Bir feminist ve adli tabip olarak tecavüze uğrayan kadınların ya da çocukların gözleri bantlı ya da bantsız fotoğraflarını gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?
Şebnem Korur Fincancı: Kendi adıma, çok büyük rahatsızlık duyuyorum. Çünkü o bantların ya da yüzün flulaştırılması son zamanlarda kullanılan bir yöntem; aslında kişinin kimliğini hiçbir zaman gizlemediğini, kolayca tanınabilir olduğunu, bu anlamda da o insanın teşhirini amaçladığını düşünüyorum. Teşhir nedeniyle insanların yaşadıklarını dile getirmekten kaçınabileceği ve dolayısıyla bu tür olayların daha çok gizliliğe sevk edileceği gibi bir kaygım var. Ayrıca bu fotoğraflar, kimliği belli olmayacak biçimde yayınlanmış olsa bile, gerekli değil. Çünkü böyle bir olayda fotoğrafın olmasının, haberin vurgusu açısından bir katkı sağlamadığını, başka amaçlar taşıdığını düşünüyorum. Bu amaçlar çok çeşitli, ama öncelikle insanların gerçekten meta olarak görülmesiyle bağlantılandırılabilir. Özellikle de silinmiş bedenlerin görünüyor olması, insanları alınıp satılan mallar olarak gören ekonomik sistemle uyumlu görünüyor.
Bir biçimde hep suç ortağı ediliyoruz yozlaşmaya, giderek bu yozlaşmanın bir parçası olmakla karşı karşıya kalıyoruz. Utanılacak, bir zamanlar ahlâk dışı bulunan davranışlar, toplumda hep beraber yaptığımız davranışlar haline geldi. Bir tören gibi.
Zaman zaman kendi deneyimlerimizden yola çıkarak baktığımızda, biz de, bilimsel açıdan ilginçliği olan bir olguyla karşılaştığımızda, bunların özellikle gösterilmesi gereken fotoğrafları varsa kullanıyoruz. Onlar kullanılırken hep aynı soruyu sorarım: Bu görüntünün bilimsel anlamda kullanımı gerçekten gerekli mi, değil mi? Bilimsel ortamda yayın yaparken, bırakın ismi, başharflerini bile kullanmıyoruz. Hastanın yalnızca yaşını, cinsiyetini, olayın özelliklerini gündeme taşıyoruz. Bilimsel dergilerin etik kuralları vardır. Kimliğin belli olmaması zorunludur. Buna rağmen, fotoğraf gerçekten gerekli mi, öğretici mi, bilimsel paylaşımı gerektiren bir fotoğraf mı, bunları sorarak kullanıyoruz. Basın-yayın organlarında hiç böyle bir sorgulama yok. Tam tersine, bu fotoğrafların kullanılması gerçekten çok önemli gibi gösteriliyor. Bu tür haberlerde bir ya da birden çok fotoğraf ya da temsili resim kullanılıyor. Tabii basın-yayın teknolojisinin gelişmesiyle bu fotoğraflar daha renkli, daha çekici bir hale getiriliyor.
Benim aklıma hep şu geliyor: Bir trafik kazası olmuştur, insanlar yaralanmıştır ve bir fotoğraf çekilir. Ama fotoğraf öyle çekilir ki, bir kadının eteği sıyrılmıştır ve kadının bacağını gösterir. Şimdi bunun kazayla uzaktan yakından ilgisi yok. Cinsel şiddet olaylarında fotoğrafların gösterilmesi, yaşananların ayrıntılarıyla yazılması, okuyan, gören insanların bir süre sonra şiddeti doğal kabul etmesine sebep oluyor.
Bu tür haberlerin mutlaka fotoğraflı olmasının okuyanlara, üstelik her yaş grubundan insanlara röntgencilik yaptırarak, onları bu şiddete suç ortağı yapmak gibi bir nedeni de olabilir mi?
Evet, aslında öyle bir yönü var. Son yıllarda giderek artan bir röntgencilik özelliği kazandı toplum. Bütün toplumlar böyle aslında, yalnızca bu topraklarda değil, kapitalizm küreselleşirken kültürünü de küreselleştiriyor. Birilerini gözetliyor, birilerinin özel yaşamlarına sürekli tanıklık ediyoruz. Aileler, televizyon ekranlarında ayrılıyor, buluşuyor… Ve bunların hepsine tanıklık etmeye zorlanıyoruz. Aslında bir biçimde hep suç ortağı ediliyoruz böyle bir yozlaşmaya, giderek bu yozlaşmanın bir parçası olmakla karşı karşıya kalıyoruz. Bir yandan da buna gönüllü olduğumuzda da aslında bir biçimde röntgenci oluyoruz. Bu, anahtar deliğinden bir başkasını izlemekten çok farklı değil. Böyle utanılacak, bir zamanlar ahlâk dışı bulunan davranışlar, toplumda hep beraber yaptığımız davranışlar haline geldi. Bir tören gibi.
Ülkemizde basın yargı yerine kullanılıyor, insanlar yargılama süreçlerinden yanıt alamayacaklarını düşündüklerinde basını kullanmaya çalışıyorlar. Basın da bu konuda istekli davranıyor, çünkü insanların ihtiyaçlarını kâra tahvil edecek. Böyle olmaması gerekiyor. Yargıyla ilişkili süreçleri tartışmak gerekiyor.
Cinsel şiddetin yansıtılış biçimi, basına olan güvenimizi iyice sarstı. Sorun başka türlü nasıl gündeme getirilir, gündemde nasıl tutulur?
Kişileri kullanarak haber yapmak gerekmediğini düşünüyorum. Tabii ki gündemde tutulabilir, çocukların, kadınların cinsel şiddete maruz kaldığı, üstelik yargı süreçlerinde şiddeti yaşadığı… Aslında genel boyutuyla ele alınabilir, tartışılabilir, neler yapılması üzerine aydınlatıcı yazı dizileri hazırlanabilir. Kadınlara böyle bir durumla karşılaştıklarında ne yapmaları gerektiği konusunda bilgiler verilebilir. Eğer kamuoyunu bilgilendirme, insanların haber alma hakkının kullanılması söz konusuysa, bunların yaşandığı koşullar tanımlanabilir. Yapılması gerekenler, başvurulması gereken kurumlar tanımlanabilir. Kurumlar sorumluluğa davet edilir. Ama mutlaka bazı başharflerin olması gerekmiyor.
Ayrıca, ülkemizde basın yargı yerine kullanılıyor, insanlar yargılama süreçlerinden yanıt alamayacaklarını düşündüklerinde basını kullanmaya çalışıyorlar. Basın da bu konuda istekli davranıyor, çünkü insanların ihtiyaçlarını kâra tahvil edecek. Böyle olmaması gerekiyor. Yargıyla ilişkili süreçleri tartışmak gerekiyor. Ama insanları tartışmak, yapılabilecek en büyük kötülük. İnsanlar kendilerinin tartışıldığını gördüğü anda geri çekiliyor. Belki A geri çekilmeyebilir, B geri çekilmeyebilir, ama onun dışındaki 27 harfin sonsuz birleşimi hep geri çekiliyor. Yaptığımız araştırmalardan biliyoruz ki, cinsel şiddet gerçek anlamda su yüzünde değil, ancak küçücük bir parçası su yüzünde, çok büyük bir bölümü gizli. İnsanlar kendilerinin yargılanmaya başlanacağı duygusuyla sessiz kalmayı yeğliyorlar. Çocuklar ve kadınlar ciddi anlamda zarar gören oluyor. Hem şiddete uğruyor, hem de bu şiddeti dile getiremiyor, dile getirdiğinde kendisinin suçlanacağını düşünüyor. Gerçekten özellikle son zamanlarda yapılan yayınlar, bir süre sonra o yayınlara konu edilen insanların toplum tarafından yargılanmalarına ve büyük zararlar görmelerine neden olacak.
Cinsel şiddetin bu kadar çok yaşanmasının nedenlerinden biri iktidar ilişkileri mi?
Aslında tabii her türlü şiddetin en önemli nedenlerinden biri iktidarın meşrulaştırılması. Ama kadınlara yönelik şiddetin, cinsel şiddetin temel öğesinin erkek-egemen ideolojinin, erkek iktidarının meşrulaştırılması olduğunu söyleyebilirim. Erkek iktidarının meşrulaştırılmasına ihtiyaç var, çünkü mülkiyet ilişkilerinin kurulması gerekiyor. Kadın, mülkiyet ilişkisinde, mülkiyet ilişkilerini bozmayacak, bunların sürmesini sağlayacak bir mülk olarak tanımlanıyor. Ve mülkün korunması için o mülkiyet ilişkisinde bir iktidar varlığı gerekiyor. İktidar varlığının gücünün de meşrulaştırılması gerekiyor.
Ya yasa tasarısındaki tecavüz ve tecavüze rıza kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hiç kimse tecavüze uğramak istemez. 15 yaşın altındaki çocuklar söz konusu olduğunda ise rıza kavramının ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor. Rıza zaten söz konusu olamaz. Aradaki yaş farkı fazla olduğunda gerçekleşen eylemin cinsel suç olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Çocuğun cinsel, kişisel gelişimini etkileyecek bir süreç başlıyor. Ve çocuk bununla ilgili değerlendirmeleri yapamadığından, bu, kendi yaşıtıyla giriştiği eylemden farklı olacaktır. Yaş farkı arttığında güç ve iktidar artıyor, iktidarın kullanımıyla birlikte süreç şiddete dönüşüyor. İktidarın kullanıldığı bütün eylemler şiddet eylemleridir.
Erkek iktidarının meşrulaştırılmasına ihtiyaç var, çünkü mülkiyet ilişkilerinin kurulması gerekiyor. Kadın, mülkiyet ilişkisinde, mülkiyet ilişkilerini bozmayacak, bunların sürmesini sağlayacak bir mülk olarak tanımlanıyor.
Cinsel şiddet haz almanın bir yolu mu?
Haz almak için insanlar tecavüzde bulunmazlar, haz almanın daha insani yolları vardır. Karşısındakini zorlayarak böyle bir eylemin gerçekleşmesinden nasıl haz alınabilir? Tecavüz, edenin kendi iktidarından haz almasına hizmet edebilir. Sahip olma durumunu karşısındakine meşru kılmak için, onun direncini kırmak için, sindirmek için, bastırmak için, korkutmak için kurgulanan bir yöntem.
Aynı iktidar ilişkileri mahkemelerde de kurulmuyor mu? Çocuklar ve kadınlar yaşadıklarını hem sanıkların hem erkek hâkimlerin önünde anlatıyorlar…
Bu da değiştirilmesi gereken bir durum. Bazı ülkelerde bununla ilgili yöntemler geliştirilmiş. Cinsel şiddeti yaşamış insanlar bunu hekimleriyle, psikologlarıyla görüşmeleri sırasında aktarıyorlar. Yani bir tedavi sürecinin parçası olarak aktarıyorlar, bu aktarımlar sırasında kayıtlar yapılıyor ve bu kayıtlar delil olarak kullanılıyor. Ama şiddete uğrayanlar sanıklarla karşı karşıya getirilmiyor ya da herkesin ortasında bunları anlatmak gibi bir duruma sürüklenmiyor. Bir kadının ya da çocuğun cinsel şiddete uğradığını ifade etmesi zaten başlı başına çok zor bir şey; bir de bunu mahkeme heyetinin önünde anlatmak zorunda kalması, aslında anlatamaması sonucunu doğuruyor. Çok ciddi travmaya uğruyor insanlar. Bizim bir vakamız vardır: Çocuğun tedavileri iyi giderken, duruşma yaklaştıkça tedavi kötüye gitmeye başlıyor ve her duruşma sonrasında başa dönülüyor. Bu hakikaten ciddi bir sorun, bir an önce değiştirilmesi gerekiyor.
Artan cinsel şiddet olaylarının yoksullukla ilişkili olduğunu düşünüyor musunuz?
Aslında yoksullukla bir biçimde ilişkilendiriliyor. Özellikle göç yaşayan, sosyal ortamını değiştirmiş insanlarda, ekonomik düzeyi düşük olan insanlarda daha çok yaşandığı söyleniyor. Ama bakıldığında, bu şiddetin çok farklı gruplar içinde de daha düşük oranlarda da olsa görüldüğünü bildiriyor çalışmalar. Kapitalist ilişkilerin olduğu her yerde yaşanıyor. Bu nedenle kadınların ve çocukların şiddete maruz kalmaması için iktidar ilişkilerinin ortadan kalkması, erkek-egemen hayatın, üretim ilişkilerinin değişmesi gerekiyor.
Express, sayı 27, Temmuz 2003