Cinsiyet eşitliğine, kadınların eğitim hakkına adanmış bir yaşam. Sırasıyla önce vatanı İran’ı, ardından Afganistan’ı terk etmek zorunda kalan, insan hakları savunucusu Maryam Janikhushk’un ailesiyle son durağı, tehlikeli bir yolculuğun ardından vardığı Midilli adası. Moria Kampı’nın sefil ve tehlikeli şartlarında bile bildiği doğrulardan vazgeçmeyen, hapishane şartlarında örgütlenen Maryam Janikhushk’un göz yaşartan hikâyesine kulak veriyoruz.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Maryam Janikhushk: 1978’de İran’da doğdum. İran’da eğitim planlaması, Afganistan’da ise coğrafya ve kartografi okudum. 2019 ocak ayından beri Midilli’de göçmenim. Evliyim. Biri 11, diğeri 4 yaşında iki kız çocuğum var. Adaya vardıktan bir hafta sonra Moria göçmen kampının ilk kadın cemaat önderi (community leader) seçildim. Altı ayın ardından kamptan ayrıldım ve ailemle birlikte adanın merkezine, Mitilini şehrine yerleştim. Önce Sınır Tanımayan Doktorlar derneğinde kültürel aracılık yaptım. Şimdiyse Yunan sivil toplum kurumu Diotima’da toplumsal cinsiyete dayalı şiddet üzerine çalışıyorum. 11 yaşındaki kızımı, Arzu’yu da bir devlet okuluna yazdırmayı başardım. İki ay önce ilk sığınma mülâkatımız gerçekleşti. Şimdi sonucunu bekliyoruz.
İran’da nasıl bir hayatınız vardı?
Ailemin birçok üyesi gibi İsmaili cemaati adına eğitim ve sosyal hizmet alanlarında çalışıyordum. Ayrıca cemaati tanıtmayı, İran’ın en ücra köşelerine, uzak köylerine kadar sesimizi taşımayı istiyordum. Birçok başka şey gibi böyle bir çaba da İran’da oldukça tehlikeli. Faaliyetlerimizi gizli yürütüyorduk. Fakat zamanla tehditler arttı ve 2002 yılında Afganistan’a göç etmek zorunda kaldım.
O yıllarda Afganistan’da siyasi atmosfer nasıldı?
Görece iyi yıllardı. Taliban’ın etkisi azalmıştı, Hamid Karzai devlet başkanı olmuştu. Karzai Pakistan’daki göçmenlere ülkeye dönme çağrısı yaptı. Ülkeye “Taliban gitti, barış geldi” diye özetlenebilecek bir hava hâkimdi. Ben de hayalimdeki mesleğe devam edeceğim için çok mutluydum. Böylece Kabil’de yine öğretmenliğe başladım. Bu sefer göçmenlerle çalışıyordum. Eşimle bu ortamda tanıştım. Özellikle kadın hakları, cinsiyet eşitliği, göçmen eğitim hakları gibi konularda faaliyet gösteren birçok dernekte çalıştım. Kabil’de bir eğitim merkezi kurdum. Ardından Taliban döneminde dahi çalışmalarına devam edebilmiş bir İsveç kurumunda (Sweedish Community for Afghanistan) çalışmaya başladım. Kendimi geliştiriyordum. Kurduğum dernekte üst düzeyde yönetici konumundaydım. Bunu başaran ilk kadındım. Kuzey Afganistan’ın dokuz şehrinde eğitim yönetimlerine odaklanmıştık. Eğitim olanakları ve mekânları sağlamanın yanısıra topluluk temelli eğitim veriyor, eğitime erişememiş kadınlara hizmet götürüyor, öğretmenler için özel eğitim programları hazırlıyorduk. 2002-2018 arasında Sri Lanka, Hindistan, Pakistan ve İran’da sayısız eğitime katıldım. Türkiye’de de 2016’da Afgan göçmenlerin durumunu inceleyen bir çalışmada yer aldım.
Afganistan’da kız çocuklarının, kadınların eğitim hakkını savunduğum için hedef haline geldim. Çocuk gelinlerin sayısı inanılmaz fazlaydı. Köyleri gezip eğitimin önemini anlatıyordum. Bu faaliyetlerim Taliban taraftarlarınca büyük tepki topladı.
Afganistan’da ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Kız çocuklarının ve kadınların eğitim hakkını savunduğum için hedef haline geldim. Çocuk gelinlerin sayısı inanılmaz fazlaydı. Onları eğitime katmak için çabalıyordum. Köyleri gezip eğitimin önemini anlatıyordum. Onların anlayacağı dilden konuşuyor, mesela “siz kadın doktorları tercih ediyorsunuz, ama kızlar okumazsa nasıl kadın doktor yetişecek?” diyordum. Bu faaliyetlerim Taliban taraftarlarınca büyük tepki topladı. Tehditlerin ardı arkası kesilmedi. Sürekli takip ediliyor, sosyal medyada hedef gösteriliyordum. Çocuğumu okulda sıkıştırıp korkutuyorlardı. Çalıştığım dernek dört tane güvenlik görevlisi tutmak zorunda kaldı. Büyük bir tedirginlik içinde yaşıyorduk.
Bu yüzden mi Afganistan’dan ayrılmaya karar verdiniz? Yunanistan’a nasıl vardınız?
2018’de çatışmalar yaşadığımız bölgeye, kuzeye de sıçradı. Aslında aç ve açıkta değildik. Ama çocuklarımızın geleceği için ülkeyi terk ettik. Önce Ankara, İstanbul ve sonra korku dolu bir yolculuğun ardından Midilli adasına vardık. Çaresizlik insana her şeyi yaptırıyor. En fazla on beş kişinin binebileceği botta elli kişiydik. Çocukları bota sanki bir kamyona çuval fırlatır gibi fırlatıyorlardı. Düşünmek ve vazgeçmek için zamanın yok, her şey çok hızlı yaşanıyor, bota bindin bindin. Bütün zorlukları, umutlarımızı, hayatımızı şişme bir bota koyduk. Kaçakçı aramızdan birine botu kullanma talimatını verdi, ona “işte orası Yunanistan, o tarafa süreceksin” dedi. Karanlıkta bir bilinmeze doğru gidiyor, sanki hayatımızın sonuna doğru ilerliyorduk. Sonunda ışık mı var, yoksa ölüm mü, bilmiyorduk. “Belki Afganistan’da bir bombayla ölecektik, ama belki de şimdi denizde boğulacağız” diye geçiriyordum içimden. Çocuklarım yol boyunca gözlerini açmadı. İfade edemeyeceğim bir üzüntü duyuyordum. Aradan bir saat geçti, bir baktım sırılsıklamım. Botun yaması yırtılmış. O an çocuklarıma baktım ve sadece Allah’la konuştum. Zaman mefhumunu yitirmiştim. Sanırım üç buçuk saatin ardından adaya vardık. Kıyıya vardığımızda botun yarısı suyla dolmuştu. Ardından Moria kampındaki sefil şartlarla karşılaşınca bir büyük şok daha yaşadık.
Nasıl bir karşılaşmaydı bu?
Moria hayal edebileceğinden çok daha berbat, berbattan öte, çok üzücü bir yer. Yoldayken aklımızda farklı bir Avrupa hayali vardı. Zorlukların sona ereceğini zannediyorduk. Kamp insanların ruh halini çok kötü etkiliyor. Özellikle Moria’da sağlık, eğitim ve hukuki danışmanlığa ulaşmak çok zor. Her akşam kavga çıkıyor. Etrafta silahlı, bıçaklı, sopalı insanlar dolaşıyor. İnsanlık dışı koşullar Moria’da yaşayanları öfke ve tahammülsüzlüğe sürüklüyor. Başvuru sonucu ret alan kişilerin kaybedecek hiçbir şeyi kalmıyor. Öfkelerini kontrol edemiyorlar. Akıl sağlığını korumak çok zor. Kampta çığrından çıkmış bir uyuşturucu pazarı var. Uyuşturucuların ne olduğu belli değil. Bir yanda uyuşturucu kullanmadan tahammülü zor yaşam koşulları, diğer yanda uyuşturucuyla saldırganlaşan çeteler söz konusu. Özellikle çocuklarım için çok endişelendim. Çadırda kendimi hapishanede gibi hissediyordum, tehlikelerle dolu olsa da Afganistan’daki yaşantımı, evimi düşünüyordum.
Moria’daki insanlık dışı şartları değiştirmek için büyük çaba harcadınız, biraz anlatır mısınız?
Kaydımı yaptırır yaptırmaz bir silkelendim. Tüm gün çadırda oturup işlerin düzelmesini bekleyemeyiz. Sosyal hizmet alanında uzmanım. Kamptaki ikinci günümde gönüllü İngilizce dersleri vermeye, akşamları klinikte kadınlar için Farsça-İngilizce tercümanlık yapmaya başladım. Bir hafta sonra aralarında yaşlıların da bulunduğu bir Afgan grup geldi. Afganistan’daki çabalarımı biliyorlarmış. Cemaate önderlik etmemi istediler. Çok zor bir görev, ama aralarında yaşlılar da bulunduğu için teklifi reddedemedim. Kadınlar tek başına her şeyi başarabilir, bunun farkındayım, ama el ele vermemiz çok önemli.
Kampı “Moria Business Centre” diye adlandırıyorum. İnsan kaçakçıları, uyuşturucu pazarı, kadın ticareti, hırsızlık… Ne ararsan var. Anakaraya çıkış evraklarını alabilmiş göçmenlerin kimliklerini çalıp fahiş fiyatlara satıyorlar.
Bu göreve seçilince ne gibi sorumluklar yüklendiniz?
Cemaat önderleri gerek Yunanistan, gerekse Birleşmiş Milletler yetkilileriyle iletişimi sağlıyor. Halkının sorunlarına çözüm arıyor. Çok büyük sorumluluk. Gecenin bir vakti kavgaları ayırmam için çadıra geliyorlardı. Kadın hakları, şiddet ve cinsiyet meselesine Afganistan’da çok kafa yormuş, birçok vakayla karşılamıştım. Aynı sorunları Avrupa’da görünce şok geçirdim. Moria’daki durum Afganistan’dan kötüydü. Şunu aklım almıyordu: Ülkelerinden ayrıldılar, daha iyi bir hayat için buraya geldiler, neden burada bu kadar sorun yaşıyorlar? Bir haftanın ardından yaşlılara “bana güvendiniz ama, ben bu işi yapamıyorum” dedim. Yine de bırakmama izin vermediler. Eşim de çocuklarla ilgilenerek destek olacağına söz verdi. Afgan topluluğundan kadın bir lider çıkması da Yunan ve Avrupa otoritelerini olumlu yönde etkiledi. Göçmenlerle yetkililer arasında ciddi iletişim sorunu var. Yeni göçmenleri sadece çadıra yerleştiriyorlar. Nasıl kayıt olunur, mülâkat için randevu nasıl alınır, hazırlanacak belgeler nelerdir, kimse göçmenlere net bilgi vermiyor. Hukuki hakları, sağlık, eğitim hakları konusunda bilgiye erişmekte büyük sıkıntı yaşıyorlar.
Moria’da can kaybına dahi yol açan kavgaların çoğu yemek sırası gibi basit sebeplerden çıkıyor. Adil olmayan bir kabul sistemi insanların arasını açıyor. Aynı ailenin bazı üyeleri kabul edilirken, diğerleri reddediliyor. Hıristiyanların kabul edilip Müslümanların reddedildiği gibi söylentiler dolaşıyor. Bu adaletsizlikler göçmenler arası düşmanlığın artmasında etkili mi?
Hepsi doğru. Moria’daki göçmen ofisinde suça bulaşmış kişilerin çok daha kolay evrak aldığını görüyorum. Oysa bir sürü eğitimli insan reddediliyor. “Neden?” diye soruyorum kendi kendime. Eğer mülâkat yapacak kişinin o gün keyfi yerindeyse herkese kabul veriyor, kızgınsa önüne geleni reddediyor. Mülâkatı yapan insanlar nitelikli değil. Yunanlılar burada çalışmaya isteksiz. Bu hal göçmenleri çok kötü etkiliyor. Haklı olarak eğitimli göçmenler “bu ülkeye faydalı olabilirim, birikimimi paylaşabilirim, neden reddediliyorum?” diye veryansın ediyor. Kapıların nasıl ne zaman ve kime açılacağı, kimlere evrak verileceği bilinçli olarak muğlak bırakılıyor. Aslındaki Moria’daki şartları insanileştirmek hiç de zor değil, ama istemiyorlar. Böyle kalsın ki insanlar gelmesin diye düşünüyorlar. Atina’dan gelen çetelerin kampın içinde kirli işler çevirmesine göz yumuluyor. Ben kampa “Moria Business Centre” diyorum. İnsan kaçakçıları, uyuşturucu pazarı, kadın ticareti, hırsızlık… Ne ararsan var. Anakaraya çıkış evraklarını alabilmiş göçmenlerin kimliklerini çalıp fahiş fiyatlara satıyorlar. Yemek sırasına, çadır paylaşımına mafya hâkim.
Kampta göçmen konseyleri kurduk. Bu şekilde bilginin yayılmasını aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya örgütledik. Bu sistem kamptaki güvenlik sorununu da büyük ölçüde çözdü.
Kavgalara nasıl müdahale ediyorsunuz?
Çatışma olduğunda beni çağırıyorlar. Birçok çatışmada asıl sorunu tespit edip çözüm bulmayı başardım. “Kavga etmeden önce bana gelin, çözelim. Çözüm bulmazsak gidin kavganızı kamp dışında edin. Çünkü burada kadınlar, çocuklar, hamileler var. Ülkemizden bu kavgalar yüzünden kaçtık, burada da kavga görmek istemiyoruz” dedim. Konuşarak her şeyin çözüleceğine inanıyorum.
Hangi kesim sorun yaratıyor, kimler kavga etmek istiyor, artık biliyorum. Eğitim almaları, bir şeyler öğrenmeleri için bekar gençleri motive ediyorum. Kampta delirmemeleri ve kavga etmeye başlamamaları için eğitim önemli. Şimdi her kavgada çağırıyorlar. Herkese şunu öneriyorum: Bir kavga varsa sakın dahil olmayın. Uzaklaşın, sorun iki kişi arasında kalsın, böylece daha hızlı çözülür. Kavga, taraflar arkadaşlarını getirdikçe büyüyor ve daha fazla insanı korkutuyor. Savaştan kaçtık, evet, etrafta bombalar patlamıyor. Ama huzursuzluğu ve tehlikeyi kendi aramızda yaratmaya da hakkımız yok. Zaten kamp koşulları berbat. Sırtımızdaki yükü daha da ağırlaştırmanın ne anlamı var? Bari birbirimize düşman kesilmeyelim. Geleceği düşünmeli, buradan çıkınca yapmak istediklerimize odaklanmalı, hedeflerimize sıkı sıkıya sarılmalıyız.
Diğer cemaat önderleriyle ilişkileriniz nasıl?
Benim dışımda yedi Afrika ülkesinden ve Suriye, Filistin, Irak ve Sudan’dan cemaat önderleri var. Ben hem Afgan hem de İran cemaatini temsil ettim. Normalde önderler haftada bir yetkililerle bir araya gelip sorunları dile getiriyordu. Ancak toplantılarda her telden ayrı ses çıkıyor, aramızda çözebileceğimiz bazı meselelerle çok vakit kaybediliyor ve sıra esas sorunlara gelemiyordu. Yetkililerle yapılan toplantılar öncesinde kendi aramızda toplanmayı önerdim. Böylece taleplerimizi derli toplu bir şekilde yetkililere iletebilecektik. Orada kendimizden emin, omuz omuza durmalıyız. Bu ön toplantılar kolektif davranmamızı, tek bir ses haline gelmemizi sağladı. Çok etkili bir platform oluştu. Cemaat önderleri bu toplantılara başkanlık etmem için beni seçti. Moria yönetimindeki tüm kurumlar toplantılarda yer aldı. Böyle örgütlü davranınca yetkililerin bizi dinlemekten başka çaresi kalmadı. Nisan ayında kampta bir konferans düzenledik. Her topluluk kendi sunumunu yaptı. Herkes kendi cemaatindeki örgütlenmeyi, önderin sorumluluklarını anlattı. Buradan çıkan sonuçlarla Moria’nın yönetim sistemini yeniledik.
Kızım Arzu’yu büyük uğraşlardan sonra bir devlet okuluna kaydettik. Ama Moria’daki çocuklarla duygusal bağı olanca kuvvetiyle devam ediyor. Göçmen çocuklar için çok üzülüyor, sanki kendisi göçmen değilmiş gibi…
Öncelikle ülke ülke göçmen konseyleri kurduk. Bu şekilde bilginin yayılmasını aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya örgütledik. Moria’nın içindeki her bölge için ayrı bir konsey bulunuyor. Pazar günleri konseyler bir araya gelip sorunları tespit ediyor ve cemaat önderlerine iletiyor. Ardından önderler de pazartesi günü toplanıyor. Böylece onlar da cuma günü Moria yönetimiyle yapacakları toplantı öncesi bir acil ihtiyaçlar listesi hazırlayıp yetkililere önceden iletebiliyor. Toplantı sonrası aldığımız cevapları ya da çözüme dair bilgileri konsey üyeleri vasıtasıyla herkesle paylaşıyoruz. Bu sistem kamptaki güvenlik sorununu da büyük ölçüde çözdü. İnsanlar husumetleri çözmenin imkânsız olmadığını gördü.
Kampta örgütlenme adına başka neler yaptınız?
Kampta kalan, çeşitli becerilere sahip kişileri saptadık. Elektrik sorununu aramızdaki bir elektrikçi çözebilir, bunun için yetkilileri ya da hükümetin birini göndermesini beklemek zorunda değiliz. Şimdi marangozundan elektrikçisine, öğretmeninden çevirmenine birikimimizi, emek gücümüzü kullanıyoruz. Bir whatsapp grubu kurduk. Çok güçlü bir iletişim ağına sahibiz. Ayrıca adadaki göçmenlerle dayanışma dernekleriyle de benzer bir ağ kurduk. Böylece onlar da konseylerle ilişkiye geçti. Bu derneklerde hukukçular, doktorlar, psikologlar, dil öğretmenleri yer alıyor. Sorunlarımıza muhatap bulmak çok kolaylaştı.
Moria’daki sorumluklarını devrettiniz ve kamp için yeni bir seçim sisteminde karar kıldınız. Bu sistemi anlatır mısınız?
Haziranda, altı ayın ardından görevlerimi bıraktım. Cemaat önderinin en fazla üç ay sorumluluk alması gerektiğine karar verdik. Hem yıpratıcı bir iş hem de yetkililerle girilen yakın ilişki çarpıtılabilir ya da yanlış anlaşılabilir. Şimdi üç ayda bir demokratik seçime gidiyoruz. Benim ardımdan seçilen iki önder de kadın. İnsanlar cemaat önderlerinin eğitimli olmasını ve dil bilmesini önemsiyor. Böyle güzel bir sisteme vesile olmaktan dolayı çok mutluyum.
Moria’daki günlerinizden neler öğrendiniz?
Çadır çadır gezdim, insanları tek tek dinledim. Şiddete dair o kadar çok vaka öğrendim ki. Oturup sorunlar üzerine birlikte kafa yorduk, bana güvenip açıldılar. Bu güven büyük motivasyon sağladı. Onları dinleyen birinin olması son derece değerli. Çünkü birçok göçmenin en büyük isteği kaale alınmak. Kadınlar arasında iletişimin çabalarımızla nasıl arttığını gördüm. Moria içindeki eğitim örgütlenmesi de kalıcı hale geldi. Görevlerini devretsen de hissettiğin sorumluluk seni örgütlenmeden koparmıyor. Çok sık Moria’ya gidiyor, sorunlara olanaklarım dahilinde çözümler arıyorum. Yeni gelen göçmenlerle tanışıyor ve onların hikâyelerini dinliyorum.
Şimdi Mitillini’de, kent merkezinde yaşıyorsunuz. Büyük kızınız Arzu devlet okuluna başladı. Yaşamınızdaki bu değişikliği anlatır mısınız?
Geçiş dönemi çok zordu. Göçmen çocukların eğitim hakkıyla ilgilenen bir sivil toplum kurumu var. Onlar Arzu’nun okul işlemlerini başlattı. Okula kaydettiklerine dair bilgi verdiler. Önce çok sevinmiştik, ama aslında okul değil, göçmen çocuklar için dil kursuymuş. Yunan devlet okulu için bir-iki yıl beklemek gerektiğini söylediler. Sonra ben okulları dolaştım, onlar beni yine aynı derneğe yolladı, kısır döngü gibiydi. Ben de belediyeye gittim, sonuna kadar uğraştım ve sonunda kızımı bir devlet okuluna yazdırmayı başardım. Dernek bana önce çok kızdı. Eğitim bakanlığından fırça yemişler. Ama ardından çabamdan çok etkilendiklerini söyleyip iş teklif ettiler, kabul etmedim. Moria’daki çocuklara dağıtmam için kitap verip gönlümü almaya çalıştılar.
Sadece Yunanistan’ın yeni hükümetinde değil, tüm Avrupa’da göçmen karşıtlığı yükseliyor. Şu anda Avrupa’ya inanmak ve büyük beklentilere sahip olmak anlamsız.
Arzu yeni hayatı hakkında ne düşünüyor?
Doktor olmak istiyor. Okulda çok başarılı olmanın derdinde. Ona “kızım dur, daha Yunancayı yeni öğreniyorsun” diyorum, “seneye sınıf birincisi olmak istiyorum” diye cevap veriyor. Ama Moria’daki çocuklarla duygusal bağı olanca kuvvetiyle devam ediyor. Geçenlerde doğum gününü Moria’daki çocuklarla kutlamak istedi. Hep birlikte kampa gittik. Göçmen çocuklar için çok üzülüyor, sanki kendisi göçmen değilmiş gibi… Yaşadığımız süreci ona yansıtmak, sığınma başvurusu, belgeler, reddedilme korkusu, kafasını bunlarla meşgul etmek istemiyorum. Kafasında “biz yoksuluz, göçmeniz” gibi kalıpların yer etmesini istemiyorum. Hayatın bizi getirdiği noktada, elimizden geldiğince ona tutunuyoruz. Derslerine ve geleceğine yoğunlaşsın istiyorum. Ona şöyle diyorum: “Hayatın neye olanak sağlıyorsa onu sonuna kadar kullanacaksın. Şu an Moria’da mıyız? O zaman Moria’nın içinde verilen dersleri takip edeceksin.” Gözleri her yerde gözleri kitap arıyor. Geride bıraktığı kitaplarını çok özledi. Dört farklı dilde okuyor, ama adadaki kütüphanelerden pek memnun değil. (Bu esnada Arzu evdeki kitaplıktan Nâzım Hikmet’in ‘Sevdalı Bulut’ kitabını seçiyor, Türkçe okumayı çok özlediğini söylüyor ve kitabı okumaya başlıyor.)
Türkiye ve Yunanistan arasında göçmenlerin hayat şartları açısından ne gibi farklar gözlemlediniz?
Türkiye, yaşamak için çok pahalı. Göçmenler için iş imkânı az, olanlar da inanılmaz düşük ücretli. Yardımlar çok kısıtlı. Çalışma izni almak çok zor. Afganlar için evrak edinmek iyice zor. İşin içinde büyük bir mafya da var. İnsan kaçakçıları göçmenlerin parasını iç ediyor. Birçok aile böyle kandırıldı. Göçmenler Türkiye’yi güvenli bir yer olarak görmüyor. Ülkenizin ciddi bir darbe geçmişi var, hayatın Şiiler için kolay olduğunu da söyleyemeyeceğim. O yüzden çoğu göçmenin nihai hedefi Avrupa. Evet, Türkiye’de çok düşük ücretle çalışan bir göçmen burada işsiz kalıyor, Moria kampının koşullarına mahkûm oluyor. Ama en azından geleceğe, hayatın iyileşeceğine dair bir ihtimal var diye düşünüyor. İşte bu ihtimal aslında her şey demek. Oysa Türkiye’de yaşamın düzeleceğine dair hiçbir beklentisi yok. Öte yandan Yunanistan kendi devasa ekonomik sorunlarıyla mücadele ediyor. Göçmenlerin ada ekonomisini turistik anlamda kötü etkilediği söyleniyor. Ama bir yandan da yetkililer ve göçmenler Birleşmiş Milletler’den aldıkları maaş ve yardımları adada harcıyor. Aynı şekilde adada sayısız STK çalışanı var. Ama bir Yunanlı elbette bir iş olanağı olduğunda benim değil, kendisinin tercih edilmesini ister. Göçmenler de başka Avrupa ülkelerinde daha çok iş imkânı olduğunu düşünüyor. İki taraf da memnun değil.
Yunanistan’a geldikten sonra Avrupa’ya bakışınızda neler değişti?
Eğer 2015’te gelseydim bir yerlere daha kolay varırdım. Ama şimdi politik durum çok daha sert. Artık Avrupa’da yeni göçmen istemiyorlar. 2015’te, kapılar açıldığından bu yana Avrupa’da göçmen karşıtlığı çok yükseldi. Avrupa’ya ne kadar inanacağımı bilemiyorum. Sadece Yunanistan’ın yeni hükümetinde değil, tüm Avrupa’da göçmen karşıtlığı yükseliyor. Yunanistan’daki durumu gören birçok göçmen kendi isteğiyle ülkesine dönüyor. Şu anda Avrupa’ya inanmak ve büyük beklentilere sahip olmak anlamsız. Her gün kısıtlayıcı yasalar çıkarılıyor. Göçmenler yeni dünya düzeni için büyük “mesele”.
Geleceğe nasıl bakıyorsunuz?
Cemaat için faydalı olduğumu görmek bana büyük umut verdi. Bir hapishanede dahi kenetlenip dayanışmayla hayatımızı sürdürebiliriz. Bunun mümkün olduğunu görmek beni çok umutlandırdı. Moria koşullarını atlatıp ayaklarımız üzerinde durmayı başardık. Bu yüzden her şeyi başarabileceğimizden kuşku duymamalıyız. Umudu hak ediyoruz. Şişme bir botun üstünde denizleri aştıysak, Moria cehenneminde hayatta kalmayı başardıysak, demek ki daha güçlüyüz. Hayallerimizi asla kaybetmemeliyiz…
(Arzu söyleşiden kısa süre sonra “Sevdalı Bulut”u bitirip her kitaptan sonra yaptığı gibi annesine iki sayfalık bir rapor hazırladı…)