KÜME DÜŞEN GÖZTEPE’YE SAYGI DURUŞU

Söyleşi: Kavel Alpaslan
23 Mayıs 2022
SATIRBAŞLARI

Göztepe denince birçok kişinin aklına “İsyan Marşı” geliyor. Zülfü Livaneli’nin “Karlı Kayın Ormanı” bestesinin üzerine yazılan ve özellikle “Issız kuytu köşelerden and olsun ki döneceğiz / O günlere inanarak dalgalan sarı kırmızı / Acıların arasından söyle isyan marşımızı” sözleriyle öne çıkan bu marşın hikâyesi nedir? 

Ahmet Türkseven: Bestelerle özdeşleştiğim için bazen “İsyan Marşı’nı ne güzel yazmışsın” derler, ama benimle hiç alâkası yok. Güzelyalı’da birkaç arkadaş grubunun bir araya gelerek yarattığı bir beste o. Farklı dörtlüklerin birleştirilmesiyle “voltran” oluşturuluyor. Bence dünyanın en güzel bestelerinden biri. Üstelik, taraflı-tarafsız kabul edilen bir şey bu. Bu konu hakkında Tribün Dergi yıllarında diğer takımların taraftarlarıyla çok yazışırdık. Mesela ABD’de yaşayan bir Karşıyaka taraftarı şöyle demişti: “Bir bebeğim var, uyutamıyoruz. ‘İsyan Marşı’ denk geldi, dinlerken sustuğunu gördük. Allah sizden razı olsun, her akşam artık ‘İsyan Marşı’ dinletiyoruz, ama korkuyoruz da aynı zamanda, çocuğumuz Göztepeli olacak diye.

“Gözyaşımız Kan Kırmızı” da Göztepe’nin popüler marşlarından. Bu marşta Grup Yorum’un “Haklıyız Kazanacağız” şarkısından esinlenmeniz, onu “Gözyaşımız Kan Kırmızı”ya dönüştürmeniz nasıl oldu?

2007’de, amatör kümeye düştüğümüz maçtan bir gün sonra, oturduk bir mekânda üç arkadaş –Sedat, Tuncer, ben– sohbet ediyoruz. Toplanıp biraz ağlayalım demiştik. Takım düşmüş, ağlamak istiyoruz, ama ağlayamıyoruz, içimize atıyoruz. “Nasıl olur” diyoruz, “Göztepe amatör kümede”, akla mantığa aykırı bir şey… O sırada Grup Yorum’un “Haklıyız Kazanacağız” diye bir şarkıları var dediler. Grup Yorum aslında benim dinlediğim bir grup değil, ama bence sol menşeli şarkılar tribüne daha iyi ayak uyduruyor.

Sohbet esnasında oldu her şey. “Gözyaşımız kan kırmızı” dedim, diğeri “Yanında da hüznün sarısı” dedi, öteki “82 yıldır ölmedik, ölemeyiz, tükenmedi sana sevgimiz”. Sonra, küme düştük diye, “Amatörde oynasan bile” dedim, Tuncer “Bu taraftar yine seninle” dedi. Her şey arka arkaya geldi… “Ağlamayı bile sevdik seninle” derken ağlıyoruz.

Sohbet esnasında sadece beş dakika içinde oldu her şey. Ben “Gözyaşımız kan kırmızı” dedim, diğeri “Yanında da hüznün sarısı” dedi, öteki “82 yıldır ölmedik, ölemeyiz, tükenmedi sana sevgimiz”…  Sonra, amatör kümeye düştük diye “Amatörde oynasan bile” dedim, Tuncer de hemen ardımdan “Bu taraftar yine seninle” dedi. Yani her şey öyle arka arkaya geldi ki. Müzik de arkada olunca akıyor yani, “Dur bir oturup düşünelim, şöyle olsun, böyle olsun” değil, kendiliğinden geliyor. “Ağlamayı bile sevdik seninle” derken o sırada ağlıyoruz. Velhasıl böyle bir şey ortaya çıktı, sonra kendi aramızda söyledik, derken arkadaşlar arasında da yayıldı.

Göztepe tribününde Hilton Ahmet

Diğer bestelerinizin de ortaya çıkışı ve yayılışı tesadüfi miydi? Onların hikâyeleri nasıl?

“Sen Yüreğime Huzur Veren” bestesini yapmıştık mesela. Candan Erçetin’in “Git” şarkısı patlamıştı o yıllarda. Ayakkabıcılar sitesinde çalışıyordum. Mustafa diye bir arkadaş gelip gidiyordu yanıma. Bir gün yemek yerken yaptığım besteyi ona söyledim.“Sözler güzel, ama tribün bunu söyleyebilir mi” diye üzerine konuştuk. Sonra Forza grubuyla, Hakkı’lar ve Kuru Volkan’larla sohbet ederken yine söyledim. Bu arkadaşlar almışlar “cover” yapmışlar. Yani ben düz söylüyordum “Gittiğin o yollara hep peşinden gelirken” diye, onlar aynı sözleri vurgulayarak söylemişler. Sonra Karşıyaka maçında Atatürk Stadı’nda 20 bin kişi söyleyince bu marşı, dedim “çok iyi olmuş”. Ben besteliyorum, ama üzerine öyle bir cover yapıyorlar ki, çok daha iyi yerlere getiriyorlar besteyi.

Volkan Konak’ın “Feleğim” şarkısı var mesela. Bir gün balığa gitmiştik arkadaşlarla, yolda arabada mırıldana mırıldana söyledim bu şarkıyı, sonra balıktayken sürdürdük. “Çok özledik inan biz o günleri” dedik önce, melodiyi dinliyoruz arada ve sonra devam ediyoruz, “Şampiyonluklar gelsin Göztepe, yakalım o gece bütün İzmir’i” diye. Şöyle bir durum var: Elime kalemi kâğıdı alıp “Şunu yazayım, bunun arkasına bunu bağlayayım” diye hiçbir zaman düşünmedim. İçimden geldi, yaptım ve hatta unuttum. Bazen kendi kendime mırıldanırken aklıma bir şey geliyor, yıllar önce yapmıştık diyorum. Yine mesela “Yüreğime Ektim Seni” şarkısı var, Soner Arıca söylüyor. Ben o şarkının üzerine kendi kendime söylüyordum bir şeyler arada, sonra bir baktım, hentbol maçında bizim çocuklar söylemeye başlamışlar. (gülüyor

Kulağımıza sıkça çalınan bir diğer marş yine Grup Yorum’un “Dağlara Gel Dağlara” şarkısından esinlenen “Her Şeyden Öte Sevdik Biz Seni”. Bu bestenin ortaya çıkması ve yayılması nasıl oldu?

Üzerime yapışan şeyler var tabii, dediğim gibi, “İsyan Marşı”nın benimle bir ilgisi yok. Grup Yorum’un “Dağlara Gel Dağlara” şarkısını alıp uyarlayan da Etka diye bir kardeşimiz. Bir gün kendisiyle sohbet ederken, “Abi Bursasporlular bu şarkının melodisiyle tribün yaptılar, ama söz yok, keyfe keder söylüyorlar” dedi. Şarkının orijinalindeki sözler Gevheri’den. Eh, melodisi de Bursaspor’dan çıkmadığına göre, şarkı anonim sayılabilir diye düşündüm. “Sende güzel sözler var mı?” dediğimde Etka da “Olmaz mı” dedi ve söyledi…  Şimdi Göztepe bestelerinde ilk üçe girer, Türkiye’deki diğer tribün besteleri arasında da belki ilk 10’a adını yazdırır. Çünkü tribündeki insanların yaşadığı şeyleri aktaran bir şarkı oldu. “Hakkını helâl etmedi ana / Gizlice geldik çok defa” sözü mesela, “Ödemiş deplasmanı var, annem ‘gitmeyeceksin, hakkımı sana helâl etmem’ dedi, ben gittim” diyordu Etka. Hep bunlar var… Biz bunu başta kendi aramızda söylüyorduk. Sonra bir gün deplasmana gitmiştik Rize’ye, orada bir mekânda söyledik. Ortamda org ve tulum vardı. Onlar şarkıyı çalmaya başlayınca, biz de kalktık halay çektik. Derken GözGöz TV’den arkadaşlar çektiler bizi o sırada, sonra bir koydular internete… İnanılmaz izlendi ve yayıldı.  

1 Mayıs Marşı’ndan esinlenen bir beste var, “Şanlı şerefli Göztepe / Bin kere ölünür sizlere” diye gider. “Çav Bella” var, Göztepe’nin en eski bestelerindendir. “Eğer ölürsem Göz-Göz uğruna, Çav Bella” diye başlar.

Pek çok Göztepe marşında sol-sosyalist köklere rastlıyoruz. Başka tribün gruplarının da sol parçalardan esinlenen besteleri var, ancak Göztepe’de bu oran çok daha yüksek. Bunun nedeni ne? Bir de, saydıklarımızdan farklı örnekler var mı? Akla yine Grup Yorum’dan esinlenen “Gücümüz Dünyayı Sarsacak” geliyor.

Gürsel’lere, Fevzi’lere, Artuner’e / And olsun ki döneceğiz o günlere / Göztepe’miz yine ayağa kalkacak / El ele zafere koşacak / Gücümüz dünyayı sarsacak” diye başlar o marş. O da Etka’ların bestesidir. Az önce de bahsettik, sol menşeli müzik tribün kültürüne daha iyi oturuyor. Bir de Göztepe’de tribünün kemiği genelde sol görüşlü insanlardır.

Aklıma gelen diğer örnekler, mesela 1 Mayıs Marşı’ndan esinlenen bir beste var, “Şanlı şerefli Göztepe / Bin kere ölünür sizlere” diye gider. “Çav Bella” var, Göztepe’nin en eski bestelerindendir. 1980’li yıllarda yapıldı diye biliyorum. “Eğer ölürsem Göz-Göz uğruna, Çav Bella” diye başlar, “Ateşte yanarım senin uğruna / Son duam mahşerde senin yoluna / İmparator Neron yakmışsa Roma’yı / Ben de yakarım bütün dünyayı” diye devam eder. Düşünsene o dönemki ruhla nasıl bir şey çıkmış ortaya. Yıllar sonra başka nakaratlar da aynı marşa ekleniyor. Özetle, “Bu şarkı Grup Yorum’unmuş, o zaman söylemeyiz” demez kimse. Ben kendimi sağ görüşe daha yakın görsem de şikâyetçi değilim bu durumdan. (gülüyor)

Başta bir bestenizi Göztepe-Karşıyaka maçında 20 bin kişiden işittiğinizi söylediniz. Yaptığınız uyarlamaların on yıllardır hep bir ağızdan söylenmesi sizde nasıl bir his yaratıyor?

Ben utanırım açıkçası. Bazen maç biter, benim adıma “Hilton Ahmet ortaya” gibi şeyler derler, ama ben çekinirim, yapım bu. Bu konuda mütevazıyım. Ama bazen yaptığın besteyi statta on binler söyleyince o çok garip bir duygu oluyor. Nasıl söylesem, biraz “Ben bu işi yapıyorum” havalarına giriyorum, sonra “Bir dakika, ben bu değilim” diyerek hemen kendime geliyorum. Çok ilginç bir his. Elbette böyle şeylerle anılmak güzel. Bir gün kırmızı ışıkta durduk, eşim yanımda. Yan arabadan birisi kendi eşine, çocuğuna dönüp “Bak bu abi var ya, Göztepe tribünlerinin bestelerini yapan abi” dedi. “Eyvallah” dedim utanarak. Diğer taraftan eşime karşı “Gördün mü bak, ne dediler” moduna girdim biraz. (gülüyor)

Ya da bazen beste yapıyorsun, sonra senin bestenden bir kısım alınıp pankart yapılıyor. Mesela Fatih Kısaparmak’ın “Kilim” şarkısını çok severim. Onu biz arkadaş arasında söyledik, sonra YouTube’a falan düştü. “Sen olmasan biz bu şehri sevemezdik ki / Sevgi nedir, sevda nedir bilemezdik ki” deniyordu sözlerde. Sonra maça bir gittim, “Sen olmasan biz bu şehri sevemezdik ki” diye bir pankart çıktı karşıma. Hiçbir fikrim yok, kim dinledi, kim yaptı.

Göztepe’nin 1966-1970 dönemindeki efsane kadrosu. Ayaktakiler: Mehmet Aydın (B. Mehmet), Hüseyin Yazıcı, Nevzat Güzelırmak, Fevzi Zemzem, Çağlayan Derebaşı, Ali Artuner. Oturanlar: Ertan Öznur, Nihat Yayöz, Mehmet Işıkal (K. Mehmet), Gürsel Aksel, Halil Kiraz

Bir Karşıyaka taraftarının “İsyan Marşı”yla olan ilişkisinden söz etmiştiniz. Sizin diğer kulüplerin bestelerinden hoşunuza gidenler var mı?

Her şeyden önce, Göztepe’nin ezeli rakibi Karşıyaka’dır. Ve ne yalan söyleyeyim, bazen Karşıyakalıların marşlarını dinliyorum, güzel besteleri var, hoşuma gidiyor yaptıkları işler. Hatta yer yer evde telefondan dinlerken, hanım “Hayırdır?” diye soruyor. Mesela geçenlerde dinlemiştim, “Yıl 1912, kasımın biri / anne baba görmedi ki böyle bir sevgi” diye başlıyordu…

Kocaelisporlu biri şöyle diyordu: “Göztepe marşlarında öyle şeyler söylüyorlar ki, elimde olsa deplasman tribününün önünde masa kurar, bir ufak rakı açarım. Yüzümü de maça değil, Göztepelilere dönmenin derdinde olurum.”

İzmir dışından Ankaragücü’nü örnek verebilirim. Ankaragücü ile Göztepe tribünü yıllarca düşmandı. Son üç-dört senedir ilişkiler düzeldi. Ankaragücü tribününden Eren ile Mert kaza geçirdikten sonra bizim çocuklar cenazeye gitti. Ankaragüçlüler de zaten “Biz kardeşlerimizi kaybettik, bundan sonra bütün tribünlerle olan düşmanlıklarımızı sildik. Herkes buyursun gelsin” dediler.

Ankara’ya 1990’ların sonunda maça giderdik, emniyet öyle bir çevrelerdi ki, karşı tribünü göremezdik bile, kanlı bıçaklıydık. O yıllarda bile Ankaragücü tribünleri hoşuma giderdi, değişik şeyler yapıyorlar çünkü. “Balina çağırma” olayı var mesela. “Sırtlan Çağırma” diye bir şey yapıyorlar ve acayip bir ses çıkarıyorlar. Haliyle karşı takım da ürküyor.

Ankaragücü haricinde, yirmi-otuz yıldır iyi ilişkilerimizin olduğu Sakaryaspor var. Son yıllarda onların da bestelerini dinliyorum. Çok büyük acı var tüm şarkılarında, Süper Lig’den yıllardır uzaktalar, üçüncü kere amatörün eşiğinden döndüler. Özetle, hepsinin güzel işleri var. “Ben Göztepeliyim, ne işim olur Karşıyaka ya da Ankaragücü besteleriyle” demem. Hoş nakaratların hepsini dinliyorum.

Sakaryaspor gibi, Göztepe de çok zorlu yıllar geçirdi ve amatör lige kadar düştü. On yılı aşkın bir sürenin ardından Süper Lig’e geri dönebildi. O dönemde çekilen acıların bestelere yansıması nasıl oldu?

Şöyle bir örnekle başlayayım: Yine Tribün Dergi yılları, konuşulan konu “Ezeli rakibinizin en sevdiğiniz bestesi nedir?” Herkes itiraf etmiş orada. Hatırlıyorum, Kocaelisporlu birinin yazısı şöyle diyordu: “Göztepe marşlarında öyle şeyler söylüyorlar ki, elimde olsa deplasman tribününün önünde bir masa kurar, bir ufak rakı açarım. Yüzümü de maça değil, Göztepelilere dönmenin derdinde olurum.

Altınordu Basmane’ye takılmış kalmış, İzmirspor Eşrefpaşa çocukları, Altay Alsancak’ta. Karşıyaka biraz daha farklı tabii, farklı mahallelerde görünür bir kulüp. Ama Göztepe İzmir’in her yeridir. Güzelyalı’nın ters istikametine, Tire’ye, Ödemiş’e gidiyorsun diyelim. Bir bakıyorsun, Göztepe bayrağı asmışlar. “İzmir’de mi doğdun” diyorsun mekân sahibine, “Yok” diyor, “Ödemişliyiz.”

Göztepe tribününde hep acı ve yaşanmışlığın üzerine yapılan bir beste kültürü var. Bazen “Beste çıkmıyor şimdi” diye yakınıyorlar. Besteler tamamen dönemle ilgili bir şey. Bundan 15 sene önce gidip muhtara adres sorduğumuz stadlarda maç oynuyorduk. Mesela Akseki’de futbol diye bir şey yok. Oraya maça gidiyorsun üç otobüs, insanlara “Stat nerede” diye soruyorsun, “Bilmiyorum, muhtara sor” diyorlar. Bir onu gözümüze getiriyorum, bir de şimdiyi… Dedikleri gibi, yaşanmışlıklarıyla yedi ciltlik kitap yazılacak bir kulüp Göztepe. (gülüyor)

Diğer taraftan, “lay lay lom” beste var mı dersen, var, ama çok az. Zaten öne çıkan onlar olmuyor. O nedenle bana “Abi niye beste yapmıyorsun” dediklerinde, artık “Yapmıyorum, çünkü keyfim yerinde” diyorum. Eskiden durum farklıydı. Günlerden bir gün deplasmana gidiyoruz, o yıllar bestelerin tavan yaptığı, takım için zor zamanlar. Herkes bir yandan üretiyor. En son bana şu besteyi yaptılar: “İşin gücün duygusal besteler yapmak / Hilton Ahmet sen çok mu mutsuzsun / Üzülüyoruz senin haline/ Hilton Ahmet bizi mutlu etsene…”

Keyifli yıllardı, iyi ki yaşamışız, Göztepeli olmuşuz ve hatta iyi ki küme düşmüşüz. Tabii “iyi ki” demek ne kadar doğru, ama o yıllardan pek çok şey öğrenmişiz. Mehmet diye bir arkadaşımızın bir lafı var, “Göztepe futbol kulübü düşüyordu, taraftarı yükseliyordu” diye. Bu çok önemli bir laf. Şimdilerde “Takım yükseliyor, taraftar düşüyor” deniyor, ama bunu kabul etmiyorum. Türkiye’de tribün kültürü bir bütün olarak bitiyor zaten.

Nasıl bitiyor? Tribün kültürünü nasıl tanımlıyorsunuz?

6222 Sayılı Kanun ve Passolig’den dolayı tribün kültürü bitiyor. “Stadları modernleştirme” adı altında eski tribün kültürünün kaybedildiğini düşünüyorum. Doğru, yeni stadlar çok iyi, çok güzel, ama yine de pek çok şey eksik kalıyor. Mesela Bursaspor’un her maçına gelen 20 bin kişilik bir kitlesi vardı. Şampiyon oldular, ama Bursasporlu arkadaşlarımızın “Yeni stadla birlikte kültürümüzü kaybedeceğimize eminiz” dediklerini hatırlıyorum. Nedir o eski kültür dersen, Bursa’nın eski stadı bizim İzmir’deki Kültürpark gibi bir yerin içindeydi, tam göbekte yani. İnsanlar da çıkıyor evinden, birasını filan alıyor, yürüye yürüye stada geliyor. Şimdi yapılan stat şehrin dışında. Üstelik fazla büyük… “Stat yapılalı belki beş yıl oldu, daha bir kere dolmadı” diyordu yine arkadaşım. Bir de, taraftar profilinin de böylece değiştiğini söylüyordu, artık tanıdık olmayan insanların maça gelmeye başladığından yakınıyordu.

Sarıyer deplasmanına gidiyoruz, arabalı vapurdayız. Bir amca “Ben Diyarbakırlıyım, sizin takımı 70’li, 80’li yıllara kadar hep takip ettim. O yıllarda fırtına gibiydi” dedi. Ve o dönemlerin kadrosunu saymaya başladı. Biz sayamayız o kadarını. O yıllarda Türkiye’de böyleyse İzmir’de nasıl olduğunu düşün. O nedenle “Mahallemiz şehirlerle yaraşır” pankartı tüm konuştuklarımızı ifade eden bir sözdür.

Tribün kültürüne gelirsek, geçenlerde Kayserispor başkanı Berna Gölbaşı’nın söylediği sözleri hatırlayabiliriz: “Göztepe maçına gidiyorsun, maça girmeden başlıyorlar bağırmaya, gidene kadar destekliyorlar. İnşallah bizim ‘Kapalı Kale’ taraftar grubumuz da bu hale gelir.” Ya da Sivasspor; her maçını 30 bin kişiye oynuyor. Hem Sivasspor’a hem Kayserispor’a saygı duyarım, ama tribüncülüğün kişi sayısından farklı bir anlam taşıdığını düşünüyorum.

Trabzonspor da çok büyük takım. Şehirde rakibi yok. Üstelik, birkaç yüz binlik bir şehir olmasına rağmen takım her maçını 30 bin kişiye oynuyor, bu büyük başarı. Ama bir “kültür” demek değil. Bu açıdan baktığımızda tribüncülüğü yakalayamadılar bence. Öte yandan, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş dersek tamam. Oradan aşağıya in, Bursaspor, Eskişehirspor yılların kültürü. Ankara’ya gel, Ankaragücü, daha aşağıda Antalyaspor. Gerçi şimdi dağıldı, ama bir dönem için Gaziantepspor’u da sayabiliriz.

Göztepe’ye baktığımızda her şeyin bir mahalleden serpildiğini düşünmek hayret verici. İzmir’deki rakiplerinin aksine, kent merkezinden çıkan bir takım değil. Buna rağmen, şehirde “Biz İzmir’iz” iddiasını sürdürecek kadar etkisi var. Buna ne diyorsunuz?

“Mahallemiz şehirlerle yarışır” pankartı vardır Güzelyalı’da, ne kadar güzel, değil mi? Şunu hatırlıyorum, çok ufağım, sene ‘85, ‘86 falan. Tabii o dönemlerde Göztepe diye bir takım olduğunu kulağımız hep duyuyor, mahallede abilerimiz var, maça gidiyorlar. “Ne maçı var” diye sorduğumuzda “Göztepe” diyorlar. Ya da TRT’de ikinci lig maçlarını verirlerdi, görürdük Göztepe diye bir kulüp var. O yıllarda Süper Lig’de İzmir takımı Altay var, onlar daha ön planda görünüyor. Göztepe nasıl mahalleden dışarı çıkmış dersek, verilecek yanıt –her ne kadar biz görmemiş olsak da– Avrupa’da oynadığı yıllar olacaktır, ‘60’ların sonu ve ‘70’ler yani. 

Altınordu desen Basmane’ye takılmış kalmış, İzmirspor desen Eşrefpaşa çocukları, Altay da Alsancak’ta. Karşıyaka biraz daha farklı tabii, farklı mahallelerde görünür bir kulüp. Mesela bizim Çamdibi’nde çok vardır Karşıyakalı, ki kemik kadrosudur. Ama Göztepe dersen İzmir’in her yeridir. Güzelyalı’nın ters istikametine, Tire’ye, Ödemiş’e gidiyorsun diyelim. Orada da bir bakıyorsun Göztepe bayrağı asmışlar, ne alâka değil mi? “İzmir’de mi doğdun” diyorsun mekân sahibine, “Yok” diyor, “Ödemişliyiz.” (gülüyor)

Hatta şehir dışından bir örnek vereyim. Bir gün Sarıyer deplasmanına gidiyoruz, arabalı vapurdayız. Yorgunluk var, uzanıyoruz. Bir amca bize bakıyor. “Buyur dayı” dedim. O da “Göztepe mi?” dedi, benden “evet” yanıtını alınca şöyle devam etti: “Ben Diyarbakırlıyım, orada doğdum büyüdüm. İstanbul’a kızımı görmeye geldim. Sizin takımı 70’li, 80’li yıllara kadar hep takip ettim. O yıllarda fırtına gibiydi.” Ve o dönemlerin kadrosunu saymaya başladı. Say desen biz sayamayız o kadarını. Dolayısıyla, o yıllarda Türkiye’de böyleyse İzmir’de nasıl olduğunu sen düşün. O nedenle “Mahallemiz şehirlerle yaraşır” pankartı belki tüm konuştuklarımızı ifade eden bir sözdür.

Göztepe tribününde herkes size “Hilton” diyor. Bu lâkabın hikâyesi nedir?

Tribünü coşturmaya başladığımız 1990’lı yıllarda İzmir’in en yüksek binası Hilton Oteli’ydi. Diğer gökdelenler, Folkart falan çok daha sonra yapıldı. O dönem kemik arkadaş grubu arasında “Senin boyun çok uzun, bizim aramızda Hilton Oteli gibisin” gibi muhabbetler olurdu. Oradan geliyor. Çoğu kişi ismimi bile bilmiyor, hatta “Hilton merhaba” falan derler. Hatta bir keresinde yeni tanıştığımız bir arkadaş “Abi Hilton otelleriyle bir bağlantın var mı?” diye sormuştu, “Yok kardeşim, o üzerimize yapışan bir lâkap” dedim. İyi ki de yapışmış, o yıllardan kalan çok masum bir şeydi, 20-25 senedir böyle anılıyorum.

1+1 Express, sayı 179, Kış 2022

^