Bütün dünya o görüntülere tanık oldu: Afro-Amerikalı George Floyd, Minneapolis’te, sokak ortasında, bir polisin taammüden işlediği gaddar cinayetle can verdi. Ve ABD’de yer yerinden oynadı, öfke sel olup aktı. Ülkenin bir ucundan öbür ucuna, Minnesota’dan Georgia’ya, Los Angeles’tan New York’a, büyük kalabalıklar sokaklara döküldü, kamu binaları, mağazalar, polis arabaları ateşe verildi, Floyd’un can çekişirken defalarca tekrarladığı “Nefes alamıyorum” (I can’t breathe) deyişi ayaklanmanın ve sosyal medya kampanyalarının sloganı oldu.
Derek Chauvin adlı polisin 8 dakika, 46 saniye boyunca, diziyle George Floyd’un gırtlağına bastırarak işlediği cinayet, 2014’te, Eric Garner’ın New York’ta, polis tarafından öldürülüşünün uzun ve ağır çekim versiyonuydu. Garner da Floyd gibi, “Nefes alamıyorum” diye çırpınarak can vermişti. Garner’ın katli infial uyandırmış, birçok şehir protesto gösterileriyle ayağa kalkmış, “Siyah Hayatlar Önemlidir” örgütlenmesi vücut bulmuştu. Floyd’un aynı biçimde katledilmesi çok daha büyük çaplı bir ayaklanmaya yol açtı, zira gerek Beyaz Saray’ın gerekse kamu otoritelerinin “sükût ikrardan gelir”ci kayıtsızlığı, meselenin “münferit” değil “yapısal ırkçılık” olduğunu ayan beyan ortaya koymuştu.
İç savaş görüntülerine sahne olan yerlerden biri de ünlü rapçi Killer Mike’ın şehri Atlanta’ydı. 30 Mayıs’ta düzenlenen bir basın toplantısında, Killer Mike tarihi bir konuşma yaptı, hemşerilerine ve ülkenin her yanındaki isyancılara seslendi, önerdiği yol haritasını şöyle özetledi: “Tasarla, planla, strateji kur, örgütlen ve harekete geç.”
Killer Mike, kendisi gibi 90’lardan beri hiphop sahnesinin mihenk taşlarından olan El-P ile 2013’ten beri Run The Jewels projesini yürütüyor. Ekibi, üçüncü albümleri RTJ3’yi yayınladıkları 2017’de, Trump’ın seçilmesinden Sanders’ın kampanyasına verdikleri desteğe, ifade özgürlüğünden ABD’deki ırksal ve sınıfsal fay hatlarına uzanan bir söyleşi derlemesiyle konuk etmiştik. Bu hafta yayınlanacak dördüncü albümleri RTJ4 arifesinde, Killer Mike’ı ve Run The Jewels’ı yakından tanımak üzere, Express’in 155. sayısına bağlanıyoruz.
Seçim akşamı ne yaptınız?
Killer Mike: Ot içtim. Siyahım, güneyliyim, daha önce yüzleşmemiş olduğum bir korku yok. Acı hissetmeye bağışıklığım olduğu anlamına gelmiyor bu. Ülkenin dört bir yanında konuşurken beyaz gençleri kendi kültürel çevrelerinin dışındaki insanlarla bağlar yaratmaya ve empati kurmaya teşvik ediyorum. Bana benzeyen insanlara “Kendinizden daha fazla güç almalısınız, çünkü devletin ya hayatlarınız üzerinde çok fazla kontrole sahip olduğu ya da tam işiniz düştüğünüzde ortadan kaybolduğu bir devirde yaşıyorsunuz” diyorum. Müzik Georgia’da uyuşturucu savaşının ortasında büyürken olgunlaşmama yardımcı oldu, benim de amacım müziğimle insanların zorlukların üstesinden gelmesine yardımcı olmak.
Seçim sonucu sizi şaşırttı mı?
Killer Mike: Hiçbir şeye şaşırmıyorum. Demokratlar mümkün olan en iyi adayı göstermedi. Bu ülkenin emekçi ve beyaz vatandaşları öfke içinde, bunu farketmemenin gafletini yaşadık. Sistem herkes için çökmüş durumda, eninde sonunda bunu kavrayıp hayali farklılıkların bizi ayırmasına izin vermeyeceğiz. Şu an hiçbir şey işlemediği için insanlar her şeyi denemeye eğilimli. “Bu ülke ırkçı” diye bir durum yok. Ödlekler toplumu değiliz. Geçmişte çok kötü şeylerin üstesinden geldik. Beyazların korkuyla hareket etmesine alışık değilim, silkinip kendimize gelmemiz lâzım. Bıkkınlık içinde de değilim. Konuştuğum yaşça büyük siyahlar da bıkkınlık hissetmiyor. Nixon’ı görmüşler, iki yüzlü başkanlar ve valiler tarafından yönetilmişler. Gözümüzü bir sonraki adımın ne olacağına ve kendimize sahip çıkmak neler yapmamız gerektiğine dikmeliyiz.
En basit kural şu: Doğal olarak yapmaya hakkım olan bir şeyi yapmama engel mi oluyorsun? Düşmanımsın. Özgürlüğüme, mutlu olma ve sevme hakkıma destek mi oluyorsun? Dostumsun. Bizim politikamız bundan ibaret.
El-P: Ben de şaşırmış değilim. Bazı insanlar karşı karşıya olduğumuz resmi ilk kez keşfedip bir aydınlanma yaşıyor. Kimseye tepeden bakmıyorum, ama sahtekârların iktidarı ellerine geçirdiği fikri çok eskiden biri müziğime yansıyan bir konuydu.
Geçtiğimiz senenin çalkantıları yeni albüme nasıl yansıdı?
El-P: Hepimiz kara bir bulutun altındaydık. Mike öfkeli ve bitkindi, ben de rap yapmak istemiyordum. Birbirimizle konuşmamız ve ne olursa olsun birbirimize destek olacağımızı hatırlamamız gerekti. Müziğimizde de ifade buldu bu.
Killer Mike: Aslında son dönemde güzel şeyler de oldu. Bernie Sanders’ın kampanyasının bir parçası olmak müzik yapmaktan aldığım zevki de ateşledi. Kendimi tuhaf bir mizah anlayışına sahip, dürüst, yaşlı ama dayanıklı bir adamın yanında buldum. Rap ortamlarında yaşlı adamlar biziz. Ama aslında yaş diye bir mefhum yok. Bazen kendimi bana hayranlık duyan genç insanlarla dolu bir odada buluyordum, Sanders’ın yanında olmak ise dedemin evine geri dönmeye benziyordu. Bana ve eşime sorduğu sorular çok keskindi. Bu keyfin dışında, ne zaman bir şeyler kaydetmek istesem siyah biri üniformalı biri tarafından öldürülüyordu. 14 yaşındaki oğlum ve 9 yaşındaki kızımla oturuyorum ve her ay televizyonda siyah bir adamın öldürüldüğünü görüyoruz. Bu duyguyu kimse yaşamamalı. Bu süreçte Vermont ve Güney Carolina’da kampanya çalışmalarına katılmak, her ırktan, dinden ve etnik gruptan insanın ortak bir amaç uğruna birlikte çalıştığını görmek en ihtiyaç duyduğum anda umut verici oldu.
Sanders’ın kampanyasına katılmak siyasetle daha fazla ilgilenme isteği yarattı mı?
Killer Mike: Neye inanıyorsan onun için emek harcamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Amerikalıysanız ve ağzınızda gümüş kaşıkla doğmamışsanız, siyasi sürecin bir parçası olmalısınız. Çoğumuza hiçbir şey altın tepside sunulmadı. Ben elimden geleni yapmalıyım, zira ninem sokaklarda, protesto gösterilerinde yürüyordu. Onun dedesi Tuskegee frengi deneylerinde denek olarak kullanılmıştı. Onun dedesi ise köleydi. O yüzden başka bir seçeneğim yok. Rap yapmayı, küfretmeyi ve bunun karşılığında para kazanmayı seviyorum. Ama bir noktada aksi bir ihtiyara dönüşüp bir okulun yönetim kuruluna ya da belediye meclisine girebilirim. Atlanta’da yerel ölçekte olup bitenler hoşuma gitmiyor, bu konuda bir şeyler yapmak isterim. Siyahsan ve Amerikalıysan iki seçeneğin var: Ya sessizce acı çekersin ya da başkaldırırsın.
Trump’ın yükselişiyle birlikte, uzun zamandır bahsettiğiniz distopik geleceğin gerçeğe dönüştüğü söylenebilir mi?
El-P: 2002’de Fantastic Damage’ı çıkardığımda herkes 11 Eylül sonrası bir albüm olarak tanımlamıştı, ama ben onu kuleler yıkılmadan iki sene önce yazmıştım. Dead Disnee’nin nakaratında “Şehir yanıp kül olduğunda Disney Dünyası’na gideceğim” diye bir söz vardı. Ya farkındasınızdır ya da değilsinizdir.
Killer Mike: John Carpenter’ın They Live (Yaşıyorlar, 1989) filmi gibi. Gözlükleri taktığınızda “Üre”, “Satın al”, “İtaat et” gibi propaganda mesajlarını görebilirsiniz. El-P ve ben o aşağılık gözlükleri takıyoruz. 2Pac’ta da vardı aynı gözlükler, olup bitenin farkındaydı. Schooly D ve Melle Mel de öyle. Olan biteni bir kere gördükten sonra bir daha görmemek mümkün değil.
Kimsenin adına kimseyi öldüremem. Milliyetçiliğin ve kabileciliğin bir parçası olamam. Amerikalıyım, çünkü burada doğdum. Elime bir bayrak, bir milli marş ve bir din tutuşturuldu. Ama hepimiz ölene kadar bu dünyada misafir fanileriz aslında.
El-P: Trump götün teki, ama gençlerin bunu bizden duymaya ihtiyacı yok. Mike’la hemfikir olduğumuz şey şu: Zorba, gaddar, milliyetçi ve yavşak siyasetçi modelini Trump yaratmadı.
Killer Mike: Onu yaratan Nixon’dı. İnsanlar korku içinde. Yozlaşmış bir parti rakibine göre daha üstün bir aday olan Bernie Sanders’ı sabote etti. Trump’ın karşısına Sanders çıksaydı 20’lerindeki siyahlardan LGBT topluluğuna, birçok gençten oy alacaktı, çünkü onları temsil ediyordu. Ne var ki, Amerikalıların tercihlerine korkuları yön verdi, Hillary ve Trump gibi iki deccalden birini seçmek durumundaysanız, daha havalı olana ve sizi güldürene oy verebilirsiniz.
El-P: Trump daha büyük bir problemin parçası. Bizim kuşağımızın sorunu, dünyanın her yerinin, temsil ettiklerini iddia ettikleri insanları tahakküm altına almaktan başka bir amacı olmayan despotlar tarafından yönetilmesi. Bu durum Trump’tan önce de vardı. Fark şu: Daha önceleri, birçok insan doğrudan etkilenmediği için bu konuyu pek umursamadı.
Yeni albümünüz RTJ3’nin açılış parçası olarak şimdiye kadarki en sakin işlerinizden biri olan Down’ı seçmişsiniz.
El-P: Sanırım herkes Talk To Me türü patlayıcı bir şarkıyla girmemizi bekliyordu, ancak Down bir önsöz. Nerede bulunduğumuzdan ve hangi istikamette yürüdüğümüzden bahsediyoruz. Şu an burada olmaya dair teşekkür minvalinde bir şarkı.
Killer Mike: Bu albüme bir sinema filmi gibi bakıyorum. RTJ3 biri siyah, biri beyaz iki oğlanın modern ve mahşeri New York şehrinden kaçmaya çalıştığı bir film gibi. Down bu ikilinin etrafa ateş etmeye başladığı ânın hemen öncesi, Brian de Palma’nın Carlito’s Way (Carlito’nun Yolu, 1993) filmindeki puştun tuvaletten çıktığı sahneye tekabül ediyor. Bu albümü dinlemekten ziyade seyrediyorum. Son iki albümüz de iyiydi, ama onları dinliyordum. RTJ3’nin görsel bir tarafı var.
Üç albüm içinde yazması en zor olan şarkı hangisiydi?
El-P: Zordan ne kastettiğinize bağlı. Şarkılarımız yüreğimizin derinliklerinden geliyor, doğru şekilde yapmak istediğimiz için çok vakit harcıyoruz. Benim için zor diye bir şey yok, esas mevzu ilhamı beklemek. Bazen kutsal ruh Mike’ı ziyaret ediyor; içinden bir şeyler dışarı dökülüyor. Ya da aynısı bana oluyor. Ortağınızın dürüstlüğün ve cesaretin çıtasını yukarı çeken ve hislerini sakıncasız bir şekilde yansıtan sözler sarf ettiğini görüyorsunuz. Alelâde bir şeylerle cevap vererek buna saygısızlık edemezsiniz. Örneğin ikinci albümdeki Crown’da kendi kısmımı yazmak için aylarca bekledim, zira ilhamın tıpkı Mike’ı vurduğu gibi beni de vurması gerekiyordu. Bu zorluk değil, sürecin ta kendisi. Sanat yapıyoruz, mesai saatini doldurmanız gereken bir iş değil bu: Hayallerimizin gerçekleşmesi. Bir şeyler söyleme fırsatınız var, onu sanata dönüştürüp duvara asıyorsunuz; kendinize zaman vermeniz lâzım.
Killer Mike: Benim için de yazması en zor şarkılardan biri Crown oldu. Gece 3’te içime düştü, son üç mısra dışında. O üç mısra için bir ay daha bekledim. İçimde sakladığım birçok şey var. Şu hayatta hem aziz hem de günahkâr oldum. Hayatınız boyunca aziz olmuşsanız geceleri rahat uyuyabilirsiniz. Günahkârsanız bununla da rahat etmeyi öğrenirsiniz. Ben yolun iki tarafında da gezindim, o yüzden zor uyuyorum ve arada uyanıp zehiri akıtmam gerekiyor. Bazen hepsi dökülmüyor, geri dönüp kendimle girmek istemediğim diyaloglara girmem gerekiyor. Bazı şeyler ancak bu şekilde çözülür.
Duygularınız kırılabilir, onları yoga yaparak, dua ederek veya basket oynayarak onarabilirsiniz. İfade özgürlüğü ise tarif edilemeyecek kadar kıymetli. O yüzden herkese fikirlerini daha çok açığa vurmalarını ve başkalarının da fikirlerini ifade etmeleri için savaşmalarını salık veriyorum.
El-P: İşin rap kısmı ikimiz için de kolay. Örneğin bir dostu kaybetmeye dair Thursday In The Danger Room’daki kısmımı çarçabuk yazdım. Benim için zor olan o mısraları dünyayla paylaşmaktı, çünkü son derece kişiseldi. Paylaşması yazmaktan daha zor oldu.
Run The Jewels’ın alamet-i farikası sözlere yansıyan kimya. Yazma süreciniz nasıl işliyor?
El-P: Şarkıları yazarken ikimiz de aynı odada oluyoruz, bu mutlaka uyduğumuz bir kural. Parça parça inşa edilmiş albümler yapmakla ilgilenmiyoruz. İşin sihri aramızdaki dostlukta. Yazdığımız şarkı sözlerini birbirimize e-postayla yollamıyoruz.
Killer Mike: Ben Atlanta’yı terk ediyorum, El-P de New York’u. Bir yerlerde buluşup albümün havasına giriyoruz. Hayatım boyunca müzik delisi oldum, müzisyenlerin özen gösterip göstermediğini şıp diye anlarsınız.
Don’t Get Captured’da Cabbagetown bölgesinden bahsediyorsun.
Killer Mike: 1995’te sosyal konutları kapatıp insanları şehirden uzaklaştırmaya başladılar. 1996’da Olimpiyatlar yapıldı, hemen öncesinde Riverdale’e giden otobüsleri kaldırdılar. Özetle, insanları güneye sürüp şehir merkeziyle bağlantılarını kestiler. İnsanlar soylulaştırma kavramına ırk üzerinden yaklaşıyorlar, çünkü öyle sunuluyor. Konunun bir siyah sorunu olarak sunulmasının sebebi insanların umursamamasını sağlamak. Atlanta çoğunlukla siyahların yaşadığı bir şehir. Cabbagetown ise özel olarak kırsaldan pamuk fabrikalarında çalışmak için göç eden yoksul beyazların yaşadığı bir yer. Köle emeği denebilir, zira fabrikada ürettiklerini mağazada üç katına geri alıyorlar. Nesiller boyu bu yoksullukla yaşamış insanlar var, onların yanıbaşında büyüdüm. Aynı okullara gittik, kaynaştık, aynı insanlardık. Mesele ırktan, renkten ziyade sınıf. Soylulaştırma Atlanta’yı vurduğunda bunun ırkçılık olduğuna dair şikayetler yükseldi. Evet, öyleydi, bombok bir durumdu, ama aynı zamanda sınıfsal bir meseleydi. Şimdilerde bir hipster akını var. Cabbagetown’da yaşamak isteyen birçok insan oraya taşınıyor, ancak daha önce orada yaşayanlara ne olduğunu kimse sormuyor. Ya güneye sürüldüler ya da artık evsizler. Patlamakta olan bir evsiz nüfus var, özellikle kadınlar ve çocuklar. Kimse bunu görmek istemiyor, ben de durumu ırk masalının dışında bir perspektiften yansıtmak istedim.
Run The Jewels külliyatında iktidar karşıtlığı öne çıkıyor. Ünlendikçe sanatçı ve kamusal figür olarak edindiğiniz iktidarın üstesinden nasıl geliyorsunuz?
Killer Mike: Benim herhangi bir iktidarım yok, insanlara ilk söylediğim şey Robin Hood olmadığım. Liberal ya da muhafazakâr değilim, kendimi özgürlükçü olarak tanımlayabilirim. Kişisel özgürlüklerime saygı duyulmasını istiyorum. Beni rahat bırakarak kolaylıkla yapabilirsiniz bunu. Anayasal haklarıma saygı duymak için burnunuzu işime sokmamanız ve söylediklerime karışmamanız yeterli. Duruşumun temeli bu. Bu ülke vatandaşlarına anayasal özgürlüklerinin keyfini sürmeleri konusunda borçlu. Bu borç ödenmedikçe korku, kaygı ve asabiyete rücu ediyoruz. Ben bir yüreklendiriciyim. Hakları için mücadele eden herkese cesaret vermek istiyorum. Mücadeleyi kendi başınıza kazanamıyorsanız yoldaşlık kurabileceğiniz insanlar bulun. İnandığım şu ki herkesin erginleşme ve anlama yetisi mevcut. Benim işim insanların özgürlüklerini elde etmesine destek olmak. Kimsenin lideri değilim. Peşinden yürüdüğümüz şey başka bir insan değil, ilkeler olmalı.
El-P: Kendilerini önderlik pozisyonuna yerleştiren iki adam değiliz. Rap yapmaya âşık, ot içen, şakalaşmayı ve para kazanmayı seven, sanata derin bir hayranlık duyan ve sözün gücüne inanan iki adamız. Toplumsal iktidar sahibi olmadan da güçlü olunabileceğine inanıyoruz. Gücümüz dayanışmadan, birbirimize duyduğumuz sevgiden filizleniyor. Gücümüz bu gerçeği kimsenin değiştiremeyecek olmasından geliyor. Gücün kaynağı insanın kendisidir. Sabah kalktığınızda nefes alabiliyorsunuz, bu ödülü size hiç kimse bahşetmedi. Bu fikri kafanızda oturttuğunuzda ve istediğiniz gibi uyanmaya, solumaya, yemeye, uyumaya, sevişmeye ve mutlu olmaya hakkınız olduğunu farkettiğinizde her şey berraklaşıyor. İktidar yapıları ile kurduğunuz ilişki berraklaşıyor. En basit kural şu: Doğal olarak yapmaya hakkım olan bir şeyi yapmama engel mi oluyorsun? Düşmanımsın. Özgürlüğüme, mutlu olma ve sevme hakkıma destek mi oluyorsun? Dostumsun. Bizim politikamız bundan ibaret.
Hiphop yeni blues. 70-80 yaşında en sağlam işlerini yapan blues’cular var. Rap’in de o yöne gideceğini düşünüyorum. AC/DC gibi olmamızı istiyorum: Siyah kot giymiş, sahnenin bir tarafından öbürüne koşan, kafaları yüksek iki yaşlı adam.
Dinleyenin günlük hayatın gerçeklerinden kaçmasını sağlayacak bir albüm yapmayı düşündünüz mü hiç?
El-P: Aslında tam da bunu yapıyoruz, ama bizim gerçeklerden kaçma yöntemimiz farklı.
Killer Mike: Run The Jewels’ı tam da bu yüzden seviyorum. Rezil bir güne uyanabilirsiniz, ama öğle vakti çok komik bir şey olabilir ve kasıklarınızı tuta tuta gülebilirsiniz. Hemen akabinde düşünceleriniz yine ciddi mevzulara kayabilir. Run The Jewels insan olma halinin bütününü müziğime yansıtmamı sağladı. Bu da bir tür kaçış, zira günlük hayatın her boyutunu kabulleniyoruz. Bazen bize “Nasıl hem bu kadar komik, umursamaz olup birkaç şarkı sonra sert toplumsal eleştirilere girişiyorsunuz” diye soruluyor. Bu tuhaf bir soru; insan olma deneyimi tam da bu değil mi?
El-P: Büyük gerçeklerin karşısında bir saçmalık ve maskaralık da var. Yeni bir albüm kaydetmek için ilhamı buradan buluyorum. Etrafta olup bitenle fazlasıyla ilgilenen ve dünyayı umursayan iki kişiyiz, ancak kendimize neşe ve eğlence için de alan yaratabildik. Başka türlü bu pisliğin içinde devam etmemiz mümkün olmazdı.
Yaşlanmak bu tür bir başarıyla başetmenizi kolaylaştırdı mı?
El-P: 35 yaşına geldiyseniz ve hâlâ bu işin içindeyseniz, ya her şeyin elinizden kayıp gittiği korkusunu yaşamışsınızdır ya da yaşamak üzeresinizdir. Bu konuşmayı daha önce kendimle ve bazı yakın dostlarımla yaptım, tekerleğin dönmeye devam edeceğine emin olmadığım, ama yine de bu işi yapmaya devam edeceğim gerçeğiyle yüzleştim. 2008-2009 gibi dibe vurdum, dostum Camu Tao vefat etti, sağlam durmaya çalıştım, ölümünden sonra yayınlanan albümüyle uğraştım. O sürecin üzerimde farkında olmadığım, ancak katman katman yayılan yıkıcı bir etkisi oldu. Tüm paramı ve yönümü yitirdim. Yeni doğmuş bir bebek gibi çaresiz hissettim kendimi. Cancer 4 Cure’u kaydederken arkadaşlarıma bunun son albüm olabileceğini, bu meslekte bana daha fazla yer bulunduğundan emin olmadığımı söylüyordum. Bu durumla barışıktım da. Mike’la tam o dönem tanıştım ve her şeyi boş verip tam gaz devam etmeye karar verdik.
A Report To The Shareholders’da düşündüklerinizi açıkça söylediğiniz için özgürlüğünüzü kaybetmekten duyduğunuz korkuya dair bir kısım var. Bu, önümüzdeki dört yıla dair duyduğunuz bir kaygı mı?
El-P: Şu anki siyasi ortamı gözardı etsek bile, bahsettiğiniz endişe geleceğe dair gerçek bir endişe. Lafını sakınmayan iki kafadarız, zaten yaptığımız işin özünde bu var. İnsanları aynısını yapmaya yüreklendirmek için dibine kadar açık sözlüyüz. Kimsenin kafasına zorla bir şeyler sokmaya çalışmıyoruz, ancak hissettiğimizi dile dökme vakti gelince sakınmıyoruz. Soruya dönersek, cevabım evet. Kafamdan geçen gerçek bir kaygıya dair dürüstçe dışarı vurduğum sözler onlar. Bazen kendime sözümü esirgememeye fazlasıyla alıştığımı söylüyorum ve bu özgürlüğü son derece ciddiye alıyorum. Bu rahatlığa sonsuza dek sahip olabileceğimizden emin değilim. Birileri buna çomak sokmazsa şaşırırım. O zamana kadar kıçımı öpebilirler, ağzıma geleni söyleyeceğim.
Killer Mike: Rap müzisyenleri 2Pac’tan önce bile devletin kara listesinin demirbaşıydı. Ancak mesele iki rap’çinin istediklerini söyleyebilmesinden ibaret değil. İnsanlar şunu bilmeli: Duygularınız kırılabilir, onları yogaya giderek, dua ederek veya basket oynayarak onarabilirsiniz. İfade özgürlüğü ve basın özgürlüğü ise tarif edilemeyecek kadar kıymetli. O yüzden herkese fikirlerini daha çok açığa vurmalarını ve başkalarının da kendi fikirlerini ifade etmeleri için savaşmalarını salık veriyorum. Müzisyen olarak en fazla para kaybetme korkusu yaşarsınız. Ancak insanlar söyledikleri yüzünden hapse girmeye başlarsa bu ülke elden gitmiş demektir.
İkiniz de en büyük patlamanızı 40’lı yaşlarınızda yaşadınız. 70’inizi görünce Elton John gibi turne yapan iki rap müzisyenine dönüşür müsünüz?
El-P: Elbette, ama henüz yüzümüzün kırışmasına vaktimiz olmadı, hele önce bir yaşlanalım. Belki de beni Las Vegas’ta smokinle şarkı söylerken görürsünüz, kariyer planı bu minvalde. (gülüyor)
Killer Mike: Aslında bu tür şeyleri şimdiden görüyoruz. Örneğin E-40, 50 yaşında ve her sene bir hit albüm yayınlıyor. Too Short da öyle, Jay-Z’nin de hâlâ şakası yok. Hiphop yeni blues. Yeterince tecrübeden geçtiyseniz şarkılarınıza koyacağınız çok acı biriktirmişsinizdir. 70-80 yaşında en sağlam işlerini yapan blues’cular var. Rap’in de o yöne gideceğini düşünüyorum. El-P ve benim AC/DC gibi olmamızı istiyorum: Siyah kot giymiş, sahnenin bir tarafından öbürüne koşan, kafaları yüksek iki yaşlı adam.
El-P: Blues söz konusuysa, ne kadar çok acı çekiyorsanız o kadar iyi müzik yapıyorsunuzdur. Albümlerimizde, özümüzde neysek o olmayı başarmanın bir yolunu bulduk. Pratik ve felsefi düzlemde yeterince deneyim biriktirdik, o yüzden hâlâ söyleyecek sözümüz var. Bizi farklı kılan da bu. Eğer iyi bir yazarsanız hayat tecrübenizi kullanıp 20 yaşındaki birinin yapabileceğinden farklı bir iş çıkarırsınız. Gücümüz tam da buradan kaynaklanıyor, on sene önce yaptığım müziği tekrar etmek istemem.
Çok ateşli, tutkulu bir dinleyici kitleniz var. Her yaştan, her türden seyirciyi size çeken ne?
Killer Mike: Öncelikle müziğimiz bomba etkisinde, ilgiyi çeken bu. Müziğimizi dinleyenler işin arkasında iki dostun olduğunu farkediyor. Canlı gördüklerinde ise mesleklerinden aldıkları zevkin dibine vuran iki insan görüyorlar. Böylece izleyici kendini üçüncü üye yerine koyabiliyor. Onların konserlere getirdiği enerji bizim grup dinamiğimizin vazgeçilmez bir parçası. Gördüğüm en güzel şeylerden biri “hiphopçu babalar”, 35-50 yaşları arasında, çocuklarıyla konserlerimize gelen adamlar.
İşin sihri aramızdaki dostluk. Çok basit bir şeyden bahsediyorum: Dost olmak, işini sevmek, birbirine destek olmak… Mücadeleyi kendi başınıza kazanamıyorsanız yoldaşlık kurabileceğiniz insanlar bulun…
El-P: Ortalıkta çok fazla sahtekâr var, insanlar bıktı usandı. Sahici bir şey gördüklerinde tepkileri olumlu oluyor. Çok basit bir şeyden bahsediyorum: Dost olmak, işini sevmek, birbirine destek olmak. Devam etmemizin en büyük sebeplerinden biri bu, siyah veya beyaz çocuklar yüzlerine bizim dev maskelerimizi takıp konserlere geliyor. Özgürlük ve hakiki bir bağ sunuyoruz, dışlayıcı değiliz. Herkes kendisini Run The Jewels’ın bir parçası gibi hissedebilir, biz de zaten dinleyicilerimizden besleniyoruz. Mesela Prince’e bakıp tanrıyla yüz yüze olduğunuzu düşünebilirsiniz, ama hiçbir zaman Prince’in orkestrasının bir parçası olamayacağınızı bilirsiniz.
2100’de “Bir devlet adına başka birini öldürmeyi reddediyorum” diyorsunuz. Bu pasifist bir ifade mi?
Killer Mike: Silahlanma çağrısı da diyebiliriz. Britanya, ABD ya da Avustralya ordularındaki tüm askerler Ortadoğu’daki farazi düşmanlarıyla savaş meydanında karşılaştıklarında silahlarını yere koyup arkalarını dönebilir ve parlamentodakilere “Gidin birbirinizi öldürün” diyebilir. Kimsenin adına kimseyi öldüremem. Milliyetçiliğin ve kabileciliğin bir parçası olamam. Amerikalıyım, çünkü burada doğdum. Elime bir bayrak, bir milli marş ve bir din tutuşturuldu. Ama hepimiz ölene kadar bu dünyada misafir olan fanileriz aslında.
El-P: Silahlanma çağrısının aynı zamanda silahların azalması çağrısı olması fikrini sevdim. Barış, zihin ve ruhla yürütülen amansız bir savaş aslında.
Killer Mike: Örneğin Thieves’i yazarken çok düşündük, şarkının şiddeti teşvik eden bir hale bürünmesini istemiyorduk. Geçen sene herkes buna yeltenecek kadar öfkeyle doldu, özellikle ben. İletmek istediğimiz mesajın ne olduğuna dair El-P ile epey kafa patlattık. Sinirlerim başkalarına zarar veren herkesin vurulup öldürülmesini istediğimi söylüyordu. Ama bir rap grubu ve kamusal figür olarak sözlerimizin ağırlığının buna gerçekten yol açabileceğinin farkında olmak zorundayız. Dövüş sporlarıyla ilgilenen herkes bilir ki, güce karşı koymak için ruha ihtiyaç vardır. Eğer müzik dışında bir miras bırakırsam bunun insanların tamamen özgür olduklarını bilmelerini, güçlü olarak gördüklerine diz çöktürecek güce sahip olduklarını farketmelerini sağlamak olmasını isterim. Efendilerinizi öldürün!
El-P: Bu dünyadaki herhangi bir insan kadar güçlüsünüz, iktidarların sahip olduğu tek şey yüreğiniz ve ruhunuz üzerinde kurdukları tahakküm. Zihniniz onların kontrolündeymiş gibi görünebilir, ama bu onlara siktir çekemeyeceğiniz anlamına gelmiyor. Run The Jewels olarak gençlere bunu aktarmak istiyoruz. Bunu doğrudan söylememize bile gerek yok, bu berbat siyaset ortamının ve kafa karışıklığının karşısında arkadaş olmak bile cüretkâr bir hareket. Kimseye kendimizi açıklamak zorunda olmamamız da öyle.
Derleyen: Yiğit Atılgan
Express, sayı 155, Eylül 2017