Yerel seçimlerde belediye başkan adaylarına, belediye performanslarında başkanların yapıp ettiklerine odaklanıyoruz. Oysa yerel yönetim devasa bir teşkilat, üstelik en azından yasa itibariyle halkın katılımına, denetimine açık. Peki seçimler bittikten sonra belediye işleri hakkında yeterli bilgi alabiliyor muyuz, hayatımız üzerinde belirleyici öneme sahip bütçe ve plan tartışmalarına müdahil olabiliyor muyuz, seçimden seçime değil, her an denetim imkânlarını kullanabiliyor muyuz? Belediye yönetimiyle halk arasında kurulacak iletişim mekanizmasının başlıca mercii olan belediye meclisleri ve bizzat seçtiğimiz üyeler faaliyet dönemi boyunca ne yapıyorlar? Ne tür tartışmalar yürütüyorlar, kent politikalarını hangi kıstaslara göre belirliyorlar? Muhalefet temsilcisi meclis üyeleri bu kararlara ne oranda katılabiliyor, kent suçlarıyla nasıl mücadele ediyorlar, hangi araçlarla kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar? 31 Mart yerel seçimlerinde işbaşına gelecek muhalefet adaylarını belediyelerde ne bekliyor?
25 Ocak’ta Beyoğlu Yurttaş Meclisi’nin düzenlediği foruma Beyoğlu Belediye Meclisi’nin iki CHP’li üyesi de katıldı. Belediye meclislerinin sınırları ve imkânları, Beyoğlu Belediyesi’nin durumu, anamuhalefet partisinin hal-i pür melali üzerine forumdan izlenimlerimizi sunuyoruz…
“Burada bizden öğrenmeye çalıştığınız kriterlerin hiçbiri maalesef işlemez. Ne bizde, ne başka yerde. Belediye meclis üyelerinin hangi kriterlere dikkat edilerek seçileceği konusunda çok ciddi, hassas bir inceleme yapma olanağı olmaz. Neden?..”
Böyle giriyor söze Beyoğlu Belediyesi Meclis Üyesi ve İBB Meclisi CHP Grup Başkan Vekili Ertuğrul Gülsever. Beyoğlu halkını belediyedeki temsilcileriyle, daha doğrusu, belediyedeki 31 temsilciden iki tanesiyle buluşturan bir forumdayız. Forumu düzenleyen Beyoğlu Yurttaş Meclisi, Gezi Forumlarından Hayır Meclislerine uzanan bir dizi yurttaş girişiminde aktif çalışmış Beyoğlularca Eylül 2017’de kuruldu. Yerel yönetimler, gıda, kent, park ve afete hazırlık gibi konularda çalışmalar yürütüyor, hayatın içinde kurucu pratikleri geliştirmeye çalışıyorlar. Yerel yönetimlerin başlı başına bir mücadele alanı olduğunu düşünen, yerelde kalıcı örgütlenmelerin çoğalmasını, güçlenmesini amaçlayan ve semt sakinlerinin yerel yönetime her düzeyde daha aktif katılımını hedefleyen bir oluşum.
31 Mart yerel seçimleri öncesinde Beyoğlu Belediye Meclisi’ndeki seçilmiş üyelerin –siyasi parti ayrımı gözetmeksizin– hepsini bu foruma davet etmişler. Amaç, belediye meclis üyelerinin hangi kriterlere göre ve nasıl seçildiklerini, mecliste ne gibi çalışmalar yaptıklarını öğrenmek; Beyoğlu Belediyesi’nin geçmiş dönemini değerlendirip gelecek döneminde yerel yönetime halkın katılımının nasıl artırılabileceğini keşfetmek. Fakat Beyoğlu Belediyesi’nin 21 AKP’li, 10 CHP’li meclis üyesinden sadece iki CHP’li üyesi davete icabet etmiş. Gülsever de onlardan biri. Söze şöyle devam ediyor:
“Siyasi partilerin kendi yapılaşması ve örgütlülükleri içerisinde, örgütün daha fazla itibar ettiği, orada olmasını istediği arkadaşların belediye meclisinde bulunmalarına dönük bir çalışma yapılır. Bunun Türkçesi şudur: Aday adaylarının örgütteki güçleri oranında listede temsil edilmeleri sağlanır. Sağlıklı örgütlerde adaylar böyle tayin yoluyla belirlenmez, örgütün kendi içerisinde yapacağı ön seçim mekanizmasıyla belirlenir.”
Gülsever’in seçim aşamasına yönelik açıklamalarındaki en net mesaj şu: Seçimlerden önce belediye meclis üyeliği için listeler hazırlanırken, adaylarda ne hukuk, mimarlık, şehir planlaması gibi alanlarda uzmanlık ne de yereldeki sivil toplum çalışmalarına aktif katılım gibi nitelikler aranıyor:
“Eskiden partimiz, uzmanlık alanına ihtiyaç duyduğumuz arkadaşların mecliste bulunmalarına olanak sağlamak için bazı yerlerde kontenjanlar kullanırdı. Mesela 31 kişi içinde üç tane kontenjan kullanılırdı. Onlar da kimin için kullanılırdı? Eğer seçilmişlerin arasında bir kent plancısı, mimar, hukukçu ya da mali işlerden anlayan bir iktisatçı yoksa, onlar için. Eksiklik bu vesileyle giderilirdi. Eskiden bu parti tüzüğünde yazılı idi, ama artık yazılı değil. Bugün bu ihtiyaca cevap veren bir yapılanmanın olduğunu söylemek de pek mümkün değil.”
Beyoğlu çok sayıda tarih ve kültür mirasını, sivil mimarinin en kıymetli örneklerini, toplumsal belleğimizin birçok yapıtaşını, en önemli kamusal alanlarımızı barındıran bir ilçe. Üstelik özellikle son 17 yılda iktidarın ve sermayenin rant ve dönüşüm amaçlı saldırılarına biteviye maruz kalıyor. Ana muhalefet partimiz ise, meslek uzmanlarının veya aktivistlerin burada –hiç değilse etkin bir muhalefet yürütmek adına– belediye meclisine seçilmeleri yönünde kayda değer bir gayret göstermemiş.
Her şeye yetkili, herkesten etkisiz
Belediye meclis üyesi deyip geçmeyelim. Her daim liderlere ve başkanlara endeksli siyaset kültürümüzde, bu seçilmişlerin önemi çoğu zaman gözardı ediliyor maalesef. Sık sık yerel yönetimlerin önceliğinden, adem-i merkeziyetçilikten söz edenlerimiz bile kendi ilçelerindeki belediye meclis üyelerinin isimlerini, görev ve yetkilerini, nasıl çalıştıklarını biliyorlar mı acaba? Oysa içtiğimiz sudan yediğimiz gıdaya, yollarımızdan parklarımıza, binalarımızın imar izninden afet toplanma alanlarımıza, çöpümüzden semt pazarlarımıza dek birçok alanda yetki ve görev sahibi olan belediyelerin en önemli karar mercii ve yürütme organı belediye meclisleri. En azından kâğıt üzerinde, yani belediye yasasına göre böyle. Beş yıldır CHP Beyoğlu Belediyesi Meclis Üyesi olarak görev yapan Ali Mendillioğlu belediyeleri her şeye etkisi ve yetkisi olan bir mikro-iktidar gibi tahayyül etmek gerektiğini söylüyor:
“Belediye yasasına bakarsak, belediyelerin üç bine yakın yetki ve var. Yani hayal edebileceğiniz her şeyden sorumlular. Spesifik bir örnek vermek gerekirse, 18 yaş altı çocukların psikolojik tedavisi dahi belediyelerin yetki alanına sokulmuş. Belediyeleri her şeye etkisi olan bir mikro-iktidar gibi düşünmek gerek. Bu yüzden de en az yedi-sekiz bakanlıkla yetki çakışmaları yaşıyor belediyeler. Örneğin sosyal yardımlar konusunda, Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı’yla yetki çakışması yaşıyorlar. Ya da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’yla kesişen yetkileri var.”
İçtiğimiz sudan yediğimiz gıdaya, yollarımızdan parklarımıza, binalarımızın imar izninden afet toplanma alanlarımıza, çöpümüzden semt pazarlarımıza dek birçok alanda yetki ve görev sahibi olan belediyelerin en önemli karar mercii ve yürütme organı belediye meclisleri. En azından kâğıt üzerinde, yani belediye yasasına göre böyle.
Demek oluyor ki, sağlığımız, beslenmemiz, barınmamız, ulaşımımız ve çevremiz belediye meclis üyelerine emanet. Peki bir forum katılımcısının “kara kutu” olarak betimlediği belediye meclislerinde işler gerçekte nasıl yürüyor acaba? Mendillioğlu’nu dinlemeye devam ediyoruz:
“Beş yıllık deneyimimde gördüm ki, belediyelerde ağırlıklı olarak kararlar imardan gelmekte, yani çoğunluğu imar müdürlüğü kararları. Bunlar, birincisi kentsel dönüşüm plan ve projeleri, ikincisi belediyenin taşınmazları ile ilgili satış ve kiralama gibi tasarruflar. Mesela satışla ilgili bir karar önümüze geldiğinde, en altta şöyle bir not görürüz: ‘Belediyenin, başta kentsel dönüşüm olmak üzere bazı mali ihtiyaçlarının karşılanması için satışına karar verildi.’ Bu karar encümen tarafından alınmıştır, ama en altta imar işleri müdürünün imzasını görürüz. Yani imar işleri müdürlüğü satışı talep eder, satış talebi meclise gelir, meclis satılıp satılmayacağına karar verir, nasıl ve kaça satılacağına ise encümen karar verir. Tabii burada ciddi bir tuhaflık var: Kararı meclis olarak ben aldıysam neden ben uygulayamıyorum da encümen uyguluyor? Ama esas mesele şu: Özünde meclis üyeleri belediyenin yapmış olduğu her tür uygulama ve işlemin karar mercii iken, özellikle AKP’nin iktidarda olduğu belediyelerde mekanizma gerçekte şöyle işliyor: Zaten alınmış kararlar meclise geliyor ve belediye meclisi de tamamen bir parmak kaldırıp indirme, onaylama mecrası olarak görev yapıyor.”
Belediye meclisinde muhalif üye olmak
1996’da İstanbul’da düzenlenen Habitat-II “Kent Zirvesi”nden sonra BM Konferansları kararıyla Türkiye’de de uygulanmaya çalışılan Yerel Gündem 21 küresel eylem planının kısa sürede ülkenin merkeziyetçi, tek adamcı ve rantçı beton duvarına tosladığını bilmiyor değildik. Yerel yönetimleri güçlendirme, karar alma süreçlerine halkın katılımını artırma, çevre ve yaşam kalitesini yükselterek kentlerimizi daha ekolojik, sürdürülebilir yaşam alanlarına dönüştürme projesinin başına neler geldiğini hep birlikte yaşadık, gördük. İktidarı kaybetme korkusu, darbe girişimi, olağanüstü hal ve kayyum atamalarıyla birlikte bu proje de –tıpkı demokratikleşme hayalimiz gibi– ikinci bir emre (ya da bahara) kadar rafa kaldırıldı. Sivil toplum örgütleri, muhtarlar, meslek odaları ve örgütlü-örgütsüz mahallelilerin belediye yönetiminde söz sahibi olması amacıyla kurulan Kent Konseylerinin birçok yerde bütünüyle işlevsizleşerek ismi var cismi yok –yani kâğıt üzerinde– birimlere dönüştüğü de herkesin malûmu. Yine de, belediye meclislerinin “parmak kaldırıp indirme” gerçekliği, herkesin bildiği bu sır, böyle bir toplantıda, yani kamusal alanda dile getirilince, sorunu artık yok saymak mümkün değil. Bir şeyler yapmalı, ama ne? Gülsever’e göre sorunun cevabı “iktidar olmak”:
“Partiniz bir belediyede iktidarda değil de muhalefetteyse, yani bugün bir Beyoğlu Belediyesi’nde CHP grubu olarak bizim gibi muhalefetteyseniz, o zaman oradaki işleviniz hiçbir anlam ifade etmeyecek kadar azdır. Sadece eleştirir, söyler, dile getirirsiniz. Yakalayabilirseniz görsel, yazılı basınla paylaşmaya çalışırsınız. Paylaştıklarınızın onda birini haber yaptırabilirsiniz, hele bugünkü gibi bir siyasal ortamda. Mesela bugünkü mecliste bizim arkadaşlar tarafından onlarca konu dile getirilmiştir, bu mahsurlu, şu mahsurlu, yapmayın, yaparsanız şöyle olur diye, ama AKP bizim söylediklerimizin hiçbirine cevap verme lüzumunu bile hissetmez. Bizim konuşmalarımız bittikten sonra Meclis Başkanı, ‘Şimdi oyluyorum. Kabul edenler, etmeyenler’ der. Biz ret oyu veririz, onlar kabul oyu verirler ve böyle devam eder. Mesela İBB’de dört yılda binlerce önerge vermişiz, abartmıyorum, binlerce. Ama verdiğimiz önergelere cevap bile gelmiyor. Belediye Meclis Kanunu’na göre bir önerge verildiğinde, önergenin altında ismi ve imzası bulunan arkadaşa özel olarak cevap gelmesi gerekiyor. Ama ya hiç cevap gelmiyor ya da konuyla hiç alâkası olmayan bir cevap geliyor. O nedenle biz dört yılda dört kere de şöyle bir önerge vermişiz: ‘Verdiğimiz önergelere niye cevap vermiyorsunuz? Cevap vermeyi düşünmüyor musunuz?’ Ama bunlara da cevap vermediler. Yani böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. İşimiz zor. Dolayısıyla iktidar olmak zorundasınız.”
Çözümü sadece iktidar olmaya bağlayan ve muhalefet konumunu “etkisiz eleman” durumuna indirgeyen bu sözlere karşı salondaki katılımcılar arasından itirazlar yükseliyor. Muhalefet etmenin araçlarının sadece belediye meclis salonunda itiraz etmekten ibaret olmadığını hatırlatıyorlar meclis üyelerine. Beyoğlu Yurttaş Meclisi üyesi Nuray Ekin soruyor:
“Muhalefette olmak işleri zorlaştırıyor olabilir, fakat CHP’nin son yerel seçimlerde aldığı oy nedir?” Cevap: İstanbul’da 3,5 milyon, Beyoğlu’nda 51 bin. “Yani aslında çok da yalnız değilsiniz. Bu durumda sizinle sivil toplum arasında gerçekten iyi bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa, niye yok? Mesela burada mahallesinde afet toplanma alanı olup olmadığını veya yerini bilenler var mı?” Cevap: Sessizlik. “Afet toplanma alanlarıyla ilgili bir değişiklik, düzenleme olduğunda mahallelere haber götürülebilse, parti gözetmeksizin buna ilgi, merak duymayacak insan sayısı azdır herhalde, çünkü afet herkesi kapsayan bir şey. Bu haberleşme sistemi nerede aksıyor? Bu mahalle yapılanmasını nasıl kurabiliriz? Bizde mi bir sorun var?”
“Eğer belediye meclis adayları arasında bir kent plancısı, mimar, hukukçu ya da mali işlerden anlayan bir iktisatçı yoksa, onlar için kontenjan ayrılırdı. Eskiden bu parti tüzüğünde yazılı idi, ama artık yazılı değil.”
Yerel yönetime halkın katılımını konuşmak için düzenlenen forum yine “CHP Nasıl Kurtulur?” tartışmasına dönüşmesin diye çaba sarfediyor forum moderatörleri. Bu noktada Gülsever de, eleştiri oklarını partisi CHP’den sivil topluma ve halka yöneltiyor:
“Kendi adıma hangi sivil toplum örgütü nereye çağırdıysa gittim, ara sıra da kendim özel diyaloglar kurmaya çalıştım. Fakat siz de sivil toplum örgütü olarak herhalde yaşıyorsunuzdur, sindirilmiş bir toplum var karşımızda. İnsanlar gelmeye, konuşmaya, tartışmaya, hele de sokağa çıkıp sizinle bir şeyler yapmaya korkuyorlar. Siyasi partilerin ve STK’ların onları yüreklendirecek daha özel şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyorum. İstanbul’da beş yıl önce 493 tane afet toplanma alanı vardı, bugün bu sayı 77’ye düştü. Bunu duymayan kalmamıştır. Biz bunu duyurmak için sürekli beyanatlar verdik, meclisi işgal ettik, bu konuya ilişkin söylemediğimiz şey kalmadı. Ama ben sivil toplum örgütlerinden veya toplumun başka kesimlerinden ‘Yahu arkadaş, afet toplanma alanları 77’ye inmiş, niye böyle oldu?’ ya da ‘Bizim mahallede bir afet toplanma alanı vardı, şu hale geldi, vah vah’ dışında bir şey duymadım. İnsanlar bizi eleştirmeliler, acımasızca eleştirmeliler, hatta demeliler ki, ‘Şunu eksik yapıyorsun, senden daha fazlasını istiyorum’. Bunu memnuniyetle karşılarım, ama bunu söylemeyen, bizimle irtibat kurmayan, hiçbir şekilde gelip sahiplenmeyen, konuya yabancı kalan, sonra bir gün bir yerde karşılaştığınızda ‘Ya siz orada ne yapıyorsunuz?’ diyeni de kabul etmiyorum. Bunu söyleme hakkı olması için insanın o ilgiyi göstermesi gerek.”
Katılımcı belediye meclisi mümkün mü?
Salonda bulunan CHP’lilerden Süleyman Sonmaz bu söylenenlere şerh düşmek için söz alıyor. Sonmaz, meclis üyelerinin halkla ilişki kurmak için sokaktaki insanın onlara gelmesini beklemek yerine kendilerinin bu konuda çaba sarf etmeleri gerektiğini düşünüyor. Halkla iletişim mekanizmalarını kurma, birlikte çalışma olanaklarını yaratma sorumluluğunun seçilmiş temsilcilerde bulunduğunu anımsatıyor meclis üyelerine. Katılımcılardan Ayazpaşa Derneği üyesi Nazlı Eğimlioğlu, her şeyden önce meclis üyeleri ve belediye başkan adaylarının Beyoğlu’nu iyi bilen, burada halkla temasları olan, yereldeki çalışmalara katılmış kişiler arasından seçilmesi gerektiğini ifade ettikten sonra, iletişim sorununu aşmak için kendi deneyimlerinden yola çıkarak somut bir çözüm öne sürüyor: Mahallelerinde sokakların bozukluğu, kaçak yapılaşma, keyfi uygulamalarla ilgili sayısız sorun yaşanmış, ama mahalleliler olarak belediyeye yaptıkları şikâyetlerden hiçbir sonuç alamamışlar. Başvurularına cevap bile verilmemiş çoğu zaman. Onlar da çareyi kamuoyu baskısı oluşturmakta bulmuşlar:
“Maalesef yargının, muhalefetin ve her türlü kurumsal yolun etkisizleştirilmesi sonucunda elimizde artık araç olarak bir tek kamuoyu baskısı kaldı. Biz de mahallemizde üç tane Whatsapp grubu kurduk, komşularla sık sık haberleşmeye başladık. Bu vesileyle dilekçeler yazıyoruz, yedi-sekiz kişi o dilekçeyi alıp beyaz masaya e-posta ile gönderiyoruz, bu şekilde birçok kez sonuç aldık, bazı yerleri tamir ettirmeyi başardık. Bence bizim artık bu tür bir kamuoyu baskısını kullanmamız gerek.”
“Bundan yirmi yıl önce hazırlanmış bir Stratejik Plan var. Birtakım rakamlar ve isimler değiştirilip aynı plan tekrar tekrar önümüze getiriliyor. Yasada verilen imkânların kullanılması, Stratejik Plan’ın sivil toplum örgütleriyle ve halkın kendi temsilcilerinin, kanaat önderlerinin katılımıyla tartışılıp konuşularak hazırlanması lazım.”
Bir gün tam sağlıklarına kavuşacakları umuduyla zar zor da olsa bugüne dek yaşattığımız demokratik kurumların birer birer sizlere ömür olması, kâğıt üzerinde birçok Avrupa demokrasisine parmak ısırttıracak yasa ve yönetmeliklerin ya bütünüyle yok sayılıp uygulanmaması ya da KHK’laşması, gitgide taraftarlaşarak bertaraf olan yargı, iyi kötü bir hukuk devleti olan “Eski Türkiye”yi mumla arama kurtarma çalışmaları derken elimizde kalan son araçlardan biri kamuoyu baskısı anlaşılan. Hal böyle olunca da söz yine “gelinen nokta”ya bağlanıyor:
“Gelinen noktada AKP Türkiye’de temsili demokrasinin tüm kanallarını tıkamıştır ve yapılan bu forum dahi o tıkanmanın bir sonucu. Bugün bu toplantıyı yapmak zorunda kaldıysak bu mecburiyetin kendisini anlamak gerek. Artık temsili demokrasiyle AKP’ye muhalefet etmenin, AKP’yle mücadele etmenin hiçbir koşulu kalmadı.”
Son beş yılda dalga dalga üzerimize gelip sokaktaki muhalefeti, sivil toplum örgütlerini, özgür basını ve akademiyi cezaevlerine hapseden veya yurtdışına sürgüne gönderen, en iyi ihtimalle bazı kıyı kentlerine veya Kadıköy gibi “kurtarılmış bölgelere” süren siyasi tsunamilere rağmen Beyoğlu’nda kalabilmiş muhalif yurttaşlar var bu salonda. Üstelik yerelde ve tabanda bir araya gelerek mücadeleye asgari müşterekten devam etme kararlılığını göstermişler. Belki Mendillioğlu da bu gerçeği anımsadığı için “gelinen nokta”nın salonun üzerine çökmeye başlayan ağırlığını şöyle devrimci bir yorumla hafifletmeye çalışıyor:
“Dolayısıyla katılımcı demokrasiyi öğrenmeye, bunu hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bu zorunluluk, el yordamıyla da olsa bizi burada bir araya getirdi.”
Temsili demokrasinin artık hiçbir yanılsamaya yer bırakmayan iflasını yaşadığımız ve katılımcı demokrasinin daha doğmadığı bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor olabileceğimiz düşüncesi, yeni olmasa da tutunacak bir dal. Beyoğlu Yurttaş Meclisi üyesi Cüneyt Uzunoğulları bu noktada önce özeleştirisini verip sonra da daha katılımcı bir modeli nasıl kurabileceğimize yönelik önerisini sunuyor:
“Dört ay öncesine kadar yerel yönetimler, belediye meclisi konusunda hiç bilgim yoktu, çünkü siyasete bakma biçimim daha farklıydı, daha üstten bir siyaset kurulması gerektiğini düşünüyordum. Ama işin içine girdikçe gördüm ki, belediye meclis üyeliği son derece geniş bir donanım gerektiren bir görev, çünkü teknik konular gündeme geliyor. Hem hukukçu, hem şehir plancı, hem mimar, hem siyasetçi olacaksınız. Bir üyenin bütün bu özellikleri taşıması mümkün değil. O zaman üyelerin bu bilgilere sahip insanlarla sürekli iletişim içinde olmaları lazım. Bunun haricinde kendilerini oraya gönderen insanlarla da iletişim içinde olmaları lazım. En azından yeni dönemde seçilecek insanların bunu bilince çıkartması gerekiyor. Parti de düzenli toplantılarla belediye meclis üyelerini mahallelerdeki insanlarla, sivil toplum örgütleriyle bir araya getirirse hem birliktelik doğar, hem de belediye meclis üyelerinin gerektiğinde danışacakları mimar, avukat gibi insanlarla bir köprü oluşturulur.”
Bu öneri üzerine salondan bir başka öneri geliyor. AKP meclis üyeleri Beyoğlu Belediyesi’nin Beyoğlu’ndaki semt konaklarında her hafta düzenli olarak halk toplantıları düzenliyor, o konaklar AKP’nin değil, halkın, o zaman “biz de semt konaklarını kullanamaz mıyız?” Meclis üyeleri bu konuda karamsarlar: “Kullandırtmıyorlar. AKP semt konaklarını parti propagandası için kullanıyor, biz kullanmak istediğimizde hep bir bahane üretip izin vermiyorlar.” Kulağa çok inandırıcı bir mazeret gibi gelmese de salondakiler üstelemiyor, tek sorun mekân olsun, bir şekilde halledilir nasıl olsa. Katılımcılardan gelen bir başka somut öneri ise meclis üyelerince kabul görüyor: Meclis gündemleri CHP Beyoğlu ilçe örgütünün internet sitesinde yayınlanarak halkın belediye yönetiminde olup bitenler hakkında bilgilendirilmesi sağlanabilir. Bu “iyi fikir”le forumun bir sonraki bölümüne geçiyoruz.
“Beyoğlu bütçesi kendi bir yıllık bütçesinden daha borçlu bir belediyedir. İBB’nin de yıllık 20 milyar liralık bütçesine karşılık 20 milyar lira borcu var. Yani İBB bir yıl boyunca memurlarına, işçilerine, çalışanlarına hiçbir şey ödemese ancak borcunu karşılayabilecek. Fakat devlet bu konuda muhalif belediyelere çok şiddetle acımasız davranıyor.”
Stratejik Plan ve somut durum
5393 sayılı Belediye Yasası, nüfusu 50 binin üzerinde olan her belediye yönetiminin seçimden sonraki altı ay içerisinde bir Stratejik Plan hazırlamasını zorunlu kılmış. Stratejik Plan da kâğıt üzerinde şahane bir fikir. Şöyle ki, belediyelerin beş yıllık dönemde altyapı, ulaşım, çevre, imar, katı atık, doğal afetler, kültürel mirasın korunması ve diğer hizmetlere ilişkin yapacakları çalışmaların sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının ve üniversitelerin aktif katılımıyla planlanacağı belirtilmiş bu yasada. Hatta, eğer bir sivil toplum örgütü Stratejik Plan çalışmalarına davet edilmez veya talep ettiği halde çalışmalardan dışlanırsa, belediyeye dava açma hakkı bile var. Gelelim, Stratejik Planların reel demokrasimizde nasıl hazırlandığına:
“Mevcut iktidarın, iktidarda olduğu belediyelerde hazırladığı bir Stratejik Plan var, bir de bizim iktidarda olduğumuz yerlerde hazırladığımız bir Stratejik Plan var. Bizimki onlarınkine göre daha katılımcı belki, ama yine de yeterli değil. Benim yerel yönetimlerde görev yaptığım on yılda karşılaştığım tablo şu: Bundan yirmi yıl önce hazırlanmış bir Stratejik Plan, bir matbu hikâye var. Birtakım rakamlar ve isimler değiştirilip aynı plan tekrar tekrar önümüze getiriliyor. Bu çalışmanın daha katılımcı olması için, yasada verilen imkânların kullanılması, Stratejik Plan’ın sivil toplum örgütleriyle ve halkın kendi temsilcilerinin, kanaat önderlerinin katılımıyla tartışılıp konuşularak hazırlanması lazım. Biz buna önderlik etmeliyiz. Bir siyasi parti hiçbir zaman halk dalkavukluğu yapmamalıdır. Halkın hoşuna gitmeyen bir şey olsa bile siyasi parti ona önderlik etmek zorundadır, çünkü halkın fark etmediği konularda onları bilgilendirmek için kurulmuş bir siyasi yapıdır.”
Gülsever’den sonra tekrar söz alan Mendillioğlu ise, Stratejik Plan hakkında konuşmaya başlasa da, herhalde önümüz bir kez daha seçimler olduğu için lafı çabucak seçim stratejisine getiriveriyor:
“İki ay sonra seçimler var. Bu seçimlere hangi stratejiyle gireceğimizi konuşursak, Stratejik Planı nasıl beraberce hazırlayabileceğimizin de sinyalini vermiş oluruz. Stratejik Planları hazırlarken, kentsel dönüşümle ilgili planlar öncelikli olmak üzere, siyasi iradenin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Kastım şu: AKP, Beyoğlu’nda seçmeni nasıl konsolide ediyor? Özellikle Okmeydanı kentsel dönüşüm bölgesinde yaşayan 80-100 bin insan olduğu tahmin ediliyor. 26 bin konut bu bölgede kentsel dönüşüm planı kapsamında ve AKP buralarda çok yüksek oy alıyor. Demek ki AKP bu bölgede seçmenleri arasında bir şekilde rıza üretmiş durumda. Bu genel kabul gören bir algı. Emsal olarak Tarlabaşı’nı düşünelim. Tarlabaşı’ndaki 270 konutu on yılda bitiremeyen Beyoğlu Belediyesi, on yılda 26 bin konutu nasıl bitirecek? Alın size havuz sorusu. İkinci bir algı da şu: AKP seçmenini sosyal yardımlarla konsolide ediyor, AKP belediyeleri inanılmaz sosyal yardım yapıyor. Onlar da 25 bin kişiye sosyal yardım yapıyoruz diye anlatıyorlar. Arkadaşlar, belediyeye sosyal yardım için başvuran aile sayısı 8.500. Bunlardan sadece 4.500’üne sosyal yardım yapılıyor. Onlardan da sadece bini düzenli aylık yardım alıyor. İşte çok sayıda kentsel dönüşüm mağduru var, sosyal yardım alamayan yoksullar var. Bizim önce kafamızdaki o ideolojik hegemonyanın duvarlarını yıkmamız lazım. Biz kentsel dönüşüm mağdurlarının oyunu istiyoruz, adil sosyal yardım alamayanların oyunu istiyoruz demeliyiz.”
Beyoğlu Yurttaş Meclisi sadece lidere değil, aynı zamanda sandığa endeksli bir siyasetin de çare olmadığına kanaat getirmiş kişilerin bir platformu. O yüzden konuyu seçimden tekrar belediye meclisine getirmek için çaba sarf ediyorlar. Bu sefer de bütçe bakımından Beyoğlu Belediyesi’nin ne durumda olduğunu, Stratejik Plan’daki bütçenin katılımcı bütçe modeline dönüştürülmesi için kendilerinin ne yapabileceğini soruyorlar:
“Beyoğlu Belediyesi’nin bütçesi yıllık 250 milyon TL civarında. Ama seçimi kazanırsak neyle karşılaşacağınızı söyleyeyim: Beyoğlu bütçesi kendi bir yıllık bütçesinden daha fazla borçlu bir belediyedir. İBB’nin de yıllık 20 milyar liralık bütçesine karşılık 20 milyar lira borcu var. Yani İBB bir yıl boyunca memurlarına, işçilerine, çalışanlarına hiçbir şey ödemese ancak borcunu karşılayabilecek. Dolayısıyla bu belediyeler çok borçlu halde. SGK’ya, devlete ödenmesi gereken borçları var, ama şu anda hükümette kendileri olduğu için bu belediyeleri fazla sıkıştırmıyorlar. Fakat devlet bu konuda muhalif belediyelere çok şiddetle acımasız davranıyor. Borcunu öde diyor, iller bankasından gelen payını kesiyor, onları köşeye sıkıştırmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Yani karşılaşacağımız tablo kolay bir tablo değil, ama içinden çıkılmaz da değil. Karamsar olmamak gerek.”
Bütçenin mantığı, hayallerin bütçesi
Karamsar olmamak. Art arda çizilen bu karamsar tablolar karşısında zor zanaat. Ama salonda yılgınlık değil, defterine ayrıntılı notlar alan, sabırla dinleyen, soru soran ve yerel yönetimde söz sahibi olmayı kafasına koymuş yurttaşlar var.
Mendillioğlu devam ediyor:
“Belediyenin yaptığı işler bütçelerinden anlaşılabilir. Bir örnek vereyim: Belediyenin veterinerlik işlerinin bütçesi 110 bin TL. Peki bu bütçeyi nasıl bölüştürmüşler? 90 bin TL kurban kesim alanları, 10 bin TL haşere ilaçlama, 10 bin TL de hayvan hastalıkları için. Yani 110 bin liraya yaptıkları işler bunlardan ibaret. Belediyenin niyeti, mantığı, felsefesi bütçe üzerinden anlaşılabilir.”
Hayvan sevgisiyle ünlü Cihangir semtinden, nam-ı diğer Kedi Cumhuriyeti’nden çok sayıda katılımcının olduğu salonda Mendillioğlu’nun verdiği bilgi üzerine bir anda kulaklar dikiliyor. Beyoğlu Belediyesi’nde mevcut mikro-iktidar değişir de Katılımcı Bütçe hayali gerçekleşirse, sokak hayvanlarının sağlığı, bakımı ve barınması için bütçeden çok daha fazla pay ayrılacağı kesin. Tabii ucuz, sağlıklı ve güvenli gıdaya yaygın erişim için bir gıda kooperatifi kurulması, ucuz toplu ulaşım, kiraların makûl seviyelere çekilmesi, afet toplanma alanlarının yapılaşmadan kurtarılması, Emek Sineması’nın eski yerine taşınması, Narmanlı Han gibi kültür mirası yapılarımızın ve kamusal alanlarımızın halka geri kazandırılması, tüm parkların betonlaşmadan kurtarılıp tekrar yeşil alan kimliği kazanması gibi hayaller de var.
Belli ki, bütçenin nereye ve nasıl harcandığıyla ilgili hesap sormak dahil önümüzdeki dönemde yapacak işimiz çok. Belediye meclisinin “kara kutusu” (ya da Pandora Kutusu mu demeli?) açıldı bir kere. İşimiz ister yerel yönetimlerde daha sıkı bir muhalefet örgütlemek, ister iktidara gelinen belediyelerde geçmiş dönemden devralınan enkazı kaldırmak, isterse daha katılımcı ve halkçı bir yönetim anlayışını yerleştirmek olsun. Tüm bu alanlarda hem sivil toplumun ve bireylerin hem de muhalefet partilerinin yapabilecekleri, mutlaka yapmaları gereken çok şey var. En başta da işbirliği galiba. Bu gibi forum ve toplantılar aracılığıyla muhalefet partilerinden siyasetçilerle kurulacak diyaloglar da o işbirliğinin başlangıcı olabilir.