daha ucuza geldiklerinden, herkes gibi Timoleon Dino da Paşa’ya tavuğu tane ile satar ve 480 kuruş alır. Tavuk kiloya vurulduğunda 420 kuruş eder. Aradaki 60 kuruşluk farkı milliyetçi duygularına yediremeyen paşa, Timoleon Dino’yu ihbar eder. Timoleon Dino’nun dükkânı kapatılır ve tutuklanır. Önce İmralı cezaevine, oradan da İmroz adasındaki başka bir cezaevine gönderilir. Yedi ay hapiste kalır. Cezaevinden çıktıktan sonra tekrar işinin başına döner.

Üç-dört yıl sonra Timoleon Dino’nun Yunanistan’a gitmesi gerekir. Çünkü küçük kızı Fotini evlenip Yunanistan’a yerleşmiş, orada bir torun dünyaya getirmiştir. Kendi adı verilen torununu vaftiz etmesi gerekir Timoleon Dino’nun. Bir haymatlos olan Timoleon Dino’ya, eğer yurtdışına çıkarsa bir daha Türkiye’ye dönemeyeceği söylenir. O da mecburen Yunan vatandaşlığına geçer. Timoleon Dino artık Türkiye’de yaşayan Yunan vatandaşı bir Rumdur… Yunanistan’a gider, torununu vaftiz eder ve sonra geri döner.

Timoleon Dino’yu, Emniyet’te oluşturulan Rumlar Masası’na çağırırlar ve bir kâğıt imzalamasını isterler. Kâğıdı imzaladığında, Türkiye’de “zararlı faaliyetler”de bulunduğunu kabul etmiş olacaktır. Eğer imzalamazsa, hücreye atılacaktır, öyle söylerler… Çaresiz, istenileni yapar ve kâğıdı imzalar Timoleon Dino. Pasaportuna, o ünlü kırmızı mühür vurulur: “Vatana zararlı faaliyetlerden ötürü sınırdışı edilmiştir.”

Bu sıralarda, Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da azınlıklara karşı kampanyalar başlar. Toplu yerlerde vatandaş Türkçe konuş diye bir kampanya başlatılır. Rumların işyerlerine bu gâvurdur, alışveriş etmeyin diye yazılar asılır, aksi halde, verilen paralar Kıbrıs’taki kardeşlerimize kurşun olarak gidecektir denir. Türkler, ekonomiyi ve ticareti ellerinde tutan Rumlara karşı husumet duymaktadır.

1964 yılına gelindiğinde, Timoleon Dino 57 yaşındadır. İkiz kızlarından Olga bir Türk ile, Maria ise bir Rum ile evlenmiştir. Kızı Maria’nın biri kız, biri oğlan iki çocuğu vardır artık. Oğlu Emilios ise bekârdır. O yıllarda ülkede CHP iktidar, İnönü başbakandır, Kıbrıs olayları ise doruk noktasındadır. İnönü, Atatürk ile Venizelos arasında yapılan dostluk anlaşmasını bozarak, Türkiye’deki Yunan vatandaşı bütün Rumları sınırdışı etme kararı alır. Ve şöyle der Rumları kastederek: Hepsine Omonia’da limon sattıracağım!(Omonia, Atina’nın en büyük meydanlarından biridir). Hükümetin amacı, Kıbrıs görüşmelerinde Türkiye’deki Rumları koz olarak kullanmaktır. Sınırdışına gerekçe olarak, Rumların zararlı faaliyetlerde bulunduklarıgösterilir.

6-7 Eylül 1955’te Beyoğlu

Timoleon Dino’yu, Emniyet’te oluşturulan Rumlar Masası’na çağırırlar ve bir kâğıt imzalamasını isterler. Kâğıdı imzaladığında, Türkiye’de “zararlı faaliyetler”de bulunduğunu kabul etmiş olacaktır. Eğer imzalamazsa, hücreye atılacaktır, öyle söylerler… Çaresiz, istenileni yapar ve kâğıdı imzalar Timoleon Dino. Pasaportuna, o ünlü kırmızı mühür vurulur: Vatana zararlı faaliyetlerden ötürü sınırdışı edilmiştir.”

Sadece Yunan pasaportu taşıyan Rumların sınırdışı edileceği söylenmiş olsa da, Türk pasaportu taşıyan birçok Rum da sınırdışı edilir. Toplam sayıları 40 bin civarındadır. Hastalar, tekerlekli sandalyeye mahkûm olanlar, ölüm döşeğindeki yatalaklar, yaşı sekseni doksanı bulan ihtiyarlar, gözleri görmeyenler, elleri, ayakları tutmayanlar vatan aleyhine faaliyet yaptıkları iddiasıyla sınırdışı edilirler. Tüm mal varlıklarına, paralarına, bütün eşyalarına el konur. Sadece 20 kilo eşya ve 22 dolar götürebileceklerdir yanlarında. Her şeylerini kaybederler ve binlerce aile bu yolla dağılır…

Timoleon Dino Yunanistan’da borç-harç ile kendine yeni bir dükkân açar ve karısı ile çalışmaya başlarlar. Bir-iki yıl içinde, kızı Olga hariç diğer bütün çocukları aileleri ile birlikte Atina’ya giderler, baskılara dayanamayarak. Ama gözleri ve yürekleri karşı kıyıda kalır. En baştan yeni bir hayat kurarlar kendilerine…

Timoleon Dino’nun dükkânı Balıkpazarı’nda hâlâ duruyor ve o dükkânda hâlâ tavuk satılıyor. Ve ben her Beyoğlu’na gittiğimde Balıkpazarı’ndan geçiyorum. O dükkânın önüne geldiğimde ise bir an duraksayarak, Timoleon Dino’nun ömrünün çoğunu geçirdiği bodrumdaki karanlığa açılan mazgala bakıyorum.

Ben, Timoleon Dino’yu hiç görmedim. İlk eşini üç kere, İkincisini iki kere, kızları Maria ve Fotini’yi üçer kere, oğlu Emilios’u bir kere gördüm. Torunlarından ise bazılarını birer ikişer kere… En son, geçen sene Atina’ya gittiğimde ziyaret ettim bazılarını. Aradan onyıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ Türkiye’de, İstanbul’daydı yürekleri. Çünkü burada Rum diye ezildikten sonra orada da Turkosporos (Türk tohumu) diye aşağılanmışlardı. Ordaki birçok Rum gibi Yunanları değil, Türkleri seviyorlardı. Atina’daki sokaklarda, otobüslerde, trenlerde, dükkânlarda Türk olduğumu öğrenince gözleri parıldayan, benimle sohbet eden Rumların sayısını ben bile hatırlamıyorum. Oradaki en güzel anılarım, her pazar günü toplanarak Türk mezeleri yiyen, Türk rakısı içen ve Müzeyyen Senar, Safiye Ayla dinleyen İstanbullu Rumlarla geçti. Ama bir gün Türkçe gazete almaya gittiğim bir bayideki yaşlı bir kadının, Türk olduğumu anlayınca kendi kendine söylenerek bana Puşti Turkala (aşağılık puşt Türk) demesi ise beni hiç mi hiç kızdırmadı… Ne Omonia’da ne de başka bir yerde limon satanına ise hiç rastlamadım ve hiçbir zaman da satmamışlardı. Çünkü tek memnun oldukları şey, Yunanistan’ın kendilerine sağladığı ekonomik refahtı. Yaşadığım ülkede ve şehirde ise limon satan öğretmenler vardı…

Timoleon Dino, Yunanistan’a gittikten birkaç yıl sonra hastalandı. Sapasağlam bedeni birden kansere yakalandı ve 1973 yılında öldü. Her şey aniden oldu ve bitti…

Timoleon Dino’nun dükkânı Balıkpazarı’nda hâlâ duruyor ve o dükkânda hâlâ tavuk satılıyor. Ve ben her Beyoğlu’na gittiğimde Balıkpazarı’ndan geçiyorum. O dükkânın önüne geldiğimde ise bir an duraksayarak, Timoleon Dino’nun ömrünün çoğunu geçirdiği bodrumdaki karanlığa açılan mazgala bakıyorum. Acımasızca o karanlığa bakıyorum; bir şey göreceğimden değil, sadece bakıyorum, belki de bir şeylerin anlamını orada bulacağımı düşünerek. Ama her seferinde aynı şey oluyor, sadece anlamsız, koyu bir karanlık görüyorum. Arkadaşlarımın, onlarla Balıkpazarı’ndan her geçişimde, o dükkânı göstererek Burası Timoleon Dino’nun dükkânıydı dememi alaya alıp sıkılmalarını ise anlayışla karşılıyorum…

Ben Timoleon Dino’yu hiç görmedim, hiç tanımadım. Timoleon Dino da beni hiç görmedi ve hiç tanımadı. Birbirimize hiç dokunamadık. Çocuklarını, torunlarını ise çok çok az gördüm. Ve Timoleon Dino, bir hastane odasında öylece öldü… Hastalıktan içinde kuş gibi kaldığı pijamasının iç cebine benim bebeklik resmimi iğnelemişti…

Timoleon Dino, benim hiç göremediğim özbeöz dedemdi…

Express, sayı 82, 19 Ağustos 1995

^