Aylık Express’in ilk sayısının Meram’ı Godot’yu Beklerken’in final cümlelerinden ibaretti:
–Vladimir: Gidelim mi?
–Estragon: Hadi gidelim.
(Kıpırdamazlar)
Şakaydı tabii. Haftalık Express’i noktaladığımız 1997’yle yeniden yola çıkışımız arasındaki zaman içinde, Vladimir-Estragon diyalogları rutinimizdi. Başlayalım mı? Başlayalım. Kıpırdamıyorduk. 2001 Mayıs’ında nihayet kıpırdadığımızda da nefesimizin ne kadar yeteceği meçhuldü. Umut kalacağına emek kalsın dedik –gene deneyelim, gene yenileceksek de daha iyi yenilelim. Ve yola koyulduk. Kıpırdamıştık, ama “kıpırdamazlar”a dönüş olabilirdi. Başlama vuruşunu Vladimir’le Estragon’un yapması o yüzdendi.
O şakaydı, bunun şakası yok.
–Vladimir: Gidelim mi?
–Estragon: Hadi gidelim.
(Kıpırdamazlar)
Kıpırdamamak ne demek? (Soru değil, ünlem.) Ne demek olduğunu herkes biliyor. Cohen’i anmanın yeridir. Everybody Knows. Şarkıdaki gibi: Malûm yalanlar, hileli zarlar, zehirli uzlaşmalar, karartılan hayatlar. Ve hızla yaklaşan veba. Kıpırdamamanın vebali büyük.
Evet, kıpırdamanın bedeli var, şaka değil, Beton-Millet-Sakarya kuşatması. Ama her şeyde olduğu gibi, onda da çatlaklar var, alttakiler kıpırdadıkça genişleyen çatlaklar: Işık da oradan geliyor, su da yatağını orada buluyor.
Vebanın önüne geçmenin başka çaresi yok: Kıpırdamak –Vladimir’lerin Estragon’ları, Estragon’ların Vladimir’leri kıpırdatması. Madem Beckett boyutundayız, sosyal medyanın gözde aforizmalarından biri olan sözünü –yakışıklı laf olsun diye değil, şiar / mantra olsun diye– tekrarlayalım: Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.
Bir elmanın iki yarısı
İyi yenilmenin tarifini Turgut Uyar yapmıştı, Yenilgi Günlüğü’nde: “çaresizlik değil yenilgi (sonradan övülecek) / herkesin içinde yürekle buluştuğu yerdi.” Neredeyse elli yıldır 1 Mayıs’larda resimleri pankart, isimleri slogan olanların yenilgisi öyleydi: Sonradan övülecek, esin verecekti. Herkesin içinde yürekle buluştuğu yerdi.
Nostalji değil, tarih: AKM’nin 2013 Haziran’ındaki ön cephesini hatırlayalım. Orada nasıl buluştuğumuzu.
2013’ten bu yana bağrımızda iki iyi yenilgi var. Övülecek, esinlenilecek iki yenilgi –herkesin içinde yürekle buluştuğu. Bu yüzden iyi.
İlki Gezi’ydi, ikincisi 7 Haziran. Elde var iki haziran. Denklem basit: 1+1… Peki, iki eder mi? Etmez. Mantıken etmez: Bir elmanın iki yarısı çünkü. Mantıken bir eder. Mesele siyaseten de bir etmesi. Bu iki haziranın bir etmesi, yeni bir tarihin başlaması demektir. Demek ki: 1+1= 1.
Bu denklemin hayata geçmesi, sonuç yenilgi olsa da, sadece sonradan övülecek, esinlenilecek bir yenilgi olmaz: Galibi Pirus’un kaderine mahkûm eder.
Peki, nasıl hayata geçer? Gezi nasıl hayata geçmişti, hatırlayalım. Ve 7 Haziran’ı… İkisinin de “olur”u yok gibiydi. Mayıs’ın son haftasında Gezi Parkı’nda bir araya gelenler birkaç yüz kişiydi, Haziran’ın ilk haftasında ülkenin dört bir yanı “her yer Gezi” sloganıyla inliyordu. 2013 sonbaharında HDP kurulurken “tutmaz” deniyordu. 2015’te seçime parti olarak girme kararını “zar atmak” diye yorumlayan çoktu. Sonuç malûm. Sonrası da: Saray’ın savaş ilanı, Suruç, 10 Ekim… 1 Kasım’da kan revan, korku, dehşet içinde yenilenen seçim. Ve 13 ay içinde adım adım tırmanan istibdat: Kelimelerini azami itinayla seçenlerin bile faşizm demekten kaçınmadığı OHAL-KHK rejimi.
Yenilgi 7 Haziran sonrasıydı. Gezi için de öyle: 15-16 Haziran sonrasıydı. Ursula K. LeGuin’in kulaklarını çınlatalım: “Asıl yolculuk geriye dönüştür”: İlk durağımız 7 Haziran öncesi, ikincisi Gezi’nin eşiği. İkisinin de “olmaz” göründüğü anlar. Ve sonra ikisinin de “oldurulduğu” anlar. İrili ufaklı onlarca örgütün, grubun, örgütsüz kalabalıkların yan yana gelişi hafızalarda hâlâ taze. Keza biri BDP, diğeri kalpaklı Atatürk bayraklı iki gencin el ele tutuşarak cehennemden kurtulma çabasının fotoğrafı… Ve 7 Haziran öncesinde, çeşitli sol partilerin, örgütlerin, 10danSonra gibi partisiz-örgütsüz girişimlerin HDP’nin barajı geçmesi için seferber olmaları… Olmaz’ın oldurulduğu anlar. 1+1=1 anları.
Şimdi çok geride kalmış gibi. O yüzden asıl yolculuk oraya dönüş, 1+1=1’e. Peki nasıl, hangi vasıtalarla?
Geçtiğimiz bahar Demokrasi Cephesi gündeme geldi, sonbaharda Demokrasi için Birlik (DİB) hareketi sahneye çıktı, 23 Ekim’de kurultay topladı. DİB’i “farklılıkların birlikte hareket etmesi” olarak tanımlayan sonuç bildirgesi, “ortak mücadele”yi hedeflediğini duyurdu. 20 Kasım’da ise Haziran Hareketi’nin çağrısıyla, HDP’nin geniş katılımıyla “Teslim Olmayacağız” başlıklı Kartal mitingi düzenlendi. 10 Ekim’den beri ilk defa, sol muhalefet bütün renkleriyle alandaydı. Bir hafta sonra, 27 Kasım’da Halkevleri’nin çağrısı geldi:
“Kartal Mitingi, AKP faşizmine karşı mücadelenin ancak sosyalistlerin birleşik önderliğiyle kitleselleşebileceğini ve hedefine ulaşabileceğini bir kez daha göstermiştir. Birleşik Haziran Hareketi bileşenlerine açık çağrımızdır: Faşizme karşı birlik zamanıdır. Cephesel niteliğe sahip bir mücadele birliği sosyalistler tarafından kurulmalıdır. Çağrımızdır: Faşizme karşı sosyalistlerin politik güç birliğini yaratalım.”
“Birbirimizden vazgeçemeyiz”
Express 147’de Selahattin Demirtaş’ın söylediklerini hatırlayalım: “Şu an Türkiye’de iki hat var: Direnenler ve faşizmle ittifak edenler. Başka bir ayrım görmüyorum. HDP olarak direnenlerin tarafındayız, herkesi bu tarafa davet ediyoruz.”
Kartal mitinginde, Haziran’ın bileşenleriyle HDP’liler ve EMEP’ten Halkevleri’ne, birçok sosyalist parti-örgüt ve de –parti yönetiminin arzusu hilafına alana gelen– CHP’liler omuz omuzaydı. Haziran’ın yürütme kurulu üyesi Erkan Baş’a “Kartal ruhu” dedirten bu resim. Bu resim 1+1=1’in resmi. Henüz kuvveden fiile çıkamayan, cismine kavuşamayan, bir “ruh” halindeki “büyük resim” bu. 7 Haziran’daki “büyük insanlık” kampanyasının muradı. “Birbirimizden vazgeçemeyiz”in resmi.
Demirtaş’ın Kasım sayımızdaki sözlerini yüksek sesle okuyalım: “Meseleye ‘bu hafta işbirliği yapalım, haftaya herkes yoluna’ diye bakamazsınız. Esas mevzu şu: Niye stratejik ittifaklara ve işbirliğine gidemiyoruz? HDP’nin içinde yer aldığı Kürt hareketi mevzunun stratejik bir işbirliği olduğunu anlatmaya çalışıyor. Kemalist sol ve çeperindeki sol ısrarla bunu anlamak istemiyor. Hal böyle olunca, muhalefeti bütünlüklü bir cephede birleştirmek giderek zorlaşıyor. Ama biz bu konuda tartışmak zorundayız. Hem CHP’yle, hem Haziran’la, hem de Kemalist solla. Birbirimizden vazgeçemeyiz. Muhalefet bir ruhta birleşmek istiyorsa, bu Gezi ruhudur. Gezi’den başka bizi buluşturacak bir ruh var mı?”
Vurgulayalım: Taktiksel değil, stratejik işbirliği; muhalefeti bütünlüklü olarak bir cephede birleştirmek. Evet, bunu tartışmak zorundayız. Demirtaş çerçeveyi şöyle çiziyor: “Demokratik ulus, demokratik sol çerçevesinde yeni bir toplumsal paradigmayla, yeni bir ideolojik yapılanmayla stratejik ittifak kurmak.”
Ama anahtar cümle “birbirimizden vazgeçemeyiz”. Tartışmanın başlangıç cümlesi de o. Ve onun dolaylı mânâsı: Birbirimizden vazgeçmek kendimizden vazgeçmek, Türkiye’den vazgeçmek. “Kartal ruhu” da bunun ifadesi. İki cephesiyle: Tartışmaya yön veren “masa başı” çalışması değil, eylem alanı. Kartal mitingi olmasaydı, yine 1+1=1 diyecektik, ama “kendi içinde” bir fikir olacaktı, “maddesi olmayan fikir” olarak kalacak, dayanağını geçmişten, uzak-yakın tarihten alacaktı. Ama şimdi, Kartal mitingiyle birlikte, dayanağını “şimdi”den alıyor. Maddesi –tam olarak kuvveden fiile çıkmamış olsa da– var.
Öbür cephe, “eylem alanı”na giden yolun işaret levhaları, dönemeçleri. Erkan Baş, Kartal mitingi fikrinin izlediği seyri şöyle anlatıyor: “Miting Haziran’ın ‘Laikliği Kazanalım’ kampanyasının bir adımı olarak düşünülmüştü. 1 Kasım’da, saltanatın kaldırıldığı gün olması vesilesiyle, “Saltanata Geçit Yok” başlığıyla çağrı yaptık. Ve o esnada kâbus gibi bir hafta yaşadık: Önce Cumhuriyet’te operasyon yapıldı, ardından HDP eşbaşkanları ve vekilleri tutuklandı. Bu gelişmelerle birlikte, mitingi sadece Haziran’ın Türkiye toplumuna seslendiği bir eylemden ziyade, iktidarın saldırılarına maruz kalan tüm kesimlerin yan yana gelebileceği bir buluşmaya dönüştürmeyi tartıştık.”
Kısadan hisse: 1+1. Marx’ın ünlü 11. Tez’inde özetlediği, giderek derinleştirdiği yöntem: Dünyayı yorumlamak. Tekrar tekrar yorumlamak. Teoriyi yeni olgularla sınamak. Ve hep toplumsal dinamiklere bakmak. Ezilenlerin konumuna odaklanmak. Eylemin rotasını oradan çizmek. Yorumlamakla yetinmemek, değiştirmeyi mesele etmek. Değiştirmenin koşullarını, eylem alanlarını oluşturmak, harekete geçirmek.
“Teslim Olmayacağız” 1+1’in hakkını veren bir örnek oldu. Devamını getirmek elzem. Onun da koşulu bir yandan tartışmayı sürdürmek, bir yandan ortak eylem alanları, birleşik mücadele zeminleri kurmak.
Evet, tartışmanın başlangıç noktası “birbirimizden vazgeçemeyiz”. İkinci cümle soru cümlesi: Bütünlüklü bir birleşik cephede nasıl buluşabiliriz, buluşma noktamız neresi? Gezi, elde var bir. İkinci elde var bir, 7 Haziran. Bu ikisinin toplamı, şimdilik Kartal’daki “bir”. O “bir” nasıl genişleyebilir, mesele bu.
Tahayyüllerin sağlamasını yapmak
Nereden bakacağımız da bir başka 1+1 denklemi. Jean-Luc Godard’ın One Plus One filmi üzerine sorulara verdiği cevaptan mülhem: “Bir artı bir, komünist tahayyülün anarşist tahayyülle, anarşist tahayyülün komünist tahayyülle sağlamasını yapmak. Bir artı bir iki etmez, bir eder.”
1+1 bir yöntem olduğu kadar bir tutum, bir konum: Komünist ve anarşist tahayyüllerin birbiriyle sınanması. Ve bu iki tahayyülün birbiriyle sağlamasını yapmanın ortaya çıkardığı “bir”. Bu, 1+1 Express’in konumu. Ama başka konumlardaki sol için de geçerli bir yöntem: İki tahayyülü birbiriyle sınamak.
Kartal mitingine dönelim. Farklı konumlardaki, farklı tahayyüllerdeki solu şimdilik “bir” sayalım. HDP’yi de diğer “bir” olarak yazalım. Kartal’daki genel sol tahayyülün sağlamasını HDP’nin tahayyülüyle yapalım. O genel “bir”i bileşenlerine ayırıp her birinin tahayyülünün sağlamasını HDP’ninkiyle yapalım bir de. CHP’nin sol kanadından Haziran’a, Halkevleri’nden EMEP’e ve diğer parti ve örgütlere, ülke solunun Türkiye ve dünya tahayyülleriyle HDP’ninkiler arasındaki açı farkı ne? Meselemiz “farklılıkların birlikte hareket etmesi” ise birlikte hareket etmenin asgari müşterekleri ne? “Kürt anasını görmesin” fıkrasını yankılayan konumda olmayanların Türkiye ve dünya tahayyülünün, Gezi ve 7 Haziran’da büyük ölçüde görüldüğü üzere, HDP’nin tahayyülüyle birçok noktada kesiştiği aşikâr. Kesişmeyen noktaların sağlamasını yapmanın yolu basit: Sol düşüncenin temel ilkelerine başvurmak, o ilkelerle HDP’nin tahayyülünü sınamak.
HDP’nin tahayyülü derken bulutsu bir şeyden bahsetmiyoruz. Ortada bir parti programı var. Bir TBMM pratiği var. O kürsüden söylenen sözler var. “HDP sol bir parti değildir” diye kestirip atacaklara sözümüz yok. HDP’nin sol tahayyülünü eleştirenlerle devam edebilecek bir sağlama, bir tartışma bu. Buraya kadar söylenenlerin hepsi HDP ve HDP’ye destek verenler için de geçerli elbette. HDP’nin tahayyülünün hem genel sol ilkelerle hem de Türkiye solunun bileşenlerinin tahayyülüyle sağlamasını yapmak. Buradan bir 1+1 çıkar mı? Çıkarmak zorundayız. Bu işin şakası yok. Kıpırdamamanın ne demek olduğunu herkes biliyor. Everybody Knows…
Nâzım ile Godard
Beckett’ın ünlü sözünün ve Uyar’ın dizelerinin yanında Nâzım’ın 1+1=1’ini ve Godard’ın Bir Artı Bir’ini eksik etmeyelim:
Sükûn yok, hareket var / bugün yarına çıkar, / yarın bugünü yıkar / ve bu durmadan akar / akar / akar / (…) / Bu durmadan akan, / yıkıp yapan / akışın / çizgilenmiş sesiyiz… (Cevap, 1+1=1)
Godard’ın Bir Artı Bir’ini ‘68’in 40. yıldönümünde, Roll 128’deki “Bitmeyen Şarkı” başlıklı yazıdan okuyalım:
“Sympathy For The Devil şarkı olmanın ötesinde, Godard’ın Bir Artı Bir’inin başrol oyuncusuydu. Godard, Stones’la birlikte stüdyoya girmiş ve Sympathy For The Devil’ın kayıt sürecini baştan sona çekmişti. Bu görüntüleri Bir Artı Bir’in merkezine oturtmuş, ancak şarkının tamamlanmış haline yer vermemişti. (…) Bir Artı Bir’in finalinde iki bayrak dalgalanıyor, biri kızıl, diğeri siyah. Eleştirmen Martha Merrill’e göre, ‘komünizm artı anarşizm, Godard’ın bir artı bir’i bu.’ Tevekkeli değil, filmin adına dair sorulara, Godard hep aynı karşılığı veriyor: ‘Bir artı bir iki etmez, bir eder.’ Bir Artı Bir’de Sympathy For The Devil tamama ermiyor. Sürekli değişiyor; enstrümanlar değişiyor, ritmler değişiyor, hatta sözler değişiyor. Ve şarkı sürekli dönüşüyor, gelişiyor, güzelleşiyor. Sympathy For The Devil, Merrill’in dediği gibi, ‘Godard’ın gözünde devrim gibi –hiç bitmiyor, hiç tamamlanmıyor’. ‘68 ruhunun en güzel tarifi Bir Artı Bir galiba: Kırmızı Artı Siyah. Ve hiç tamamlanmayan, hiç bitmeyen bir şarkı.”
Gezi ruhunun ve 7 Haziran’ın ve müstakbel haziranların en güzel tarifi de o: 1+1…
1+1 Express, sayı 147, Aralık 2016