SANATÇI ESMERAY’IN TUTTUĞU AYNA

Söyleşi: Siren İdemen
31 Mart 2021
SATIRBAŞLARI
31 Mart, Uluslararası Trans Görünürlük Günü. 19 yıl geriye, 2002’ye, Türkiye’deki ilk Onur Yürüyüşü’nün bir yıl öncesine gidiyor, Express’teki Esmeray’la söyleşimize bağlanıyoruz. O günlerden bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Sadece Esmeray’ın hayatı değil değişen, o zamanlar kavram olarak bile var olmayan LGBTİ+ bugün ülkenin en dinamik hareketlerinden. Esmeray’ı dinliyoruz…
Esmeray (Esmeray fotoğrafları: Şahan Nuhoğlu)


Ş
imdi biz konuşurken Dünya Kupası finali oynanıyor, şehirdekilerin bir kısmı dünden beri millî takımın üçüncülüğünü kutluyor. Bu kupaya kadınlar da büyük ilgi gösterdi, sen de izledin mi?

Esmeray: Hiç seyretmedim. Zaten çocukluğumdan beri futbolla bir problemim oldu; daha doğrusu, topla. Köyün çocukları hep oynardı, kızkardeşlerim gelip ağlıyorlar, anneme şikâyet ediyorlardı beni, “herkesin abisi top oynuyor, bizimki niye oynamıyor?” Ay ben ikilem arasında kalıyordum, hem onlar üzülmesin istiyordum, hem de içimden gelmiyordu oynamak. Bu dünya kupasında yani, inanılmaz şeyler yaşadım. Hiç beklemediğim, yıllardır sosyalizm mücadelesi veren arkadaşların bile üzerlerinde forma gördüm, Taksim parkına çıkıp eğlenmeler… İnanamıyorum, “feministim” diyen kadınlar bile yaptı bunu. Bir de beni en çok şaşırtan, transseksüel arkadaşımın bu havaya katılması oldu. Vaktiyle, Ülker Sokak olaylarında, bayrak asma kampanyası yapılmıştı: Eşcinsel olmayan, penceresine bayrak asıyordu. O baskılarda evlerimiz yakılıyordu, yıkılıyordu, gözaltına alınıyorduk, saçlarımızdan yerlerde sürükleniyorduk… Herkesin camında bayrak vardı. Bunu yaşayan bir insanın böyle davranması beni çok düşündürüyor. Bir de, Kürtlerin gittiği bir lokantanın sahibi… Bingöllü bir Kürt, adam bayağı da muhalif, maçın olduğu gün, inanamadım, Türk bayrakları asmış… Bu arada, söylemek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama, renklerden dolayı Senegal’i tutanlar da vardı.

Sizin köy nerdeydi?

Ben Karslıyım. Kars’ın bir köyü. 14 yaşıma kadar orada yaşadım.

Nasıl bir köydü?

Hayvancılıkla geçinilirdi daha çok, tarım azdı. Merkeze çok yakın olduğu için diğer dağ köylerinden daha şanslıydı. Çocukluğumdan beri elektrik vardı mesela, çevredeki köylere göre ilk televizyon bizim köydeydi, gazeteler gelirdi. Hatta, göçler başlamadan önce, ortaokul yapılacaktı.

Kaç haneliydi, Kürt köyü müydü?

300 hane vardı. Kürt köyü değildi, çok kozmopolitti. Eski bir Ermeni köyü galiba, hangi taşa baksan, haçlar, Ermeni figürleri görüyorsun… Köyün okulu eskiden büyük bir kiliseymiş, yıkmışlar, okul yapmışlar. Sonra Azeriler yerleşmiş, Caferi Azeriler… Bizimkiler kan davasından Digor’dan kaçarken oraya yerleşmişler. Çingeneler de vardı. İki aile Lazdı, Artvin’den gelmişler. Kürtler vardı, Terekemeler vardı… Ondan sonra, travesti vardı… (gülüyor)

Vaktiyle, Ülker Sokak olaylarında, bayrak asma kampanyası yapılmıştı: Eşcinsel olmayan, penceresine bayrak asıyordu. O baskılarda evlerimiz yakılıyordu, yıkılıyordu, gözaltına alınıyorduk, saçlarımızdan yerlerde sürükleniyorduk… Herkesin camında bayrak vardı.

Hakikaten var mıydı?

Her köyde öyle biri vardır. Bizim orda Azeriler arvat diyor. Mesela Hacı Veli köyünün Arvat Hüseyin’i vardı, bizim köyün de Arvat Metin’i… O benim için hep kötü örnekti. 18 yaşındaydı, askere gidecekti, ablasının elbiselerini, annesinin kıyafetlerini giyip çeşmeye suya gidiyordu. Herkes ona alışmıştı, ama çok da aşağılıyorlardı.

Ona ne gözle bakıyorlardı, köyün delisi gibi mi görüyorlardı?

Aslında, kadınlar çok seviyordu ama, yeri geldiği zaman aşağılıyorlardı. Dalga geçiliyordu, köyün çocukları kafasına yumurta atıyordu, erkek çocuklar arkasından koşarlardı, “Metin Abla! Metin Abla!” diye. Ama kimse İstanbul’da olduğu gibi şurasını bilmem ne yaptırıyor demiyordu. Sadece, kadın gibi bir adam. Arvat Metin.

Ama sapık gibi de görülmüyordu, değil mi?

Sapık gibi görülmüyordu, çünkü daha önceleri de öyle kişiler varmış, sonra evlenmişler, çocukları olmuş. Mesela annemin uzaktan bir akrabası, dayı diyordum ben ona, o da öyleydi. Her hareketiyle kadın gibiydi. Herkes duruma alışmıştı. Ama, köyün erkekleri ona pek selam vermezdi. Kulaktan kulağa çok şey duyuluyordu… Ama Arvat Metin’in durumu daha değişikti.

Onunki nasıldı?

Ay çok komikti. (gülüyor) Tam bir kadın yani. Ölü olduğunda, bütün kadınlar toplanıp ağıt yakıyor, bakıyorsun, Metin onların içinde, tamamen kendini kaybetmiş… Aslında, kaybetmemiş, bence kendini bulmuş. Tam bir travestiydi. Normal kıyafetleri de vardı. Ama canı istediği zaman, istediği gibi yaşıyordu. Bir bakıyordun, arkasından taş atan, teneke vuran, onun hiç umurunda değildi. Çeşmeden su taşımak için omuzluk vardı bizim köyde, uzun bir sopa, ucunda kovalar asılı, onu takıyordu, çok hoşuna gidiyordu, seke seke çeşmeye gidiyordu. (gülüyor)

Erkekler onunla yatar mıydı?

Köyün uzağında bir mağara vardı… Arada bir Metin ortadan kayboluyordu, köyün gençleri kayboluyordu… Aslında herkes biliyordu herhalde, konusu geçiyordu, ama isim verilmiyordu…


Aşağılandığı için mi senin için kötü örnekti?

Nasıl anlatayım? Şimdi o vardı, o olmasaydı, belki ben onun gibi orada rahat yaşayabilecektim. Ama o benden önce öyle yaşadığı için, herkes onu aşağılık gördüğü için, ben rahat yaşayamıyordum. Kendimi hep kapatıyordum. Bir süre sonra, Metin evlenmiş, çoluk çocuğu olmuş. Benim için yine kötü örnek oldu: Annem, kız kardeşlerim falan “Metin o şekilde evlenebildi” diyorlar, “sen de evlenebilirsin”. (gülüyor)

Sen kendinle Metin arasında bir paralellik kuruyor muydun?

Tabii, hatta söylüyorlardı. Ailemin korkusundan açık açık konuşulmuyordu. Metinlerin sülâlesinin adı Daylaklar’dı, bizimki Cindolar. Köyün çocukları “Daylakların arvat Metin’i, Cindoların arvat Memed’i” diyorlardı…

Cinsiyetinin kafanı kurcalaması ilk ne zamanlara dayanıyor?

Sekiz-dokuz yaşlarına zannedersem. Dokuz yaşında artık bazı şeyleri fark ediyorsun. Kız elbiseleri giyiyordum, kız gibi yaşıyordum. Evcilik oynuyordum. Hayal kuruyordum hep: “Ben de büyüyeceğim, gelin olacağım, gelinlik giyeceğim… Kaynanam nasıl olacak? Kaynatam kim olacak? Kocam kim olacak?” Ay ondan sonra, aklım başıma geliyordu ve “ama ben erkeğim” diyordum kendi kendime, “bütün bunlar asla olmayacak”. Bu bende şok etkisi yaratıyordu. Annem hep şöyle söylüyordu: “Çocuktur, şimdi yapar, büyüyünce akıllanır“. Ben de hep 13-14 yaşına geldiğimde, artık bir delikanlı olacağım, herhalde bunları yapmayacağım diye düşünüyordum. Ama dokuz yaşından sonra, 10-11 yaşında artık hayır, bu başka bir şey diyorsun. Tamam, çocukken evcilikten hoşlanıyordum, ama şimdi bambaşka bir şey var, cinsellik. Bir gariplik, bir farklılık… Erkekten hoşlanıyorsun. Eşcinsel nedir, bilmiyordum. Hatta eşcinsel nedir demeyeyim de, ben neyim? Nasıl anlatayım? Deli olduğumu falan düşünüyordum. Erkeğim, nasıl erkekten hoşlanıyorum? Acaba diyorum, bu bir delilik mi? Bir hastalık mı? Köyde Bülent Ersoy, Zeki Müren filan biliniyordu. Ama, Bülent Ersoy için, “rahminde bir sorun varmış, o nedenle öyle olmuş” diyorlardı. Nerden bilsin insanlar, erkek nasıl kadın olur, mümkün değil. Zeki Müren için de deli diyorlardı. Ben de diyordum, yani bu deli ama, ben de deliyim, işte buna benziyorum. (gülüyor) Deli! Televizyona çıktığı zaman babam “deli” diyordu, annem “deli” diyordu, herkes “deli” diyor, “bu manyaktır”… Biraz bilinçli olanlar da “sanatçıdır, onun için öyle yapıyor” diyordu. (gülüyor)

Köyün çocukları kafasına yumurta atıyordu, erkek çocuklar arkasından koşarlardı, “Metin Abla! Metin Abla!” diye. Ama kimse İstanbul’da olduğu gibi şurasını bilmem ne yaptırıyor demiyordu. Sadece, kadın gibi bir adam. Arvat Metin.

İlk hoşlandığın erkek kim olmuştu?

İlk hoşlandığım… (duraksıyor) Ben ilk amcamın oğluna âşık oldum. 10 yaşında. Garipti. Nasıl anlatayım? Bilmiyorum, aşk mıydı, sırılsıklam bir sevgi böyle… Sanki bütün dünyam o. Ay, çok güzel geliyor bana, yakışıklı geliyor. Kolları kuvvetli. O 20 yaşındaydı o zaman. Köyün bütün kızları ona âşıktı. Çok havalıydı. (gülüyor) Kız beğenmiyordu. Kızlar ona mektup gönderiyordu. Ben onun ulağıydım. Bazen kıskanıyordum, mektupları yırtıp dereye atıyordum. Bir keresinde fark etmişti, beni acayip dövmüştü… (gülüyor)

Senin ona âşık olduğunu anladı mı?

Anladı… Kız gibi olduğumu da biliyor ya, bir gariplik yani… Bir gün dayanamadım, sarıldım öptüm, amcamın oğlu ya… Ay hiç unutamıyorum, yani kalbim o kadar çok çarpıyordu ki, o kadar heyecanlıydım. Sonra, yalnız kaldığımız bir gün, beni kucağına aldı. Ben 11 yaşındayım, o iri yarı bir şey. Kucağına aldı, sevdi filan. Ben hiçbir şey anlamadım. Sadece, canımın çok acıdığını hatırlıyorum, felaket bir şekilde acıdı.

Zevk almış mıydın?

Sadece öperken, sarılırken hatırlıyorum. O müthiş heyecan… Gözüm kararıyordu, ne olduğunu anlayamadığım garip hisler, yapayım mı, yapmayayım mı, yani bu ne yapıyor?..

Seni o mu soydu?

Tabii, o soydu, çok garip, insan âşık olunca köle gibi oluyor ya, o ne istiyorsa, onu yapıyordum. Ama canım felaket acıdı. Bayılmışım zaten. Şimdi şimdi anlıyorum, o bir tecavüzdü. Herkes ondan korkardı. Namus bekçisi gibi bir şeydi.

Ayıldıktan sonra ne hissettin, korku mu, nefret mi, şaşkınlık mı, ne tür bir duygu?..

Ayıldığımda odadaydım, yatağın üstüne koymuş beni. Gözlerimi bir açtım, başımda duruyor, kafasını ellerinin arasına almış, tanıyamadım, çok esmerdi, bembeyaz olmuş korkudan. Bir duyulsa, ikimizi de öldürecekler. “İyi misin?” dedi. Ben yataktan kaçtım, çığlık attım. “Seni anneme söyleyeceğim” dedim hemen. Beni tuttu, kapıyı kilitledi. “Sen söylesen de, sana inanmazlar” dedi. Ödüm kopuyordu, beni öldürecekler diye. Nefret ediyorum, kendimden nefret ediyorum, yani ben niye böyle yaptım… Köyde namus kavramı çok önemli, hele bir erkek için bu müthiş bir şey. Bir erkek, çok afedersin, götünü siktiriyor… (fısıldayarak söylüyor) Her ne kadar o duyguları yaşıyorsam da aynı feodal zihniyetle düşünüyorum, hiç fark etmiyor. Benim namusum gitmiştir, alçak görüyorum kendimi, namussuz görüyorum…


Daha çok kendini mi suçluyordun?

Allah’a isyan ediyordum, “niye beni böyle yaptın?!” Amcamın oğlunu öldürmeyi düşünüyordum.

O olaydan sonra aranız nasıl oldu?

Aradan altı ay geçtikten sonra, ay ben âşığım çocuğa halen. O nefret bittikten, biraz kendimi topladıktan sonra, aynı şeyler yine başladı. Yine aynı şekilde, bu sefer fazla canımı acıtmadan bir cinsel deneyim gelişti. Ve bu 14-15 yaşına, hatta 17 yaşına kadar sürdü. İstanbul’a geldiğimde de buluştuk. Ben âşıktım çünkü. 17 yaşına kadar, hep onun istediği şekilde, çok çirkin bir cinsel yaşam oldu. Ne konuşma ne birbirimize bir şey söyleme, sadece hayvani bir cinsel ilişki işte.

Senin daha çok arzu ettiğin öpüşmek, okşamak, koklaşmak gibi miydi?

Tabii, ne bileyim, bir şeyler anlatmak, en azından konuşsun benimle. Niye benle cinsel ilişkiye girdiğini anlatsın. Bir şey söylesin yani. Hatta bazen iş bittikten sonra küfür ediyordu: “Niye yapıyorsun, niye götünü siktiriyorsun?

Hayır dersen onu temelli kaybetmekten mi çekiniyordun?

Kaybetmekten korkuyordum, hayır demek de gelmiyordu ki içimden zaten. Ona yaklaşayım yeterdi benim için, o öyle bir sevgiydi.

Daha sonraları onunla hiç bu konuda konuştunuz mu?

En son, 16-17 yaş civarlarında, bir keresinde yine beraber olduk, İstanbul’da. Ondan sonra, sanki aramızda hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Unutuldu, gitti.

Sence o seninle ilişkisini nasıl görüyordu?

Benim tahminim, onun için sadece boşalmaktı. Şimdi, köyde biliyorsun, cinsellik çok sağlıklı bir şekilde yaşanmıyor. Hatta ilk cinselliği hayvanlarla yapıyorlar. Yazık, bir eşeğin adı çıkmış, ama bütün hayvanlarla cinsel ilişkiye giriliyordu. (gülüyor) Benim tahminim, “hayvanla ilişkiye gireceğime onunla girerim daha iyi” diye düşünüyordu. Çünkü kesinlikle eşcinsel değildi o. Bana karşı garip bir sevgisi de vardı ama. “Başkalarıyla seni duyarsam öldürürüm” diyordu. Sonra çok güzel kıyafetleri vardı, köyün en güzel kıyafetleri ondaydı. Babası olsun, kardeşleri olsun, kimseye asla vermezdi. Ama ben istediğim zaman gidiyordum, onun kıyafetlerinden alıp giyiyordum. Bana hiçbir şey demiyordu. Bir gün, attan düşüp bayılmıştım. Biliyorsun, köyde kadınlar birisi bayıldığında bile saç baş yolar, bu öldüm sanmış, düşüp bayılmış.

Köyden niçin, nasıl ayrıldın?

Köyde bir gelenek vardır, erkek çocukları ilkokulu bitirdikten sonra ya okula devam eder ya da ailenin imkânları iyi olsa bile İstanbul’a gidip çalışıp para kazanmaları gerekir. Benim de artık çalışıp para kazanma yaşım gelmişti. O tecavüz olayından sonra iyice kendime kapanmıştım. Okula gidemezdim. Bir yandan da, sürekli kafamda “ben deli miyim?” sorusu… Benim için çok önemliydi İstanbul. Bir umuttu. Mutlaka benim sorunum orada çözülecek gibi… (gülüyor)

Bir gariplik, bir farklılık… Eşcinsel nedir, bilmiyordum. Hatta eşcinsel nedir demeyeyim de, ben neyim? Nasıl anlatayım? Deli olduğumu falan düşünüyordum. Erkeğim, nasıl erkekten hoşlanıyorum? Acaba diyorum, bu bir delilik mi? Bir hastalık mı?

İstanbul’da nereye geldin?

Dayımların yanına, Ümraniye’ye, orası da köy gibiydi. Binaların büyük olduğu bir köy. Hiç unutmuyorum, dayımlarda bir dergi okumuştum, Tempo‘ydu galiba… Homoseksüellikle ilgili bir yazı vardı, Pürtelaş Sokak’ta yaşanan şeyler… “Homoseksüel”… O kelimeyi hiç duymamışım hayatımda. Homoseksüeli ilk defa orada gördüm. Köyde birbirlerine “ibne” diyorlardı ama, bilmiyordum ne demek olduğunu. Kendileri de bilmiyordu aslında. Pezevengi biliyordum, ama ibneyi bilmiyordum. İstanbul’a geldiğimde, benim gibilere ibne dediklerini öğrendim. Ben yolda yürürken, baktım bir tanesi “Toop, toop!” diyor, ben Allah Allah diyorum. On- dan sonra, “Tanju geçiyor” diyorlar. Sonra fark ettim ki, bana söylüyorlar. Hemen kendimi düzeltmeye çalıştım.

Kırıtıyor muydun?

Benim doğallığımda öyle bir şey var. Köydeyken ablamla annemin, kardeşlerimin “kırıtıyorsun yürürken, kalçanı fazla sallama” dedikleri geldi aklıma. Neyse işte… O homoseksüel yazısı hemen dikkatimi çekti, okumaya başladım. Hiç unutmuyorum, dayımın karısı elimden çekti, “sen niye bu yazıyı okuyorsun?” dedi. “Aa“, dedim “niye okumayayım? Ya niye yazmışlar o zaman?” Anlıyorlardı herhalde ayol. (gülüyor) Aldı dergiyi, kaldırdı, yırtmadı ama. Sabaha kadar onu okudum. Travestiler varmış, Ülker Sokak’ta, Pürtelaş’ta… Eyvah! Ben şimdi bunları nasıl bulacağım? Bir de Beyoğlu lafı geçiyor. İşteki arkadaşlarıma Beyoğlu neresi dedim. Onlar benimle dalga geçtiler, “Karaköy’e mi gideceksin?” felan. Ay beni zorla doğru Karaköy’e götürdüler mi! Şimdi gitmesem olmaz… (gülüyor) Bir yalan da uyduramıyorum. Çünkü gececiyim, o gece işte kalmam gerekiyor.

Nerede çalışıyordun o zaman?

Börekçide. Bingöllü bir adamın Kürt böreği satılan bir kafeteryası vardı. İyi bir hamur ustası olmuştum. Börek, poğaça, hepsini yapıyordum. Gece orda uyuyorum, sabahleyin zamanım kalırsa, dayımlara gidiyorum. Zaten bana “topa benziyorsun” diye takılıyorlardı. Ay ben geneleve gitmek zorunda kaldım ayol… (gülüyor) Onlar da beni deniyorlar herhalde. İçeri girdik. Allahım şimdi ben ne yapacağım? Ay dedim, bari en güzel kadın hangisiyse, onun yanına gireyim… (gülüyor) Baktım, orada öyle bir kız, başörtüsü de kafasında, biraz da ağlıyor gibi… Öbür tarafta da yaşlı başlı kadınlar oturuyor. Titriyor her tarafım. “Ben” dedim, “onunla kalacağım“. Ona derdimi anlatabilirim gibi geldi. Yukarı çıktık. Parayı onlar vermişlerdi, kız soyunuyordu, dedim “soyunma“. “Niye?” dedi, “ayakta mı yapacaksın?” “Yok” dedim, “ben yapmayacağım“. (gülüyor)


Acaba denemem gerekir mi diye geçirmiyor muydun içinden, kendini zorlamıyor muydun?

Aklıma geliyor ama, hiç yok. Nasıl iki mıknatısı birbirine yaklaştırırsın, birbirini iter, öyle, mümkün değil, kadının teni bana, fazla düşündüğüm zaman, iğrenç geliyor. O zaman bir adama âşık olmuştum, tam bir adam, kıllı mıllı. (gülüyor) Gözümün önüne geliyor, onu düşünüyorum, bir de kadın bedenini… Ayy, olamaz böyle bir şey, mümkün değil bir kadınla beraber olmam. Ama nasıl atlatacağım? Arkadaşlarım kadına soracaklar, ben nasıl kurtulacağım? Ben kıza anlattım, dedim “ben eşcinselim“. “O ne?” dedi, o da bilmiyor, yazık. Ondan sonra, kıza “dışarı çıkınca, arkadaşlarım soracaklar, sen de ‘çok iyiydi’ diyeceksin” dedim. (gülüyor) Çıktık, kıza bir şey sormadılar. Neyse, o öyle geçti, iki-üç gün sonra, Kadıköy parkına gitmiştim. Baktım, bana doğru bir grup geliyor. Ay çok garip geldi. Ay ne bunlar? Deli hepsi dedim. (gülüyor) Çok uzun boylular, oje sürmüşler, göğüslerini falan çıkardı biri, bir şeyler yaptı, küçük küçük göğüsleri var, ama erkek, daha yeni iğne olmuş. Benim etrafımda geziyorlar.

Transseksüeller mi?

Değillerdi. Sadece bir tanesi hormon yemiş, ötekiler için o çok önemli birisi. Göğüsleri var ya, kraliçe kadın. Ötekiler kıskanıyor. (gülüyor) Sonra bir tanesi yanıma geldi, “İyi akşamlar beyefendi” dedi sesini incelterek. “İyi akşamlar” dedim. Ondan öyle ibne sesi çıkınca, benden acayip erkek sesi çıktı. (gülüyor) Korkumdan… “Saatiniz var mı?” dedi. Tipik. “Yok” dedim. “Sigaran var mı?” “Yok, içmiyorum” dedim. “Sen lubunya mısın?” dedi. Anlamıyorum. “O ne?” dedim. “Sen kendini bilmem ne yaptırmıyor musun?” dedi direkt böyle, kaba bir şekilde. “Hayır” dedim, “sen ne biçim konuşuyorsun?!” İyice erkek oldum, ayağa falan kalktım, döveceğim nerdeyse.

Hakikaten, öyle erkekçe bir tepki duydun mu?

Bütün akrabalarım Kadıköy tarafında, birileri olur, bir korku… O savunmaya mecburen geçtim. Bir yandan da onları görmek çok hoşuma gitti. “Yalan söylüyorsun” dedi, “her tarafından belli“. Kendi aralarında şakalaşıyorlar, bana şakalar yapıyorlar. Tam bir ay, ben inkâr ediyorum, onlar sen böylesin diyorlar.

Ben 11 yaşındayım, o iri yarı bir şey. Kucağına aldı, sevdi filan. Ben hiçbir şey anlamadım. Sadece, canımın çok acıdığını hatırlıyorum, felaket bir şekilde acıdı. Bayılmışım zaten. Şimdi şimdi anlıyorum, o bir tecavüzdü.

Onlarla görüşmeye, takılmaya mı başladın?

Çok uzaktan “merhaba” diyorum, ayrı oturuyorum. Beyoğlu’nu görmek istiyorum ya, ertesi gün tekrar Karaköy’e geldim, artık yolu öğrendim, vapura biniyorsun, Karaköy’e geliyorsun. Ama, Beyoğlu’na nasıl gideceğim? Birisine sorarsam, “Vay bu böyleymiş” diyecek diye korkuyorum, “bu ibneymiş“. Öyle yürüyorum. Tophane Parkı var ya, orada banklar var, üzerinde Beyoğlu Belediyesi yazıyor. “Aa Beyoğlu’na geldim” dedim. (gülüyor) Oturuyorum. Geçen bütün iri yarı kadınları süzüyorum baştan aşağı. “Aa tamam bu” diyorum, yanına yaklaşıyorum, “hayır, bu kadar ince olmaz ki” diyorum… Çekiniyorum, korkuyorum bir de. (gülüyor) Ay ben Beyoğlu’nun yolunu bulamadım, bir transseksüel de göremedim ayol. (gülüyor) Neyse, o arada hâlâ kendimle boğuşuyorum. Deli olduğumu düşünüyorum, bir psikoloğa gittim.

Kendin mi karar verdin, yoksa çevrenden gitmeni tavsiye edenler mi oldu?

Kendi kendime gittim. Yaşlıca bir adamdı. Anlattım. Eşcinsel, transseksüellik filan, artık öğrenmiştim. Ama yine de belki iyileşme yolu var diye düşünüyorum. Kafamda şey var, ahlâkî olan, sahici olan erkek ve kadının birbirine yönelmesidir. Neyse, psikoloğa gittim, ay manyak bir herif çıktı karşıma. İlk önce, “ben de eşcinselim” dedi. “Aa”, dedim “ne güzel, psikolog eşcinsel“.

Neler anlattı?

Şöyle ol, böyle yap, ailene hemen açılma… Ertesi gün gene bana randevu verdi. Bir şeyler hissediyorum, adam benden hoşlanıyor, belli yani… Tekrar gittim, birden “ben eşcinsel değilim” dedi, “seni kandırdım“. Sonraki gün başka bir şey söylüyor. Adam bana beyin terapisi yapıyor galiba. Nasıl anlatayım? Şimdi düşünüyorum, acaba deli mi diye anlamaya çalışıyordu herhalde. Neyse, “bu manyak” dedim, bıraktım. O zamanlar, nasıl anlatayım, dinle ilgili de çelişkili duygularım var… O halde ben bir imama gideyim dedim. Büyük camilerin olduğu yer neresi? Sultanahmet dediler bana. Oradaki camiler büyüktür, imamları daha akıllıdır diye düşünüyorum.

Tam teşekküllü, büyük hastaneye gitmek gibi...

Tabii. En büyük cami Sultanahmet Camii işte.

Bu arada İstanbul’a geleli ne kadar olmuştu?

Bir seneyi geçmişti. Sultanahmet Camii’ne girdim, tek başıma namaza oturdum. Tam da bilmiyorum, çocukluktan beri bir türlü tam öğrenemedim… (gülüyor) Bildiğim kadarıyla kılayım namazı dedim, namaz kıldım, oturdum kendi kendime dua ediyorum, baktım biri omuzumu dürtüyor. Döndüm, genç bir imam. Kafası sarıklı, sakallı, çok da yakışıklı. (gülüyor) Ondan sonra, “senin bir derdin var arkadaşım” dedi. Aynen böyle konuşuyor. Klasik imamlar gibi değil. Genç de. Ay, ben dedim, buna anlatayım derdimi. Anamı tanımıyor, babamı tanımıyor. Anlattım. “Çok zor bir şey” dedi. “Kesinlikle Kur’an’da yeri yok, bu bir sapmadır, Allah’a inanmamayla ilgili” dedi. Çok güzel konuşuyor, ellerimi tutuyor felan…

Dostane bir şekilde mi, istismar eder gibi mi?

Dur dur… Önce çok dostaneydi. Benim nasıl hoşuma gitti ama… “Kur’an oku, Allah’ı düşün, kendini çalışmaya ver, cinselliği düşünme“… Öyle güzel şeyler söylüyor. “Sana iş veririz burda” dedi. “Buraya zengin insanlar geliyor, seni maaşa bağlamaya da gerek yok, anlatırız, sana ev de tutar buraya namaz kılmaya gelen dindar insanlar” dedi. Derken, aaa, imam bana bir gün bir saldırdı!

O günden sonra bir daha mı gitmiştin?

Tabii, birkaç kere gitmiştim. Adam o kadar güzelcene anlatıyor ki, huzur buldum. Kapılıp gidiyorsun. Ana, imam saldırdı mı bana, zor kaçtım, resmen tecavüz edecekti.

Sen de imamdan hoşlanmamış mıydın?

İlk önce hoşlanmıştım ama, aklımda hep hastalık var ya, unutmaya çalışıyorum… Bir de, saldırdıktan sonra, yakışıklılığı mı gözünde kalıyor artık? İlk cinsel deneyimimde de tecavüze uğramışım. O korku… Neyse, dedim bu da bir deli. Kim akıllı? Allahım yarabbim! (gülüyor) Hep kendimi sorguluyordum… Sonunda, artık eşcinselliği kabul ettim.

Nasıl oldu?

Aksaray’a gittim, orada eşcinsellerle tanıştım. Demek herkeste varmış diye gördüm… Deneyimler kabul ettirdi. Çok düşünüyordum. Mesela, iş yapabiliyorum, düşünebiliyorum, okuyorum, zekâyla ilgili bir problemim yok, sadece cinsel… Eşcinsel olduğumu kafama koydum ama, bedenimden çok rahatsızım. Sonra, iyice öğrendim ya, eşcinsel, transseksüel, travestilik var… Ben hangisiyim? Bu sefer de o başladı. Uzun uzun anlatmayayım, bunu da bir şekilde kabul ettim: Ben transseksüelim. Bedenimden son derece rahatsızdım. Sadece erkeklere güzel görünme anlamında söylemiyorum. Sadece erkekle sevişeyim diye bedenimi değiştirmek istemiyorum. Kendim için değiştirmek istiyorum. Transseksüele geçiş süreci benim için hayatta en zor şeylerden biriydi. Yani o kadar zor ki, annenden vazgeçiyorsun, kızkardeşinden, bütün sevdiklerinden vazgeçiyorsun… Ama kendini bulmak için de bu zorunludur diye düşünüyorsun. Çok zor. En zor olan da seks işçiliği. Bana korkunç geliyordu bedenimi satıp para kazanmak düşüncesi… Ne kadar ağır bir şey.

Her ne kadar o duyguları yaşıyorsam da aynı feodal zihniyetle düşünüyorum, hiç fark etmiyor. Benim namusum gitmiştir, alçak görüyorum kendimi, namussuz görüyorum… Allah’a isyan ediyordum, “niye beni böyle yaptın?!

Ailenden kopuşun köyden ayrılmanla mı oldu, daha sonra görüştünüz mü?

İstanbul’a geleli iki sene olmuştu. İstanbul’a yerleştiklerini öğrendim. Garip bir özlem, gidip göreceğim. Saçlarım çok uzundu. O zaman epilasyona gitmemiştim daha. Her halükârda, eski halime dönebilirdim, sadece kaşlarımın çıkmasını bekledim. Dayımlara gidip haber alacağım, düşüncem o. Tabii, yüzümde bir gariplik var. Hormon tedavisine yeni başlamışım. Esmerlik o kadar eskisi gibi değil. Bir yumuşama var, erkeksi hatlar gitmiş biraz, kulaklarım delik… Saçımı da fazla kestirmedim, geri geleceğim ya, bu sefer de saç problemi olacak. Dayıma gittim. Dayımın küçük oğlu, “Memet abim geldi” diye nasıl bağırıyor. Saçlarıma baktı, “Memet abi, sen niye kız gibi olmuşsun?” demez mi? Dört yaşında çocuk anladı, şimdi hepsi anlayacak… (gülüyor) Bir ara yengem kayboldu. Meğerse gitmiş, telefon açmış. Baktım, annem, küçük kızkardeşim, geçenlerde ölen amcamın oğlu gelmişler… O çok iyi bir insandı. “Sakın ağlamayın” dedi. “Bir şey olmaz, herkesin başından geçer. Ne olursa olsun, gelmiş, kabul edeceğiz” dedi. O da ağlamamak için kendini zor tutuyor. Başladı beni öpmeye, her tarafımı öpüyor, elimi öpüyor, saçımı öpüyor, kulağımı, burnumu öpüyor, hiç unutmuyorum. “Eve gidelim” dedi. “Tamam” dedim. Ha, bir de göğüslerim problemi var. Onları kamufle etmek için iki tane korse takmıştım, ama hep omuzlarımı çekip kambur duruyorum. Mayıs ayıydı, havalar da sıcak, mont giymiştim, bir türlü çıkaramıyorum. Beş-altı gün geçti, bırakmıyorlar. “Askere gideceksin” diyorlar. Çocukluğumdan beri nefret ettiğim şey askere gitmek. Asla yani. Ölürüm daha iyi. Göğsüm var… (gülüyor) Amcamın kızı, bir gün bana “bana anlatmazsan derdini, kimseye anlatamayacaksın” dedi. Küçükken ikiz gibi büyümüştük. Evcilik oynardık, hep benim kocamdı. (gülüyor) “Senin her şeyini biliyorum” dedi. “Hatırlıyor musun, evcilik oynardık seninle, babamın çoraplarını çalmıştın, kendine göğüs yapmıştın” dedi. Ay, ben de istiyorum, ailemden birisine anlatayım, ama lafla nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Gömlek vardı üstümde, açtım, korseyi kaldırdım, tabii şok! Bayıldı. Konuştuk, direkt “nasıl geçiniyorsun, ne iş yapıyorsun?” dedi. “Senin kadınlık damarın olduğunu herkes biliyor. Ama soran olursa, inkâr et” dedi. “Hele amcam duymasın, ölür” dedi. Aradan iki-üç gün daha geçti, “ya ortadan kaybolacaksın ya da o göğüsleri halledeceksin” dedi. Gece, sabah ezanı okundu, kalktım, o an düşündüm, karar verdim. Büyük ablamı bir daha göremeyecektim, çünkü onun böyle bir şeyi anlayabilmesi mümkün değil. Annemi göreceğimi umut ediyordum. Babam benim için o zaman öldü. Kızkardeşlerimin mutlaka anlayışla karşılayacaklarını biliyordum, öyle de oldu. Abilerimin de reddedemeyeceğini düşünüyordum. Küçük abimin ciddi bir kalp rahatsızlığı var, o yüzden ona tam anlatmıyorlar. Ablam ve babam beni yurtdışındayım, gelemiyorum sanıyorlar.

Bir dergi okumuştum, Tempo‘ydu galiba… Homoseksüeli ilk defa orada gördüm. Köyde birbirlerine “ibne” diyorlardı ama, bilmiyordum ne demek olduğunu. Kendileri de bilmiyordu aslında. Pezevengi biliyordum, ama ibneyi bilmiyordum. İstanbul’a geldiğimde, benim gibilere ibne dediklerini öğrendim.

Beyoğlu’na ilk gelişin nasıl oldu?

Aksaray’daki eşcinseller getirdi. Transseksüel olduğuma karar verdikten sonra, arkadaşlara söyledim, onlar beni bir kuaföre getirdiler.

Transseksüelliğe geçişin, görünüşünü değiştirişin nasıl oldu, hormon kullanmaya mı başladın?

Hormon tedavisi filan olmadan, ilk gelen ağda. Bacaklarımı aldım, kollarımı aldım, yüzümü aldım. Sonra arkadaşlarla kuaföre gittim. Peruk taktım. Kadın kıyafetleri…. Ay, çok komik kıyafetler vardı, valla, çok komik. (gülüyor)

Hatırlıyor musun ilk kadın kıyafetini?

Fosforlu bir rengi vardı, mor bir tayt giymiştim, ama fosforlu mor. Üzerine kıpkırmızı bir kazak, kazağın üzerine de, o zaman modaydı ya, beyaz kocaman bir kemer… (gülüyor)

Kıyafetlerini nereden almıştın?

Arkadaşlarım almıştı. Ağa Camii’nin orada bir yer var, aşağı inerken. “En ucuzu burada” dediler, çünkü param yoktu. Ay ben etek giymek istiyorum ama… Tayt da pantolon gibi sonuçta… (gülüyor) “İlk önce biraz bunu giy” dediler. Çok komik ayol şimdi, topuklu ayakkabılar… Halen topuklu ayakkabı giyemiyorum. Bir türlü alışamadım topuklu ayakkabıya. Ay yürüyemiyorum, kolumdan tutuyorlar, paytak paytak yürüyorum. Çok dikkat çekiyorum, herkes arkamdan geliyor. Zaten faul bir yürüyüşüm var, onları giydiğim zaman iyice bir kırıtıyorum, o da çok korkunç… (gülüyor)

Ayakkabı ya da kadın elbiseleri alırken zorlanıyor muydun? Satıcılar yadırgıyor muydu?

Travestilerle gittiğim zaman, adamlar anlıyorlardı tabii ki benim için olduğunu. “Arkadaş için mi istiyorsunuz?” diyorlardı. Tek gittiğim zamanlar çok zor oluyordu. Bir keresinde, “kızkardeşim için alıyorum” dedim, “ama kızkardeşim aynı benim kadar“… (gülüyor) İlk, güzel bir kıyafet almıştım, Nişantaşı’ndan, ayakkabıyı da Elle mağazasından almıştım, orada büyük numaralar bulunuyor. Ayakkabıyı alırken, adama “transseksüel bir arkadaşım için alıyorum” demiştim. (gülüyor)


Vücudunla ilişkin nasıldı, çirkin geliyor muydu?

Kıllardan son derece rahatsızdım. O kadar çok kıl var ki bende, bir erkek olarak da aşırı. O beni son derece rahatsız ediyordu. Ondan sonra, ne bileyim, gay ilişkilerde aktif-pasif durumları oluyor ya, benim aktif yanım yoktu. Çocukluktan beri gelen bir kadın olma, kadın gibi yaşama isteği… Erkek arkadaşlarımla girdiğim cinsel deneyimlerden sonra, artık kararımı verdim: Ruhen ben kadınım.

Saçını uzatıp ağda yaptırdıktan sonra, hormon mu kullanmaya başladın?

Her şeye çok düşünerek karar verdim. Hormon tedavisinin nasıl olduğunu sordum. Bana “Rüya Eczanesi’ne git, ol” dediler. “Nasıl gideyim, olayım? Doktora gidilmiyor mu?” “Yok” dediler, “eczacı biliyor, iğne yapıyor, oluyorsun.” “Bir düzeni var mı?” “Yook.” Çok şaşırmıştım. Ama bir şekilde yapmam gerekiyordu. Ben de gittim, ama en azından, çok iyi bir eczacıya yaptırdım.

Eczacı kadın mıydı erkek mi? O sana nasıl davrandı?

Erkekti. Ben daha girer girmez “iğne mi olacaktın?” dedi. “Aa” dedim, “nerden anladın ayol?” (gülüyor) “Kalça mı, göğüs mü?” diye sordu. Bir ilaç kalçayı genişletiyor, bir tanesi de göğsü. Ben göğüs dedim. İsimlerini unutuyorum. Transseksüeller hepsinin isimlerini bilir, ben hiçbir zaman ezberleyemedim. Tıp dilini hiç kullanamıyorum. (gülüyor)

Niye göğüs dedin?

Kalçamla ilgili bir problemim yoktu. (gülüyor) Fazla büyümesini de istemiyordum. İğne oldum, ay, hani genç bir kızın ilk göğüsleri çıkıyor ya, heyecan… Yatıyorum kalkıyorum, bakıyorum, yok. Aradan bir ay geçti, bir gece bir uyandım, yüzüstü yatmıştım, göğüslerimin ikisinin müthiş acıdığını hissettim. Bir fırladım, elledim, sanki böyle küçük düğme var içinde. Hani genç kızların olur ya, ilk çıkarken acır. Aaa, dedim, yavaş yavaş çıkıyor.

İş yapabiliyorum, düşünebiliyorum, okuyorum, zekâyla ilgili bir problemim yok, sadece cinsel… Eşcinsel olduğumu kafama koydum ama, bedenimden çok rahatsızım. Sonra, iyice öğrendim ya, eşcinsel, transseksüel, travestilik var… Ben hangisiyim? Bu sefer de o başladı.

O ilk iğneden sonra bir daha gitmemiş miydin?

Sadece bir iğne yaptırmıştım daha. Ben korkuyordum. Travestilere sordum, “aa” dediler, “ikinci iğneni ol, büyüyecek”. İkinci, üçüncü, derken…

Haftada bir mi oluyordun?

Artık ben de onlara uydum, kafama göre gidip iğnemi oluyordum. Sonra, yavaş yavaş büyüdüğünü gördüm, iyice büyüdü.

Ağrı sızı yapıyor muydu?

İlk bir sene oldu. Üstüne yatamıyordum, ellenince çok acıyordu. Ama benim çok hoşuma gidiyordu. Çok güzel geliyordu. Diğer yaptıran arkadaşlarımdan farklı bir yanım vardı benim, ben erkeklerden kıskanıyordum göğüslerimi. Onlar, tam tersine, erkeklere gösteriyorlardı. Ben niye göğüslerimi erkeklere göstereyim diyordum. Onların ellemesini istemiyordum. Yıllardır bunun hayalini kurmuşum, bunu niye onlar tutsun, niye onlara göstereyim? Kapatıyordum, fazla büyük olduğunu göstermemek için. Ama eve gittiğim zaman kendim bakıyordum. O çok haz verici bir şey.

Sonra başka ne değişiklikler oldu?

Sonra epilasyona başladım. Yüzümdeki, kolumdaki kıllar için…

Devam ediyor musun?

Yook, o kadar kıl kadınlarda da olur. (gülüyor) Ondan sonra, burun estetiği… Hatırladığımda çok sinirleniyorum. Yaptığım en gereksiz şeydi.

Niye yaptırdın, âdet yerini bulsun diye mi?

Çok küçüktüm o zaman, bazı şeylere karar veremiyordum. Daha 20 yaşında değildim.

Hormona başladığında 17-18 yaşında mıydın?

Tabii, burnumu da bir sene sonra yaptırdım.

Bedenimden son derece rahatsızdım. Sadece erkeklere güzel görünme anlamında söylemiyorum. Sadece erkekle sevişeyim diye bedenimi değiştirmek istemiyorum. Kendim için değiştirmek istiyorum.

Fazla erkeksi mi geliyordu burnun sana?

Yook, aslında eski burnum çok daha güzeldi. Sadece şurda normal bir kemer vardı. Hatta daha inceydi, önü daha kalkıktı. Neden yaptırdım? Ben zannediyorum ki, transseksüel olduktan sonra şart, burnunu yaptıracaksın. Bütün transseksüeller yaptırıyor. Öyle hokka gibi olacak ya…

Nasıl, kime yaptırdın?

Karşıda bir doktor vardı, ona gittim.

Hastanede mi?

Hayır, yazıhanesinde yaptı.

Korkmadın mı?

İşte hayatımda yaptığım her şey korkunç değil mi? (gülüyor) Ay doktor da bizim oralı çıktı, Karslı. Bana diyor, “evden niye kaçtın?” Hay allah. Sorgulamayı bırak ayol, sen kendi işine bak. (gülüyor) O günü hiç unutmuyorum. Bak, şimdi doktora gittim, bekleme odasında bir kız var. Herhalde bu transseksüel olmak istiyor dedim. Yani erkekti, benim gibi dönüşmeye çalışıyor. Aaa, yok, baktım, kız. Ben hâlâ anlamaya çalışıyorum, bu ne yapmaya çalışıyor, neye gelmiş? Babası getirmiş, sarılıyor kızına. Ondan sonra babası “benim kızım erkek olacak” dedi. Aaa! Kız göğüslerini aldırmaya gelmiş, cinsiyet değiştirip erkek olacakmış. “Senin ne işin var?” dedi adam bana. Dedim “ben de kadın olacam“. “Sen deli misin?” dedi. Dedim “senin kızın akıllı mı?” “Ama” dedi, “o erkek oluyor, sen niye kadın oluyorsun?” Ayy! Adam bana hakaret ediyor ayol! (gülüyor) “Ay” diyorum, “aynı şey değil mi, senin kızın da erkek oluyor“. “Ama o erkek oluyor” diyor, “ben gurur duyuyorum onunla, oğlum yapsaydı, öldürürdüm“. Neyse, adam randevu aldı gidiyor, hâlâ bana ters ters bakıyor. Bir yandan da başka bir şekilde bakıyor, taciz ediyor. O tip erkekler hep öyledir ya. Neyse, onlar gittiler… Ay, doktorlar da çok şey, para için her şeyi yapıyorlar. Hiç demiyor bana “burnun çok güzel, ameliyata gerek yok“.

Onur Yürüyüşü (2003)


Ne kadar para verdin?

O zamanın parasıyla, 1993’tü galiba, 3 milyon 750 bin lira verdim. Randevuyu aldım, “lokalle yapsak şu kadar para vereceksin, burada yapacağız” dedi, “ama narkozla istiyorsan, hastaneye yatman lâzım, bu kadar bu kadar para…” Bayağı bir para istemişti, iki kat gibi. Param az olduğu için ben “tamam, burada yapalım” dedim. Ay korkunç bir ameliyattı, hiç unutamıyorum! Can acımıyor ama, psikolojik bir şey ya! Ayy! Düşünsene, kıkırdak sesleri geliyor. Ondan sonra, kesti biçti, gözümü bir açtım, böyle bir demir var, çekiçle vurdu. O zaman çok acı duydum. Hemşireyi bir çimcikledim. (gülüyor) Yarı baygın gibi duruyorum, gözümü bir açtım, hemşireyi o âna kadar görmemişim heyecandan. Bir baktım, ay hemşire bir hilkat garibesi. Hemşirenin burnu yapılı, gözleri yırtılmış, kaşları kalkmış, her tarafı estetik…

Doktorun kataloğu gibi yani…

Tabii, her tarafını kesmiş biçmiş. Aa, bir de doktorun şeyiymiş, sevgilisiymiş, hep o doktorların mutlaka sevgilisidir hemşire. (gülüyor) “Ayy, ne kadar zevksizsin ayol” dedim doktora. Doktor da bir yakışıklı, ama nasıl yakışıklı! Kadın “senden güzelim” dedi bana. Neyse…

Başka estetik ameliyat yaptırdın mı?

Bana “yüzüne silikon sıktır” dediler. Şimdi yüzüm felan çöktü, o zamanlar elmacık kemiklerim çok çıkıktı.

Hormondan mı?

Yok, eskiden beri güzel bir yüzüm vardı. Ay, bakıyorum, silikon sıktırsam çirkin olacağım. Sonra anladım, hiç de gerek yok. Başka estetik yaptırmadım.

Transseksüele geçiş süreci benim için hayatta en zor şeylerden biriydi. O kadar zor ki, annenden vazgeçiyorsun, bütün sevdiklerinden vazgeçiyorsun… Sabah ezanı okundu, kalktım, o an düşündüm, karar verdim. Babam benim için o zaman öldü. Kızkardeşlerimin anlayışla karşılayacaklarını biliyordum, öyle de oldu.

Ama transseksüeller genellikle bu tür operasyonların nerdeyse hepsini yaptırıyor, değil mi?

Çok yaygın. Dişlerimde bir problem yok herhalde, değil mi? Normal, düz. Ama tutturmuşlar, “dişlerini de yaptır“… Aa, ben niye güzel dişlerimi çektireyim! (gülüyor) Çok güzel dişleri olsa bile, mutlaka diş yaptıracaklar. Tavşan şekliymiş, yok bilmem neymiş. Acayip, yani delik deşik, hem hayattan delik deşik oluyor, hem de fiziksel anlamda delik deşik…

Hormona devam ettin mi?

Hormona tabii, hep devam ettim. Vücut alışıyor ya, istiyor.

Hormonun yan etkileri var mı?

Varmış, mutlaka vardır. Eczacılar yok diyor, doktorlar var diyor. Çok ileri yaşlarda kemik erimesi yapıyormuş. Ben hiç görmedim. Gerçi, çok yaşayan bir transseksüel de olmadığı için, transseksüeller hep erken öldüğü için, bilmiyorum.

Tanıdığın en yaşlı transseksüel kaç yaşında?

Türkân anne var, 57 yaşında.

Doktora gittim, bekleme odasında bir kız var. Babası getirmiş, sarılıyor kızına. Ondan sonra babası “benim kızım erkek olacak” dedi. Dedim “ben de kadın olacam“. “Sen deli misin?” dedi. Dedim “senin kızın akıllı mı?” “Ama” dedi, “o erkek oluyor, ben gurur duyuyorum onunla, oğlum yapsaydı, öldürürdüm“.

Ameliyat olmuş mu?

Hayır, olmamış.

Sen cinsiyet değiştirmek, penisini aldırmak için ameliyat oldun mu?

Hayır, hayır, onu olmadım.

Düşünüyor musun?

Hayır. Çok önceleri düşünüyordum… Beni rahatsız ediyordu. Ama şimdi etmiyor. Partnerlerimi de rahatsız etmiyor. Eğer ben yaşamımın her alanında kadın gibi yaşıyorsam, benim için bitmiştir. Vajinası olan bir sürü kadın görüyorum, ama hep erkek egemen sistemin yarattığı modeller, çok dişiler, çok kadınlar, ama çok da erkekler. Demek ki, vajinanın o kadar bir anlamı yok.

Ama kıllar mesela seni çok rahatsız ediyordu. Toplumsal olarak değil, sen kendi kendineyken, erkekliği en çok simgeleyen cinsel organdan kurtulmak istemiyor musun?

Benim için sadece hortum gibi görev yapıyor. Sistemin dayattığı bir şeyle erkekler onu hep bir güç olarak görmüştür. Geçirmek, takmak… Ben hiç bunu yaşamadım, hiç kimseye geçirmedim. Hep pasif durduğu için, dursun öyle… (gülüyor) Beynimde bitirmişim. Transseksüelliğin ameliyatla tanımlanması çok yanlış bir şey.

Arkadaşların arasında ameliyat olan çok var mı?

Bir zamanlar yaygındı seks işçiliği yapan transseksüeller arasında, şimdi durma noktasında.

Yaşamımın her alanında kadın gibi yaşıyorsam, benim için bitmiştir. Vajinası olan bir sürü kadın görüyorum, ama hep erkek egemen sistemin yarattığı modeller, çok dişiler, çok kadınlar, ama çok da erkekler. Demek ki, vajinanın o kadar bir anlamı yok.

Neden?

Ameliyat olduktan sonra müşteriler yüzde 50’ye iniyor, hatta daha da azalıyor, yüzde 30’a iniyor. Çünkü travestiye gidenlerin yüzde 80’i eşcinseldir. Adam bir erkeğe açılamıyor, travestiyle rahat, bahanesi de var, “Kadın gibi gördüm”. Bakıyor ameliyat olmuş, anlamı kalmıyor…

Daha az ameliyat yaptırılmasının sebebi, müşterinin azalması mı?

Biraz öyle, bir de ameliyat olanların çoğu olduktan sonra pişman oluyor. Bu iş pazara dönüştüğü, seks işçiliği meşrulaştığı için, para için transseksüel olan eşcinseller var. Son iki sene daha çok yaygınlaştı. Bir de eşcinselliğin ne olduğunu bilmiyorlar. Erkekten hoşlanıyorsam kadın gibi olmak zorundayım diye bir şey var. Ya da karşı taraftaki eşcinsel, eğer erkekten hoşlanıyorsa, karşısındakini kadın gibi görmek istiyor. Çok yanlış bir şey. Ama yatakta, yaşanan eşcinselliktir. Bunu kadın eşcinseller için de söyleyebiliriz. Kadından hoşlanıyorsa, erkek gibi olmak gerektiğini düşünüyor. Direkt gidip ameliyat oluyorlar. Sonra, bunalım, ağlıyorlar, intihar ediyorlar.

Transseksüellerle para karşılığında ilişki kuran erkekleri nasıl sınıflandırıyorsun?

Çoğu heteroseksüel olduğunu düşünüyor. Yatakta hep heteroseksüel gibi davranıyor ya erkekler genelde. Ama aslında, hemcinsine yöneldiği için transseksüele gidiyor. Bir heteroseksüelin bir transseksüelle ilişki yaşayabileceğini sanmıyorum. Tamam, belki bir kere meraktan gider. Bir keresinde bir transseksüel arkadaşımın müşterisine sormuştum, “yattığın zaman neler hissediyorsun?” diye. “Ben hiçbir gay’le ilişkiye girmedim” dedi, “giremem de demiyorum, hiç yaşamadım, hep travesti ve transseksüellerle ilişkiye girdim, transseksüel ameliyatsızsa çok hoşuma gidiyor” dedi. “Düşün, onu soyunurken görüyorum, bir kadın bedeni, kalçaları geniş, göğüsleri var, bir de erkeklik organı var. Bu müthiş cezbediyor beni, müthiş çekiyor” dedi. “Ben kendime bir isim koyamıyorum, sen söyle” dedi. Ben de hâlâ düşünüyorum, ona ne isim koyacağımı bilemiyorum. “Eğer toplumsal anlamda, bir travestiyle, bir transseksüelle yaşamak meşrulaşırsa, benim partnerim kesinlikte bir travesti olur” diyor.


Para karşılığı cinsel ilişkide en çok talep kimlere var sence, kadınlara mı, transseksüellere mi?

Transseksüellere sanırım. Bir ara Ülker Sokak, Pürtelaş’ta çok fazla talep yaşandığı için, genelevlerde müşteri potansiyeli azalmış, yüzde 20’ye felan inmişti. O zamanlar Ülker Sokak’ta, Pürtelaş’ta çalışan arkadaşlar “24 saat uyumuyorduk” diye anlatıyorlar. Arabalar sokakta kuyruk oluşturuyordu. Genelev müşterileri azalınca, Matild Manukyan hemen müdahale edin demiş. Oradaki kadınların dostları filan toplanmışlar, sokağa baskı yapmışlar, evleri basmışlar.

Travesti ve transseksüeller arasında bir dayanışma, resmen olmasa da bir örgütlülük var mı, yoksa daha çok rekabet hali mi hâkim?

Rekabet hâkim. Benim için çok büyük bir problem bu. Beş senedir bunun için çalışıyorum. Hatta son altı aydır bu konuda acayip yoğunlaştım. Acaba nasıl bir formül bulunur ki, biraz örgütlenelim. Maalesef, seks işçiliği içinde acayip asosyalleşiyorsun. Hayatında sadece para, erkek, sigara, giyim kuşam kalıyor. Diyelim otobana çıkanlar, akşam otobana çıkıyor, eve geliyor yatıyor, sabahleyin kalkıyor, kahvaltı yapmadan direkt kuaföre gidiyor. Tek buluşulan mekân kuaförler. İşin içine para girdiğinde de acayip bir rekabet. Biri “ben şu kadar para yaptım” diyor, öteki buna “sen çirkinsin, erkekler sana bakmaz” diyor. Bütün muhabbet bunun üzerine.

Belli bir tarife var mı?

Bir ortalama vardır. Travestiler gecelik çıkmıyor, pek nadirdir gece kalan. “Şipşak” ya da “uzun” deniyor. Demin bahsettiğim sokaklar, fiyat olarak genelevi takip ediyor. Mesela şu an, 10 milyon filan herhalde.

Bu, şipşak dediğinin tarifesi mi?

Öyle, genelde öyledir, giriyorsun, çıkıyorsun, fazla durmak yok. Otostop yapanlar biraz daha farklı. Onlar, 15-20 milyon alıyor, çünkü daha riskli. Bir de sürüm mantığı vardır ya, sürümden kazanırsın, orda bir-iki kişiyle kalındığı için daha fazla istiyorlar. Kulüplerde çalışan bir transseksüelse, en fazla gecede üç müşteri çıkarır, o da pek nadirdir. Ortalama bir tane çıkarabilirler. Orda daha fazla istiyorlar, 50 milyondan başlıyor.

Hortum Süleyman’ın Beyoğlu’na gelme sebebi travestileri, transseksüelleri, eşcinselleri yok etmekti. Adamın garip bir homofobik takıntısı, bir eşcinsel düşmanlığı vardı. Adam transseksüel, eşcinsel, travesti düşmanı, Kürt düşmanı ve seyyar satıcı düşmanı… En ezilen kesimlerin düşmanıydı.

Otostop yapanların gecede ortalama kaç müşterisi olabiliyor?

Valla kaç kişiyle yattıklarını bilmiyorum, ama gecede ortalama 300-400 milyon kazanıyorlar.

Evlerdekiler?

Evlerdekiler de gecede 500-600 , hatta 1 milyara yaklaşanlar bile var. Düşün artık, 10 milyondan kaç kişi oluyor? Ama bir de bahşiş var, 10 milyondan içeri alınıyor. Genelevden farklı bir yönü var, daha serbest oldukları için, parayı ev sahibiyle yarı yarıya paylaşıyorlar. Bahşişle o kadar fazla para kazanıyorlar.

Ev sahipleri kim?

Yine transseksüeller. Tabiri caizse, pezevenklik yapıyorlar.

Travesti ve transseksüellerin müşterilerinin şipşak yatmanın dışında istekleri de olmuyor mu?

Düzenli müşterilerine lâkap takıyorlar, mesela bir tanesine Kadın Hakkı diyorlardı. Kız gibi gelip gidiyor, giyinişi de öyle. Hep pasifmiş, hiç aktif olamıyormuş. Hatta başka müşterilere “bu böyle böyle, yapar mısın?” diyorlarmış. (gülüyor) Sonra, kırbaçlanmak isteyenler var. Kırbacını ya da copunu da yanında taşıyor. Transseksüellerin bazılarında aktiflik yoktur ya, vibratörlerini bile yanında taşıyanlar var. (gülüyor) Bir arkadaşım anlattı bana, bir evde çalışıyor Ülker Sokak’ta, bir adam sokağa giriyor. Adam aşırı uzun boylu, yakışıklı da, Kadir İnanır gibi bir şey. Sokakta ayak sesleri çınlıyor. Yürüyor, camdaki arkadaşıma bakıyor. Arkadaşım çağırıyor. İçerde yine aynı öyle erkek. Elini arkasına atıp silahını çıkarıyor, masanın üstüne koyuyor. “Kaç para istiyorsun?” diye soruyor. O da atıyor, “100 dolar” diyor. Hani kalmasın, caydırıcı olsun diye. Adam tamam diyor. “Ay bu adam belâ” diye düşünüyor arkadaşım, adam parayı da vermiş. “Canım sen soyun, ben geliyorum” diyor arkadaşım. Tuvalete gidip kamufle etmeye çalışıyor kendini, dar külot giyiyor, şeyi belli olmasın diye. Bir şekilde oyalarım diye düşünüyor. İçeri bir giriyor, ay, yatakta biri yatıyor ama, deminki adam değil, kırmızı bir jartiyer, kırmızı bir sutyen, iri yarı bir adam ya, zar zor bağlamış. Kılları göğsünden fışkırmış. Ama öyle bir poz vermiş ki, Ahu Tuğba’ya hakaret olacak, öyle bir poz. (gülüyor) İnce bir sesle “gel kocacım” diyor. Aa! Adam “gel kocacım” diyor! (gülüyor) Arkadaşımın o kadar korktuğu adam bu halde. Bu iyice şaşırıyor. Bütün transseksüellerin evinde korunmak için silahlar vardır; bunlar sopa ve şişedir. Demet’in de bir sopası var, özel yaptırmış, plastikten, içine su doldurmuş, bayağı ağır, kafalarına da demir takmış. Arkadaşım almış bunu eline, demiş “ben bu adamı dövecem“. Ay, o dövdükçe adamın nasıl hoşuna gidiyor, biliyor musun? “Ay vurma kocacım!” diye incecik bir sesle bas bas bağırıyor… (gülüyor) Arkadaşım daha para istiyor, “al bütün param senin olsun” diyor adam. Bu arada, adam zevk almış meğerse, boşalmış. Ondan sonra giyiniyor, kuşanıyor. “Sen benim ne iş yaptığımı biliyor musun?” diye soruyor. “Ben bilmem ne ilçesi Ülkü Ocakları başkanıyım.” Ay, allahım! O adam kim bilir kimin babası, kimin abisi, kimin oğlu? Kim bilir bunun karşısında insanlar nasıl titriyor.

Başka böyle vakalar var mı?

Dolu… (gülüyor) Bir keresinde de, otostop yapan transseksüel bir arkadaşımın önünde bir Mercedes duruyor. Aa, 20 yaşlarında genç bir kız arabayı kullanıyor. Arkadaşımı çağırıyor, o da herhalde tanışmak istiyor diye düşünüyor. Bazen öyle oluyor, kadınlar arabaya alıyor, bazen aileler alıyor. “Biz sizi çok seviyoruz, bilmem ne“.

Solculuk üzerine benim teorim hiç yok. Mesela Marx’ı filan hiç okumamışım. Beni sola iten, bir, Kürt olmam. İkincisi de transseksüel olduktan sonra yaşadıklarım, ezilişim. Benim solculuğum pratik üzerine kurulu. Kabullenmediğim şeyler vardı: Kadınlık bu olmamalı diyordum, bir de seks işçiliğine karşı olmam…

Öyle şeyler oluyor mu hakikaten?

Tabii tabii, bir keresinde benim de başıma gelmişti. Beni Merter’e götürmüşlerdi. Bütün komşuları geldi, ay beni nasıl seviyorlar, bırakmıyorlar. “Size yapılan şiddeti görüyoruz, üzülüyoruz” diyorlar, “yardım etmek istiyoruz“. Börek yaptılar bana, ikram ediyorlar. Ay yarabbim! “Burada boş bir daire var, gel burada otur, biz sana bakarız” diyorlar. Yaşlı kadın geliyor, oğlu, gelini geliyor… Neyse… O Mercedes’teki kadını da arkadaşım böyle bir şey gibi sanıyor, arabaya biniyor. Kız “kaç para istiyorsun?” diye soruyor. Aa! Arkadaşım “ben transseksüelim ayol” diyor. “Biliyorum, sen söyle kaç para istiyorsun?” diyor. Yüz dolar mı, yüz mark mı ne diyor. Kız “tamam” diyor. Aa! “Ben kadınım, yapamam, sen ne yapmaya çalışıyorsun?” diyor arkadaşım. Kız “Sen bana bir şey yapmayacaksın, seni kocama götürüyorum” diyor. “Al paranı da, al bu kadar da bahşiş” diyor. Boğaz’da, Bebek tarafında bir yere götürüyor. Gösterişli bir site. İçeri girer girmez, arkadaşım neye uğradığını şaşırıyor. Duvarda Türkeş’in fotoğrafları, ülkücü camiadan başka fotoğraflar, kurt resimleri bilmem ne… Ay Allahım! Böyle bir yer. Arkadaşımı bir odaya götürüyor, bir adam uzanmış, hani filmlerde olur ya, şişman, bıyıkları aşağı doğru… “Oo, buyrun, hoş geldiniz, nasılsınız, ne içersiniz” falan… Beş dakikada sofra kuruluyor. Sohbet ederken, kızın eskiden kapıcının kızı olduğu ortaya çıkıyor. Adam para vermiş, kızı almış. Kız adamdan genç bayağı. Adam arkadaşıma sormuş, “ameliyatlı mısın?” diye, o da “değilim” demiş. “Hangimizi vuracaksın, beni mi kadını mı?” diye soruyor. “Ayy!” diyor, “ben hiçbirinizi yapamam, ama grup istiyorsanız katılırım“. Adam hayıflanıyor. O da para veriyor, bahşiş olarak. Bu arada, kız gelinlikli düğün resimlerini getiriyor, adamla evlenmiş, düğün kasetlerini seyrediyorlar, kapalı bir gelinlik giymiş. Adamın ailesiyle, kendi ailesiyle görüştüğü zamanlar kapanıyormuş. Böyle garip bir aile kurumunda yaşıyorlar. (gülüyor) Bir de diş doktoru bir müşteri var. O da aynı şekilde, karısıyla beraber grup istiyor. Bir arkadaşını da çağırıyor, subay bir arkadaşını. Çok komik. (gülüyor) Daha kozmopolit. (gülüyor) Bir transseksüel, karısı lezbiyen, erkek arkadaşı… Erkek arkadaşı hepsini düzüp gidiyor… (gülüyor)

Travestilerle, transseksüellerle hem ilişki kurup hem de onları aşağılama, küfretme yaygın mı?

Tabii tabii, adam işini bitirdikten sonra “sen niye bu mesleği seçtin?” diyor. Bir kere meslek olarak görüyorlar. Allah allah! Demek sen geliyorsun ki, yapılıyor! Sen niye yapıyorsun? Farkı ne? “Ben erkeğim“. “Ee, ben de erkeğim, hemcinsinle yapıyorsun“. İşi bittikten sonra küfredenler çook. Ama en çok gelen de onlar. Kimi içerde cesaret edemiyor, dışarı çıkınca bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, cama taş atıyor… Eşcinselliği ortaya çıkınca kabullenemiyor. Cinsel tatmin olduktan sonra, pişmanlık da duyuyor.

Senin hiç uzun bir aşk ilişkin oldu mu?

Yok. Ben aşk yaşadım zannediyorum, ama yaşamadım. Halen de bilmiyorum aşk nasıl bir şey… (gülüyor)

Solcular sosyalizm geldikten sonra nasıl bir yaşam olacak, bunu pek sorgulamıyor. Kadınların hayatı nasıl olacak? Eşcinsellerin durumu ne olacak? Aile kurumu devam mı edecek? Hayat nasıl dönüşecek? İşçi sınıfı üzerinden gelecek bir iktidarın öbür iktidardan hiçbir farkı olmaz ki. Sadece ekonomik eşitlik hiçbir şeyi çözmez.

En uzun süreli ilişkin ne kadar sürdü?

Beş sene. Çok uzun, çok iğrenç bir hayatım oldu. Evden kaçıp aileden koptuğum dönemdi. İlk başlarda çok güzel oldu. Ondan sonra, acayip kirli bir ilişki. İlk zamanlar çalışıyordu, hatta beni bir süre çalıştırmamıştı.

Nasıl tanışmıştınız?

Aksaray’a gittiğimde tanışmıştım. 17 yaşında filanım. “Genç çocuk düşmüş” durumu… Herkes yapmaya çalışıyor. O beni sahiplendi. Onun sahiplenmesi benim çok hoşuma gitti.

O kaç yaşlarıdaydı?

25 yaşındaydı. Gerçekten, ilk zamanlar çok güzel geçti. Bir sene bana hep o baktı.

Ne iş yapıyordu?

Birahanede şef garsonluk yapıyordu, ama sonra işletmesini aldı. Güzel de para kazanıyordu. Eve geldiğinde, ne kadar para kazanmışsa, yarısını bana veriyordu.

Sen ev kadını gibi mi davranıyordun?

Tabii, garip bir ilişkiydi. Ay ne kötü bir şey şimdi hatırlayınca… (gülüyor) Çoraplarını yıkıyordum, küloduna varana kadar hepsini ütülüyordum, gömleklerini yıkıyordum, yemeğini yapıyordum, tamamen karıkoca muhabbeti… Sonra çalışmayı bıraktı, beni çalıştırmaya başladı, onun ihtiyaçlarını da ben karşılıyordum, kakılmış bir hayatım vardı. Derken, bazı şeylerin bilincine varıyorsun ya, “bunu mutlaka bırakmam lâzım” dedim ve terk ettim.

Seni dövdüğü, şiddet uyguladığı oluyor muydu?

Oluyordu, ama karşılığını da alıyordu. (gülüyor) Ben onu daha çok sarhoşken dövüyordum.

İçkici miydi?

Çok içiyordu. Sonuçta, klasik bir maço erkekle karısının ilişkisi gibiydi. Kıskanıyordu, bir yere bırakmıyordu, neler çektim o iğrenç şeyden.

Esmeray ismini nasıl aldın?

Transseksüel olmadan önce bile bana Esmeray diyorlardı, biliyor musun? Bir gün Aksaray’daki eşcinsel arkadaşlarımla görüşüyorum, beni çok seviyorlar, çok doğal buluyorlar. İçlerinden biri “sen çok hoşsun, çok farklısın, senin ismin Esmeralda olsun” dedi. Sonra, öteki arkadaşlarım Esmeralda diyemediler, Esmeray dediler, öyle kaldı.

Şarkıcı Esmeray’ı beğenir miydin?

Nefret etmiştim o kadından. (gülüyor) Hiç sevmiyordum.

Asker şarkıları söylediği için mi?

Yoo, garip bir kadındı, bilmiyorum.

Askerlikten nasıl yırttın?

(gülüyor) Çok küçük yaşta transseksüel olduğum için şanslıydım. Bu şekilde gittim rapor almaya. Çok havalıydım, çok dekolte bir şey giydim. Ay çok komikti ya… (gülüyor) Kasımpaşa askerlik şubesine gittim. Kuyruk oluşmuş. Kimisi hasta, kimisi sakat, kimisi deli herhalde… Hepsi rapor almak için orada. Beni gördüler, “bayana yol verin” dediler, kuyruğa sokmadılar. Bir kadın vardı, artık alışmış, “Ben rapor almak istiyorum” dedim. “Ablaya ne aldın kız?” dedi. Çabuk olsun diye rüşvet olarak ufak tefek hediyeler götürüyorlarmış. “Ben hiçbir şey almadım” dedim. “Yarın gelirken ablaya bir karton Samsun getirirsin” dedi. Ertesi gün aldım, götürdüm, “hediyem olsun”. Kadın bir şeyler yazdı çizdi, “albayla görüşeceksin” dedi. “Aa, doktor yok mu?” dedim. “Albay zaten doktor” dedi. Kapıyı vurdum, içeri girdim. Bayağı yaşlı bir adam. 60 vardı herhalde, bir şeyler yazıyor. “Buyrun” dedi. Ben “merhaba” dedim, o zannediyor ki karşısındaki erkek. Sonra beni gördü, bir daha baktı, bir daha baktı, gözlüklerini çıkardı, “bir şey mi istiyorsun kızım?” dedi.

Sen üstünde etekle filan mı gittin?

Tabii. Heyecandan “asker olmaya geldim” dedim. (gülüyor) Adam “bir şey içer misin” dedi. “Ay” dedim, “bir soğuk su olursa, içerim vallahi“. Hemen sekreteri çağırdı, o da su içti. (gülüyor) “Kızım” dedi, hâlâ kızım diyor, ama o adam çok iyiydi ya, askerlerin de çok iyisi oluyormuş demek ki “bu halde seni askere gönderemeyiz, mümkün değil“. “Bir doktor heyetine görün, onlar karar verirler” dedi. “Ben zaten rapor almak için gelmiştim” dedim, “heyecandan öyle söyledim”. Adam rahatladı, “hah, oldu” dedi. Gümüşsuyu askerî hastanesine sevk etti beni. Orada hariciye, dahiliye, psikolog, hepsine gidiyorsun. Orada, aaa, anüsüme baktılar. Çok iğrenç bir şekilde bakıyor, biliyor musun? Eğil diyor. Aslında o kadar yapmaya hakları yok. Neyse, bütün muayeneleri atlattım. Heyete girdim. O iyi albay doktor var ya, çok iyi bir şey yapmış, oraya gerçek isimlerimizi yazmamış. Kuyruktan kız ismimizle, transseksüel ismimizle çağırıyorlar. İçerde yirmi kişilik heyet, albay, subay, bilmem ne, şu bu… Yok göğsünü çıkart, yok bilmem ne… Albay rica etti, “kural böyle maalesef, göstermen gerekiyor” dedi. Çıkardım, gösterdim. Biri “gence göster, gence” dedi. Sinirlendim, çıktım. Aradan yarım saat geçti, tekrar çağırdılar, girdim, rapor verdiler.

Ne yazıyordu raporda?

Aşırı homoseksüel bozukluk… (düşünüyor) Askerliğe elverişsizdir. Homoseksüellik hastalık olarak görülüyor. Hasta, sakat gibi…

Polisle başın çok derde girdi mi?

Çoook! Mutlaka giriyor başın derde, her zaman başın dertte.

Sen de saçlarının kazınması, dayak gibi işkencelere maruz kaldın mı?

Saçım hiç kesilmedi. Gerçi polise güven olmuyor ama, konuşmasını bilmekle de alâkası var. Bir keresinde bir grup transseksüel birlikte alınmıştı. Onlara “soyun” denince, hemen soyunuyorlardı. Hiç itiraz yok. “Yat” diyor, hemen yatıyorlar. Ben “asla yapmam” dedim, “asla soyunmam“. Niye soyunayım, ne gerek var? “Üst aramamı yaptınız. Elinizdeyim şu an. Niye soyunayım? Şu an sen beni taciz ediyorsun” dedim.

Yani haklarını bilip direnince o kadar üstüne gelinmediğini mi söylüyorsun?

Tabii, gelemiyorlar, “bu çok şey biliyor” diyorlar. Ötekiler hemen soyunuyor, her söyleneni yapıyor. Ama polislerle çok kavga da ediyorlar… Karakolda süngüleri düşüyor, acayip bir durum ya! Sokakta karakola gitmemek için direniyorlar. Çok zor durumda kaldı mı, cinsellik girdi mi işin içine, hoşlarına da gidiyor hatta, çıkarıyorlar göğüslerini felan…

Dayak yedin mi hiç?

Bu yüzden de bayağı dayak yedim, inat ettiğim için, soyunmadığım için…

Poliste en uzun ne kadar kaldın?

En uzun bir hafta kaldım. Hortum Süleyman’ın muavini mi ne, tek yıldızlı bir komiser almıştı… Hortum o zaman iki yıldızlıydı. O muavin beni çok kötü dövmüştü. Her tarafım mosmordu, Hortum Süleyman o derecede vurmuyordu. Karşı geldiğin, küfrettiğin zaman çok vuruyordu. Travestinin biri bir gün buna “ananı bilmem ne yapıyım” dedi, dayaktan öldürdü onu, kafasını taşın üstüne koyup ayağıyla vurdu, kulağından kan geldi, o derece… Genelde, bir-iki tane vuruyor, duruyordu. Bu adam çok kötü dövmüştü. Hortum Süleyman geldiğinde gösterdim. Morluklar geçsin de şikâyetçi olmayayım diye bir hafta tuttu beni.

Hortum Süleyman’ın bu kadar efsaneleşmesinin nedeni sence ne?

Hortum Süleyman’ın tek yoğunlaştığı iş buydu. İstanbul’a, Beyoğlu’na gelme sebebi travestileri, transseksüelleri, eşcinselleri yok etmek. Adamın garip bir homofobik takıntısı, bir eşcinsel düşmanlığı vardı. Sürekli uğraştığı için nam saldı, yoksa Hortum Süleyman’a varana kadar… Adamın efsaneleşmesinin nedeni Ülker Sokağı yok etmesiydi. Adam transseksüel, eşcinsel, travesti düşmanı, Kürt düşmanı ve seyyar satıcı düşmanı… En ezilen kesimlerin düşmanıydı.

Onunla çok karşı karşıya geldin mi?

Çook. En çok benimle uğraşırdı. Bir de, hemşericilik var ya, o Erzurumluydu, ben Karslıyım, “vay Kars’tan nasıl ibne çıkar!” diye… Günlerce tutuyor, dövüyor… Ama yeri geldiği zaman da, sözcü gibi beni çağırıyordu. “Arkadaşlarına söyle, evlerini terk etmeye ikna et” Ben karşı geliyordum.

Transseksüellerle ilgili sözlü bir tarih çalışması ya da başka bir biçimde, olanları, yaşananları tarihe geçirmek istiyorum. Bir iz kalsın. Asıl önemlisi, örgütlenme çalışmaları. Nasıl örgütlenmeli konusuna yoğunlaştım.

Politikleşmen, solcu olman nasıl oldu?

Kendime solcu demem ne kadar doğru olur, bilmiyorum. Solculuk üzerine benim teorim hiç yok. Mesela Marx’ı filan hiç okumamışım. Beni sola iten, bir, Kürt olmam. İkincisi de, transseksüel olduktan sonra yaşadıklarım, ezilişim. Benim solculuğum pratik üzerine kurulu. Kabullenmediğim şeyler vardı: Kadınlık bu olmamalı diyordum, seks işçiliğine karşı olmam… Demet’in ÖDP’ye üye olduğunu biliyordum. ÖDP’ye gittim. Programını, tüzüğünü okudum. Çok güzeldi. Farklı insanları sahiplenme gibi çok net bir tavrı vardı. O hoşuma gitmişti. Orada rahat edebileceğimi düşündüm. Üye oldum. Sonra, partiye bir emek vermem gerekiyor diye düşündüm. Bir toplantıya katılmak istiyordum. Siyaset nasıl yapılıyor? Derdimi nasıl anlatacağım? Nasıl birlikte mücadele edeceğiz? Baktım, herkes farklı konuşuyor, her grubun farklı düşünce biçimleri var. Sonradan, arkadaşlardan öğrendim, farklı grupların oluşturduğu bir parti olduğunu anladım. Kurtuluş, Dev-Genç… Dev-Genç miydi, yanlış söylemeyeyim, Dev-Yol, Troçkistler, eski komünistler felan… O yüzden de adını Özgürlük ve Dayanışma koymuşlar. Eşcinsellerin, hayvanseverlerin, anarşistlerin, marjinal kesimlerin, muhaliflerin oluşturduğu bir şey… Kulağa çok güzel geliyor. Bir cennete düştüğümü zannettim. Herkes burada eşittir, ilişkiler çok güzeldir, kadın-erkek sorunu yoktur, kesinlikle burada tacize uğramıyacağım… Ama yok, zaman geçtikçe, her şey daha iğrenç hale geliyor… Sokaktaki erkeğin sana nasıl davranacağını biliyorsun, ama burada belli bir mücadele vermiş, kendine solcuyum diyen bir adamın bana kalkıp tacizde bulunması çok ağır bir şey.

Nasıl bir tacizdi bu?

Direkt taciz etse, dokunsa, fiziksel bir tacizde bulunsa, belki daha rahat olacak. Ben tepki göstereceğim. Ya da beni çağırsa, “benim şöyle bir isteğim var, sen ne diyorsun?” dese.. Ben de cevap vereceğim. Göz tacizi çok ağır.

Amacı seni rahatsız etmek mi, seninle beraber olmak mı?

Amacı benimle yatmak. Ama solculuk onu engelliyor. Sosyalist ya… Direkt bir-iki tane böyle açık taciz oldu. Takip etme ya da söylemeye çalışma, ama tam söyleyememe… O iki kişiyi disiplin kuruluna verdim. Disiplin kurulu altı ay kınama cezası kararı aldı. Bir de en ön saflarda, en devrimci sloganlar atan birisi. O beni şok etti. Sinemada beni taciz etmişti, hem de ağır bir taciz. Tuvalette arkama geldi, kavga ettim… Solcular sosyalizm geldikten sonra nasıl bir yaşam olacak, bunu pek sorgulamıyor. Kadınların hayatı nasıl olacak? Eşcinsellerin durumu ne olacak? Aile kurumu devam mı edecek? Hayat nasıl değişip dönüşecek? İşçi sınıfı üzerinden bir devrim… İşçi sınıfı üzerinden gelecek bir iktidarın öbür iktidardan hiçbir farkı olmaz ki. Yine kadın aynı durumda olacak. Sadece ekonomik anlamda eşitlik hiçbir şeyi çözmez. Sadece işçi sınıfı üzerinden olmaz… Bence feministleri, eşcinselleri, transseksüelleri dışlayan bir şey solculuk olamaz. ÖDP benim için hayal kırıklığı oldu. Bir transseksüel bir göreve adaylığını koyduğu zaman, en büyük oyu o alıyordu, ama diyelim gözaltına alındığın zaman, bir sahiplenme yok. Beş sene çalıştım ÖDP’de, o süre boyunca hep herkese iş aradığımı söylüyordum, toplantılarda söylüyordum, faks çektim bütün ilçelere, panoya astım. Bana iş verebilecek pozisyonda o kadar çok insan vardı ki. Ama yok. Oraya gelince, demokrasi filan her şey bitiyor. Şimdi bunu yapmıyorsun, kalkıp devrimden, hayatı değiştirip dönüştürmekten bahsediyorsun. İlk önce kendi hayatından başlaman gerekmez mi?

Başka meslekler yapabilme şansı olan transseksüel arkadaşın var mı?

Çok nadir. Ben çalıştım birkaç işyerinde. Şu an çalışmıyorum. Çok samimi olduğum bir transseksüel arkadaşım var, İnsan Kaynaklarını Geliştirme Vakfı’nda çalışıyor. Onun dışında, mühendis bir arkadaşım var, transseksüel, seks işçiliği hiç yapmamış; inşaat mühendisi. Özelde olduğu için rahat. Bir de Leyla’yla tanışmayı çok istiyorum. Çavuşoğlu Koleji’nin basketbol koçuydu. Tanışmak kısmet olmadı. O çok direndi, gerçi bireysel bir mücadele yürüttü, biraz kırgınlığım var ondan ama, yine de çok önemli direnmesi. Bireysel de olsa, teslim olmadı.

Bundan sonrası için önüne hedef olarak koyduğun, en arzu ettiğin şey ne?

Transseksüellerle ilgili çeşitli çıkışlar oluyor, Ankara’da yeni bir oluşum var, İnsanca Yaşam Platformu oluşturmuşlar. Olsun tabii, olması lâzım ama, konuştuğun zaman, sanki ANAP’ın kadın kolları gibi. Biz çok toplumsallaştıramamış olsak da, bayağı bir emek sarfettik. Özellikle son altı aydır buna çok yoğunlaştım. Transseksüellerle ilgili sözlü bir tarih çalışması ya da başka bir biçimde, olanları, yaşananları tarihe geçirmek istiyorum. Bir iz kalsın. Asıl önemlisi, örgütlenme çalışmaları. Nasıl örgütlenmeli konusuna yoğunlaştım. Bazı çıkışları devlet de, polis de destekliyor. İçini boşaltmak, magazinleştirmek istiyorlar. “Bir de böyle bir renk var...” (gülüyor) Ben sistemin oluşturmak istediği bir şey olmasını istemiyorum, içi boşalmasın. Emekler boşa gitmesin. Hayatımız delik deşik, bütün transseksüellerin hayatı delik deşik. Kadınlar tarafından da dışlanıyorsun. Irk ırkı eziyor, zengin fakiri eziyor, Türkler Kürtleri eziyor, Kürtler Çingeneleri eziyor, bunların hepsi topyekûn biz travestileri, transseksüelleri eziyor. Hepsinin dışındayız.

Postexpress, sayı 15, Temmuz 2002

^