Demokrat Parti’nin başkan adaylarından Bernie Sanders kurulu düzenin ödünü patlatan bir gök gürültüsü oldu, zihinlerde ve yüreklerde çok şimşek çaktı, ama o büyük yağmuru indiremedi, indiremeyeceğini ve Covid 19’un kampanya şartlarını ortadan kaldırdığını görünce yarıştan çekildi. Şimdi meydan, David Harvey’in deyişiyle, “Wall Street’in Demokrat ve Cumhuriyetçi kanatları”na kaldı. Niye böyle oldu, bundan sonra neler olur? Üç ihtimalli maçın ve muhtemel ofsaytların olay mahalline, Yahya M. Madra, Lara Fresko ve Kenan Erçel’e bağlanıyoruz.
ABD 2020 seçimleri bağlamında, son günlerin en önemli gelişmesi Bernie Sanders’ın Demokrat Parti adaylığı yarışından çekilmesiydi. 2016 ön seçimlerinde, Sanders temmuz ayındaki Genel Kongre’ye kadar yarıştan kopmamış, Hillary Clinton’a son ana kadar ter döktürmüştü. Bu sefer niye nisan ayında havlu attı?
Yahya Mete Madra: Öncelikle, 17 Mart’ta Florida, Illinois ve Arizona’da, sonra 7 Nisan’da Wisconsin’de yapılan ön seçimlerde Biden arayı açmaya devam etti. Bunların arasında en çok delegeye sahip Florida’da beklendiği üzere Biden büyük fark attı. Böylelikle, daha Wisconsin’e gelmeden, Biden toplamda farkı 300 delegeye çıkarmıştı bile. Dolayısıyla mart ortası itibariyle Sanders’ın önünde imkânsız olmasa da çok zor bir aritmetik tablo vardı.
Wisconsin’e gelindiğinde virüs salgını iyice yayılmıştı. Nitekim Sanders kampanyası ön seçimlerin ertelenmesi çağrısında bulundu, ama Biden’ın ekibi ve Demokrat Parti yönetimi, biraz da o eyaletteki Cumhuriyetçi yüksek mahkeme yargıçlarının oylarıyla verilen kararın arkasına sığınarak, buna kulak asmadı. Bazı eyaletlerde, örneğin Ohio’da, ön seçimler ileri bir tarihe atılırken Wisconsin’de sağlık riski gözardı edilerek sandıklar kuruldu. Sonuç olarak, bu eyalette de birinci gelerek Biden delege farkını 350’ye çıkardı.
Covid-19 Sanders için çifte dezavantaja dönüştü, çünkü Sanders kampanyasının gücü kapı kapı dolaşarak seçmeni örgütlemekten geliyordu. Salgın, bu örgütlenme yöntemini ve miting gibi sosyal mesafenin korunamayacağı diğer seçim faaliyetlerini imkânsız hale getirdi. Keza, son haftalarda kampanyasına yapılan bağışları virüsle mücadele eden kuruluşlara yönlendiriyordu Sanders. Yani, zaten birkaç haftadır kampanya fiilen askıya alınmıştı. Pandeminin Sanders kampanyası açısından doğurduğu bir diğer güçlük Sanders’ın senatör kimliğiyle virüs salgınının ekonomi ve sağlık alanlarındaki tahribatını emekçi kesimler lehine azaltmaya yönelik mali politikalar üzerinden verdiği mücadeleye vakfettiği zaman ve enerjiydi. Anlaşılan, Sanders tüm bu gelişmeler ışığında yaptığı muhasebe sonucunda rekabeti sürdürmenin faydasız olduğuna kanaat getirdi ve önce kampanyasını askıya aldığını beyan etti, akabinde de Biden’ı destekledigini açıklayarak bu ön seçim sürecini resmen sonlandırmış oldu. Bunun hemen ardından, Obama Sanders’a da bir (“O bir Amerikan klasiği”) selam çakarak 10 küsur dakikalık bir video ile Biden’ı desteklediğini açıkladı ve böylelikle Trump’a karşı Demokrat Parti’nin seçim kampanyasını başlattı.
Bir ilginç hadise de New York Times yayın kurulunun Covid-19 bağlamında ABD için önerdiği yol haritasıydı. Refah devletinin mihenk taşları olarak Roosevelt’in “Yeni Mutabakat”ını ve Johnson’un “Büyük Toplum”unu örnek gösteren yayın kurulu, Sanders’ın adını bir kez dahi anmadı. Halbuki Demokrat Parti’de sosyal devlet geleneğinin en azimli ve en hakiki temsilcisinin Sanders olduğu herkesin malûmu.
Lara Fresko: Covid-19 zamanında ABD’nin en çok ihtiyaç duyduğu liderin tam da onun yarattığı kriz sebebiyle saf dışı kalması yazık oldu. Sanders henüz yarıştan çekilmeden önce, Biden Sanders seçmenlerini kazanmak maksadıyla bir-iki hamle yapmıştı. Gerçi her ne kadar muhatabı Sanders taraftarları olsa da Biden bu hamleleri yaparken Sanders’ın siyasi reçetelerini değil, daha orta yolcu Elizabeth Warren’ınkileri referans gösterdi. Herhalde bu sayede o aşamada henüz kendisine destek beyanı yapmamış olan Warren’a ve onun taraftarlarına bir selam çakmayı hedefliyordu. Nitekim 15 Nisan’da, yani Sanders’dan iki gün sonra, Biden’ın destekçileri kervanına Warren da katıldı.
Öte yandan, partinin sol kanadının gönlünü almaya yönelik bu girişimlerin yüzeysel ve samimiyetsiz olduğu aşikâr. 65 yaş ve üzeri vatandaşlara ücretsiz kamu sağlık hizmeti programının (Medicare) yaş eşiğini 65’ten 60’a düşürmek tabii ki Sanders seçmenleri için yeterli bir taviz değil. Sanders’ın planı dört yıl içinde yavaş yavaş yaş sınırını tamamen kaldırmaktı. Benzer şekilde Sanders’ın 1.7 trilyon dolarlık öğrenci borcunun topyekun silinmesi talebine karşılık Biden çok daha küçük bir alt kümeyi kapsayan bir öneriyle geldi.
Nisan ayında şahit olduğumuz bir diğer ilginç hadise de Sanders yarıştan çekildikten birkaç gün sonra The New York Times gazetesi yayın kurulunun Covid-19 bağlamında ABD için önerdiği yol haritasıydı. 20. yüzyıl boyunca inşa edilen refah devletinin mihenk taşları olarak Roosevelt’in “Yeni Mutabakat”ını ve Johnson’un “Büyük Toplum”unu örnek gösteren yayın kurulu, söz konusu metinde Sanders’ın adını bir kez dahi anmadı. Halbuki Demokrat Parti’de bu sosyal devlet geleneğinin en azimli ve en hakiki temsilcisinin Sanders olduğu herkesin malûmu.
Şunu da belirtmekte fayda var, yarıştan çekilmiş olmasına rağmen Sanders’ın ismi ön seçim pusulalarında yer almaya ve kendisi delege toplamaya devam edecek. Demokrat Parti başkan adayı olmak gibi bir emeli artık kalmamış olsa da Sanders’ın delege sayısını artırmasının onun Biden karşısındaki pazarlık gücünü yükseltebileceği söylenebilir. Gerçi buna bel bağlamak ne kadar gerçekçi, emin değilim. Ama öte yandan, gidişata bakılacak olursa, Covid-19 karşısında ve uzun vadede, Biden’ın karizmayı çizdirmeden birtakım önemli tavizler vermesinin yolunu açabilir.
Meydan Biden ve Trump’a kaldığına göre, ABD’yi kısa ve orta vadede nasıl bir gelecek bekliyor? Yahya Madra, siz bir Twitter paylaşımında “Bu saatten sonra kapitalizm bitmiştir, önümüzdeki dönem olsa olsa sosyalizm dönemidir, ama bunun ne tür bir sosyalizm olacağı çok açık uçlu” diyerek üç seçenek sıraladınız: “Neoliberal Sosyalizm, Nasyonal Sosyalizm ve Demokratik Sosyalizm.” Bu seçenekleri nasıl tanımlıyorsunuz?
Madra: Söz konusu paylaşımda “sosyalizm”i biraz kışkırtıcı olmak adına kullandım. Maksadım bundan böyle, bildiğimiz kapitalizmle yola devam edilemeyeceğine dikkat çekmekti. Çünkü ortada çok, ama çok muazzam bir kriz var. Şu anda 16 milyon olan işsiz rakamının nisan ayı sonunda 24 milyon artarak 40 milyona çıkacağı tahmin ediliyor. Ekonomik krizle baş etmek adına tedbirleri gevşetecek olsalar bu sefer sağlık krizi daha vahim bir şekilde patlak verecek. Örneğin, şu anda New York’ta zar zor salgın frenlenmeye başlandı, ama bahsettiğimiz sadece artış hızındaki yavaşlama, yoksa her yerde gördüğümüz o meşhur eğrinin düşüşe geçmesi değil. Üstelik bazı eyaletlerde henüz hâlâ sıkı tedbirler alınmadı bile. Yani daha krizin sonuna çok var. Kaldı ki bu kriz, iklim krizinin tüm dünya tarafından eş zamanlı olarak hissedilen ilk küresel ön dalgası olarak da düşünülebilir.
“Sosyalizm” derken bu derinlikte, bu ölçekteki bir krizin ancak kamu müdahalesiyle çözülebileceğine işaret etmek istemiştim. Fakat bu kamu müdahalesinin alabileceği çok farklı biçimler olabilir. Birincisi Trump’ın idaresinde “Nasyonal Sosyalizm”. Bu nitelemeden kastım Nazi Almanya’sı değildi, iki kelime yan yana geliverdi ve böyle bir çağrışım oldu. Trump beyaz milliyetçi damarı temsil ediyor, yeni merkantilist ticaret politikalarıyla küreselci neoliberalizme karşı milliyetçi bir şirket-devlet kapitalizmini öneriyor. Trump’ın “sosyalizmi”, askeri-sanayi-kompleksi çevresinde kamu-özel işbirliği üzerinden ilerleyen militarist bir oluşum olmakla birlikte, pekâlâ sağlık sigortasını olabildiğince yaygınlaştıran, zorunda kalırsa kendi vatandaşlarına temel gelir bile sağlayan korporatist bir “sosyalizm”e evrilebilir.
Bunun karşısında merkez Demokratların Biden ile ortaya koydukları vizyon, Clinton-Obama çizgisinin günümüze izdüşümü olarak okuyabileceğimiz, küreselci neoliberalizmi bazı yeniden-dağıtım mekanizmaları ile tahkim eden, biraz da Clinton (1992-2000) ve Obama yıllarına (2008-2016) nostaljiyle bakan “Neoliberal Sosyalizm” çizgisi.
Ortada çok, ama çok muazzam bir kriz var. Şu anda 16 milyon olan işsiz rakamının nisan ayı sonunda 24 milyon artarak 40 milyona çıkacağı tahmin ediliyor. Ekonomik krizle baş etmek adına tedbirleri gevşetecek olsalar bu sefer sağlık krizi daha vahim bir şekilde patlak verecek.
“Nasyonal Sosyalizm” kendi içinde çelişen bir tabir olmakla birlikte tarihsel bir arka plana sahip, ancak “Neoliberal Sosyalizm” yeni bir durumu/olasılığı adlandırmaya çalışan ve ilk duyuşta epey kulak tırmalayan bir ifade.
Madra: Burada da amacım kışkırtıcı olmak, ama böyle bir olasılık hiç de azımsanmayacak kadar güçlü. Öncelikle, neoliberal yönetim zihniyeti aslında iddia edilegeldiği üzere “piyasaların iktidarına” değil “iktisat ideolojisinin iktidarına” denk düşüyor. Yani iktisat ideolojisi kendisini piyasalar üzerinden ifade etmek zorunda değil, devlet kuracağı piyasa-dışı mekanizmaları kullanarak da bireylerin davranışlarını –ekonomik teşvik ve yaptırımlar aracılığıyla– düzenlemeye çalışabilir. Zaten refah devletinin tüm mekanizmaları fayda-zarar hesabı üzerinden düzenleniyor. ABD’de bunun en önemli örneği sağlık alanında. Hem Cumhuriyetçiler hem de merkez Demokratlar sağlığı bir insan hakkı olarak görmüyorlar, hâlâ sağlık sigortası alanında bireyleri bedavacı birer ekonomik aktör olarak tasavvur edip sağlık sistemini teşvik/yaptırımlar manzumesi olarak düzenlemeyi öneriyorlar. Neoliberal yönetim zihniyetini ve onun kurumsal mimarisini, pandeminin, iklim krizinin, gelir eşitsizliğinin yarattığı “piyasa aksaklıklarını” giderme amacıyla, davranışsal iktisattaki gelişmelerden de faydalanarak tadil etmeye gitmeleri oldukça güçlü olasılık. Yani kapitalist düzenin temel kurumlarının tehdit etmeden onun işleyişini kolaylaştıracak bir toplumsal mühendislik vizyonu öneriyor Demokratlar. İşte tam da bu anlamda, neoliberal, ama “sosyalist” –yani, piyasa aksaklıklarını teşvik ve yaptırımlar rejimi üzerinden düzenleyen– bir vizyondan bahsediyorum.
Bu ikisinin karşısında konumlanan “Demokratik Sosyalist” olarak nitelendirdiğimiz üçüncü kesim ise sağlığı bir insan hakkı olarak görüyor ve sağlık sistemini evrensel ulaşımı olması gereken kamusal bir hizmet olarak düzenlemeyi öneriyor. Benzer bir saflaşmayı iklim krizi alanında da görüyoruz. Her ne kadar iklim krizini inkâr etseler de “Nasyonal Sosyalistler” de bir noktada bununla yüzleşmek zorunda kalacaklar ve milliyetçi-militarist-devletçi, ancak uluslararası sermayeyi asla tehdit etmeyen bazı toplumsal düzenlemeler önermek zorunda kalacaklar. Neoliberaller, Macron misali, kendilerini bilime saygı duyan tek taraf olarak göstererek küreselci, hümaniter müdahaleci, ancak uluslararası sermayeyi tehdit etmeyen, onun onayladığı ölçüde, ama muhtemelen Cumhuriyetçiler’den daha kapsamlı bir iklim politikasını önerecekler. Zaten o meşhur kötünün iyisi argümanı da bize “Nasyonal Sosyalizm” olasılığını göstererek “Neoliberal Sosyalizm”e razı etmeye çalışmıyor mu?
Neoliberal yönetim zihniyeti aslında iddia edilegeldiği üzere “piyasaların iktidarına” değil “iktisat ideolojisinin iktidarına” denk düşüyor. Yani iktisat ideolojisi kendisini piyasalar üzerinden ifade etmek zorunda değil. “Piyasa aksaklıklarını” giderme amacıyla, kapitalist düzenin temel kurumlarının tehdit etmeden onun işleyişini kolaylaştıracak bir toplumsal mühendislik vizyonu öneriyor Demokratlar.
Fresko: Yahya’nın kısaca değindiği bir hususun altını çizmek isterim: Bu seçim kampanyası süresince dillendirilen ve geniş yankı bulan sol taleplerin Covid-19 gibi bir tehlike ve beraberinde getirdiği kriz karşısında ana akım Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler tarafından iç edilmesi olasılığı var. Yahya’nın ayrıştırdığı farklı tür sosyalizmler –ya da popülizmler diyelim– arasındaki farkı ayırt etmek bu kriz koşullarında toplum nezdinde bir öncelik olmayabilir.
Kriz koşulları demişken, Covid-19 salgını kasım ayındaki seçimleri nasıl etkiler?
Kenan Erçel: Nisan sonu itibarıyla kamuoyu yoklamaları Biden’ı önde gösteriyor. Kriz yönetimindeki becerisizlikler Trump’ın popülaritesini aşındırıyor. ABD genelinde Trump’dan memnuniyet oranı yüzde 43 civarında. Çin’e ve Dünya Sağlık Örgütü’ne yüklenmesi ya da sağlık kriziyle uzaktan yakından alâkası olmadığı halde göçmen işlemlerini dondurma kararı alması hep faturayı başkalarına kesmeye yönelik fevri hamleler. Ekonomik yardım paketi kapsamında hanelere gönderilen çeklerin üzerine ismini –Erdoğan imzalı kolonya/maske poşetleri misali– yazdırmaktan medet umar durumda kendisi.
Trump şimdilik iri cüssesiyle ip cambazlığı yapıyor. Bir yandan ekonomiyi normalleştirmeye çalışan, ama eyalet valileri ve uzmanları tarafından ablukaya alınmış lideri oynuyor, öte yandan tedbirleri erken esnetecek olursa bedelinin ağır olacağını bildiği için normalleşmeye cüret edemiyor. Bu ikilem geçen hafta çok manidar bir şekilde tezahür etti. Trump’ın telkinleri doğrultusunda valisi olduğu Georgia eyaletinde kısıtlamaları kaldırmaya başlayan Brian Kemp yine Trump tarafından eleştiriye maruz kaldı. Trump Kemp’in kararlarını tasvip etmediğini beyan etti. Ve fakat “ekonomiyi açın” diye protestolar yapan tabanını küstürmemek adına Kemp’i hatalı bulsa da onun doğru bildiğini yapmasına saygı duyduğunu söyledi. Yani, ne yardan ne serden geçebildi.
Tabii, siyasette altı ay, hele küresel salgın koşullarında, çok uzun bir süre. Şayet önümüzdeki birkaç ay zarfında pandeminin kendisini başkanlıktan edeceğine kani olursa Trump’ın olağanüstü koşulları bahane ederek seçimleri ertelemesi olmayacak iş değil. Yürütme yetkisini suistimal ederek oyunbozanlık yapabilir. Buna zemin hazırlamak için Çin’le ya da başka bir dış mihrakla suni olarak gerilimi tırmandırabilir. Diğer bir deyişle, 2020 seçimlerinin 2020’de olmaması da ihtimal dahilinde.
Demokrat Parti cenahında ise “mahmur” Biden’ın yerine, onun da rızasıyla, başka birinin geçirilebileceği spekülasyonu dolaşıyor. New York valisi Andrew Cuomo bu bağlamda adı zikredilenlerden. Böylesine tepeden inme bir aday tabanda infial yaratabilir, ama o ismin Trump’a karşı daha güçlü bir rakip olduğuna –Biden’a dair cinsel şiddet suçlamalarının ne kadar yankı bulduğuna da bağlı olarak– Demokrat seçmen ikna edilebilirse belki böyle bir son dakika oyuncu değişikliği mazur görülebilir. Nitekim, ön seçim yarışına sonradan dahil olan eski New York şehri belediye başkanı, milyarder Mike Bloomberg’e de böyle bir kurtarıcı rolü biçilmişti. Gerçi bu saatten sonra Biden’ın ekarte edilmesi düşük ihtimal. Ama sürprizlere açık, çok ilginç bir seçim sürecinden geçiyoruz, hayat bizi ofsayta düşürebilir.
Peki, bu seçimlerde olmasa bile gelecekte yeni, sol bir parti ihtimali var mı? Geçenlerde bu konuda Birikim Haftalık’a bir yazı yazmıştınız. O ihtimali artıları ve eksileriyle açabilir misiniz?
Erçel: Bardağın dolu yarısına bakarsak, öncelikle ortada iki seçimdir çok başarılı bir performans sergileyen solcu bir aday var. Kurulu düzene göbekten bağlı –parti içi ve harici– çıkar gruplarının bütün engellemelerine rağmen, Sanders rüzgârı 2016 ve 2020’de kasıp kavurdu. Ve merkez demokratların Sanders’ı dışlaması –tabiri caizse diyalektik bir biçimde– partinin sol kanadını kendi ayakları üzerinde durmaya mecbur etti. Sanders hareketinin tabandan gelen, her biri ufak, ama çok sayıda bağışla finansman yöntemi onu ekonomik olarak da bağımsızlaştırdı. Özetle, Demokrat Parti’nin sol kanadı zaten fiilen ayrı bir partiymişçesine hareket ediyor uzun süredir. Haliyle “bu fiili durum artık farklı bir parti adıyla tescillense olmaz mı?” sorusu gündemde. Yani, ortada un var, yağ var, şeker var, neden helva olmasın?
Demografik gidişat da sola meylediyor. Demokratik sosyalizm gençler arasında çok revaçta. Kapitalizmden güvencesizlikten başka birşey görmemiş genç kuşak Sanders’a kucak açtı. Latin Amerikalı nüfus da Sanders’a rağbet ediyor. Zira “Latino” tabir edilen kendileri ya da aileleri Meksika, Orta Amerika ya da Güney Amerika’dan gelmiş olan bu kesim ağırlıklı olarak düşük ücretli, güvencesiz –tarım, inşaat, ev işçiliği, vb.– işkollarında çalışıyor. O yüzden de emekçi sınıfları kollayan, gözeten siyasete yatkınlar. Sanders’ın Nevada’daki ön seçimde açık ara birinci gelmesi bu emekçi Latinolar sayesindeydi. Ve Latinoların toplam nüfus içindeki oranı artıyor. Hayatın döngüsü gereği “millennial”lar da “boomer”ların yerini almaya başlayacak ufak ufak. Dolayısıyla, çok makro bir perspektiften bakışla demografik eğilimler solun lehine işliyor.
Seçim kampanyası süresince dillendirilen ve geniş yankı bulan sol taleplerin Covid-19 gibi bir tehlike ve beraberinde getirdiği kriz karşısında ana akım Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler tarafından iç edilmesi olasılığı var.
Ve fakat yeni, sol bir partinin kurulması önünde ciddi engeller de yok değil. Bunlardan en mühimi marjinalleşme riski. Demokrat sosyalizm hareketi Demokrat Parti’den koparsa şimdiki desteğinin ne kadarını fire vermeden muhafaza edebilir: Yüzde 80, yüzde 50, yüzde 25, daha az? Kestirmesi güç. Ama şunu anımsamakta fayda var ki, Alexandria Ocasio Cortez, Ilhan Omar gibi Temsilciler Meclisi’ne seçilen sol/sosyalist adaylar en nihayetinde Demokrat Parti adayları olarak kampanya yürüttüler, oy pusulasında yer aldılar. Başka bir parti çatısı altında aynı performansı gösterebilirler mi? Bu bakımdan elimizde emsal teşkil edecek somut bir örnek olarak Yeşil Parti var. Aslında Sanders kampanyası ile hemen hemen aynı taleplere sahip Yeşil Parti’nin bugüne kadarki en kayda değer başarısı 2000 seçimlerinde ülke genelinde kazandığı yüzde 2.7’lik oydu.
Gerçi ABD’deki iki partili sistem –yine diyalektik bir şekilde mi desek?– ufak, ama sabit bir oy desteğine sahip küçük bir parti lehine işleyebilir. Zira birçok eyalet ve daha küçük idari birimde Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler kafa kafaya yarıştığından, Demokratlardan yüzde 5’lik bir oy çalabilecek üçüncü bir parti bile Demokrat Parti’yi pazarlık masasına oturtabilir. Ama bu zor bir pazarlık, çünkü yeni partinin bir taviz kopartabilmesi için Demokrat Parti’yi icabında Cumhuriyetçi aday karşısında yüzüstü bırakabileceğine tarafları inandırabilmesi lâzım. Blöften ibaret olmayan bir rest çekebilmeli. Ve bunu kendi tabanını küstürmeden, baskılara boyun eğmeden yapabilmeli. 2000 seçimlerinde Yeşil Parti’nin George W. Bush’a karşı oyları bölmekle itham edilişini hatırlayalım. Yani, çok hassas bir denge. Zaten bu dengeyi tutturmanın güçlüğünden dolayı olsa gerek ABD siyasetinde ne sağda ne solda kalıcı bir üçüncü parti çıkamadı bir türlü.
Bu imkânlar ve imkânsızlıklar ışığında yeni, sol bir parti çıkar mı sizce yakın gelecekte?
Erçel: Şayet bu önseçimlerde Sanders kampanyası Demokrat Parti’den büyük bir kelek yeseydi –örneğin, Sanders en çok delegeyi kazandığı halde “süper delegeler” marifetiyle başka bir aday seçilseydi– o zaman üçüncü bir partinin filizlenmesi için zemin daha müsait olurdu. Ama öyle olmadı, barışçıl bir şekilde sonlandı yarış, Sanders Biden’ı desteklediğini açıkladı ve hatta Biden’a oy vermeyeceğini söyleyen destekçilerine azar bile çekti. Zaten mesele biraz da Sanders’ın Demokrat Parti’ye olan bu sadakati. Tüm içeriden muhalefetine, bağımsız duruşuna rağmen son kertede Sanders hep Demokrat Parti’ye sadık olageldi. Sonuç olarak, yeni, sol bir parti, kuvvetle muhtemel kısa vadede gerçekleşmeyecek.
Demokrat Parti cenahında Biden’ın yerine, onun da rızasıyla, başka birinin geçirilebileceği spekülasyonu dolaşıyor. New York valisi Cuomo bu bağlamda adı zikredilenlerden. Ön seçim yarışına sonradan dahil Mike Bloomberg’e de böyle bir kurtarıcı rolü biçilmişti. Bu saatten sonra Biden’ın ekarte edilmesi düşük ihtimal. Ama sürprizlere açık bir seçim sürecinden geçiyoruz, hayat bizi ofsayta düşürebilir.
Fresko: Kenan, aslında ilginç bir dinamiğe değindi. Sanders ön seçimden çekildikten sonra özellikle seçmenleri tarafından çok ciddi eleştirilerin odağı oldu. Biden’a karşı yeterince sert davranmaması, bel altı vurmaması, ve en önemlisi Demokrat Parti’nin birlik ve beraberlik söylemine daha radikal bir şekilde –mesela bir üçüncü parti adaylığı tehdidi gibi– karşı çıkmaması genel bir hayal kırıklığı yarattı ve bunlar Sanders’ın stratejik hataları olarak görüldü. Ancak, ana akım medyada sürekli haksız darbelere maruz kalan Sanders’ın bu saldırılar karşısında kendisini savunmadığını düşünenler bence yanılıyor. Burada gözden kaçırılan nüans, Sanders gibi nevi şahsına münhasır bir karakterin, siyaset ya da siyasi strateji uğruna araçsallaştırmayı reddettiği birtakım ilkeleri, bir ahlâki pusulası olduğu. Yani, kampanyası boyunca “ben değil, biz” diyen Sanders zaten hiçbir zaman bir üçüncü partinin başını çekmeyi vaat etmediği gibi, devrimi tek başına bir hamlede gerçekleştirebileceğini düşünecek kadar kibirli bir siyasetçi de değil.
Erçel: Sanırım senin aksine ben tam da Sanders’ın ahlâki duruşunun, tutarlılığının gereği olarak onun Demokrat Parti ve Biden’la –hele böylesi, kelimenin tam manasıyla bir ölüm-kalım konjonktüründe– daha çetin bir mücadeleye girmesini beklerdim. Biden’a bel altı olmayan daha sert eleştiriler yöneltmesi ve hatta üçüncü bir parti tehdidini kullanması tam da bu ilkeli duruşundan beklenecek tutumlar değil miydi? Sanders’ın Biden’a karşı aşırı müsamahakâr tutumu bizzat kendi ilkeleriyle çelişiyordu kanımca.
Fresko: Ahlâki duruş ve ilkelerden kastım, tutarlılığını sürdürdüğü bu gibi konulara bağlılığından ibaret değil elbette. Sanders özellikle Trump döneminde iyice çürümüş siyaset kültürüne ve diline karşı bir örnek teşkil etti. Anlıyorum, içinde bulunduğumuz durum daha saldırgan, daha çatışmaya açık bir dili ve tarzı çağırıyor olabilir, ama Sanders karakter itibariyle öyle biri hiç olmadı. Burada tutturduğu kıvamın siyaset dilindeki çöküşe karşı bir panzehir olduğunu düşünüyorum, zira bence siyasette içerik kadar biçim de önemli. Selahattin Demirtaş’ın büyük zorluklar karşısında sürdürdüğü ve özlemini çektiğimiz nüktedan dilinin nice takdir gördüğünü hatırlatırım.
Demokrat Parti’nin sol kanadı fiilen ayrı bir partiymişçesine hareket ediyor uzun süredir. Haliyle “bu fiili durum farklı bir parti adıyla tescillense olmaz mı?” sorusu gündemde. Yani, ortada un var, yağ var, şeker var, neden helva olmasın? Demografik gidişat da sola meylediyor. Demokratik sosyalizm gençler arasında çok revaçta. Fakat sol bir partinin kurulması önünde ciddi engeller de yok değil.
Siyasetin içeriğine gelirsek, sanırım Sanders kendisinin misyonunu büyük ölçüde –belki de ABD’nin iki partili yapısının bir sonucu olan– uzun zamandır sürekli sağa kayan siyaseti sola çekmek olarak görüyordu. Evet aday olamadı, başkan olamadı, fakat kampanyanın ana ilkeleri, yani asgari ücretin artırılması, evrensel sağlık sigortası, “Yeşil Yeni Mutabakat” ile ABD’nin altyapısının sürdürülebilir ve ekolojik bir şekilde yeniden inşası, bugün kendisini kesinlikle desteklemeyen The New York Times yayın kurulunun bile önerilerinin temelini oluşturuyor.
Son olarak karmaşık bir seçim süreci içinden geçildi, koşullar idealden çok uzaktı. Demokrasinin ana koşullarından biri olan toplumun tarafsız bilgiye ulaşma hakkı günümüz medya ortamında sağlanamıyor. Bunun da ötesinde ABD’nin oy vermek konusundaki geri kalmışlığı –genellikle iş günlerinde oy verilmesi, oy sandıklarının sayısı ve dağılımı, oy vermenin uzun sürmesi gibi birtakım zorlaştırıcı etkenler– kölecilikten bugüne uzanan ve tadil edilmeyen bir eşitsizliğin yansıması. Son olarak da 2010’da ABD Yüksek Mahkemesi’nden geçen “Citizens United” kararıyla siyasete aktarılan paraların üzerindeki neredeyse bütün denetimler kaldırıldı. Sanders buna rağmen küçük bağışlarla Biden’dan misli misli fazla para toplamayı başarmış olsa da tüm bu etkenler bir üçüncü parti kadar, Sanders’ın söyleminin önemli unsurlarından biri olan köklü sistemik bir seçim yasası değişikliği gerekliliğine de işaret ediyor. 2016 seçiminin ardından gördüğümüz gibi, Bernie Sanders nüfuzunu kullanmaya ve siyaseti sola çekmeye devam edebilmek için de elinden geleni yapacaktır diye düşünüyorum.
Madra: Tartıştığımız üçüncü partinin en önemli varoluş koşulu seçim ve kampanya finansman yasalarının demokratikleştirilmesi. Ama tabii, kapitalist düzen içinde halkın gerçek iktidarına yol açabilecek demokratik bir mekanizmanın tesis edilip edilemeyeceği sorusu daha derin, marksist devlet kuramına dönüp bakmamızı gerektirecek kadim bir soru olarak karşımızda duruyor.