Belgesel yönetmeni İmre Azem nisan ayında Hatay’daki ilk belgeselinin çekimlerini tamamlayıp Antakya’dan İstanbul’a döndüğünde, artık deprem bölgesiyle ilgili büyük bir sorumluğu olduğunun farkındaydı: “Orada” gördüklerini, duyduklarını “buradakilere” anlatması gerekiyordu. “Bunları anlamamız ve anlatmamız lâzım” diyerek Hatay: 17-24 Nisan 2023 belgeselini yayınladı.
Filmde barınma alanlarının yanı sıra akut dönem ihtiyaçları, depremin üzerinden henüz birkaç ay geçmişken depremde en büyük yıkımın yaşandığı Antakya başta olmak üzere, Hatay’da deprem sonrası gündelik hayata dair “hasar tespiti” ve yerel halkın bu sürece dair değerlendirmeleri yer alıyordu. Belgesel, Antakyalıların kentlerinde kalma iradesini ve geleceğe dair umudunu anlatarak tamamlanıyordu.
Hatay: 17-24 Nisan 2023 birartibir.org’da, belgesel film festivallerinde, İstanbul’da, Hatay’da, Almanya ve Fransa’da gösterildi, filmin anlatmak istedikleri, film gösterimini takip eden panellerle derinleştirilmeye çalışıldı. Hatay’ın da içinde olduğu 6 Şubat depremlerinden etkilenen bölgenin en büyük endişelerinden olan “unutulma ihtimali”nde büyük gedikler açan bu çaba, şüphesiz çok değerliydi.
Fakat zaman ilerledikçe deprem bölgesinde, filmin sonundaki iyimser gelecek tahayyüllerinin üzerine gölge düşmesine neden olan pek çok gelişmeyle karşı karşıya kaldık. Güncel durumun, aradan geçen sürede değişenlerin ve değişmeyenlerin yine Hataylıların anlatımlarıyla ve “orada” belgelenmesi büyük bir önem taşıyordu ve İmre Azem, eylül ayında tekrar Hatay’a gitti.
Bu defa Hatay’da aradığı, öncekinden biraz farklıydı. Depremden sonra barınma alanlarının doğrudan kalıcı konutların yapılması üzerinden gündeme getirildiği Hatay’da, hâlâ içinde bulunduğumuz “afet sonrası geçici dönem”e dair hazırlıksızlık, gündelik hayatın her açıdan zorlaştığı günleri beraberinde getirmişti.
Bir kentin işleyişine dair her konu Hatay’da büyük bir sorun haline geliyor ve sorumlular “daha acil ve önemli” işlerle meşgul olduğundan, yerel halk bu sorunlarla sıklıkla baş başa kalıyordu. Üstelik, nisan ayından tanıdığımız umut ve burada yaşamaya devam etme iradesi, gün geçtikçe artan belirsizliklerin yarattığı endişelerle biraz yorgun görünüyordu. İşte farkına vardıktan sonra sırtımızı dönmenin pek mümkün olmadığı bu gerçeklik, İmre Azem’in Hatay’daki ikinci belgeseli Hatay: 1-11 Eylül 2023’ün ana eksenini oluşturdu.
Belirsizliğin endişesi ve karanlık bulutlar
Basit bir soru soralım: Bir kent nelerden oluşur? Aklımıza ilk gelen konut alanları, çalışma alanları, okullar, hastaneler, kültür tesisleri, idari yapılar, doğal alanlar, parklar, meydanlar, yollar… Planlama alanı ise kentleri sosyal yapı için bu işlevlerin en düzgün işleyeceği, afetlere dayanıklı ve dirençli biçimde düzenlemeyi amaçlar.
Peki, 6 Şubat depremini bu kadar ağır bir şekilde yaşamış olan Antakya, (Antakya’yla bir bütün olan) Defne, Samandağ, Kırıkhan ve Hatay’ın bütünü, altı ay sonra, eylülde nelerden oluşuyor? Maalesef Hatay için bu soruyu yanıtlamak, gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Barınma ihtiyacı çadır, konteyner, az sayıda prefabrik konutla ve hatta seralarla giderilmeye çalışılırken, bu seçeneği olmayanlar Hatay’ın köylerine ya da başka şehirlere göç etti, bu seçeneği de olmayanlarsa depremde az ya da orta hasarlı hale gelmiş olan evlerinde yaşamaya başladı.
Hatay’da depremden sonraki süreçlerde en büyük ve geri dönüşü neredeyse imkânsız zararlardan birini, doğa görüyor. Zeytinliklerin, tarım alanlarının, vadilerin, orman alanlarının önemli bir kısmı geçici barınma alanına ya da moloz döküm sahasına dönüşmüş durumda.
Tarım, ticaret ve turizme dayalı bir ekonomisi olan Hatay’da tarım alanı ve zeytinliklerin büyük bir kısmı geçici barınma alanlarıyla, kalıcı konut inşaatlarıyla ya da aceleci enkaz kaldırma uygulamalarıyla taşınan molozla örtülmüş durumda. Ticaretin köklü merkezi Uzun Çarşı’da kısmen faaliyet başlasa da Kurtuluş Caddesi ve kentin yeni merkezinde görünür bir ticaret faaliyetinden bahsetmek zor. Bu sırada kentin kamusal mekânlarının, kaldırımların üzeri büyük ölçüde konteyner işletmelerle kaplı.
Hatay’da turizmin en önemli kaynağını oluşturan tarihi Antakya konut dokusu ve farklı dinlerin inanç yapıları dahil olmak üzere, anıt eserler 6 Şubat ve 20 Şubat depremlerinden sonra yapılan “enkaz kaldırma” çalışmalarında da büyük bir hasar almış görünüyor.
Okuma oranının ve eğitime verilen önemin çok yüksek olduğu Antakya’da depremden sağlam ya da az hasarlı çıkan okulların büyük bir kısmı idari işlevlerle kullanılıyor. Prefabrik ya da konteynerlerle sağlanmaya çalışılan eğitim faaliyeti ise Hatay’ın eğitim konusuyla ilişkisi açısından pek sürdürülebilir görünmüyor.
Deprem gibi afetlerde en dayanıklı olması gereken yapılardan olan hastaneler de depremde büyük bir hasar almıştı. Sahra hastaneleriyle, konteynerlerde sürdürülmeye çalışılan sağlık hizmetleri ise kapasite ve nitelik açısından –enkaz kaldırma çalışmalarıyla giderek artan halk sağlığı sorunları sürerken– ihtiyacı karşılamanın çok uzağında.
Üstelik, Hatay’da eğitim ve sağlık kurumlarında çalışmak da deprem sonrası zorlukların giderek artması nedeniyle pek tercih edilmiyor ve bu durum da sorunları iyice derinleştiriyor. Depremlerde büyük hasar alan yollarda ve ulaşım sisteminde bütünsel bir iyileşme görülmezken, hızla ilerleyen enkaz kaldırma çalışmaları sırasında yollar hasar almaya devam ediyor.
Hatay’da doğa ve deprem arasındaki ilişki ise her durumda ayrıca konu edilmeye değer. Doğal alanları tüketerek denetimsiz bir şekilde sürdürülen yapılaşma faaliyetlerinin sonuçlarının depremle beraber en ağır şekilde yaşandığı yerlerin başında Hatay ve Antakya geliyor. Hatay’da depremden sonraki süreçlerde de en büyük ve geri dönüşü neredeyse imkânsız zararlardan birini, yine doğa görüyor. Zeytinliklerin, tarım alanlarının, vadilerin, orman alanlarının önemli bir kısmı geçici barınma alanına ya da moloz döküm sahasına dönüşmüş durumda.
Kentsel alanlara ilişkin rezerv yapı alanı, riskli alan, acele kamulaştırma, el koyma ve yerinde dönüşüm gibi yeni yasal statü ve tanımlar, çok daha fazla anlamı birden içeren barınma meselesini “mülkiyet” çerçevesine sıkıştırırken, bir yandan da Hataylıların Hatay’da yaşamaya devam etmesi konusunu belirsiz bir zemine çekiyor.
Doğası itibarıyla bir düzen ve organizasyon vaat eden planlama açısından ise Hatay’da durum hem yasal açıdan hem de pratikte epey karışık görünüyor. Antakya’nın tarihi merkezinde riskli alan (Nisan, 2023), yeni merkezde rezerv alan (Kasım, 2023), dağ eteklerinde kalıcı konutlar için ayrılan alanlar ve geriye kalan alanda mevcut planların geçerliliğini koruması; planlama için “olmazsa olmaz” kabul edilen bütünsellik açısından büyük bir sorun oluşturuyor.
Kentsel alanlara ilişkin rezerv yapı alanı, riskli alan, acele kamulaştırma, el koyma ve yerinde dönüşüm gibi yeni yasal statü ve tanımlar ise, çok daha fazla anlamı birden içeren barınma meselesini “mülkiyet” çerçevesine sıkıştırırken, bir yandan da Hataylıların Hatay’da yaşamaya devam etmesi konusunu belirsiz bir zemine çekiyor.
Bu sırada, Hatay Master Planı, Antakya Koruma Amaçlı İmar Planı Revizyonu, konut alanlarının tasarlanması gibi farklı ölçeklerde planlama ve tasarım faaliyetleri sürerken, merkezi ve yerel yönetim arasında bir uzlaşı zemininden bahsetmek de pek mümkün değil.
Umudu kesmenin mümkün olmadığını hatırlamak
Yaşam alanına, kente dair bütün katmanların belirsizlik süzgecinden her gün yeni baştan geçtiği Hatay’a işte bu koşullar altında giden değerli belgesel yönetmeni İmre Azem Antakya’da, Defne’de, Samandağ’da, Kırıkhan’da, Yayladağ’da hukukçu, muhtar, mimar, doktor, öğretmen, işletmeci, zanaatkâr, berber, sivil toplum kuruluşu çalışanıyla görüşüyor. Her biri kendi açısından Hatay’da depremden eylül ayına kadar olan biteni, belki daha da önemlisi, “olmayanlar”ı anlatıyor.
İlk belgeselin açmaya başladığı hatları derinleştiren ve çeşitlendiren Hatay: 1-11 Eylül 2023’ü izlemek, dürüst olmak gerekirse, önce canımızı yakıyor, bundan 11 ay önce aklımıza getirmeyeceğimiz birçok kötülüğün rahatlıkla yapılabildiğini görmek isyan haline yaklaştırıyor.
Yine ilk belgeseli izlerken yüklenmiş olduğumuz “tanık olma” sorumluluğu, bu defa da yerinde sapasağlam duruyor. Hatay: 1-11 Eylül 2023’ün izleğini “belirsizlik” durumuyla birlikte oluşturan “hayatını burada sürdürme iradesi” ise, belgesel bitince aklımızda kalan esas mesele oluyor.
Filmden alıntılarla;
Burası biziz, biz ev sahibiyiz.
Nereye gidersen git, bizim buranın yaşamı yok.
Biz her şeyi kendi kendine yapmış bir toplumuz.
Yaşamı yeniden kuracak gücümüz var.
Bir de tabii aklımızda Hatay ve Antakya’yla senelerdir bütünleşmiş olan o güzel misafirperverlik, belgeselde “Yemek var hazır, yemediysen” sözleriyle görünür oluyor ve zaman zaman umudun azalmasından hicap duymaya neden olurken, bu süreçte buradaki yerel halkı desteklemeyi kaçınılmaz hale getiriyor.
Şimdi, hâlâ geçerliliğini tümüyle koruduğu için ilk belgeselin tanıtım yazısının finalini ödünç alarak, sizi Hatay: 1-11 Eylül 2023 belgeseliyle baş başa bırakıyorum: “Antakya, Hatay, her zaman güzeldi ve şimdi de güzel. Oradaki mutlu yaşam her zaman zorluklar aşılarak kuruldu, yine kurulacak. Bu önemli belgeseli izlemeden önce, kadim tarihi içinde tekrar büyük bir yara almış olan Hatay’a, ‘Doğu’nun Kraliçesi’ Antakya’ya seslenelim, gerçekleşmesinden umudu bir an bile kesmeden “Geri döneceğiz Hatay!”
.
Hatay belgeselleri I: Hatay: 17-24 Nisan 2023
Hatay belgeselleri III: Hatay: 5-15 Şubat 2024