Böyle ölümcül bir salgında gıda ve sağlık gibi zorunlu bir işkolu olmadığı halde inşaatlar neden durmuyor? İnşaat işçileri hangi şartlarda çalışıyor, işinden olan binlercesi hayata nasıl tutunuyor? İstanbul’daki şantiyelerin genel durumunu, inşaat işçilerinin hak gasplarını raporlayan ve “Dayanışma Yaşatır” kampanyasını yürüten İnşaat-İş Sendikası’ndan Deniz Gider anlatıyor.
28 Mart ile 11 Nisan arasında, yani 15 gün gibi kısa bir sürede sadece İstanbul’da 10 binin üzerinde inşaat işçisinin ya işten atıldığını ya da salgın nedeniyle işten ayrılmak zorunda kaldığını raporladınız. Salgının resmen ilan edildiği 11 Mart’tan bu yana Türkiye genelinde işinden olan inşaat işçilerinin sayısına dair genel bir veri var mı elinizde?
Deniz Gider: Maalesef böyle bir istatistik vermemiz zor. Ancak, net bir bilgi veremesek de sayının on binlerle ifade edilebileceğini belirtebilirim. Sektör salgından önce zaten durgundu. Salgınla beraber hem keyfi işten atmalar hem de can güvenliği olmayan işçilerin haklı fesih haklarını kullanarak iş bırakma durumu ortaya çıktı. Salgın sırasında çalışma koşulları iş kazasına davetiye çıkaracak ve iş cinayetine sebep olacağı için birçok işçi haklı olarak fesih hakkını kullandı.
Farklı yerlerden İstanbul’daki şantiyelere çalışmaya gelen inşaat işçileri var. Bu işçiler memleketlerine nasıl, ne şartlarda döndüler?
Emaar şantiyesinde yaşandı bir örneği. Şantiyenin bir kısmında Covid-19 nedeniyle işten çıkarmalar başladı. İşçi arkadaşlarımızın gece vakti toplanıp otobüslerle memleketlerine gönderileceğini öğrendik. Kürt illerinden, özellikle Van ve Mardin’den gelen bu işçiler kendi kaderlerine terk edilmişti. Halbuki yasal olarak ana yüklenici firma işçilerin tüm haklarını yerine getirmekle sorumludur. Salgın döneminde de onları memleketlerine göndermek zorundaydı. Bir mücadele süreci oldu. Nihayetinde, bazı işçiler otobüslerle, tahsis edilen araçlarla memleketlerine gönderildi. Burada bir amaç da apar topar işten çıkararak şantiyedeki işçi sayısını azaltmak, ama bir taraftan şantiyenin devam etmesini sağlamaktı. Yani önceliği olmayanları gönderdiler, yetiştirilmesi gereken bölümlerde çalışanları tuttular. Mesela elektrik işinin yetişmesi lâzım, ama duvar işinin acelesi olmadığı için duvar işçilerini gönderdiler.
Salgından önceki hak ihlâlleri devam ediyor. Güncel olan salgına karşı önlem alınmaması. Dezenfektan ya da ateş ölçerlerle durum kotarılmaya çalışılıyor. 300 kişinin, bin kişinin, iki bin kişinin çalıştığı bir şantiyede istediğiniz kadar bu tür önlemler alın, yine de salgının önüne geçemezsiniz.
Halihazırda mesai yapanlar ne şartlarda çalışıyor? Ne gibi hak ihlâlleriyle karşı karşıyalar?
Salgından önce var olan hak ihlâlleri devam ediyor. Güncel olan şey salgına karşı önlem alınmaması. Çoğu şantiyede dezenfektan ya da ateş ölçerlerle durum kotarılmaya çalışılıyor. 300 kişinin, bin kişinin ya da iki bin kişinin çalıştığı bir şantiye veya fabrikada istediğiniz kadar bu tür önlemler alın, yine de salgının önüne geçemezsiniz. Çünkü buralarda işçiler sürekli temas halinde, aynı havayı soluyorlar, aynı yemekhanede yemek yiyorlar. İstediğiniz kadar fiziksel mesafeyi koruyun, ortak yaşam alanlarını dezenfekte edin, çözüm değil.
Nedir çözüm?
Tek çözüm şantiyelerin, fabrikaların, üretim alanlarının durdurulması. İşçi sınıfının canı söz konusuysa çözüm bu. Ama bu yapılmadığı için, tek çare genel grev. Sendika olarak sloganımız da şu zaten: “Yaşamak ve yaşatmak için genel grev.” Bu kadar basit aslında. Daha fazla can kaybı olmaması için, zorunlu olan sektörler dışında tüm sektörlerde yaşamak ve yaşatmak için genel grev diyoruz. İnşaat işçileri insanca yaşamak, insanca çalışmak ve insanca barınmak istiyor.
Herkesin aklına şu soru gelecektir: Genel greve gidilirse işçiler nasıl geçinecek?
Biz “yaşamak için ücretli izin” diyoruz. Ülke genelinde grev olması gerek. Topyekûn bir şey olduğu zaman işçi ücretli izin hakkını da kazanmış olacak zaten. Yani işçi kendi gücüyle geçimini sağlayan koşulları da üretmiş olacak.
Sizin dile getirdiğiniz bu talebi konfederasyonlardan duyamıyoruz. Bu süreçteki sendikal tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bırakın genel grevin dillendirilmesini, bazı sendikalar üyeleri olan fabrikalarda, üretim alanlarında iş bırakma eylemini dahi ağzına almıyor. DİSK gibi bir konfederasyon “48 saat” uyarısı yaptı, ama üzerinden kaç yüz saat geçti, hâlâ bir pratik yok. Önlem paketleri açıklayarak süreci geçiştirmeye çalışıyorlar. Fabrikalar üretime zorlanıyor. Sokağa çıkma yasağı varken işçiler özel izinle çalıştırılıyor. Diğer sektörlerde de durum farksız. Yani sokağa çıkma yasağı işçilere değil. Sanki işçilere virüs işlemiyor da patronları vuruyor sadece. Ama birçok arkadaşımız Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi ve işçi arkadaşlarımızdan durumu öğrenebiliyoruz. İSİG Meclisi’nin son raporuna göre, 52 işçi Covid-19 kaynaklı iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bine yakın işçiye Covid-19 tanısı kondu.
Tek çözüm şantiyelerin, fabrikaların durdurulması. İşçi sınıfının canı söz konusuysa çözüm bu. Ama bu yapılmadığı için, tek çare genel grev. Sendika olarak sloganımız da şu: “Yaşamak ve yaşatmak için genel grev.” Bu kadar basit aslında. Daha fazla can kaybı olmaması için yaşamak ve yaşatmak için genel grev diyoruz.
İnşaat böyle bir salgın döneminde zorunlu bir işkolu mu? Şantiyelerin hâlâ işliyor olmasına ne diyorsunuz?
“Onların canı çıksın” anlamında değil, ama gıda ve sağlık sektörü elbette maksimum önlemlerle devam etmeli. Fakat inşaatların şu an hiçbiri zorunlu değil. Mahalle aralarında bile birçok inşaat faal. Neden? Koronanın da etkisiyle mahalle araları ulaşamadığımız yerler haline geliyor. Ve buralarda daha çok mülteci işçiler çalıştırılıyor. Afganistanlı, Suriyeli işçiler ağırlıkta. Biliyoruz ki, bu işçiler çalışmadığı zaman aç kalıyor. Zaten hiçbir güvencesi yok. Sigortasız çalıştırılıyor. Kimisi, “Lanet olsun, parası yerin dibine batsın” diyor, kimi de “Açlıktan ölürüm” deyip çalışmaya devam ediyor. 19 Nisan’da, Limak Holding’in şantiyesinde Hindistanlı bir işçi manliftin altında kalarak hayatını kaybetti. İşçi çalışmadığında kapı önüne konuyor, çalışırken de hiçbir güvencesi yok, iş cinayetinde yaşamını yitiriyor.
Mardin Mazıdağı’nda Cengiz Holding’e ait demiryolu inşaatında 118 işçi çalışma koşullarının düzeltilmesini isteyince işten çıkarıldı. Bunu protesto eden işçileri Ahmet Kanbal fotoğrafladı: Yerde bağdaş kurup oturan işçinin etrafı “sosyal mesafeyi” koruyan askerlerce sarılı ve tepesinde de bir TOMA var. Sizce fotoğraf mevcut tabloya dair ne anlatıyor?
Canı hiçe sayılan işçinin fotoğrafı. “Virüs işçilere bulaşabilir, aman bize bulaşmasın”ın fotoğrafı. İşçi sınıfının çaresizliğini anlatan bir fotoğraf. Oradaki işçi metal sektöründe, tekstilde ya da inşaatta çalışan işçidir. Yani o fotoğraf işçi sınıfının fotoğrafıdır. Milyonların halini anlatıyor.
Bu tabloyu bozmak mümkün mü?
Israrla yineliyoruz: “Yaşamak ve yaşatmak için tüm ülkede genel grev”. Birleşirsek sesimiz dünyayı oynatır. Birleşemezsek fotoğraftaki tablo da bozulmadan, öyle kalır.
Salgın döneminde diğer ülkelerde inşaat işçilerinin durumu nasıl?
Sadece Türkiye’de değil, İngiltere’de, İspanya’da, Almanya’da, yani Avrupa ülkelerinde ve aslında dünya genelinde iktidarlarla inşaat sektörü arasında güçlü bir ilişki olduğunu görüyoruz. Oralardaki arkadaşlarımızla görüşüyoruz. Salgında dahi bu ülkelerdeki işçiler hâlâ fütursuzca çalıştırılıyor. Salgın sürecinde birçok üretim alanı mecburen durdu, ama inşaat sektörünü durdurmak istemiyorlar, zaman kaybetmek istemiyorlar.
Sokağa çıkma yasağı işçilere değil. Sanki işçilere virüs işlemiyor da patronları vuruyor sadece. Ama birçok arkadaşımız Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi. İSİG Meclisi’nin son raporuna göre, 52 işçi Covid-19 kaynaklı iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bine yakın işçiye Covid-19 tanısı kondu.
Bir dayanışma kampanyanız var. Kampanyanın içeriğini, işleyişini, şu an geldiği noktayı anlatır mısınız?
“Dayanışma Yaşatır” kampanyamız 4 Nisan’da başladı. Emaar şantiyesinde aklımıza geldi. Birçok işçi arkadaşımız işsiz kaldı, memleketlerine gitti. Çoğunun cebinde beş kuruş parası yoktu. Ekmek alacak parası dahi olmayan arkadaşlarımız vardı. Dayanışma kampanyasını bunun üzerine başlattık. Durumu iyi olan işçi arkadaşlarımızla olmayanlar arasında bir köprü oluşturmak istedik. Kampanyayı başlattığımızda çok iyi tepkiler aldık, iyi de yardımlar geldi. Bu yardımlarla “yaşam kolisi” ve “dayanışma zarfları” yaptık. Bunları ihtiyacı olan inşaat işçilerine ulaştırdık. Kampanya devam ediyor. Üyelerimiz bazı yerlerde bizlere danışarak, “Benim durumum var, isterseniz sendikaya göndereyim, sendika versin ya da etrafımızdaki insanlara biz direkt ulaştıralım” dediler. Yani işçiler arasında bir dayanışma oluşmaya başladı. Sadece korona günlerinde de değil, yarın öbür gün yine böyle bir şey olduğunda bu dayanışma ağını yeniden devreye sokabileceğiz. Sınıf dayanışmasını sağlayabileceğiz.
Bu dönemin inşaat işçileri üzerindeki yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Covid-19’la beraber inşaat işçilerinde farklı bir uyanış var. İşçiler “Hakikaten koşullarımız çok kötü” diyor. Çok cansız yerlerde dahi bir canlanma var. Bu da inşaat işçilerinin uyandığını, artık o koşullara boyun eğmediğini gösteriyor. Acı bir ifade ama, ne yazık ki bu süreçte inşaat işçileri insan olduklarını hatırlıyor. Üçüncü Havalimanı şantiyesinde koğuşları, yemekhanesi ve çalışma koşulları berbat olan, iş cinayetleriyle yüz yüze kalan işçiler isyan etmişti. Bugün, o zaman yaşanan başkaldırının birçok şantiyeye yayıldığını görüyoruz. İnşaat işçileri “Yeter kardeşim, biz insanız!” diyor. Boyun eğmiyorlar. Kaldıkları koğuşlardaki şartları fotoğraflıyorlar, yemekhane kötüyse bunu teşhir ediyorlar. İşçiler artık sorguluyor. Salgın sürecinin işçilerde aydınlanmanın fitilini ateşlediğini söyleyebiliriz.