İki işçi, iki işyeri temsilcisi yaklaşık üç haftadır Ataşehir Belediyesi’nin önünde eylemde. Sebep işlerinden çıkarılmış olmaları. Peki, niye? Niye’si yok. Gerekçesiz işten çıkarma olur mu? Oluyor, gerekçe göstermek aleyhte delil olacaksa, neden olmasın? “İşveren sırrı” diye bir şey var. Ataşehir Belediyesi’nde herkesin bildiği bir sır bu: İşyeri temsilcileri Melike Şahin ve Alişan İpşiroğlu’nun suçu sendikal faaliyet yürütmek. Suçlular anlatıyor…
Sizi tanıyarak başlayalım…
Melike Şahin: Dört buçuk yıldır Ataşehir Belediyesi’nde çalışıyorum. Mali Hizmetler Müdürlüğü’nün tahakkuk servisinde görevliydim. Dört buçuk yılın sonunda, mayıs ayı itibariyle görev yerim değiştirildi. Onun öncesinde, DİSK Genel-İş’in işyeri sendika temsilcisi seçildim. Seçildikten sonra görev yerim değiştirildi, ana binanın dışında Kültür Müdürlüğü’nde bir birime gönderildim. Yani sürgün edildim. Bununla alâkalı olarak belediye yönetimiyle görüştük, “Kanun açık, işyeri temsilcisinin görev yerini değiştiremezsiniz” dediğimizde diyalog kanallarını kapadılar. Biz de mahkeme yoluna gittik, dava açtık. 4 Ekim’de belediyeden arandım. “Bir tebligatınız var, gelip alabilir misiniz” dediler. “Ne ile alâkalı” diye sorduğumda, iş akdimin feshedildiğini söyledi belediyedeki Atapel Limited Şirketi’nin müdürü. Sonrasında buradayız, direniyoruz, direnmeye devam edeceğiz.
Alişan İpşiroğlu: Güvenlik görevlisiyim. Aynı zamanda DİSK Güvenlik-Sen Ataşehir Belediyesi baş temsilcisiyim. 4 Ekim’de işten çıkarıldım. Görev yerini terk ettiğimi söylediler, bunu bahane ettiler. Ama esas gerekçe sendikal faaliyetler, farklı bahaneler üretilse de asıl neden bu.
Yani sendikal faaliyet yürüttünüz diye Ataşehir Belediyesi sizi işinizden etti.
Şahin: Evet, atılmamızın esas sebebi bu. Ben herhangi bir gerekçe gösterilmeden, “4 kodu” ile –işverenin iş akdini hiçbir gerekçe bildirmeden tek taraflı feshiyle– işten çıkarıldım. Belediye hiçbir gerekçe göstermedi, gösteremedi. Aslında nedeni sendikal çalışma, işçi arkadaşların hak ve hukukunu koruma adına önde olmak. Hak alanında verdiğimiz mücadeleden, geri adım atmamamızdan ötürü iki işyeri temsilcisini, beni ve Alişan İpşiroğlu’nu işten çıkardılar. Biz hırsızlık yapmadık, namussuzluk yapmadık, onursuzluk yapmadık, işimizi doğru yaptık. İşlerimize geri dönene kadar belediyenin önünden ayrılmayacağız.
Biz bir karar verdik, dedik ki, “Bu böyle gitmez, böyle gitmemeli, işçi sınıfının üzerinde zaten bir baskı var, bu biat kültürünü, bu esareti ortadan kaldırmamız lâzım.” Artık işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağını atması lâzım! Silkelenmesi lâzım ki ülkede bir şeyler düzelsin.
İpşiroğlu: Güvenlik görevlisi arkadaşların bazı talepleri vardı; verilmeyen, ödenmeyen, eksik ödenen, mesailerimizdeki yanlış hesaplamalardan kaynaklanan bazı durumlar söz konusuydu. Biz de çalışma şartlarımızdaki eksiklikleri dile getirdik bir dilekçemizde. Bundan dolayı üzerimizde bir baskı oluştu. Önce rotasyon, sonra da işten çıkarmaya gittiler. Ama bunlar bizi yıldırmaz.
Burası Ataşehir Belediyesi’nin önü ve dört yol ağzı. Asgari ihtiyaçlarınız için dahi içeri girişinizin yasak olduğu bazı internet sitelerine yansımıştı.
İpşiroğlu: Evet, asgari ihtiyaçlarımızı, lavabo ihtiyacımızı gidermemize dahi müsaade etmiyorlar. Belediyeyi herhalde babalarının şirketi, şahsi mülkleri zannediyorlar. Bu belediye bizim. Onlar, yönetici kadro, 50 kişi, biz 2300 kişiyiz. Benim içeriye giremeyecek kadar büyük bir suçum varsa burada da oturamam herhalde, değil mi? Yasadışı bir şey yapmıyorum. Yasal eylem hakkımı kullanıyorum. Sendikalı olarak, işçi olarak bunu kullanıyorum. Ve bana “belediyeye giremezsin, lavabo ihtiyacını dahi gideremezsin” deniyor. Bu anlayışı takdirinize bırakıyorum.
Belediye başkanı Battal İlgezdi buradan geçiyor mu hiç, karşılaşıyor musunuz?
İpşiroğlu: Karşılaşmıyoruz, genellikle alt taraftan girip çıkıyorlar.
Hep mi o güzergâhı kullanıyordu?
İpşiroğlu: Hayır, son iki haftadır böyle, son zamanlara özgü bir durum. Bizimle karşı karşıya gelmek istemiyorlar, çünkü haklılığımızı biliyorlar.
CHP iktidarın emek politikalarını eleştiriyor, ancak yerelde sizin örneğinizdeki gibi işten çıkarmalar var. Bu durumu nasıl yorumlarsınız?
Şahin: İşçi sınıfı için değişen çok bir şey yok, farkındayız. Biz iki sınıfın varlığına inanıyoruz: İşçiler ve işverenler. CHP’li belediyeler de işveren. İşçiden yana tavır alacaklarını düşünmüyoruz. İşten çıkarmalar da bunu gösteriyor.
Direnişiniz üçüncü haftasında. Belediye binasının önündesiniz, polis yok, ama yine de abluka var.
Şahin: İlk gün bir problem yaşadık zabıta ve güvenliklerle. Zabıta araçları çekildi arkamıza ve sağımıza. Oturma eylemimizi vatandaş görmesin, belediyedeki arkadaşlar görmesin diye iki zabıta aracı atıl bir şekilde burada duruyor. Kapatmaya, gizlemeye, örtmeye çalışıyorlar, ama nafile, istedikleri kadar uğraşsınlar, sesimizi her yere duyuruyoruz.
Nasıl duyuruyorsunuz?
Şahin: Eylemimizi sosyal medyada paylaşıyoruz. Ataşehir genelinde stant çalışması, imza kampanyası yapıyoruz. Semt pazarlarına gidiyoruz, sokak sokak geziyoruz, vatandaşa anlatıyoruz.
İpşiroğlu: 18 günlük süre içinde şunu gözlemledim: Gerek fiziki olarak yapılan baskılar –şahsımıza değil, ama gördüğünüz gibi araçların burada önümüzü kapatması, arkadaşlarımızın bizi görmesini engellemeleri– gerek telefon veya mesaj yoluyla arkadaşlarımıza “görüşmeyeceksiniz, konuşmayacaksınız, yazışmayacaksınız” gibi üstü kapalı tehditlerde bulunmaları arkadaşlarımızın bizimle irtibatının kesilmesine sebep oluyor. Ama bunlar şunu anlayamıyor, insanları fiziki olarak arkadaşlarından uzak tutabilirsiniz, ama onların gönüllerini birbirinden uzak tutamazsınız. Çünkü sorunlarımız aynı.
Yapılması gereken tek şey var: Her gün ölmektense bir gün ölmek ya da her gün huzursuz yaşamaktansa, her gün “işten çıkartıldım, çıkarılacağım, yarın bu benim başıma gelecek” gibi bir duyguyla yaşamaktansa bunun mücadelesini verip yasal anlamda kazanımlar elde etmek.
Biz burada kendi menfaatlerimiz için durmuyoruz. Şu anda elde edeceğimiz menfaatlerimiz, daha sonra elde edeceğimiz menfaatlerin çok üstünde –tazminat anlamında söylüyorum–, ama biz bir karar verdik, dedik ki “Bu böyle gitmez, böyle gitmemeli, işçi sınıfının üzerinde zaten bir baskı var, bu biat kültürünü, bu esareti ortadan kaldırmamız lâzım”. Artık işçi sınıfının üzerindeki ölü toprağını atması lâzım! Silkelenmesi lâzım ki ülkede bir şeyler düzelsin. İşçi sınıfı şöyle aslında, hani bir tabir vardır, deveye sormuşlar “boynun niye eğri”, o da demiş ki “nerem doğru ki?” Bizim durumumuz da öyle. Doğru hiçbir tarafımız kalmamış.
Sendikalara mı bu eleştiri?
İpşiroğlu: Belediyede çalışıyorsun, ne kadar yöneticisi, müdürü, başkan yardımcısı varsa hepsi tepemizde. E hükümet zaten tepemizde, siyasiler zaten tepemizde. Bana göre, konfederasyonlar da, sendikalar da işlevini tam anlamıyla yerine getiremiyor. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi ile bir restoran açılışına katılmış olmasını hoş bulmuyorum.
Şahin: Restoranın sahibi Çerkezoğlu’nun okuldan arkadaşıymış, o yüzden oraya gitmiş, İlgezdi’yle karşılaşmalarının da tesadüf olduğunu söylüyor. Böyle olsa bile yine de ortada bir problem var.
Nedir o problem?
Şahin: Çerkezoğlu direniş alanımıza gelmiş değil.
DİSK yönetiminden ziyaretinize gelen oldu mu?
Şahin: DİSK Yönetim Kurulu üyesi Kanber Saygılı geldi. Yine DİSK Genel-İş’ten Nevzat Karataş geldi.
İpşiroğlu: Esas olarak işçi dayanışması var. Bizim gibi Maltepe Belediyesi’nden atılan işçiler geliyor, Üsküdar Belediyesi’nden çıkartılan işçi arkadaşlarımız geliyor, Zeytinburnu’ndan arkadaşımız geliyor. Biz de onları ziyarete gidiyoruz. İşçi arkadaşlarımız getiriyor kahvaltımızı, simidimizi, yemeğimizi.
Peki, ne yapmalı?
İpşiroğlu: Yapılması gereken tek şey var: Her gün ölmektense bir gün ölmek ya da her gün huzursuz yaşamaktansa, her gün “işten çıkartıldım, çıkarılacağım, yarın bu benim başıma gelecek” gibi bir duyguyla yaşamaktansa, bunun mücadelesini verip yasal anlamda kazanımlar elde etmek. Bu ülkede “paran kadar adamsın” diyorlar. Böyle aptalca, ahmakça bir zihniyet var! Maalesef durum bu. “Benim param var, kariyerim var, senin üstündeyim.” Bizim bunun üstüne gitmemiz lâzım işte. Düşünsenize, belediyede elli tane yönetici var, ama iki bin küsur işçiyi sindirmiş. Niye siniyorsun arkadaşım? Yazık değil mi? Niye diken üstünde yaşayasın, niye rahat etmeyesin? Ataşehir Belediyesi’nde 2300 işçi var, bini burada olsaydı bugün, ne belediye başkanı ne belediye başkan yardımcısı ne de herhangi birimin müdürü bu baskıyı uygulayabilirdi. Sorun bizden de kaynaklı. Biraz canlanmamız lâzım, bir şeyleri görmemiz lâzım. Bu 18 günde gördüm ki, aslında işçi sınıfının gözünde büyüttüğü idareci ve yöneticiler çok çok aşağıdalar, hem de çok. Onları çok büyütüyoruz.
Bana örnek olan Türkan Albayrak’ın direnişidir. Ben Beykoz’da oturuyorum, Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde temizlik yapan bir kadın olarak direniyordu. Tek başına o hastanenin önünde oturması; bir kadın bunu tek başına yapabiliyor, tanımadığı bir yerde, bilmediği bir yerde. Sadece işyeri oradaydı. O bunu yapabiliyorsa herkes yapabilir diye düşünüyorum.
Artık şunu yenmeliyiz: Bizi Alevi, Sünni, Kürt, Laz, Çerkes, Süryani diyerek ayrıştırdılar. Ama biz Üsküdar’daki işçilerle diyaloğa girdiğimizde, yani farklı siyasi partiler, farklı dünya görüşleri bir araya geldiğinde şunu fark ettik ki, bizim işçi olarak derdimiz var ortak: ekmek, aş, emek. Ortak değerler bunlar. Burada bir birleşme var gibi, güzel de olacak. Bu mücadelenin sonunda kazanan Melike ve Alişan olmayacak, işçi sınıfının tamamı kazanacak. Benim burada odaklanmak istediğim olay da bu zaten; işçi sınıfı.
Direniş sürüyor, ama bu aynı zamanda işsizlik demek. Süreç sizi, ailenizi nasıl etkiliyor?
Şahin: Tabii ekonomik boyutu benim için zor, bundan sonra da zor olacak, ama şartları sonuna kadar zorlayıp burada direnmeye devam edeceğim.
İpşiroğlu: Psikolojik olarak anlatırsam belki işçi kardeşlerim anlar, ama ben bunu yöneticilerin anlayacağını zannetmiyorum. İki çocuğum var, bir kız bir de oğlan, eşim var, dört kişilik bir aileyiz. Şöyle anlatayım: Gece vardiyasından çıkıyorum, sabahleyin otobüsle gidiyorum. Sonra bir yürüme mesafesi var. Oğlum küçük, ilkokula gidiyor. Sabah o yoldan yürürken bazen, “Keşke çocuğun servisi gitmiş olsa” diyorum. Niye biliyor musunuz? Cebimde ona verecek harçlık olmadığı için. “Baba günaydın” dediğinde ne yapacağım diye düşünüyorum.
Bunlar, bizim sırtımızdan geçinen insanlar. Bunu bilemezler. Alişan İpşiroğlu’nun, Melike’nin, Kenan’ın, Alkan’ın veya Üsküdar’daki yüzlerce insanın, büyükşehirdeki yüzlerce insanın bu durumda olduğunu düşünemezler. Bu insanların ailelerinin nasıl geçineceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl bir psikolojiyle karşı karşıya kaldığını düşünmek gibi bir durumları da yok. Onlar bize biat ettiriyorlar, ama onların biat ettiği de para. Onların biat ettikleri daha kötü. Ama onların bunu hissetme şansı yok.
Çeşitli şehirlerde ve İstanbul’un birçok ilçesinde işçi direnişleri var. Onlarla ilgili düşünceleriniz neler?
Şahin: Zaten kararlılıkla devam ediyor diğer direnişler. Bizden önce başladılar ve bize örnek oldular. Hep söylüyorum, her yerde söylüyorum, bana örnek olan Türkan Albayrak’ın direnişidir. Ben Beykoz’da oturuyorum. Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde temizlik yapan bir kadın olarak direniyordu o süreçte. Onun direngenliği, cesareti, tek başına hastanenin önünde oturması gerçekten örnek olmuştur bana. Bir kadın bunu tek başına yapabiliyor, tanımadığı bir yerde, bilmediği bir yerde… Sadece işyeri oradaydı. O bunu yapabiliyorsa herkes yapabilir diye düşünüyorum. Sonuç itibariyle bir kitap da (Direndiğin Kadar Güçlüsün: Paşabahçe Direniş Günlükleri) çıkardı, yayınladı Türkan Abla. “Direnmeyen çürür” diyor, yani “direniş yaşatır, direnmeyen çürür”. Ankara Yüksel Caddesi’nden Manisa-Kırkağaç’taki maden işçilerine, Aliağa’daki işçilerden Mahir Kılıç’a, tüm direnenlere selam gönderiyorum. Diyorum ki, biz kazanacağız!
Eklemek istediğiniz bir şey, yapmak istediğiniz bir çağrınız var mı?
İpşiroğlu: Talebimi yineleyeyim. İşçi arkadaşlarıma şunu söylemek istiyorum: Her gün ölmektense bir gün ölmeyi tercih ediyorum, bir ömür diken üstünde yaşamaktansa üç gün, beş gün, on gün, artık her neyse mücadele edin. Emeğiniz için, ekmeğiniz için mücadele edin. Benim için aş, ekmek, emek, onur ve şereftir. Aşının, ekmeğinin mücadelesini veremeyen insanlar onurunu, şerefini kaybeder. Çünkü biat ettiğin zaman kıstığı şey senin ekmeğin değil, mevzu üç bin lira verecekken iki bin lira vermesi de değil. Senin düşüncelerini kısıtlıyor, fikirlerini kısıtlıyor, özgürlüğünü kısıtlıyor, konuşma hakkını elinden alıyor, arkadaşınla görüşme hakkını elinden alıyor, yazma hakkını elinden alıyor, her şeyini elinden alıyor! Bu nasıl bir hayat! Bunu nasıl kabul edebiliriz! Kabul etmemeliyiz! Hiçbirimiz Ataşehir Belediyesi’nde veya başka bir yerde işe girerken, “düşüncelerimi, duygularımı, özgürlüğümü ipotek altına alabilirsiniz” diye bir sözleşme imzalamıyoruz. Sadece çalışma saatlerimiz belli, görevimiz belli, uymamız gereken kurallar var ve “bu şartlarda çalışacağız” diyoruz. Ama refah içinde yaşayalım diyorsak önce düşüncelerimizi özgürleştirmeliyiz. Önce fikirlerimize saygı duyulmasını sağlamalıyız. Bunu sağlamadığımız sürece biat etmeye devam ederiz.
Şu anda hayatımdaki en değerli, en güzel günleri yaşıyorum. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Bir şey yaptığımı hissediyorum. O binadaki yöneticilerin hepsinden daha olgunum. Onlar kendileri değiller çünkü, sadece üstlerindekiler ne derse onu yapıyorlar. Onlar da mahkûm, ama farkında değiller.
İşçi sınıfının artık sırtındaki ölü toprağını atmasını, silkelenmesini istiyorum. İşçi sınıfı artık isyan etmeli ve “yeter” demeli. Benim görmek istediğim tek şey işçi sınıfının isyanıdır, işçi sınıfının haykırışıdır. Onu görürsem gerçekten çok mutlu olacağım. Şu anda hayatımdaki en değerli, en güzel günleri yaşıyorum. Gerçekten bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Bir şey yaptığımı hissediyorum. O binadaki yöneticilerin hepsinden daha olgunum. Onlar kendileri değiller çünkü, sadece üstlerindekiler ne derse onu yapıyorlar. Onlar da mahkûm, ama farkında değiller.
Bakın benim yanıma gelemiyor arkadaşlarım, gelemiyor! Ziyaretime gelemiyorlar. Yazamıyorlar. WhatsApp’tan bana iyi dileklerini yazamıyorlar. Birleşmemiz lâzım, beraber olmamız, beraber hareket etmemiz lâzım. Biz o yöneticilerden daha akıllıyız. Bizim aklımızla oynamasınlar. Onların bilmediği çok şeyi biliyoruz.
Şahin: Taleplerimiz çok açık ve haklı talepler. Toplu İş Sözleşmesi imzaladık, eksik ya da doğru. Bu sözleşme uygulansın. Onun uygulanması aşamasında sıkıntılar var. Kanunlar üzerinden vurgu yaparsam da eğer, “kimseyi gerekçe göstermeden işinden, ekmeğinden edemezsiniz”. İşçiler birlik olmalı, örgütlü olmalı. Onlar bizim bunu yapmamızdan rahatsız oldular, çünkü biz işçi arkadaşlarımızı örgütlüyorduk. Bizi işten çıkararak bunun önünü almak istediler.