OHAL KHK’leri ve kayyum politikalarıyla kazanımları budanıp kamusal alandan uzaklaştırılmaya çalışılan Kürt kadın hareketinin yeni filizlerinden biri Rosa Kadın Derneği. Kadına yönelik şiddetin türlü halleriyle mücadele eden Rosa Kadın Derneği’nin hikâyesini Adalet Kaya, Ruken Ergüneş ve Bedriye Aydın’dan dinliyoruz.
Rosa Kadın Derneği nasıl kuruldu?
Adalet Kaya: OHAL döneminde KHKʼlerin yayınlanmasıyla beraber Kürdistan coğrafyasındaki belediyelere kayyumların atandığı bir dönem yaşandı. Kayyumlar özellikle kadın kurumlarını hedef aldı. OHALʼden önce yerel yönetim deneyimimizin özellikle kadına yönelik şiddetin azalması konusunda büyük bir başarı sağladığını görüyoruz. Oranlara baktığımızda kadın cinayetlerinin özellikle şehirlerde yok denecek kadar az olduğunu söyleyebilirim. Taciz ve tecavüz konusunda oranlar Türkiye ortalamalarının çok altındaydı. OHAL uygulamaları ve çatışmaların yükselmesinden sonra kadına yönelik şiddet de yükseldi. Hem aile içi şiddetin hem de kamusal alandaki şiddetin arttığını görüyoruz. Devletin toplumsal alana dayattığı şiddet politikasının ne olduğunu OHAL döneminde gözlemledik. Kurumların kapatılmasıyla şiddete uğrayan kadınlar kendilerini koruyabilecek bir alan bulamadı. Diyarbakır’da bir kadın devlete olan güvensizlikten dolayı kolay kolay karakola sığınmaz, ama bizim kurumlarımıza rahatlıkla gelir. Tanık olduğumuz şiddet olaylarının aile içine çok rahat bir şekilde girdiğini gözlemledikten sonra bir kuruma ihtiyaç olduğunu fark ettik. Bu süreçte kadınların sığınma evleri de dönüştürüldü. Sığınma evlerine imam istihdam etmeye başladılar. Sığınma evlerinde geleneksel bir sorun olan kadını evine gönderme sistemine geri dönülmeye başlandı.
Rosa Kadın Derneği, derin bir toplumsal ihtiyaçtan doğan bir fikirdir. Yedi kadın olarak başladık bu çalışmaya. Hepimiz farklı yerlerden geldik, ama hepimiz TJAʼnın (Tevgera Jinên Azad / Özgür Kadın Hareketi) bileşeniyiz. Bu ortak mücadele bizi bir araya getirdi. Böyle bir dernek kurma daha öncesine dayanıyor, ama Ağustos 2018ʼde ayında çalışmaya başladık. 29 Aralıkʼta resmi olarak açılışımızı yaptık.
Derneğe Rosa ismini vermenizin nedeni ne?
İsim konusundaki tartışmalarda Rosa öne çıkan önerilerden biriydi. Rosa Luxemburgʼdan esinlendik, “bizim de Rosa’larımız var” demek istiyorduk. “Yerelden çıkan Rosaʼlardan evrensel Rosa’lara” demek için bu ismi seçtik. Mücadelesi uğruna yaşamını feda etmiş kadınlara da bir vurgu yapmak istedik.
Yerelliğe bakışınız nasıl? Köklerinizi nerede görüyorsunuz?
Tarihsel olarak modern feminizm çok yeni bir hareket. Bizim kadın mücadelemiz de kırk senelik bir tarihe dayanıyor. Biz ilk toplumdaki özgür-doğal kadını model alıyoruz. Sümerlere kadar gidiyor bahsettiğim özgür kadın modeli. Daha sonra kadın düşüncesinin nasıl güç kaybettiğini tarihsel olarak açıklamak gerekir. Feminizmi asla reddetmiyoruz. Feminizmin kazanımları bizim için çok önemli bir perspektif. Ama feminizme genel olarak baktığımızda, Antik Yunan veya çok daha sonrasında başlıyor Batı feminizminin tarihselliği.
Rosa Luxemburgʼdan esinlendik, “bizim de Rosa’larımız var” demek istiyorduk. “Yerelden çıkan Rosaʼlardan evrensel Rosa’lara” demek için bu ismi seçtik.
Bu görüş toplumda kendini nasıl örgütlüyor?
OHAL öncesinde belediyelerimizin deneyimlerinde kapitalizmin özel ve kamusal alan diye keskin bir şekilde ayırdığı o çarkın içinden kadını çıkarmaya yönelik çalışmalarımız oldu. Yerel yönetim süreçlerinde, yönetimin her alanında kadınların kendilerini ifade ettiği bir sistem kurmayı başarmıştık. Hem eş başkanlık sistemi ve eşit temsiliyet hem de cinsiyet kotası uygulaması ile kadınların temsil ve yönetim düzeyinde karar alma süreçlerine aktif katılımını sağlayan bir sistem inşa edildi. Mahalle meclisleriyle alt birimlerde de böyleydi. Kadını özel alanından çıkaracak, kendini toplumda var edeceği alanlar yaratmıştık. Kayyum sistemi ile birlikte bunların hepsi yok edildi. Hiçbir alan bırakmadılar.
Kayyumlar kadınların kazanımlarına karşı neler yaptı?
KHKʼlerle Kürt kadın hareketinin en önemli kurumlarından biri Kongra Jınên Azad / Özgür Kadın Kongresi (KJA) kapatıldı. KJA aktivistlerinin çoğu cezaevine atıldı. Belediyelere bağlı kadın kurumlarımız ya kapatıldı ya da içi boşaltıldı. Bu kurumlarda çalışanların hepsi idari yöntemlerle işten atıldı. OHAL KHKʼlerinin bu coğrafyada kadınlara saldırdığını çok net bir şekilde görüyoruz. Yerel yönetimlerde işe alımlarda kadın kotası uyguluyorduk, kayyumdan sonra bu tam tersine döndü.
Ruken Ergüneş: Üniversite mezunu ve çalışmak isteyen bir kadın olarak işsizdim. Çocuğumu götürdüğüm kreşler kapatıldı. Bir süre sonra kayyum sisteminin herkesin ailesine ulaşmaya çalıştığını gördük. Maddi ve manevi olarak bir insana ait her alanı tüketmeye çalıştılar.
Bedriye Aydın: Ben KHK ile ihraç edilen bir devlet memuruyum. O zamana kadar kendi örgütlerimiz üzerinden insan hakları ihlallerini duyurarak muhalif kimliğimizi gösteriyorduk. Benden önce KHK ile ihraç edilen arkadaşlarımız vardı, onlara “kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, aç kalmayız, lokmamızı paylaşacak güçteyiz” diyordum. Korkacak bir şeyimiz yoktu. Psikolojik olarak güçsüz hissetmedim. Muhalif olduğum için ihraç edildim. “Beni savunacaksan varsın” diyen bir iktidar var. Bunu kamu kurumlarında yaparak sadece bizim ekmeğimizi elimizden almadı. Biz Türkiye halklarına hizmet ediyorduk. İnsanlar, kalifiye ve iyi çalışan sağlık çalışanlarından mahrum edildi. Bütün bunlar aslında şiddetin parçası.
Kaya: Psikolojik olarak çok zorlanmadım, ama “bundan sonra ne yapacağız” sorusunu düşünmek biraz yorucuydu. 22 Kasım 2016’da kayyum atandıktan üç gün sonra ihraç edildim. Mardin Büyükşehir Belediyesi’nde yoğun bir çalışma sistemim vardı. Kendimi toparlamam iki ayı buldu. Ocak 2017’de Mardin’de kadın çalışmalarıyla ilgili faaliyetler yapmaya başladım. Mardin’de kadına yönelik şiddet artmaya başlamıştı. Özellikle taciz ve tecavüz çok fazla artış gösteriyordu. 90’larda yaşadığımız Musa Çitil (onun döneminde, 29 Haziran 1993’te gözaltında tecavüze uğrayan Şükran Aydın, Pazartesi dergisine konuşmuştu) örneği, özellikle kayyum döneminde çok fazla yaşandı. Özel harekâtçıların kadınlara yönelik saldırılarında artış yaşanmaya başlandı. Özellikle cinsel şiddet vakalarında artışlar gördük. Mardin’de bir kadın platformu kurduk ve çalışmaya başladık.
Daha sivil alanlar yaratmamız gerektiğini fark ettik. Daha önceki bütün çalışmaları belediyelere bağlı olarak yaptık. Belediyelerin de devletin kurumları olduğunu unutmuştuk. Belediyeler ast-üst ilişkileri, birtakım iktidar alanları yaratmaya başlamıştı. Bağımsız kurumlarımızın olması gerektiğinin farkına vardık.
Platformlardan ve daha sivil yapılardan bahsediyorsunuz. Rosa Kadın Derneği’ni bu doğrultuda kurma fikrinin kaynağı nedir?
Kaya: Bu süreçte daha sivil alanlar yaratmamız gerektiğini fark ettik. Daha önceki bütün çalışmaları belediyelere bağlı olarak yaptık. Belediyelerin de devletin kurumları olduğunu unutmuştuk. Belediyeler ast-üst ilişkileri, birtakım iktidar alanları ve bundan nemalanan insanlar da yaratmaya başlamıştı. Bağımsız kurumlarımızın olması gerektiğinin farkına vardık. Bu süreç iktidarın sistemine ihtiyacımız olmadığını, çünkü bizim kendi sistemimizin zaten var olduğunu görmemizi sağladı. Biz onların hiyerarşik sistemine uymak zorunda kalmıştık. Orası kurumsal bir sistem ve başka türlü ilişkiler var. Bir şekilde bunları uygulamak zorundaydık. Bunu uygulamak kendi içimizde bazı iktidar alanları yaratmaya başladı. Önceki dönemle ilgili önemli bir eleştiri yapmaya başladık. O dönem belediyeye bağlı ekoloji ve kadın çalışmaları yapıldı, ama hepsi belediye bünyesindeydi. Kayyumla birlikte hepsi talan edildi ve heba oldu. Hiçbir yere bağlı olmadan kendi özgücü ile güçlenebilecek kurumlarımız olmalı.
Kadına yönelik şiddetin artışı ile militarizmin Diyarbakır’da yükselişi arasında nasıl bir bağ var sizce? Çatışmalı süreçler Diyarbakır’da kadınları nasıl etkiliyor?
Ergüneş: Bu bir güç gösterisidir ve kadınların çok iyi bildiği bir şeydir. Erkek egemen anlayışla çocukluğumuzdan beri mücadele ediyoruz ve bu hegemonyanın ne olduğunu biliyoruz. Bu şehirde bizler için tasarlanmış, bizim emeğimizle yapılmış parklara bile gidemedik. Devlet aynı zamanda kadınların kendi içine ve evine kapanmasını hedefledi.
Kaya: Diyarbakırʼda şiddet hepimizin hayatındaydı. Sürekli savaş sürüyordu ve fiziksel veya sözlü şiddet hep hayatımızdaydı. Sokaklarda panzerlerin gezişi ve kolluk kuvvetlerinin bize bakışı da bu şiddete dahil. 1990-1995 arası burada hayat ürkütücüydü. 1995’te üniversite eğitimim için Ankaraʼya gittim. Ankaraʼda bir otobüste polisin bir kadına yer vermesi beni çok şaşırtmıştı. Çünkü bizim Diyarbakırʼda yaşadığımız şey çok farklıydı. Sonra barış sürecini yaşadık ve bazı şeyler normalleşmişti, ama OHAL döneminde şiddeti tekrar her şekliyle hissettik. Toplumda şiddet vakalarının artmasında militarizmin artışının önemli bir etkisi var. Yargının üzerinde de bir güçleri var. Mardinʼde kayyumun belediyenin şirketi Kent AŞʼye kayyum olarak atadığı polis memuru bir kadını işe alırken veya daha iyi bir işe yerleştirme konusunda vaatlerde bulunarak kadınları birlikte olmaya zorluyordu. Davayı izledik, ses kayıtları korkunçtu. Daha sonra o kişi Midyat Belediyesi’ne başka bir göreve gönderildi. Yargısal süreç işletilmiyor. İşkence veya cinsel şiddetle ilgili imzalanan uluslararası sözleşmeler var, ama bunlar dikkate alınmıyor. Şiddeti uygulayan erkek yargılanmayacağını bildiğinden bu şiddet devam ediyor.
Birlikte Güçlüyüz platformunun bir parçasıyız. Kendimizi Türkiye feminist hareketinin bir parçası olarak görüyoruz. Dünyadaki kadın hareketinin de bir parçasıyız. Yerel dinamiklerden ötürü farklı şeylerle mücadele ediyoruz. Ama mücadelelerimiz ortak.
Ergüneş: Bu bir şok politikası. Buna verilecek en iyi tavır bu politikaya karşı çıkmaktır. Kadınlar bunu çok iyi yaptılar. O dönem Penti eylemlerinde ve Flormar direnişinde gördük bu karşı çıkışı. Leyla Güven bir kadın olarak büyük bir fedakârlık yaptı. Kadınlar seslerini çıkarmaya başladılar, çünkü kadınlar krizli ortamlarda yaşamaya alışkın. Erkekler sistem ve aile tarafından “ayrıcalıklı” kılınmaya alışkın olduğundan devletin özel politikalarıyla yarattığı kıyımda krizi yönetemediler. Gündüz morali bozukken akşam misafirlerine yemek yapan kadının bu durumu onu bu şartlarda öncü haline getirdi. Diyarbakır’da da Rosa Kadın Derneği aynısını yaptı. Bize devletin bu yaptığını her gün erkekler yapıyor. Bu durumu biliyoruz ve kabul etmiyoruz. Bugün kadınların öncülüğünde tüm toplum farkında ve geçersiz kıldı bu politikayı.
Kadın sığınma evlerine bakışınız nasıl?
Kaya: Tek başına sığınma evleri çözüm değildir. Çok uzun soluklu bir mücadele bu. Kadının köleleştirilmesinin beş bin yıllık geçmişi var. OHAL döneminde şiddetin yeniden tırmandırılması veya kendi medyalarının ve iktidarı temsil eden kişilerin kullandığı dile baktığımızda tecavüze uğrayan kadının bunu hak ettiğini ima eden sözlerin söylenmesi, normalleştirme çabası söz konusu. Biz bununla mücadele etmek için varız. Psikolojik veya ekonomik şiddete uğrayan yüzlerce kadın bunun bir şiddet olduğunu dahi bilmiyor. Şiddeti sadece fiziksel olarak algılayan birçok kadın var. Flört şiddetine uğrayıp farkında olmayan birçok kadın var.
Bir tür gündelik hayat politikasından mı bahsediyorsunuz?
Kaya: Batıda, kadınların nasıl giyinmelerinden kaç çocuk doğurmaları gerektiğine kadar bir sürü konuda iddiası olan erkekler var. Doğuda doğrudan özel harekât polisleri, askeri araçlar veya farklı militarist simgelerle yarattıkları bir faşizm var. Bu iki erkek düşüncesi kadınları baskılıyor. Bugün televizyon izlerken bile bir tür şiddete maruz kaldığımı düşünüyorum.
Aydın: Şiddet artık açık şekilde uygulanıyor. Bunu önleyecek bir yargı sisteminin bulunmaması daha büyük bir sorun. Eşini öldüren erkeğe sadece takım elbise giydiği için iyi hal indirimleri verilebiliyor. Hak ve hukukun olmadığı bir yerde kadınların sesini her alanda yükseltmesi gerekiyor.
Batıdaki kadın örgütleriyle dayanışmanız nasıl ilerliyor?
Kaya: Birlikte Güçlüyüz platformunun bir parçasıyız. Kendimizi Türkiye feminist hareketinin bir parçası olarak görüyoruz. Dünyadaki kadın hareketinin de bir parçasıyız. Yerel dinamiklerden ötürü farklı şeylerle mücadele ediyoruz. Ama mücadelelerimiz ortak.
31 Mart yerel seçimleri sonrasında pek çok belediye kayyumlardan geri alındı. Önümüzdeki dönemi Kürt kadın hareketi açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Kaya Yerel yönetim açısından baktığımızda bu çok önemliydi bizim için. Gasp edilmiş alanlardı. Benim gibi ihraç edilmiş kişiler açısından o alan tüketildi. Kayyumlardan devralınan belediyelerin işi şu anda çok zor. Belediye ile alâkası olmayan pek çok personel var. Ayrıca kurumların içi kayyumlar tarafından boşaltılmış. Belediyeleri tekrar kazanmış olmak ve yeniden kendi sistemimizi örecek olmamız çok önemli, ama zor bir süreç olacağını düşünüyorum. Bu yüzden ekolojik olarak da, ekonomik olarak da kadınları bağımsız alanlarda örgütlemeyi amaçlamalıyız.
Ekoloji demişken… Yayo Herrero, 1+1 Forum’da yayınlanan yazısında “Ekofeminizm, ekolojik ve feminist hareketler arasında eşitlik düzleminde bir diyalog. Çünkü iki hareket de yekdiğerini tek başına anlayamaz. Bu iki hareket diyaloğa geçtiğinde, bir ‘tür’ olarak kendimizi daha iyi anlarız” diyor. Siz ne dersiniz?
Kaya: Her şeyin kendi dengesini sağlamasını istiyoruz aslında. Özgür eş yaşam da bunu tanımlıyor. Doğa-toplum, kadın-erkek gibi karşıtlıkların kendi iç dengelerini bulmalarını ve birbirleri üzerinde tahakküm oluşturmadan varlığını sürdürmesini savunuyoruz. Dolayısıyla insanlığın doğanın karşısında durarak kendini var etme çabasının da karşısında duruyoruz. Kültürel yozlaşma ve doğal halimizden uzaklaştığımız artık bir gerçek. Toplumun doğa üzerindeki tahakkümüyle erkeğin kadın üzerindeki tahakkümü birbiriyle benzerlikler taşıyor. Yerel yönetim anlayışımızın içinde kadınların yaşam alanlarıyla ilgili ekolojik bir ekonomi çalışmalarımız vardı. Maalesef kayyumlarla, kapatılan kurumlarla yok edildi. Kapitalist sistemin yarattığı çok büyük bir yozlaşma var. Ekolojik hassasiyetleri toplumsal olarak tekrar ortaya çıkarmak için uzun bir mücadele gerekiyor.
Diyarbakırʼda bir ay içinde üç tane kadın cinayeti işlendi. Son yirmi yıla baktığınızda bu ilk kez oluyor. Bu manzarayı gördüğümüzde ‘’mutlaka bir şey yapmamız gerekiyor’’ dedik. Geniş bir cephe oluşturduk ve kadın yürüyüşünü gerçekleştirdik. Son beş yılda 8 Mart ve 25 Kasım haricinde yapılmış ilk kadın eylemiydi.
Ergüneş: Biz kadınlar doğanın parçası olup bizim dışımızdaki varlığını saygıyla kabul ediyoruz. Bu topraklarda insanlar devlet müdahale etmeden önce doğayla iç içe, doğanın dilinden anlayarak yaşıyorlardı. Köylerin yakılması ve boşaltılması tarihimizde çok önemli bir milâttır. İnsanlar ürün ekemediler, hayvancılık yapamadılar, doğadan kopartıldılar. Köy boşaltmalar Türkiye’de tarım, hayvancılık dahil pek çok şeyi etkiledi. Yerlerinden edilen insanlar şehirlerde apartmanlara tıkılıp merdivenaltı işlerde çalışmaya başladılar. Doğayla üretim yaptıkları koşullardan insanlık dışı çalışma koşullarına itildiler. Ev içi ilişkiler değişmeye başladı. Daha fazla sistemin hegemonyası altındaki koşullara göre dizayn edildiler. O dönem kadına yönelik şiddet meselesinin en yüksek olduğu dönemdir aynı zamanda. Çok ciddi travmalar yaşandı. Ekolojik bir bakıştan bahsedeceksek köy yakmalardan bahsetmemek olmaz. Bu politikalar hâlâ devam ediyor aslında. Sur’da kadınların kilim serip oturduğu, komşusuyla sohbet etiği sokakları da yok ettiler. Erkek egemen sistemin hedefindeyiz. Dünya üzerinde her nerde olursa olsun her kadın kazanımı ekolojik bir kazanımdır bizim için.
21 Haziran’da Diyarbakır’da bir kadın yürüyüşü düzenlendi. Bu uzun süredir görmediğimiz bir eylemdi. Nasıl örgütlediniz bu yürüyüşü? Genel olarak yürüyüş nasıl geçti?
Kaya: Esasında uzun süredir yapmayı planladığımız bir şeydi, ama harekete geçiremiyorduk. Rosa Kadın Derneğiʼni kurduğumuzda Vanʼdan, Mardinʼden bile başvurular aldık. Kadına yönelik şiddetin çok artmış olduğunu gözlemledik. Finansal olarak çok güçlü değiliz ve birçok başvuruyu tek başımıza çözemeyeceğimizi fark ettik. Kadın şiddeti ile ilgili başvuru alan kurumlarla ilgili beraber çalışma yapmaya başladık. Diyarbakır Barosu, KESK, SES, Diyarbakır Tabip Odası, Kardelen Kadın Merkezi ve Shuder (Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği)… Beraber bir deklarasyon yayınladık ve birbirimizle çalışacağımızı açıkladık. Kadına yönelik şiddete yönelik başvuru alan kurumların birbirlerini desteklemesi açısından önemliydi. Bu bizi birçok açıdan güçlendirdi ve birlikte ortam eylem yapma konusunda önümüzü açtı. Bunun ardından Müzeyyen Boylu cinayeti işlendi. Hemen ardından bir polis kadın, meslektaşı ve sevgilisi olan bir erkek tarafından öldürüldü. Bundan on gün sonra bir ev kadını kocası tarafından öldürüldü. Diyarbakırʼda haziran ayında, bir ay içinde üç tane kadın cinayeti işlendi. Son yirmi yıla baktığınızda bu ilk kez oluyor. Bu manzarayı gördüğümüzde “mutlaka bir şey yapmamız gerekiyor” dedik. Geniş bir cephe oluşturduk ve kadın yürüyüşünü gerçekleştirdik. Son beş yılda 8 Mart ve 25 Kasım haricinde yapılmış ilk kadın eylemiydi. Uzun süredir bu kadar heyecanlanmamıştım. Diyarbakır direnişlerin, isyanların çok yoğun yaşandığı ve kadınların buna öncülük ettiği bir şehir. Ama son beş yıla baktığımızda ölü toprağı serpilmiş gibi bir hal vardı. Bu yürüyüşle bu ölü toprağını attık. Yürüyüşün yeni eylemlerin önünü açacağını düşünüyorum.
Ergüneş: Bir kentte bir ay içinde üç kadının katledilmesi çok büyük bir olaydır. Tüm Türkiye’de yankı bulması, araştırmacıların, hukukçuların ve insan hakları savunucularının Diyarbakır’a yönelmesi gerekirken kendimizi yalnız bulduk. Buna tüm gücümüzle tepkimizi göstermeliydik. Kayyum politikasının ortak tepkileri köreltmeye yönelik çalıştığı bir kentte bunu yapmak çok zordu. Herkes çok tepkiliydi. Bu eylemi bütün bir kentin gündemine getirmek istiyorduk. Müzeyyen’in katledildiği caddede bunu başarabildik. Diyarbakır’ın çok farklı yerlerinden kadınlar geldi. Yürüyüş içimizdeki isyan duygusunu pekiştirdi. O eyleme katılamayan kadınlar da bu duyguyu hissettiler. Çevrede bulunan erkeklere de bunu hissettirdik. Bizim sesimizi duyan bütün kadınların bunu hissettiğini düşünüyorum.
Aydın: Kadına yönelik şiddetin çok ciddi seviyelerde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bunu önlemek için şehirlerdeki ve köylerdeki kadınlara ulaşmak gerekiyor. Bunları sürekli devam ettirmek çok önemli. Bu yürüyüşlerin devamının gelmesi gerekiyor. Diyarbakır’da, kendi sorunlarını bilen ve bu sorunları çözme kapasitesine sahip bir kadın potansiyeli var. İktidarın ise kadınların kazandığı hakların gasp edilmesine yönelik çalışmaları, bu düşüncenin altyapısı var. En tepedeki insandan en alttakine kadar bu düşünce görülüyor. Bu, bütün Türkiye’de var olan bir durum. Kadının bedenine karışan, çocuklarına kreş istediği zaman “git evinde otur” diyen bu yapının kendisi.
Rosa Kadın Derneği’nin geleceğe dönük planları nedir?
Kaya: Geleceğe yönelik planlarımızın tamamı eğitim ve saha çalışmalarıyla ilgili. Bu şiddet ağı ile birlikte şiddet haritası çalışması yapmak istiyoruz. Şiddet olaylarının sınıfsal ve ekonomik dağılımını çıkartmak istiyoruz. Bunlar bizim açımızdan çok önemli, kayyumlardan sonra elimizde hiçbir veri kalmadı. Bağımsız bir veri tabanı çalışması yürüteceğiz. Bize gelen şiddet başvurularını cevaplıyoruz ve çözüm üretmeye çabalıyoruz. Esas kuruluş amacımız eğitim çalışması yapmak ve mahallede, apartmandaki kadına ulaşmak.
Ergüneş: Bir dernek olarak şiddet gören tüm kadınlarla dayanışma ve birlikte mücadele etme gibi bir derdimiz var. Her dayanışma bizi daha güçlü kılıyor. Özgür, eşit, kendimiz gibi yaşayabildiğimiz, doğanın kendisi olarak kabul edilip müdahale edilmediğimiz bir dünya düşlüyoruz.