ÇİFTÇİ-SEN’DE YENİ YÖNETİM, YENİ ÖRGÜTLENME STRATEJİSİ

Söyleşi: Umut Kocagöz
17 Mart 2020
SATIRBAŞLARI

Geçtiğimiz şubat ayında, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı sendikaların temsilcileri İzmir’de bir konferans düzenledi. Katılımcıların yeni şartlarda yeni örgütlenme stratejileri üzerine kafa yorduğu konferansta ürün bazlı sendikalardan oluşan konfederasyon örgütlenmesinin terk edilmesine, tüm sendika ve üreticilerin Çiftçiler Sendikası altında birleşmesine karar verildi. Kurucu yönetim kurulunun sendika başkanlığına seçtiği, uzun yıllar Tütün-Sen başkanlığını yürüten Ali Bülent Erdem’e bağlanıyor, Çiftçi-Sen’in tarihini, yaşanan değişimi ve geleceğe dair planlarını dinliyoruz.

 

Biraz geriye dönerek başlayalım. 2004’te ürün bazında sendikalaşmaya gitmeniz nasıl oldu?

Ali Bülent Erdem: Sendikalaşma kararını anlamak için Türkiye tarımında yaşananlara kısaca bakmak gerekiyor. II. Dünya Savaşı sonrası, yeni uluslararası güç ilişkileri çerçevesinde, ABD’nin hegemonyasında oluşan sistemde, Türkiye’ye endüstriyel tarım dayatıldı, tarımsal yapı 1950’den itibaren buna uygun şekillendirildi. Endüstriyel üretim “yeşil devrim” adı altında küresel ölçekte yaygınlaştırıldı. Bu tarz üretim kimyasal gübre, ilaç, hibrit tohum, makine, yüksek enerji, daha fazla su gerektiren pahalı bir yöntem. Küçük çiftçilerin üretmesi korumacı ve destekleyici politikalarla mümkündü. Buna uygun tarımsal yapılar oluşturuldu. Ancak, 1970’lerde başlayan liberal politikalar bize de 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesiyle yansıdı. Bütün kararlar şirketler lehine, küçük çiftçiler aleyhine alınmaya başladı. Tarımsal yapı dağıtılmaya, devlet tarımdan çekilmeye başladı. 1999-2001 arasında IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla başlatılan Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Tarımda Dönüşüm programlarıyla tahribat ivme kazandı. KİT’lerin özelleştirilmesinin, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin devre dışı bırakılmasının düğmesine basıldı. Taban fiyat uygulamasının kaldırılması, girdi sübvansiyonlarının düşürülmesi, destek kapsamının daraltılması, sulamanın paralı hale gelmesi, dış ticaretin özendirilmesi talep edildi. Ailelerin, köylülerin çiftçilik yapma hakları ellerinden alınmak isteniyordu.

Çiftçi-Sen’in kurulduğu dönemde, çiftçiler güçlü şirketler karşısında örgütsüz ve korumasız kalıyordu. Yeni bağımlılığın yöntemi sözleşmeli üreticilikti. Devlet garantör rolü bile oynamıyordu. Ortada sözleşme varsa, çiftçilerin toplu pazarlık hakları da olmalıydı. Bunun örgütlenme biçimi sendikaydı.

İşte bu nedenle, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, temel ürünlerin en yoğun üretildiği bölgelerde kurultaylar düzenledik, delegasyonlar oluşturduk. Delegasyon heyetleriyle Aralık 2003’te Ankara’da Türkiye Üretici Kurultayı’nı yapıp nasıl bir örgütlenme istediğimizi tartıştık. Farklı ürünlerin üreticilerinin sorunları farklıydı. Her ürünün sorunları gibi mücadele alanları da farklılık gösteriyordu. TEKEL tütün için çok önemliyken fındık ve üzümde Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri öne çıkıyordu, Çay için ÇAYKUR önemliydi. Bu yapısal saldırılara ancak ürün bazında örgütlenirsek karşı çıkabileceğimize karar verdik. 2004’te Üzüm-Sen ve Tütün-Sen ile  başladık, sonrasında diğer sendikaları oluşturduk. Yine 2004’te küçük çiftçilerin küresel örgütü La Via Campasina’ya üye olduk. 2008’de Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu’nu örgütledik.

Çiftçiler neden sendikalarda örgütlenmeli?

Bugüne kadar herkes tarımla ilgili sözünü söyledi, sadece çiftçilerin sözü dinlenmedi. Çiftçilerin politikalarını üretecekleri bir örgütlenmeye ihtiyaç vardı. Sendikal örgütlenme tarımsal politikalara çiftçilerin de müdahil olmasının önünü açacağı için önemliydi. Devlete tarımdan el çektiriliyordu. Devlete bağımlı üreten çiftçiler için yerli ve yabancı şirketlere bağımlılık gelişiyordu. Çiftçi-Sen’in kurulduğu dönemde, çiftçiler ve köylüler güçlü şirketler karşısında örgütsüz ve korumasız kalıyordu. Yeni bağımlılığın yöntemi sözleşmeli üreticilikti. Sözleşmeli üretimde devlet garantör rolü bile oynamıyordu. Ortada sözleşme varsa, çiftçilerin toplu pazarlık hakları da olmalıydı. Bunun örgütlenme biçimi sendikaydı. Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri ve TEKEL, ÇAYKUR gibi kurumların artık kamu adına destekleme alımı ve fiyatları açıklamaktan vazgeçmesi üzerine, çiftçiler adına referans fiyatı açıklamak, vurgunculuğun karşısında etkin bir yasanın çıkması için mücadele etmek, çiftçilerin sosyal güvenceye kavuşması için çalışmak amacıyla sendikal biçimde örgütlenmenin doğru olacağını düşündük.

Tekel Direnişi, Şubat 2010

2004-2020 arasında çiftçi sendikaları neler yaptı?

Ülkenin çeşitli yerlerinde düzenlenen mitingler çiftçi ve köylülerin taleplerini ülke gündemine soktu. Üzüm-Sen Alaşehir’de, TARİŞ’in hasat zamanı fiyat açıklamamasını protesto eden, üreticilerin taleplerini dile getiren iki miting düzenledi. Tütün-Sen İzmir Ziraat Mühendisleri, Kırkağaç Tütün Tarım Satış Kooperatifi’yle birlikte Kırkağaç’ta, Fındık-Sen “Fatsa’da fındıkta sömürüye Son” sloganıyla Fatsa’da miting yaptı. Trabzon-Ankara Fındık Yürüyüşü’ne katıldık. Hububat-Sen “Buğdayına, Emeğine, Alınterine Sahip Çık” adıyla Keşan’da, Zeytin-Sen “Önce Toprak, Tohum, Su” başlığıyla Orhangazi’de miting düzenledi. Üstelik bu çalışmalar sırasında sendikalar hukuksal engellerle de mücadele ediyordu. Suyun ticarileştirilmesine, TEKEL’in yaprak işleme müdürlüklerinin kapatılmasına karşı etkinliklere katıldık. Zeytin Yasası’nın çıkmaması için köy-köy toplantılar düzenledik, kampanyalar ürettik, yasanın çıkarılamamasında etkili olduk. Gıda egemenliği için düzenlenen uluslararası toplantılara katıldık. Konfederasyon Türkiye’de odak örgüt olma görevi üstlendi. Ama tüm bunlara rağmen süreç acımasızca işledi. Devlet aradan çekildi. Türkiye tarımı hızla şirketleşmeye başladı. Mevcut örgütlenme biçimimiz günün koşullarına uygun olmaktan çıktı.

Çiftçi-Sen’in en önemli başarısı örgütlenme gerektiği bilincini yaratmasıdır. Yıllarca devlete bağımlı üreten, örgütlenmeleri bile devlet vesayeti altında gerçekleşen edilgen çiftçilerin bağımsız örgütlenme ihtiyacını ortaya çıkardı, hem örgütlenme hem de fikir düzeyinde birikim yarattı.

Çiftçi-Sen bu süreçte neleri başardı, neleri başaramadı?

En önemli başarısı örgütlenme gerektiği bilincini yaratmasıdır. Yıllarca devlete bağımlı üreten, örgütlenmeleri bile devlet vesayeti altında gerçekleşen edilgen çiftçilerin bağımsız örgütlenme ihtiyacını ortaya çıkardı. Bugünkü tarımsal yapıya karşın hem örgütlenme hem de fikir düzeyinde birikim yarattı. Çiftçi-Sen’in mücadelesi hem tarıma dair bir tartışma açtı hem de tarımı tartışanların üzerinde etkili oldu. Ancak, ürün deseninin hızla değişmesini engelleyemedik. Örneğin, Tütün-Sen’i kurduğumuz dönemde 478 bin üretici varken bugün bu sayı 60 bine düştü. Ürün desenimiz küresel şirketlerin talepleri doğrultusunda hızla değiştirildi. Örneğin, pamuk üretimi hızla düşerken mısır üretimi yaygınlaştırıldı. Bu durum çiftçilerin de ürün çeşitlerini değiştirmesine yol açtı. Ürün bazında örgütlenmiş Çiftçi-Sen için bu ciddi bir handikap haline geldi. Fikri düzeyde yaratılan etki, ürün yelpazesinde yaşanan değişime, üreticilerin dönüşümüne yansımadı. Çiftçi ertesi yıl hangi ürünü üreteceğini bilemez oldu. Sözleşmeli üreticilik yaygınlaştı. Artık çiftçiler bir sene bir üründen kazanamıyorsa ertesi sene başka bir ürüne geçiyor. Yalnızca belirli ürünlerde örgütlenmiş olmak başlangıçtaki anlamını yitirdi.

Çiftçi-Sen tarımda alternatif bir program önerebildi mi?

Gıda egemenliği, endüstriyel tarımın sakıncalarının ortaya konması, gıda güvenliği, sistem dışında yeni bir tarımsal yapının oluşturulması gerekliliği gibi birçok başlıkta açılım geliştirdik. Bu yönde ittifaklar oluşturduk, varolan platformlarda yer aldık. GDO’ya Hayır Platformu’na aktif katıldık, Bio-güvenlik yasasının çıkması için mücadele ettik. Yerel tohumun korunması ve üretilmesi için çaba harcadık.

“Fındık için adalet” yürüyüşü, 18 Eylül 2017

Bugün Çiftçi-Sen’in örgütleneceği tabanı nasıl ifade edersiniz?

Çiftçi-Sen esasen küçük üreticilerin sendikasıdır. Gıda egemenliği, merkezinde küçük üreticilerin olduğu bir mücadele biçimi gerektiriyor. Türkiye’de tarımsal yapı, ağırlıkla aile tarımına dayanıyor, küçük ölçekli toprak sahipliği yaygın. Küçük çiftçiden aile tarımı yapan çiftçileri anlıyoruz. Mesele sadece endüstriyel ürün de değil. Örneğin, tütün üreticisi zaten endüstriyel ürün ekiyor, endüstriyel yöntemler kullanıyor. Ama o da küçük çiftçidir. Sadece tütün değil, çay, şeker pancarı ve benzer birçok ürün aynı özelliklere sahip. Bizim savunduğumuz ekolojik köylü tarımıdır. Ama geçmişte olduğu gibi, şimdi de endüstriyel tarım yapan küçük çiftçiyi de kapsayacağız. Onların topraklarında kalmaları, sözleşmelerde örgütlü davranabilmeleri için mücadele edeceğiz. Çelişki gibi görünse de üretim biçimini değiştirmeye yönelik çalışma ancak daha uzun ve özendirici çabalarla gerçekleşebilir.

Çiftçi-Sen’in programında gıda egemenliği ve ekolojik köylü tarımı dışında başka neler yer alıyor?

Şirket saldırısı küresel. Köylülerin hakları her yerde yok ediliyor. Çiftçi-Sen’in de üyesi olduğu La Via Campesina ve müttefikleri köylülerin ve kırsal kesimde yaşayanların haklarını uzun bir mücadelenin ardından Birleşmiş Milletler’e taşıdı. 2018 Aralık ayında yapılan oylamayla hakların tanınması yönünde karar alındı. Ancak, Türkiye çekimser oy kullandı. Bugün, yerel tohumla üretilmiş sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen kentlinin de toprağa, suya erişmek isteyen kırsal kesimde yaşayan insanların mücadelesine katılmak isteyen ekolojistlerin de köylü haklarına ilişkin iç hukuk düzenlemesinin yapılmasını talep etmesi gerekiyor. Bu, gıda egemenliği mücadelesinin temel taşlarından birini oluşturuyor. Çözüm halkın gıda sisteminin kurulmasından geçiyor. Bu sistem, merkezinde küçük çiftçilerin yer aldığı ekolojik, sağlıklı üretimle hayata geçirilebilir. Bu yalnızca çiftçilerin değil, kentlilerin de temel ihtiyacıdır.

Tütün-Sen’i kurduğumuz dönemde 478 bin üretici varken bugün bu sayı 60 bine düştü. Ürün desenimiz küresel şirketlerin talepleri doğrultusunda hızla değiştirildi. Örneğin, pamuk üretimi hızla düşerken mısır üretimi yaygınlaştırıldı.

Ekolojik köylü tarımı uygun toprağın, temiz suyun, uygun ekolojik koşulların olduğu, ekolojik yapının bozulmadığı bir ortamda yapılabilir. Bütün bunlar ancak köylü hakları kapsamında tesis edilebilir. Köylü hakları mücadelesi bu yüzden ekolojistlerin, gıda sorunu yaşayan, ne yediğini bilmeyen, rahatsız kentlinin de mücadelesidir. Biz köylü haklarını ciddi olarak gündeme getirmek, bu konuda etkinlikler yapmak, köylü hakları mücadelesine katılabileceklerle bir araya gelmek istiyoruz. Mevcut iktidardan BM tarafından kabul edilmiş olan köylü haklarına ilişkin iç hukuk düzenlemesi yapmasını talep edip mücadeleyi yükselteceğiz. Köylü hakları ortak mücadeleyle BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Şimdi bu hakları bütün köylülere anlatmak sendikanın başlıca görevidir. Kırsal alana ve kendilerine yapılan saldırılara karşı yürütülen mücadelenin önemli hukuksal dayanağıdır.
İlaveten, sendikada yeni bir yönetim oluşturduk. Değişen Türkiye tarımına uygun bir örgütlenme yaratmaya çalışıyoruz. Öncelikleri ve nasıl yapılması gerektiğine dair herkesin katılımıyla eylem planı belirleyeceğiz. Tarımdaki yeni şartlara uygun kurumsallaşmaya çalışıyoruz. Bir grup insanın baştan bir program hazırlamasını bir dayatma olarak görüyoruz. Birçok kesimin eylem planına dair düşünceleri mevcut. Biz bunları ortaklaştırmaya çalışacağız.


Çiftçi-Sen bileşenlerinin temsilcileri bir arada

Üye almaya ne zaman başlayacaksınız?

Hemen başlamak zorundayız. Eski sendikalardaki üyeleri tekrar üye yapacağız. Hem onlara hem de daha geniş kesimlere gitmek zorundayız. Köylere gidip oralarda çalışmaları sürekli kılacak yapılar oluşturmak zorundayız. Başka türlü olma şansı yok. Sonuçta sıfırdan başlamıyoruz. Zaten kurulmuş ilişkilerimiz mevcut. Onları yaygınlaştırıp yeni alanlara yol alacağız. Eski modelde ürün bazlı olan sendikalar yeni modelde bir kürsü olarak ifade edilecek. Yani, eski Tütün-Sen, şimdi bir tütün kürsüsü olacak. Zeytin, ayçiçek, çay gibi kürsüler kuracağız. Ürün bazlı örgütlenme nedeniyle üye yapamadığımız kesimleri, örneğin ekolojik köylü tarımı yapan, ısrarla geleneksel üretimi sürdüren, yerel tohumları kullanan çiftçileri, meyve yetiştiricilerini, sebze üretenleri üye yapacağız. Oluşturacağımız kürsüler üzerinden köy meclisleri, köy temsilcilikleri oluşturacağız.

Örneğin, bir çiftçi Akçakoca’da fındık üretiyor, Çiftçi-Sen onunla nasıl ilişki kuracak?

Çiftçiler ne üretirse üretsin sendikanın üyesi olabilecek. Bugün birçok çiftçi tek bir ürün üretmiyor. Çiftçi tek bir sendikaya üye olacak, ama ağırlıklı ürünü hangisiyse, o kürsüde kendisini ifade edecek. Bir handikabımız var. İşçi sendikalarına e-devlet üzerinden üye olunabiliyor, ama diğer sendikalar için bu geçerli değil. Kişinin üye olmak için mecburen üyelik formunu doldurması gerekiyor. Kamu çalışanları sendikalarında, emekli ve gençlerin örgütlendiği sendikalarda da bu zorluk geçerli. O zaman o formları alıp köylere gitmek, çalışma yapmak gerekiyor. Bu örgütlenmede hareketliliği artıracak bir çalışmaya da yola açabilir. Üye yapma çalışması sendikal faaliyetin kendisi haline gelecek. Böylece, köylülerle hem tarım tartışılacak, hem politikalar üretilecek, hem de üyelik gerçekleştirilecek. Ayrıca köylüler kuracağımız bölgesel temsilciliklere kürsülere de ulaşıp üye olabilir.

Yerel tohumla üretilmiş sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen kentlinin de toprağa, suya erişmek isteyen kırsal kesimde yaşayan insanların mücadelesine katılmak isteyen ekolojistlerin de köylü haklarına ilişkin iç hukuk düzenlemesinin yapılmasını talep etmesi gerekiyor. Çözüm halkın gıda sisteminin kurulmasından geçiyor.

Çiftçiler, sorunların mevcut iktidarın politikalarından kaynaklandığını, hükümet değiştiğinde işlerin düzeleceğini düşünüyor. Bu yanlış bir algı. Kim gelirse gelsin, aynı politikaları sürdürmek durumunda. 1980 sonrasındaki süreç devamlılık arz ediyor. Hükümetler birbirlerinin yaptığını tamamladı. Çiftçilerin örgütlenmekten başka çareleri olmadığını anlaması gerekiyor.

Türkiye’de hak sahibi olarak değil, “tedarikçi” olarak çiftçiden bahsedebilir miyiz?

Aynen öyle. Türkiye’de kooperatifler bile devletin denetimindeydi. Devletin istediği kooperatifler gelişti, istemedikleri gelişemedi. Kısa süreli Köy-Koop deneyimi bu tablonun dışında. Kalan hepsi o günkü gıda sistemine uygun yasalarla şekillendi. Bugün de kooperatifçilikte benzer bir süreç yaşanıyor. Devlet bugün çiftçilere “ya şirketleşin ya da şirketler gibi kooperatifler kurun” diyor. Bunu yapmayanlara da “toprağınızı terk edin” diyor. Böyle bir duruma muhalefet ederken yeni kooperatifçilik ve örgütlenme biçimleri ortaya çıkarmak gerekiyor. Yoksa köylüler gerçekten de sadece “tedarikçi” olarak kalıyor. Süreç şirketlerin gıda sistemine hizmet etmekten başka bir yere varmıyor. Elbette başka ilkelerle örgütlenen kooperatifler de ortaya çıkıyor. Biz yeni kooperatiflerin gelişmesi için elimizden gelen desteği verdik ve vereceğiz.


Bir yandan da CHP yönetimindeki büyükşehir belediyeleri “yeni bir gıda rejimi”nden bahsediyor. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sürecin nasıl işleyeceğini bugünden öngörmek zor. Ama birtakım kaygılarımız var. Büyük şirketlerin kurduğu gıda sistemine benzer bir kooperatifçilik modelinin desteklenmesi, varolan rejimi güçlendirecektir. İktidar Tarım Kredi Kooperatifleri üzerinden 500 kooperatif market açacağını söyledi. Şimdilerde sayı 50’yi geçti. Bu kooperatifler aynı zamanda Migros’a mal tedarik edecek. Endüstriyel üretim yaptığı ve mevcut sistemin gereklerini yerine getirecek şekilde örgütlendiği, şeffaf bir yapıya sahip olmadığı ölçüde kooperatifler ve şirketler arasından bir fark bulunmuyor. Kaldı ki, cumhurbaşkanı da söyledi, kooperatifçilik yasası değiştirilecek. Kooperatiflerin şirket gibi çalışmaları önündeki engeller kaldırılacak, kendi üyeleriyle sözleşmeli üretim yapan kooperatiflerden vergi alınmayacak. Şirketlerle aynı tarzda örgütlenmiş market zinciri açan yapılarla sistem karşıtı mücadele yürütülebilir mi? Biz yalnızca ucuz mal tedarik etmeye yönelmiş muhalif yapıların mevcut gıda sistemine alternatif olabileceğini düşünmüyoruz. Kooperatifçilik ancak gıda egemenliği mücadelesi temelinde örgütlenirse anlamlı olur. Gıda egemenliğine yönelik örgütlenmiş üretici ve tüketici kooperatiflerini güçlendirmek gerekir. Ancak, bunları denetleyen, yönlendiren bir tarz da takınmamalıyız. Kooperatifler kendi ağlarını kendi doğal akışları içinde, mevcut gıda sistemi karşısında örmeliler.

Ekolojik köylü tarımı uygun toprağın, temiz suyun, uygun ekolojik koşulların olduğu, ekolojik yapının bozulmadığı bir ortamda yapılabilir. Bütün bunlar ancak köylü hakları kapsamında tesis edilebilir. Köylü hakları mücadelesi bu yüzden ekolojistlerin, gıda sorunu yaşayan kentlinin de mücadelesidir.

İyi işleyen kooperatiflerin ayırt edici özellikleri neler?

Tersten gidelim. Çok eski dönemde kurulmuş, Avrupa fonlarıyla gelişen bazı kooperatifler çok parlatılıyor. Bu kooperatifleri taltif edenler arasında endüstriyel tarım karşıtları da var. Bunlar endüstriyel üretim yapan, dışarıdan yem, gübre, girdi alımı yapan, şirket gibi çalışan, ancak kamuoyunda çok başarılı olduğu düşünülen kooperatifler. Açık söylemek gerekirse, bunun en gelişmişi TORKU’dur. TORKU şirketleşmiş kooperatifler için bir model teşkil ediyor. Bu tip kooperatifler sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da ve küresel ölçekte de destekleniyor. Küresel ölçekte gıda sisteminin tekelleşmesi devam ediyor. Bunun alternatif şöyle olabilir: Bir köyün yerel tohumlarla, o yörenin geleneksel üretimini yapması, o ürünleri işleyerek tüketicilere ulaştıracak bir kooperatifçilik anlayışı geliştirmesi. Böyle bir anlayış, şirketlerin gıda sistemine karşı çıkabilir. Kooperatifler yerel tohumla ekolojik üretim yaptıran bir şirkete benzememeli. Böyle yapılar tüketicilerin gıdaya dair korkularından yararlanmak isteyen, çiftçilerin söz ve karar sahibi olmadığı, büyük olasılıkla sözleşmeli üreticiliğe dayanan gıda sisteminin bir parçası olur. Kooperatiflerde tüm ortakların her şeyi bilmesi, kooperatifi istediği an denetleyebilmesi, hesaplarının şeffaf olması, ortakların işleyişe dair tartışmalara aktif katılması gerekir. Kooperatifler ortaklarının ihtiyaçları üzerinden kurulmuş, ortakların karar verdiği yapılar oldukları takdirde anlam kazanır. Üreticinin aidiyet duymadığı, kooperatifi kendinden ayrı bir kurum olarak algıladığı zaman kooperatifler bir devlet kurumuna veya tarım satış kooperatiflerine benzer. Gıda egemenliği için katılım ve aidiyet hissetmek çok önemli. Herkesin her şeyi tartışabildiği ve planlamanın beraber yapıldığı bir örgütlenme önemli. Ancak böyle halkın gıda sistemi kurulabilir.

Tekel Direnişi, Şubat 2010

İyi bir tedarik sistemi kuran, pazarda başarılı olan kooperatifler ön plana çıktı. Ancak, çiftçilerin katılımı bir tartışma konusu. Bugün belediyelerin kurduğu kooperatif tedarik ağlarında çiftçinin demokratik katılımını nasıl görüyorsunuz?

Temelde karşı çıktığımız şey katılımın eksikliği. Devletin tarımdan çekildiği bir noktada gıda egemenliği mücadelesinde çiftçilerin ve kentlilerin talepte bulunabilecekleri tek mercii yerel yönetimler. Yerel yönetimler kendi hedefleri dışında, bu taleplere cevap verecek politikalar üretirse anlamlı olur. Örneğin, İzmir’de atalık karakılçık buğday tohumunun çoğaltılıp çiftçilere dağıtılması önemli. Bunun gibi, tabandan gelen talepler doğrultusunda hareket etmeleri yerel yönetimler açısından daha sağlıklı. Belediyeler üstlerine vazife bilip politika icat etmek yerine, gıda egemenliği hareketinin talepleri üzerinden ilerlemeli. Diğer türlü zaten bir seçimde her şey değişebilir.

Tohumda tekelciliğe yol açacak düzenlemeye karşı tüketici kooperatifleri, gıda toplulukları bir araya gelip çeşitli etkinlikler yaptı. Bunlar çiftçi-kentli örgütlenmesine örnek olabilir mi?

Düzenlemenin iptaline yönelik dava açtık. Davayı kazanacağımız görülünce düzenleme geri çekildi, yeni bir yönetmelik yapıldı. Bu başarının arkasında kamuoyu vardı. Tohum için mücadele etmek köylü hakları için mücadele etmek demektir.

Eski modelde ürün bazlı olan sendikalar yeni modelde bir kürsü olarak ifade edilecek. Yani, eski Tütün-Sen, şimdi bir tütün kürsüsü olacak. Zeytin, ayçiçek, çay gibi kürsüler kuracağız. Kürsüler üzerinden köy meclisleri, köy temsilcilikleri oluşturacağız.

Çiftçiler neden hâlâ sendika formunda örgütlenmeli?

Çiftçiler kendilerine ilişkin politikaları oluşturmak ve bunların uygulanması için mücadele etmek zorundalar. Bunu başka araçla yapamazlar. Mevcut yapı içinde partiler üzerinden söz söyleyebilmelerinin koşulu da bu. Latin Amerika’daki deneyimlere, mesela Topraksızlar Hareketi’ne bakalım. Çiftçiler taleplerini bağımsız bir şekilde ortaya koyuyor ve bunları destekleyecek partileri seçim döneminde destekliyor. Mücadele elbette seçim dönemlerine sıkıştırılamaz. Sendikal bir yapı, bu bağımsızlığı sağlayabilir. Çiftçi sendikaları dünyanın birçok yerinde yüz yılı aşkın zamandır örgütleniyor. Biz ise mücadele etmeye çok yeni başladık.

Çiftçi-Sen’e bağlı sendikaların toplam kaç üyesi vardı?

Tütün-Sen’i 2004’de kurarken 440 çiftçiyle başvuru yaptık. Ancak, o gün tütün üreten  çiftçilerin yüzde 90’ı ürün değiştirdi. Büyük bir kısmının üyeliği düştü. Sayı söyleme şansımız yok. Konfederasyon, sendikaların üst örgütü, onun üye sayısını bilmiyoruz. Şimdi yeni örgütlenmeyle yeniden üye kaydetmeye başladık. Geçmişteki üyeler yine üye olacak. Hukuki olarak çok mücadele ettik. Tütün-Sen’in kapatılma kararını idari mahkeme durdurdu, yerel mahkeme kapatma verdi. Ardından Yargıtay’a gitti. Sendika en sonunda içtihat kararıyla meşruluk kazandı. Konfederasyonda da böyleydi. Hukuksal mücadelenin uzun sürmesi, üye kaydında ciddi bir duraksamaya neden oldu.

Kamuoyunda Çiftçi-Sen’in gerçek bir taban oluşturamadığı, daha çok bir fikir örgütüne dönüştüğüne dair algı var. Ne diyorsunuz?

Çiftçi-Sen yaptıklarıyla, pratikleriyle bellidir. Öyle değildi. Böyle algılanmasının nedeni, Çiftçi-Sen’in birçok konuda düşünce üretmesi, bu düşüncelerin tartışmaya açılmasından kaynaklanıyor. Örgütlenme kısmının çok bilinmemesi yanlış değerlendirmeye sebep oluyor. Tabanda bir karşılığımız var. Geçtiğimiz yıllarda üzümde, fındıkta, hububatta yaptığımız köy çalışmalarına köylerdeki tüm çiftçiler katıldı. Tütünle ilgili yasa değişikliği sırasında, meclis komisyonu bizi arayıp “tek farklı düşünceyi siz söylüyorsunuz, gelin düşüncelerinizi belirtin” dedi. Üreticiyle bağlantısı olmayan bir yapının davet edilmesi mümkün değil. Katılımcı, demokratik bir kitle sendikacılığında ısrarcıyız. Örgütlenmedeki yeni yönelim bunu karşılayacak.

^