Türkiye’de köy nüfusu yüzde 5 düzeyine gerileyip endüstriyel tohum ve girdiler küçük çiftçilerin belini bükerken gıda güvenliği ve ekoloji adına yerel tohumların korunması hayati önem kazanıyor. Ülke çapında sayıları yüzü aşan tohum takas şenliklerinin sonuncusu Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yapıldı. Şenliğe katılan ve yerel tohum hakkı için mücadele verenlere kulak veriyoruz.
Uluslararası şirketlerin devlet eliyle tarım ve çiftçi üzerinde kurduğu hakimiyetle üreticinin büyük şirketlerin tohum ve girdilerine bağımlı kılınması yerel tohumun önemine her fırsatta dikkat çekmeyi hayati hale getiriyor. Türkiye’de ilki 2010’da İzmir’in Torbalı ilçesinde yapılan tohum takas etkinliklerinin sayısı şimdilerde yüzü geçti. Bu yıl altıncısı düzenlenen Bayramiç Belediyesi Tohum Takas ve Yerel Ürünler Şenliği de bunlardan biri.
Bayramiç tohum takas etkinliği 31 Mart seçimlerinde yerel yönetimin AKP’den CHP’ye geçmesiyle verilen beş yıllık aranın ardından tekrar gerçekleştirildi. Karamenderes çayının beslediği bereketli topraklarda yer alan 30 bin nüfuslu ilçede ağustosu eylüle bağlayan haftasonu kapalı pazar yerinde gerçekleşen şenlikte çok sayıda yerel üreticinin iştah açıcı ürünlerle bezeli tezgâhları yer aldı. Otomobil trafiğine kapatılan sokakta çocuklar şen şatır oynadı. Bir yandan da kooperatifçilik, zeytin ve zeytinyağı, kırsalda kadın işbirliği, çevre ve hukuk, yerel meyve mirası, ekolojik tasarım, şifalı bitkiler üzerine çalıştaylar düzenlendi. Tohum takası şenliğin ilk günü yapıldı. Aslında takastan ziyade, üreticiler paylaşmak üzere ayırdıkları tohumları ziyaretçilere hediye etti. Bayramiçliler, civar köylerden, Çanakkale’den gelenler, karşılığında tohum vermeden tohum alabildi. Belediyenin katkısıyla gerçekleşen etkinliğin düzenleyicileri ağırlıklı olarak kentten kırsala göç eden “yeni köylüler”di.
Zerrin Çelik: Birçok köyde tohum ana vardır. Bu yaşlı kadınlar sadece tohumlara değil, çok önemli geleneksel bilgilere de sahiptir. Özellikle dağ ve orman köylerinde kadınlar bu bilgileri kullanarak üretime devam etmeye çalışıyor.
Şenliğin düzenleyicilerine ve katılımcılarına, Bayramiç’e bağlı köylerde üretim yapan küçük çiftçilere, civarda yaşayan yeni köylülere ve belediye başkanına mikrofonumuzu uzattık. “Tohum deyince zihninizde beliren imge, duygu, düşünce nedir?” sorusuna karşılık olarak ilk bakışta farklı gibi görünen, ama birbirine dokunan çağrışımlar duyduk: Yaşam, kadın, evren, potansiyel, güven, gelecek, tat, kökenler…
İmkânsız sertifika, dölsüz tohum
Şenlik boyunca yerel tohumların çeşitliliğinin, bölgelere göre değişiklik gösteren isim ve biçimlerinin devletin birimlerince veya ona bağlı bir kurum tarafından kayıt altına alınıp alınamayacağı üzerinde çok durulan bir tartışma konusuydu. Buna paralel bir başlık da tohumun sertifikalanması meselesiydi. Bayramiç’te yaşayan yeni köylü çiftçi Cem Birder’e “teknik açıdan bu nasıl mümkün?” diye sorduk: “Tohumun sertifikalanmasında üç parametreye bakılıyor: Farklılık, tekdüzelik, değişmezlik. Normal koşullarda yerel tohum, henüz evrimini tamamlamamış, nesilden nesle değişen bir kategori. Standardize endüstriyel tohumlar bir nesilden öbürüne hiçbir değişim göstermez. Bu yüzden yerel tohumun sertifika altına alınması biyolojik açıdan mümkün değil.” Birder’e göre, köylülerin kuşaktan kuşağa aktardıkları tohumların sertifika maliyetini karşılayamayacağı da göz önünde bulundurulduğunda 2018’de çıkan Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik’in tohum yönetmeliğinin uygulanamazlığı da netleşiyor.
Yerel tohumların muhafaza edilmesinin bir diğer yöntemi de gen bankaları. Tarım ekonomisti Dr. Zerrin Çelik’e kulak verelim: “Türkiye’de iki gen bankasında yerel çeşitler koruma altında tutuluyor. Bu bankalar önemli, fakat tohumların dış etkenlerden yalıtılmış bir şekilde muhafaza edilmesi gelecek için kaygı verici. Çünkü dışarıda hayat devam ediyor, iklim, hastalıklar, zararlılar değişiyor. Tohumlar ise bankaya konulduğu haliyle kalıyor. Halbuki çiftçi üretmeye devam ettiğinde tohum mutasyona uğruyor ve evrimi devam ediyor. Sonuçta, hibrit tohumları geliştirmek için bilim insanları ve tohum firmaları yerel tohumları kullanıyor. Çünkü tek gen kaynağı onlar. Yerel tohumları kaybedersek büyük şirketlere bağımlılık kaçınılmaz olacak.”
Bayramiçli üretici ve toplayıcı Emine Beceren’in “dölsüz” diye tabir ettiği hibrit tohuma dair düşünceleri durumu net özetliyor: “Bir ürünün tohumunu saklayıp bunu seneye de ekerim diyememek korkunç bir şey. Neyi kaybettiğimizin farkında değiliz.”
Tohumun patentlenmesi ise başka büyük bir karanlığa kapı aralıyor. Çelik: “Çokuluslu şirketler bazı tohumların patentlerini alıyor. Oysa çiftçiler yıllarca tohumlarını üretmiş, geliştirmiş, ıslah etmişler. Ama hiçbir zaman tohumlarının mülkiyetine sahip olmayı düşünmemişler. Hatta tohumu paylaşmaktan gurur duyuyorlar.” 86 yaşındaki çiftçi Şevkiye teyzenin annesinin ona öğüdünü aktarıyor Çelik: “Kızım, tohumunu paylaşırsan aç bir insanın karnını doyurmuş olursun.” Çelik’e göre “Patent sahipleri isterse tohumları satmayabilir ya da çok pahalıya satabilir. Gıda egemenliği ve güvencesi meselesi de burada devreye giriyor.”
Yerel tohumla üretim
Büyük ölçekli çiftçilerin endüstriyel tohum kullanmasının gerekçesi devletin mevcut tarım politikaları ve pazarın standart ürün talep etmesi. Yerel tohumdan üretilen besinlerin bir standardı yok, ama asıl sağlıklı olan da bu ürünler. Zerrin Çelik yerel tohumla üretimin avantajlarına dair sözlerini şöyle sürdürüyor: “Üreticilerin agro-ekolojik yöntemlerle üreterek de para kazanabileceklerini fark etmesi gerekiyor. Sonuçta, toprağınız suyunuz kirlenip her şey yok olduktan, sağlığınızı kaybettikten sonra hiçbir şeyin anlamı kalmıyor.” Çelik yerel tohumların bulundukları yere uyum sağlamış, hastalıklara, zararlılara ve iklim koşullarına daha dayanıklı çeşitler olduğunu ve dünyanın her yerinde ekildiğini söylüyor.
Zirai ilaçlara bağımlı hale getirilen tarımsal üretimin iyileştirilmesi konusunda Cem Birder’e neler yapılabileceğini soruyoruz: “Aslında en büyük otorite devlet. Tarım Bakanlığı orta ve uzun vadede Türkiye’nin temiz tarıma geçmesini amaçlarsa, örneğin 2023-2025 yıllarında hiçbir tarım ilacı kullanılmayacağına dair bir yönetmelik hazırlarsa üretici, pazar ve tüketici gerekli hazırlıkları yapabilir. O kanun yürürlüğe girdiğinde de halk Carrefour, Migros gibi büyük marketlerin raflarında birbirinden farklı, kimisi kurtlu, kimisi lekeli ürünler görmeye başlar. Topyekûn bir dönüşüm amaçlanmadığı sürece ne yazık ki tüketicinin eli güya o en temiz, düzgün şekilli ürünlere gidecek. Halbuki o ürün içerik açısından en kirli olan.” Birder yerel tohumların kullanımıyla ilgili de şu notu düşüyor: “Şu an yerel ya da sertifikasız tohumlarla ilgili ekime, takasa ya da satışa dair hiçbir kısıtlama yok.” Bu bahiste yerel üreticilerden Sevinç Özkaya’ya, Bayramiçlilerin Sevinç ablasına kulak verelim: “İlaçsız, gübresiz tarımın ispatı işte benim. Geçimimi bununla sağlıyorum. Ama tüketiciden de emeğimize saygı duymasını, sağlıklı ürün nasıl yetiştirilir gelip görmesini istiyorum. Çiftliğimizin kapısı herkese açık.”
Emel Kızılcık: “Sabahat ablanın oğlu ve kızı şehirde yaşadığı için onlara tohum vermesinin bir anlamı kalmıyor. O halde ben onun tohumunun emanetçisi olabilirim. Biz belki de onların, genetik olmayan, ama onlara ‘geri dönen’ çocuklarıyız.”
Tohumun emanetçileri
Yerel tohum bilgisinin asıl sahibi köylerde kalan yaşlılar. Yörede çiftçilik yapan Mustafa Alper Ülgen korunmaları ve üretimin devamı sağlanmadığı taktirde yaşlı köylülerle birlikte yerel tohumların da yok olacağını söylüyor. Çünkü köyler adım adım insansızlaştırılıyor. Ülgen’e göre tohumculuk yasası, son kırk yılda köylerin sistematik bir şekilde boşaltılması için üretilen politikalardan sadece biri: “Köylere hizmet götüren 50-60 yıllık kurumlar kapatıldı, tarım-köy kooperatiflerinin ve tarımsal örgütlenmelerin içi boşaltıldı, tarımsal endüstriyi besleyen süt, yün, et, balık gibi ürünlerin işlendiği kamu fabrikaları kapatıldı. Ama bence en önemlisi köy okullarının kapatılması. Aileler çocuklarını okutabilmek için şehirlere, kasabalara göç etmek zorunda kaldı. Bugün Türkiye’de köylü nüfusu yüzde 5’lere geriledi”. Cem Birder de yerel tohumun gerçek anlamını, geleneksel kıymetini, bereketini bilenlerin büyük çiftlik sahipleri yerine meseleye salt ekonomik açıdan bakmayan yaşlı köylüler olduğu görüşünde. Tabii bir de konunun önemini bilen akademisyenler, sivil örgütler ve yeni köylüler var.
Emel Kızılcık on yıldır Bayramiç’te yaşıyor. Bir yandan editörlük ve yazarlık mesleğini sürdürürken bir yandan da kendi bahçesinde ekip biçiyor. Bütün dünyada köylülüğün ve yerel tohumun endüstriyel tarımın tehdidi altında olduğuna vakıf bir yeni köylü olarak tohum emanetçisi olmaya gönüllü: “Sabahat ablanın oğlu ve kızı şehirde yaşadığı için onlara tohum vermesinin bir anlamı kalmıyor. O halde ben onun tohumunun emanetçisi olabilirim. Biz belki de onların, genetik olmayan ama onlara ‘geri dönen’ çocuklarıyız. Mesela ben, annemin yaşadığı hayata geri döndüm.”
Cem Birder, yerel tohumların devamlılığını yeni köylülerin sağlayacağına, hatta kırsal hayatın geleceğini yeni genç köylülerin şekillendireceğine inanıyor: “Tohum takas şenliğini yerel tohumun önemini yeniden hatırlatacak bir mekanizma olarak görüyorum. Fakat farkındalığı geleceğe taşıyacak topluluklar genellikle kent kökenli. Bu biraz paradoksal bir durum. Geleceğin köyleri yaşam hayallerini kentlerden kıra doğru çeviren, yeni bir yaşam türü üzerine kafa yoran gençler tarafından tasarlanıyor. Yeniden temiz tarıma dönüşte bu gençler önemli bir rol oynayacak.”
Tohum ve kadın
Zerrin Çelik’e “Tohum deyince zihninizde ilk beliren nedir?” diye sorduğumuzda “kadınlar” diyor ve ekliyor: “Çünkü tohumları saklayan ve geleceğe aktaranlar onlar. Kadınların doğa ve tarımla ilişkisi, gıdaya bakışı başka. Toprak, su onlar için başka şeyler ifade ediyor. Dolayısıyla kadının tohumla ilişkisi de başka. Her şeyden önce ailesini beslemek ve sağlıklı insan yetiştirmek için çaba sarf ediyor.”
On yıl önce kırsala dönen genç yeni köylü Kübra Köprülüoğlu Aşanlı da tohum saklamayı anneannesinden öğrendiğini söylüyor: “Anneannem köyden kente gelince bahçesinde yetiştiriciliğe devam etmiş, toprakla bağını canlı tutmuş. Ben de ondan öğrendiklerimle devam ediyorum. Kadınların tohumla daha yakın bir ilişkisi olduğunu gözlemlerimden biliyorum. Bu doğurgan yapılarıyla alakalı olabilir.”
Konuştuğumuz herkes kadınların tohumlarını paylaşmaktan gurur ve mutluluk duyduğunu söylüyor. Emel Kızılcık yine Sabahat Abla’dan örnek veriyor: “Altmış yaşındaki bu kadından kapya biberi tohumu aldığımda ve ‘ben de tohumunu dağıtacağım’ dediğimde gözlerindeki sevinci görmelisiniz.” Zerrin Çelik, köylerde tohum çalışması yaparken yaşlı kadınlar arasında “benim tohumum iyidir” ifadesiyle dile getirilen kefilliğin bir tür sertifika işlevi gördüğünü söylüyor. “Çeyizleriyle getirdikleri tohumları veya ilaveten yetiştirdikleri yenileri onların en büyük hazinesi. Eğer kızları ya da gelinleri tarımla uğraşıyorsa onlara aktarıyorlar. Birçok köyde tohum ana vardır. Bu yaşlı kadınlar sadece tohumlara değil, çok önemli geleneksel bilgilere de sahiptir. Özellikle dağ ve orman köylerinde kadınlar bu bilgileri kullanarak üretime devam etmeye çalışıyor.”
Deneyimli çiftçi Sevinç Özkaya tohumu nasıl paylaştığını anlatıyor: “Kendi ekeceğimi bir kenara koyarım, onun iki katını dağıtmak için ayırırım. Atalık tohum isteyen kimseyi geri çevirmem. Ama tohumları iki şartla veririm: Bir daha benden istemeyecek, devamını kendi çıkaracak. Eğer tohum çıkarırsa başka birine mutlaka verecek.”
Neden tohum takas şenlikleri?
Peki, düzenleyicilerinin gözünde takas şenliği nasıl geçti? Mustafa Alper Ülgen tohum takas şenliklerinin daha çok sembolik olduğu görüşünde: “Köylüler ve çiftçiler zaten kendi aralarında takas yapıyor. Şenliklerle aslında bize dayatılan konvansiyonel gıdaya, köylerin boşaltılmasına, fakirleştirilmesine veya köy okullarının kapatılmasına karşı bir farkındalık yaratmak istiyoruz.” Türkiye’nin ilk tohum takas şenliğinin düzenleyicilerinden biri olarak Zerrin Çelik ekliyor: “Amacımız hem köylülere hem de tüketicilere yerel tohumun önemini ve yok olursa neler olabileceğini anlatmak. Takas etkinliklerinden bazıları özellikle Türkiye’nin batısında geleneksel hale geldi. Birçok kişi artık tohum konusundaki kritik tabloyu, yerel tohumun önemini ya da sağlıklı gıda ile ilişkisini biliyor.”
Çelik birçok tohum takasında köylüleri ve çiftçileri yeterince göremediğini de ekliyor. Emel Kızılcık da aynı fikirde: “Önce köyden arabayla insan getirip götürüyorduk. Neyi takas edeceklerini tam bilemiyorlardı. Şimdi ise tohum takas masasının önünde kadınlar vakit geçiriyor ve tohum alıyor. Sürekli hale getirirsek katılım artacak. Ama, herkesin tohumun kıymetini anlayacağı noktaya gelmesine, sayıların on binlere ulaşmasına daha çok var. Bu sene kooperatifçilik, kadın işbirliği, yerel meyve mirası gibi çok önemli konularda konuşabildik. Bu meselelerle ilgili önemli notlar alındı ve çözüme dair ipuçları çıktı.”
Sevinç Özkaya: “Kendi ekeceğimi tohumu bir kenara koyarım, onun iki katını dağıtmak için ayırırım. Kimseyi geri çevirmem. Ama tohumları iki şartla veririm: Bir daha istemeyecek, devamını kendi çıkaracak. Tohum çıkarırsa başka birine mutlaka verecek.”
Sevinç abla ise tohum takas şenliklerinin köylüyle yeni köylü arasında bir köprü olduğunu düşünüyor “Tohum takas şenliklerinde kırsala destek veren kentliler bizlere örnek oldu. Köylü hem yöresine hem de tohumuna sahip çıkıldığını görünce katılım zamanla arttı. Çiftliğime gelen kentli gönüllü de neyin nasıl yetiştiğini görüyor, öğreniyor. Şenliklerde tohum yanında kültür ve bilgi takası da yapılıyor.”
Sağlıklı adil gıda üretiminde yerel yönetimlerin rolü
Mustafa Alper Ülgen sağlıklı ve adil gıdanın yaygınlaşmasında yerel yönetimlere de önemli görevler düştüğünü vurguluyor: “Yerel yönetimler üretici pazarları kurabilir, kooperatiflerin kurulmasına destek verilebilir.” Bu yüzden Bayramiç Belediyesi’nin tohum takas şenliğine katkısı, özellikle de son beş yılda önceki AKP’li belediyenin etkinliğe yer ve imkân sağlamamış olması göz önüne alındığında, epey takdir görmüş.
CHP’li Bayramiç Belediye Başkanı Mert Uygun’a “Yerli tohumla üretim yapan küçük çaplı üreticiye belediye ne vadediyor?” diye sorduğumuzda pazarlamanın önemine dikkat çekiyor: “Üreticiler için pazar oluşturabilir, onlara alım garantisi sunabiliriz. Çiftçi kalkındığı zaman şehirdeki ürün zinciri de değişir. O zaman yerel tohum ekecek çiftçi sayısı da artar. Bu yüzden hedeflerimizden biri de üretici ve tüketici kooperatifleri arasında bağ kurmak.” Uygun Türkiye genelinde İzmir, Ovacık gibi bazı belediyelerin kooperatifçilik üzerinden kurdukları ağı da takip ettiklerini anlatıyor.
Emekli olduktan sonra Bayramiç’e yerleşen Sevgi Akar da yerel yönetimin kadınların beraber üretebilecekleri bir tesis kurması gerektiğini dile getiriyor. “Kadınlar bireysel olarak çok üretken. Yerel pazarlarda da ürünlerini satıyorlar. Halbuki ürünlerini gıda tüzüğüne uygun şekilde üretirlerse başka pazarlara da açılabilirler. Bunun için bir tesise ihtiyaç var. Hiçbir kadın bunu tek başına yapamaz. Onun için kooperatif kurulması, konunun salt imeceden çıkıp işbirliğine dönmesi gerekiyor.”
Mustafa Alper Ülgen, Bayramiç’teki yaşam ve üretim biçimlerinin, önlerine dikilen, aşılmaz gibi görünen baraj duvarında bir çatlağa yol açabileceğine inanıyor: “Bir mühendis olarak o yıkılmaz sandığımız barajın gövdesindeki küçücük bir çatlağın bile barajı bir gün yıkabileceğini söyleyebilirim. O ekolojik çatlağı yaratmak için çalışıyoruz. Tohumdan yola çıkıp yerel üretime, yerel ürüne, yerel bilgiye, asırlar boyunca ortaya çıkmış kültüre dayalı ekoloji mücadelesi bu. Aynı zamanda Kaz Dağları savunmasıyla, Munzur Dağı’yla, Hasankeyf’le iç içe geçmiş siyasi bir mücadele.”