RENKLİ ORMAN OKULU

Söyleşi: Ulus Atayurt
24 Haziran 2019
SATIRBAŞLARI

12 aileyle yola çıkmış bir eğitim kooperatifi. Bugün 116 ortağıyla 90 çocuğa anaokulu ve ilkokulunda eğitim veriyor. Son iki yüzyılın alternatif eğitim gelenekleri yetkinlikle harmanlanmış, yerele uyarlanmış. Okulda tam demokrasi, meclis geleneği hayata geçirilmiş. Tıkır tıkır işleyen bir gıda topluluğu kurulmuş, yüzlerce öğretmene alternatif eğitim yöntemleri aktarılmış, aktarılmaya devam ediyor. İzmir Bornova’ya bağlanıyor, İzmir BBOM Eğitim Kooperatifi Renkli Orman Okulu üyesi Yasin Sancak’a kulak veriyoruz.  

 

Okulunuzu ne zaman, nasıl kurdunuz, alternatif eğitim örgütlenmesinin geçmişi nereye uzanıyor?

Yasin Sancak: Başka Bir Okul Mümkün (BBOM) eğitim kooperatifleri 2013’ten itibaren açılmaya başladı. İzmir BBOM Eğitim Kooperatifi 2013’te, Renkli Orman Okulu 2014’te kuruldu. İzmir Bornova’daki okulumuzun beşinci yılı. Türkiye’de 77 eğitim kooperatifi var. Ancak bunların çoğu aktif değil. On BBOM eğitim kooperatifinin altısı faal durumda ve sadece dördünün okulu bulunuyor. Türkiye’deki okullar da toplumdaki birçok kurumun yansıması. Tektipleştirmeye yönelik standart bir eğitim veriliyor. Eğitim alanında sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada sorun yaşanıyor. 2005’te İstanbul’da yüksek lisans öğrencilerinin girişimleriyle düzenlenen, İngiltere, Almanya, İsrail, Filistin, Kanada, ABD’den alternatif okulların temsilcilerinin çağrılı olduğu Uluslararası Alternatif Eğitim Çalıştayı’na katıldık. Ron Miller, Yaacov Hecht, Matt Hern gibi önemli eğitimciler sempozyumun konuşmacıları arasındaydı.
Türkiye’de bugün eğitim alanında farklı arayışlar içinde olan birçok insanı bir araya getiren, bizlere cesaret veren ve Alternatif Eğitim Derneği’nin kurulmasına vesile olan bir sempozyumdu. O dönem çoğumuzun çocuğu olmadığı için alternatif eğitim uygulamaları yapmaktan çok sempozyumlar, seminerler düzenliyor, alternatif eğitim sistemleri üzerine çevireler yapıyor, kuramsal çalışmalar sürdürüyorduk. 2010’da, Başka Bir Okul Mümkün Alternatif Eğitim Derneği’ni (BBOM) kurduk. İlk okul, Mutlu Keçi, 2013’te Bodrum’da açıldı. 2014-2015’teyse İzmir ve Ankara’da aileler eğitim kooperatiflerini kurup kendi okullarını açtı. Aslında, işin başında, 2009’da, çocuk sahibi aileler olarak kendimize şu soruları sorduk: Tamam, yavruladık, ama çocuklar okul çağına geliyor. Kamusal eğitim tektipleştirici, kaynakları çok kısıtlı ve kötü yönetiliyor. Öte yandan, özel okullar reklamlarında çocukların ağzından “ben para makinesi değilim” diyor, ama tam da o işlevi görüyorlar. Bazı okulların yıllık ücreti 80 bin lira. Çocuk değil, müşteri odaklı çalışıyorlar. “Müşterinin” beklediği ise akademik başarı. Aslında, eğitimin bundan ibaret olmadığını gayet iyi bilen özneler her tarafta var. Eğitim danışmanı Ken Robinson’un “Okullar yaratıcılığı nasıl öldürüyor” diye, tüm dünyada çok ses getiren bir konuşması var. Günümüzdeki durumu iyi özetliyor.

Esinlendiğiniz alternatif eğitim yöntemleri neler?

Bugünkü anaakım eğitim sistemini anlamak için kitle eğitiminin tarihte nasıl ortaya çıktığına bakmak gerekiyor. 1800’lerin başında, 15 yıl süren Napolyon savaşlarının tam ortasında, Jena muharebesi gerçekleşti. Napolyon’un ordusu ikiye bölünmüş Prusya Ordusu’nu neredeyse Berlin’e kadar sürükledi, bozguna uğrattı. Bu savaş Prusya için hem büyük bir yıkım hem de küllerinden doğuşun vesilesi sayılır. Alman idealizminin öncülerinden filozof Gottlieb Fichte o dönemde Alman Ulusuna Söylevler adıyla 14 konuşma kaleme aldı. Fichte bu söylevlerde Alman ulusunu tekrar ayağa kaldırmak için önerilerini sıralıyor. Temel önerisi Napolyon ordusunun yaptıklarını tekrarlamak. Tüm ulusu ordu modeliyle eğitmek gerektiğini söylüyor. Böylece tarihte ilk defa sistematik bir kitle eğitimi tasarlanmaya başlıyor. Bu da zamanın ruhuna, ortaya çıkmakta olan ulus-devlet adına vatandaş yetiştirmeye çok uygun bir yaklaşım.

Demokratik okullarda meclis geleneği var. Haftanın bir günü bütün okul bir araya geliyor ve tartışıyoruz. Bu meclislerin “demokrasi varmış” gibi yapılan toplantılar olmaması çok önemli. Gerçekten tartışılan, kararlar alınan, bize saçma da gelse çocukların çözümlerini uygulayan bir meclisimiz var.

Sanayi devrimiyle beraber işçi ve memur yetiştirme ihtiyacı doğuyor. Almanya’da plan işliyor. Fichte yedinci söylevinde eğitimin beş amacını net ifade eder: İtaatkâr asker, işçi, sivil hizmetliler, bürokratik yapıda görev alacak memurlar, birbirine benzer düşünen, duygudaş vatandaşlar yetiştirmek. İngiltere’de de benzer bir sistem uygulamaya konuyor. Böylece fabrika, okul, işyerleri, devlet binaları benzer yapılar haline geliyor. Fransa ordusunun katı hiyerarşik yapısı, bandolar mızıkalar, geçit törenleri, sürekli alınan yoklamalar, işlevsellik adına tüm topluma nüfuz ediyor. Bu sistemin en temel unsuru: Bilgiyi aktaracağız ve böylece tektip insan yetiştireceğiz. Buna eğitimde “aktarım yöntemi” deniyor. Burada sorulmayan önemli bir soru var: Çocuk neye ihtiyaç duyuyor? Öte yandan, bir çok farklı düşünür tektipleştirici eğitime karşı çıkmaya başlıyor.

Bir çocuk konuşurken diğerleri pür dikkat dinliyor. Sorun yaşayan arkadaşları için çözüm üretiyorlar. Bu o birey için çok kıymetli. Dinlendiğini, topluluğun bir parçası olduğu derinden hissediyor. Diğerleri açısından ise empati geliştirmek çok kıymetli.

1760’da Rousseau’nun kaleme aldığı “Emile ya da Eğitim Üzerine” hâlâ eğitimcilerin yararlandığı bir kaynak olmaya devam ediyor. Rousseau katı disiplin ve cezalandırmaya karşı çıkarak disiplinin sevgi ve anlayışa dayanması gerektiğini anlatıyor. Çocukluk dönemine hak ettiği değeri veriyor. Çocuğun doğada ve deneyimleyerek öğrenmesini öneriyor. Öte yandan, Rousseau’nun önerdiği alternatif eğitimi çocuklarına uygulamadığını, çocuklarını yetimhaneye bıraktığını da not düşelim. Rousseau’nun görüşlerinden etkilenen İsviçreli pedagog Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827) kendi evinde açtığı bir okulda yoksul ve kimsesiz çocuklara eğitim vermeye başlıyor. Aynı dönemde, Pestalozzi’nin takipçisi pedagog Friedrich Fröbel (1782-1852) ilk anaokullarını kuruyor. Fröbel her şeyin doğaya bırakılması ve çocukların gelişmesinin açık havadaki alıştırmalar, oyunlar ve şarkılarla kolaylaştırılması gerektiğini öne sürüyor. Çocukların düşünmelerini ve farkındalıklarını sağlayan basit, ahşap oyun gereçleri kullanıyor. Yine aynı dönemde, çocuk eğitimine yön veren önemli bir isim de Maria Montessori (1870-1952). Montessori engelli çocuklarla yaptığı çalışmalarda önemli aşamalar kaydedince yöntemini tüm çocuklara uygulamaya karar veriyor.

ABD’deki örnekleri de incelemişsiniz, orada dikkatinizi çekenler neler oldu?

1919’da, ABD’de İlerici Eğitim (Progressive Education) adlı akım ortaya çıkıyor. Kısmen “alternatif” oldukları söylenebilir. Dört yıl boyunca bölgesel okulların ve gençlerin kendi eğitim yaşantılarında söz sahibi olmasına izin veriyorlar. Sonrasında, dört yıl bu süreci izliyor, kayıt altına alıyorlar. 30 okul ve 1500 öğrenciyle yürütülen çalışmanın sonuçları ilginç. Kendi programlarını yapan okullardan gelen çocuklar sonraki dört yılda akademik ve sanatsal faaliyetlerde daha başarılı oluyor. Dernek 1950’lere kadar faal. Ancak, 1957’de Sovyetler Sputnik’i uzaya gönderiyor. ABD’de “Ruslar uzayı ele geçiriyor” paranoyası kol gezmeye başlıyor. “Komünist avcısı” Joseph Raymond McCarthy bu paranoyadan faydalanıp eğitim sistemini baştan aşağı değiştiriyor. Fen ve teknoloji odaklı bir eğitim sistemine geçiliyor, demokrat eğitim yapıları tasfiye ediliyor. Bu yüzden eğitimde Sputnik etkisi üzerine birçok makale vardır.
1968 özgürlük hareketiyle beraber Boston’da da ilginç bir okul açılıyor. Boston ABD’de eyalet yasasıyla zorunlu eğitimin ilk başladığı yer. Sudbury Vadisi Okulu ülkenin ilk demokratik okulu. Şimdi onun özgür yöntemini uygulayan, çocukların kendi eğitimlerinden sorumlu olduğu ve öğretmenin çocuk sormadığı takdirde hiçbir soruya cevap vermediği 50 kadar okul var. Çocukların özyönetimindeki kolektiflere dayalı bir eğitim tasarlayan Sovyet eğitimci Anton Makarenko’nun ve Güney Amerika’da halen birçok yerde uygulanan Paul Freire’in “Ezilenlerin Pedagojisi” yöntemleri de alternatif eğitim tarihinin önemli yapıtaşlarından. Kıta Avrupası’nda giderek güçlenen bir hareket de bizim de üye olduğumuz Avrupa Demokratik Eğitim Topluluğu (EUDEC) . Her yıl yapılan buluşmalar, yayın ve görsellerle eğitimin demokratikleşmesine çabalayan EUDEC’e üye 70’in üzerinde okul var. Bu ağ sayesinde öğretmenler, çocuklar ve aileler deneyimlerini paylaşıyor.
Sonuçta, çok renkli bir şemsiye söz konusu. Böyle de olmalı, insanlar nasıl çok renkli ise onlara sunulan eğitimin de aynı çeşitlilikte olması gerekiyor. Öte yandan, tüm bu okul ve gelenekleri birleştiren bazı temel ilkeler var. Hepsi insancıl (humanistic) eğitimi benimsiyor, çok-sesliliğe önem veriyor, bireysel farklılıklara saygı duyuyorlar. Alternatif okullar genellikle küçük. Bu sayede topluluk ruhunu koruyorlar. Bununla birlikte öğretmen-çocuk ilişkisi de daha doğrudan yaşanıyor.

Kendi sisteminizi tasarlarken bu zengin tarihsel mirastan nasıl faydalandınız?

Çocuklarımız için okul açma hayaliyle toplanmaya başladığımızda, önce en başarılı örneklerden birini seçelim, mesela Waldorf ya da Montessori okulu kuralım diye tartışıyorduk. Ancak sonra soruyu şöyle formüle ettik: Biz kendimize özgü bir okul açamaz mıyız? Bu topraklarda Köy Enstitüleri gibi çok güçlü deneyimler yaşanmış. Bir benzeri hayata geçirilemez mi? Eğitimbilimci hocalarımıza danıştık. Hocalar bunun bir program geliştirerek pekâlâ yapılabileceğini ifade edince bahsettiğimiz alternatif eğitim modellerinin güçlü yanlarına, bu coğrafyanın kültürüyle uyumlarına, kendi grubumuzun temel ilkelerine yönelik çalıştık. Hazırlık aşağı yukarı dört yıl sürdü. Nihayetinde başta model demeye çekindiğimiz, ama sonunda ismini ilki Porto Alegre’de yapılan Dünya Sosyal Forumu’ndan esinle Başka Bir Okul Mümkün koyduğumuz, şu dört dört eksene sahip bir model ortaya çıkardık: alternatif eğitim, demokratik yönetim, ekolojik duruş ve özgün finansman.
Her çocuk biriciktir. Öyleyse bireyselleşmiş öğrenmeyi sağlamalıyız. Karma yaşı ve çoklu-disiplinli eğitimi savunuyoruz. Çocukları ne kadar farklı alandan, farklı öğretmenlerle beslersek onlara o kadar dokunuyoruz. Demokratik okullar geleneğinin demokrasi anlayışını sahipleniyoruz. Her birey kendi eğitim ve iş yaşantısına dahil olduğu ölçüde daha üretken, yaratıcı ve mutlu olur.

Okulda demokrasiyi nasıl hayata geçiriyorsunuz?

Demokratik okullarda meclis geleneği var. Haftanın bir günü bütün okul bir araya geliyor ve tartışıyoruz. Meclislerin “demokrasi varmış” gibi yapılan toplantılar olmaması çok önemli. Gerçekten tartışılan, kararlar alınan, bize saçma da gelse çocukların çözümlerini uygulayan bir meclisimiz var. Sürecin kendisi çok öğretici. Çünkü başta çocukların kendi yaşantılarıyla ilgili sağlıklı kararlar alabileceğine pek ihtimal vermiyorduk. “Beş-altı yaşındaki çocuklar nasıl karar verecek” diye düşünüyorduk. BBOM’da okulların ismine çocuklar karar veriyor. “Eyvah” dedik. “Şimdi prensli, prensesli bir isim koyacaklar.” Çocuklarla bir drama çalışması yapıldı. Çocuklar bir yandan oynuyor, bir yandan tartışıyor, bir yandan da karar vermeye çalışıyordu. Biz arkadan bazı isim önerileriyle müdahale etmeye başladık. Drama çalışmasını yürüten arkadaş bizi uyardı. Demokrasi istiyoruz, ama biz yetişkinlerde demokrasi kültürü o kadar zayıf ki, kendimizi tutamıyoruz. Sonradan utanıp çocukları kendi haline bıraktık. Nihayetinde çocuklar Renkli Orman isminde karar kıldı. Bizim okul ormanın kenarında yer alıyor. Bence olabilecek en güzel isimdi. Süreçte çocukların bizimkilerden çok daha iyi çözümler üretebileceğini gördük.

Çok temel bir nokta da dil. Dil kullanımı bir anlamda “örtük program.” Neden boşalan havuz sularını hesaplıyoruz da yağmur suyu toplama problemleri çözmüyoruz? Matematik aynı, dil farklı.

Çocukların ürettiği çözümlere örnekler verir misiniz?

Okullarda hep bir oyuncak meselesi vardır. Okula oyuncak getirilince çocuklar arasında çatışmalar çıkar. Bunun klasik çözümü belli bir oyuncak günü belirlemektir. Böylece çatışma ihtimali azaltılır. Konu mecliste tartışılsın istedik. Mecliste çocuklar önce “herkes her zaman getirsin” diye karar aldı. Ertesi hafta sorunun çözülmediğini fark ettiler. Bu sefer “kimse getirmesin” diye karar aldılar. Ama arada getirenler oldu. Sonra oyuncak gününde karar kılındı, ama bazı çocuklar o gün dışında oyuncak getirmeye devam etti. Bir gün bizim okulu ziyaret ederseniz en çok şuna şaşıracaksınız: Bir çocuk konuşurken diğerleri pür dikkat onu dinliyor. Çocuklardan biri “ben oyuncakla uyuyorum” diye anlattı. Bunu duyunca arkadaşları çözüm üretti. Bu o birey için çok kıymetli. Dinlendiğini, o topluluğun bir parçası olduğunu derinden hissediyor. Diğerleri açısından ise empati geliştirmek çok kıymetli. Böylece şu çözümü geliştirdiler: Böyle ihtiyacı olan arkadaşlar her gün oyuncaklarını getirebilir ancak sadece uyku saatinde çantasından çıkarabilir. Bizim okulda çok kural var. Normalde otorite figürü arkasını döndüğünde kural hemen çiğnenir. Ancak çocuklar kuralları sahiplendikleri, kendileri koyduğu için hemen her zaman uyguluyorlar, nadir olarak uygulamayanı da uyarıyorlar. Okul meclisine çalışanlar da katılıyor. Servis şoförü de sorunlarını dile getiriyor. Mesela orman dönüşü, çamurlu ayakkabılarla servise binilmesi sorununu anlatıyor. Çocuklar hemen çözüm üretebiliyor, ya çizmesini önceden çıkarıyor ya da üzerine poşet bağlıyor.

Ekolojik hassasiyet eğitiminizde nasıl bir yer tutuyor?

Çocuklara ozon tabakasının hızla delindiğini, petrol krizini, her geçen gün birçok canlı türünün yol olduğunu anlatamayız. 5-10 yaşlarında bir çocuğa bunları aktarırsanız arkasına bakmadan kaçar. Bu onların omuzlarına yükleyebileceğiniz bir yük değil. Araştırdıkça şunu fark ettik: Doğa korumacılarının hepsinin benzer hikâyeleri var. O da doğada sevdikleriyle geçirdikleri iyi vakitler. Bu yüzden okulumuzu ormanın yakınına kurduk. Çocuklar doğayla bağlantıyı bize pek ihtiyaç duymadan kendileri kuruyor. Ağacın kalp atışını dinliyor, canlıları ellerine alıp inceliyorlar. Tepeden çamur deryasının içinde aşağı kayıyorlar. Bu sayede aralarındaki çatışmalar da azalıyor, çünkü enerjilerini başka yere yönlendiriyorlar. Elbette permakültür çalışmaları, doğada öğrenme yürüyüşleri yapıyor, sebze yetiştiriyor, organik gıda tüketiyoruz. Çok temel bir nokta da kullanılan dil. Bir anlamda “örtük program” dediğimiz şey. Neyi anlattığımız kadar nasıl anlattığımız da önemli. Temel bir matematik formül vardır, hepimiz biliriz: “Yol eşittir hız çarpı zaman.” Peki neden bu problemi hep A noktasından B noktasına giden arabalarla çözüyoruz? Neden bisikletlerle çözmüyoruz? Dili değiştirdiğimizde çocuğun kafasında başka bir dünya mümkün hale geliyor. Neden boşalan havuz sularını hesaplıyoruz da yağmur suyu toplama problemleri çözmüyoruz? Matematik aynı, dil farklı. Bir de çocuklar okulun çatısında yağmur suyu toplayıp onunla bahçeyi sulamaya başladıklarında, doğadaki örüntüleri bizden daha kolay anlamaya başlıyorlar. Bizim neslin yapamadığı ekolojik dönüşümü gerçekleştirmeyi başarabilirler.


İşin finansal boyutunu nasıl hallediyorsunuz?

Finans en zor eksen. Geçtiğimiz yıl okul fiyatını ancak 18 bin liraya kadar indirebildik. Elbette eğitim bir kamusal hak. Bu da ülkede yaşanan bir çelişki. Türkiye’deki yasal statüden dolayı çocuklara özel okul açmak zorunda kaldık. Ancak zamanla, farklı alternatiflerin gelişebileceğini düşünüyoruz. Kooperatifte kâr amacı gütmüyoruz. Bunu da yasa ve ana sözleşmeyle garanti altına alıyoruz. Çünkü bizim örneğimizde olduğu gibi, bir noktada talep hızla artabiliyor. Bir yerden sonra, “bu işten iyi para kazanılabilir” denmesinin önünü baştan kesmek önemli. Kâr amaçlamadığımız için bütçenin yüzde 75’ini maaşlar oluşturuyor. Hem mali açıdan erişilebilir bir okul olmak hem de insani çalışma koşullarında uygun ücret verebilmenin dengesini kurmak zor. Bunun için gönüllü emek ve dışsal kaynak kullanıyoruz. İkisinin de kendi sürdürülebilirlik sorunları var. İlk sene maaşlar hayli düşüktü. Bu işe gönül vermiş öğretmenlerimize her sene enflasyon üzerinde artışlarla ücret düzenlemeleri yapıyoruz. Yakın gelecekte öğretmenlerimizi kamuda çalışan meslektaşlarıyla aynı maaş düzeyine taşıyacağız.

Kooperatifte kâr amacı gütmüyoruz. Bunu da yasa ve ana sözleşmeyle garanti altına alıyoruz. Bir yerden sonra “bu işten iyi para kazanılabilir” denmesinin önünü baştan kesmek önemli. Bütçenin yüzde 75’i maaşlar. Hem mali açıdan erişilebilir bir okul olmak hem de insani ücret verebilmenin dengesini kurmak zor.

Öte yandan kolektif sermaye kullanıyoruz. Tek başımıza okul açamayız. Ama 40 veli bir araya gelerek okul açabiliriz. Ayrıca, kooperatifin bir topluluk haline gelmesi gerekiyor. Güzel bir Afrika atasözünün dediği gibi, “bir çocuk yetiştirmek için bir köy olmak gerekir.” Bence modern toplumun en büyük sıkıntılarından biri çekirdek aile. Günümüzdeki en büyük tüketim metası çocuk. Ailenin tüm üyeleri travma yaşıyor. Oysa bize büyük bir topluluk lâzım. Köyün mühendisi, dansçısı, delisi, hepsi bize lâzım. Renkli Orman’ın arkasında böyle bir topluluk var. Eğitim fakültesinden çıkınca sahip olduğumuzdan çok daha geniş bir perspektife ihtiyacımız var. At eğitimcisi, ziraatçı, yoga eğitmeni gönüllülerimiz var örneğin.

Kuruluş aşamasında ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

BBOM Derneği 2010’da kuruldu. İlk okul 2013’te Bodrum’da açıldı. Dernek işin felsefesini, yereller de finansını tutuyor. Aralarında sağlıklı bir itiş kakış oluyor. Mesela, dernek öğretmen istihdam etmek istiyor, yerel kooperatif ise finansal durumuna göre karar veriyor. Önce 12 aile yola çıktık. İlk senenin sonunda uykusuz geceler başladı: Borçları nasıl temizleyeceğiz? Daha fazla batmadan kapatmayı da düşündük. Geçenlerde Türkiye’ye gelen, demokratik okullar konusunda önemli bir eğitmen olan Micheal Apple konuşmasında şunu söyledi: “Umut bir kaynaktır”. Belki de en önemli kaynak. Bu yüzden direnmeye karar verdik. Eylül ayına kadar hedeflediğimiz sermayeyi toplayabildik. Bazı borçlarla yolumuza devam ettik. Şu anda 116 ortağı olan 90 çocuklu bir eğitim kooperatifiyiz. Bir sonraki yılın kayıtları martta doluyor. Ancak, derdimiz büyümek değil. Örnekleri çoğaltmak, benzer okullara vesile olmak istiyoruz. BBOM olarak Ashoka’nın “fark yaratan okullar” ağına dahil edildik. Ashoka ağı bizim gibi okullara örgütsel destek veriyor, bize yavaş yavaş kurumsal bir kimlik kazandırmaya da başladı. Ali Nesin “Ne yalan söyleyeyim, başaracağınıza inanmıyordum, ama yanıldığım için memnunum” diye mail attı. Şimdilerde Nesin Vakfı’ndan bazı öğretmenler de BBOM eğitimlerine katılıyor. Şu ana kadar 10 BBOM kooperatifi kuruldu, 6 okul açıldı: okullardan ikisi kapandı.


İki okul neden kapandı?

Bodrum’daki ilk okulumuz biraz el yordamıyla ilerlemişti. Onun yaptığı hataları tekrarlamamaya çalışıyoruz. Genel başarısızlığın bence birkaç nedeni var. İlki okula fazla müdahale. Derneğin fikirlerinin önce yereldeki kooperatife, yani ailelere devredilmesi ve süreçte onların çözümlerine saygı duyulması gerekiyor. Sonraki aşama biraz daha zor. Okulu var eden ailelerin kurduğu yapının da zamanla bu işe inanan eğitim ekibine devredilmesi gerekiyor. İkincisi yönetsel zaaflar diye özetlenebilir. Okul çok ciddi bir kurum, iyi yönetilmesi gerekiyor. Her yıl genel kurul yaptığınız için kooperatif yönetimi çok sık değişebilir, çeşitli tartışmalar çıkabilir. İlk önceleri kooperatif, okulu açacak ve yönetecek diye düşünüyorduk. Sonra tüm kooperatiflerde benzer bir süreç yaşandı, öğretmenler istifa etmeye başladı. Sonra şunu anladık: Bizim görevimiz aynı hayali paylaştığımız eğitmenleri desteklemek. Kooperatife üye aileler ve diğer insanlar zamanla işleyişi okul ekibine bırakmalı. Bu farkındalığa vardığımızda öğretmen aidiyeti çok yükseldi. Neredeyse dört yıldır aynı ekiple çalışıyoruz. 22 tam zamanlı, beş yarı zamanlı çalışanımız var. Finansal kırılganlık ise her zaman risk olmaya devam ediyor.

Güzel bir Afrika atasözünün dediği gibi “bir çocuk yetiştirmek için bir köy olmak gerekir.” Bence modern toplumun en büyük sıkıntılarından biri çekirdek aile. Günümüzdeki en büyük tüketim metası çocuk.

Okul dışından öğretmenlere de eğitim vermeye başlamanız nasıl gelişti?

Başlangıçtaki amacımız kooperatif okullarını mümkün olduğunca çoğaltmaktı. Ancak yolda bunun pek de verimli ve kolay olmadığını gördük. Bizim örgütlenmemiz on yılda 400 çocuğa ulaşabilmiş. Öte yandan, bir öğretmeni değiştirebilirsek yüzlerce çocuğa ulaşıyoruz. Farklı kaynaklardan fon bulup öğretmenlere ücretsiz eğitim sağlıyoruz. Bir öğretmen köyü kuruldu. Bu sene eğitimlerin dokuzuncusunu yapıyoruz. On günlük bir modülde pozitif disiplin, alternatif eğitim yaklaşımları, demokratik sınıf yönetimi gibi konularda eğitim veriyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’na Ziya Selçuk gelince bakanlıktan davet aldık. Açıkçası gidip gitmemekte tereddüt yaşadık, aramızda tartıştık. Nihayetinde gittik. Sonuçta bizim kim olduğumuzu, ne yaptığımızı gayet iyi biliyorlar. Görüşmede Ziya Selçuk şöyle bir yorum yaptı: “Size bakınca hep birbirine benzeyen tipler görüyorum.” Ardından “sizin deneyiminizin Anadolu’nun herhangi bir yerinde gerçekleştirilebileceğini düşünüyor musunuz?” diye sordu. “Evet” dedik. Bunun üzerine Köyceğiz pilot bölge olarak belirlendi. Muğla İl Eğitim Müdürlüğü alternatif yaklaşımlar konusunda istekli. Dört yıllık bir proje hazırladık. 5 okulda öğretmen ve veli eğitimlerine başladık. Şu anda iyi gidiyor. Nereye varacağını zaman gösterecek. Aslında, kamuda çok değerli insanlar var. Ne demek istediğinizi, neyi hayal ettiğinizi anlıyorlar. Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü’nde de buna şahit olduk. Biz okulları çok zor finansal şartlarda kurduk. Milli Eğitim’in müfettiş denetimleri, özellikle kuruluş aşamasında çok katıdır. Gelen müfettişlerin bir kısmı çok destek verdi; özellikle de Köy Enstitüleri geleneğinden gelenler.


Tam olarak nasıl finansal zorluklarla karşılaştınız, özgün çözümlerin tam manasıyla hayata geçirilememesinin nedenleri neler?

Nihayetinde ücretli bir okuluz. Yıllık 18 bin lira birçok aile için zorlayıcı bir rakam. Çok daha ulaşılabilir olmasını hayal ediyoruz. Her 10 çocuktan biri burslu. Nitelikli bir eğitim sağladığınızda ve çalışanlarınıza insani bir ücret verdiğinizde bu ücreti aşağı indirmek çok zor. Bu, ülkenin açmazı. Bazı çözümler bulmaya çalışıyoruz. İzmir’de belediyelerle bağlantıya geçtik. Bugün İzmir Belediye Başkanı olan Tunç Soyer dışında, görüştüğümüz beş ilçe belediye başkanına ya kendimizi iyi anlatamadık ya da risk almak istemediler. Kooperatif de olsa yasal statüsü “özel” olan bir okula yardım etmekten çekiniyorlar muhtemelen. Tunç Soyer ise okul için beş dönüm civarı iki yer önermişti. Ancak, Seferihisar İzmir merkeze epey uzak olduğu için teklifi kabul edememiştik. Şimdi Tunç Soyer İzmir Belediye başkanı oldu. Bizim de yeni kampüse geçmemiz gerekiyor. (gülüyor) Birçok Avrupa ülkesinde kooperatif okulları kamusal kaynaktan faydalanıyor. Ülkemizde bu yok maalesef. Şu anda uygulamadan kaldırılan eğitim-öğretim desteği ise çok kısıtlı, okula değil, aileye yapılan bir destek. Bütçemizin binde 6’sına denk geliyor. Halbuki özellikle belediyeler kâr amacı gütmeyen kooperatif okullarına destek olabilir.

Birçok Avrupa ülkesinde kooperatif okulları kamusal kaynaktan faydalanıyor. Ülkemizde bu yok maalesef. Özellikle belediyeler kâr amacı gütmeyen kooperatif okullarına destek olabilir diye düşünüyorum.

Üyelerin yapısı, sorumlulukları, sermayeye katkıları nasıl?

Kooperatif ortaklarımızın çoğu ebeveynler. Ayrıca, bu fikri destekleyen eğitmenler ve gönüllülerimizden de ortaklarımız var. Başlangıçta 500 lira giriş sermayesi verip kooperatif ortağı oluyoruz. Ortaklığımız devam ettiği sürece de aylık 50 lira aidat ödüyoruz. Ortakların yılda bir defa yapılan genel kurula katılması gerekiyor. Ayrıca kooperatifin çalışma gruplarında yer alabilir ya da kendiniz bir çalışma grubu kurabilirsiniz.

Velilerin okulla ilişkisi nasıl?

Velilerin işleyişe çok dahil olduğu okullar devam etmekte sorunlar yaşadı. Çünkü kooperatif ortağı değil, veli olarak geliyorlar. Demokrasiyi elbette hayata geçirmek lâzım. Ama okul ciddi bir kuruluş. Adım adım ilerlemek gerekiyor. Önce öğretmeni güçlendirip sonra veliyi dahil edeceğiz. Çocuğunuz için okul ararken temel parametrelerden biri de öğretmen değişme oranıdır. Öğretmen mutlu değilse, oradan mutlu çocuk çıkarmak zor. Bizim yöntemimizde ise katılımı tedricen sağlamak gerekiyor. Bizde hep hiyerarşi, yönetilmek-yönetilmemek gibi kavramlar tartışılır. Bence bu kavramların her birine daha yakından bakmak gerekiyor. Hiyerarşi tek başına gerçekten kötü müdür? Hiyerarşi işlevseldir. Bir köprü yaparken hiyerarşiden bağımsız çalışmanız imkânsızdır. Orada önemli olan hiyerarşinin kalıcı olup olmadığı ve eşdeğerliliktir. Okulda da bir hiyerarşi mevcut. Ancak bu okul müdürünün şoförden daha değerli olduğu anlamına gelmiyor. Belli konularda şoför de hiyerarşide okul müdüründen üstte yer alıyor. İşe bağlı, kurulan ve yıkılan hiyerarşiler ve eşdeğerlilik kavramı önemli. Aynı şekilde otorite de özünde kötü bir kavram değil. Gözünüzü ameliyat eden doktor da bir otorite. Çocukların da sınırlara, kendilerini güvende hissedecekleri alanlara ve otoriteye ihtiyaçları vardır. Bunlar bizim pratikte öğrenmeye çalıştığımız kavramlar.


BBOM okullarının laboratuvar olmaya devam edeceğini, ancak şimdilerde kamu okullarında örgütlenmeye yöneldiğinizi söylüyorsunuz. Bunu açar mısınız?

Ailelerin okul açarak yaratacağı değişim, ülkenin eğitim sorunları ve hacmi düşünüldüğünde çok sınırlı. Ayrıca, bunun her yerde mümkün olmadığını biliyoruz. Geriye dönüp işin finansal ve yönetimsel zorluklarını görüyorum. BBOM derneği ve kooperatiflerinin düzenlediği eğitim, seminer, sempozyum gibi çalışmalarla yüzlerce eğitmene, dolayısıyla yüzlerce kuruma ve binlerce çocuğa dokunma imkânımız var. Mesela Ayvalık kooperatifindeki ebeveynler, arazi ve bina sorununu aşamayınca civardaki bir okula çocuklarını başlatıp okulla güçlü bir ilişki içine girdiler. Öğretmen eğitimlerine, okulun fiziki anlamda güçlendirilmesine çaba sarf ediyorlar. Üstelik kamusal kaynaklardan faydalanıyorlar.

Sadece okul değil, gıda, orman eğitimleri gibi başka alanlarda da örgütleniyorsunuz, değil mi?

Derdimiz sadece eğitim değil. Kooperatif içinde 110 aile, yaklaşık 220 yetişkin var. Çok sayıda gönüllümüz mevcut. Birçoğumuzun gıdayla, sağlıkla, beslenmeyle ilgili derdi var. Gönüllülerimiz proje yazıyor, ufak fonlarla daha çok çocuk doğaya gitsin diye İzmir’deki öğretmenlere orman eğitimleri veriyoruz. Yurtdışındaki orman okullarından eğitmenler getiriyoruz. Bu eğitimler ücretsiz. Katılımcılar için tek bir şartımız var: Çocuklarla en az üç kere doğaya gideceksiniz ve bunu belgeleyeceksiniz. Zaten bir-iki kere gidince film kopuyor, çocuklar sürekli gitmek istiyor.

Bazı kavramlara daha yakından bakmak gerekiyor. Hiyerarşi tek başına gerçekten kötü müdür? Hiyerarşi işlevseldir. Bir köprü yaparken hiyerarşiden bağımsız çalışmanız imkânsızdır. Orada önemli olan hiyerarşinin kalıcı olup olmadığı ve eşdeğerliliktir.

İzmir’de gıda toplulukları var. Yurtdışındaki örneklere de bakıp şuna karar verdik: Tam bir sosyal kooperatif gibi davranıp etik ölçüler içinde hayalimizdeki gıda topluluğunu kurabilir, bir miktar kâr da elde edebiliriz. Böylece kooperatif içinde desteğe ihtiyaç duyan ailelere istihdam alanı yaratabiliriz. Şu anda yedi kooperatif çalışanımız aynı zamanda ortağımız. Sayıyı artırmayı düşünüyoruz. Gencecik bir diyetisyenimiz var. Onu çok kısa süre istihdam edebilecektik. “Ne yapacaksın peki?” diye sordum. “Hastanede çalışmak istemiyorum, babamı yeni kaybettim” dedi. Muhtemelen spor salonlarında protein tozu satmak zorunda kalacaktı. Gıda topluluğu fikrimizi açtım. “Hayalim bu zaten” dedi. Düzgün işleyen ve bir kişiye maaş verebilecek bir gıda topluluğu kurmaya karar verdik. Bu işler gönüllü emekle yürümüyor ya da çok aksıyor. İşleyen sistemler kurmamız gerekiyor. Kooperatifin iki servisi ve iki şoförü var. Güzel hazırlanmış gıda paketleri eve teslim ediliyor. İzmir’in enginarıyla başladık. Migros fiyatıyla aynı, 4 liraya atalık tohumdan enginarı eve teslim ettik. Organik tavuk 30-40 lira. Güvendiğimiz, yerinde denetlediğimiz bir üreticiden aldığımız tavukları 25 liraya dağıttık. Ulaşılabilir fiyatlarla yürütülebilen gıda topluluklarının dünyada birçok örneği var. Zehirsiz ev atölyesinde üretilen temizlik malzemelerini ve sabunları satıp gelir elde ettik. Bu tür ürünlerimiz kooperatif üyelerine indirimli, okul çalışanlarına bedava. Sonra daha çok çocuğu ormana götürmek için haftasonu etkinlikleri yapalım dedik. Böylece hem öğretmenimiz gelir elde etsin, hem de aileler çocuklarıyla AVM’ye gitmek yerine ormana gelsin, ihtiyaç sahibi ortaklarımız işi örgütlesin istedik: Gıda topluluğu yanında kooperatifin bir girişim ortaklığı daha örgütlendi. İsmini Orman Arkadaşım koydular. Bu hafta sonu mesela, 20 anne ve çocuk ormanda. 80 lira etkinlik ücreti veriyorlar. Orada da bursumuz var. Böylece birkaç öğretmen ve ailenin bütçesine katkı sağlıyoruz. Özel şirketler orman okulu sertifikası veriyor, ama ilk eğitim 2 bin, ikincisi 6 bin lira. Arkadaşlarımız 100 liraya aynı nitelikte eğitim veriyorlar. Böylece eğitimciler ve kooperatif gelir elde ediyor.


Gıda topluluğunun işleyişi nasıl?

İzmir’de yedi gıda topluluğu var. Birçoğu arkadaşımız. Gıda topluluklarına önceden sipariş verip almaya gidiyorum. Hoş bir ortam var, ama sipariş verdiğim patatesi almam yarım saat sürüyor. Biri patatesi paketliyor, iki kişi parasını alıyor. Sohbet güzel, ama zamanım az. Gıda topluluklarına ürün sağlayan ikinci nesil çiftçiler var. Büyük kentlerden göçüp tarım yapmaya başlamışlar. Örneğin birkaç dönümden elde ettikleri zeytinyağı ile hayatı döndürmeye çalışıyorlar. Mesela, elma sirkesi de yapıyorlar, fakat 250 miligramı 15 lira. Kendi kendime “viski mi alıyorum, yoksa sirke mi” diye soruyorum. Burada yanlış giden bir şeyler var. Biz piyasa fiyatlarıyla rekabete önem veriyoruz. Arkadaşlarımızı istihdam edelim, gıda zamanında ulaşsın istiyoruz.

Gönüllük elbette güzel bir değer ama her derde deva değil. Haftada bir okulun bahçesinde gönüllü çapa yapılabilir. Ama her gün çapa yapmak gönüllülükten çıkıyor. İşbölümünü iyi tanımlamak ve emeğe bir değer biçmek lâzım.

Gıda topluluklarında gönüllülük vurgusu var. Gönüllülük elbette güzel bir değer, ama her derde deva değil. Haftada bir okulun bahçesinde gönüllü çapa yapılabilir. Ama her gün çapa yapmak gönüllülükten çıkıyor. İşbölümünü iyi tanımlamak ve emeğe bir değer biçmek lâzım. Ha, isteyen emek bedelini bağışlayabilir. O emekçinin bileceği iş. Ama emeğin görünürlüğünü sağlamalıyız. Sosyal kooperatif budur zaten. Elbette ücretleri, ücret farklılıklarını belli etik değerler içinde tutmak gerekiyor. Gıda topluluğumuzu “işleyen, duygu değil ürün satan topluluk” diye tarif ediyoruz. İstanbul’daki bir gıda topluluğu mail grubunun 1500 üyesi var. 1984’ten beri Afyon Basmakçı’da çiftçilik yapan Vehbi Abi’ye (Ersöz) soruyorum: “Yazın kaç sipariş geliyor?” – 15 tane. Bu üreticiye küfür gibi. Meselemiz duygu mu yoksa ürün mü? Gıda topluluğuna eğlenmek için gitmiyoruz. Şöyle bir kuralımız var: Nasıl spor salonuna gitsen de gitmesen de 6 ay üye oluyorum, yesen de yemesen de 6 ay boyunca gıda kutumuzu alacaksın. İstersen ürünleri komşuna ver. Bu yıl şu kadar patates, şu kadar bağ roka tüketmeyi taahhüt ediyoruz. O ürünün parası üreticiye verilecek. Bir kısmı peşin olacak. Şimdi kooperatifte bu sistemi işletmek istiyoruz. İlerde yüzlerce kişinin paydaşı olduğu bir yapıya evrileceğiz. Food Coop diye bir belgesel var. Film şöyle başlıyor: “Biz 17 bin ortağı olan bir gıda kooperatifiyiz.” Ölçek ayrı bir mesele ama buralara gelmemiz lâzım. 17 bin kişinin emek verdiği ve karşılığında ürün aldığı bir yapı kurulmuş. Biz niye kuramayalım?

Gıda, etkinlik ve öğretmen eğitimi gibi girişim ortaklıklarıyla okulun finansal işleyişinde nasıl bir değişiklik oldu?

Hem ihtiyacı olanları destekliyor hem de kooperatife gelir elde ediyoruz. Avrupa’daki örneklerde kamu, eğitimi kendi sorumluluğu olarak görüyor, kooperatiflere ve kurumlara destek sağlıyor. Türkiye’de bunu yakın zaman için öngöremiyoruz. Hatta özel okulları cesaretlendirmek için eğitim ve öğretim desteklerini de kaldırdılar. Muhtemelen gelecekte tamamen özel okulların kucağına bırakılmış bir eğitim sistemi bizi bekliyor. Şimdi kooperatifimiz için üç yıllık stratejik plan üzerinde çalışıyoruz. 12 kişiyle başlayan küçük bir kooperatiften, ortak değer üretebilen bir kooperatif haline gelmenin yöntemlerini geliştiriyoruz. Ortaklarımızın, eski ve yeni çalışanlarımızın, destekçi ve takipçilerimizin görüşlerini alarak üç yıllık stratejik plan üzerinde çalışıyoruz.

Sizce böyle alternatif bir okuldan çıkan çocuklar sıradan okullara gittiğinde güçlüklerle karşılaşacak mı?

Çocukları güçlendirdiğimize inanıyoruz. Bir çocuğumuz anaokulundan sonra başka bir ilkokula gidip bir süre sonra geri geldi. Öğretmen bağırınca “lütfen sesinizi yükseltmeyin” diyormuş. Bu çocuklar gittikleri ortamları değiştiriyor.

Bize sıklıkla sorulan soru bu: “Sudan çıkmış balığa dönmeyecekler mi?” Geçtiğimiz sene, kendi meraklarını takip ederek başladıkları bir projede çocuklar her hafta pazara gitti, pazarcılarla pazarlık yaptı. İlk pazara gidişlerinde onları küçümseyen pazarcıdan alışveriş yapmama kararı aldılar. Bir müzedeki yetkili “Bu çocuklar özel bir yerden mi geliyor, gerçekten ilgi ve alakayla sorular soruyorlar, birbirlerine yol veriyorlar” diye yorum yaptı. Aslında üzücü bir durum. Birbirine yol vermeyi farklılık olarak gören bir toplumdayız. Geleceğe dair bir endişemiz yok. Bu yıl, bir akademik çalışma kapsamında çocuklarımızın yaratıcılığını ölçtüler. Dünyada çocuklarda yaygın kabul gören iki yaratıcılık ölçeği var (Torrance ölçeği ile Wallach-Kogan testi). İzmir’in en bilinen özel ve kamu okullarının da dahil olduğu 22 okulda, Torrance ölçeği uygulandığında Renkli Orman’daki çocukların yaratıcılığı en yakın okuldan iki kat fazla çıktı.

 

^