Sıdıka Su: Ruhi, müziğe türkülerle başlamış bir insan. Sesinin güzelliği türküler söylerken fark edilmiş. Klasik batı müziği eğitimi alırken türküleri bırakmamış. Ben tanıdığımda opera sanatçısıydı, ama türkü de söylüyordu. Politik görüşleri türkülerle gelişmiş Ruhi’de. Âşıklan, türküleri, Pir Sultan’ı seçmesi bu yüzden.
Sosyalist dünya görüşü nedeniyle 1951’in sonunda tutuklandı. Beş yıl hapis yattı. Yirmi ay da gözetim altında tutuldu. Ben de aynı dönemde tutuklanmıştım. Ruhi bu zaman zarfında mahkûmlardan hep türküler derledi. Cezaevinde ülkenin dört bir yanından gelen herkese türkü söyletirdi. Bugün hayatta olsaydı, görüştüğü kimsenin nereli olduğunu sorar, türkü söyleyip söylemediğini öğrenirdi.
Hapisten çıktıktan sonra Ruhi’nin yaşamı çok güçleşti. Sürekli takip ediliyordu. Nasıl derleme yapabilirdi? Bir turistin serbestliği içinde ülkesini dolaşamadı ki.
Tutuklu kaldığımız dönemde Harbiye’deki Merkez Kumandanlığının askeri cezaevinde yattık. Ruhi’ye uzun zaman hiç saz vermediler. Saz olmadığı için Ruhi de bir koro oluşturuyor. Orada bir arkadaşımız tahta paspaslardan bir saz yapıyor. Ruhi saz dersi vermeye başlıyor cezaevinde. Cezamız kesinleşinceye kadar orada üç buçuk yıl yattık. Ruhileri Adana Cezaevi’ne, beni Sultanahmet Cezaevi’ne gönderdiler. O zaman yasaklar kalktı, Ruhi sazını çalabildi. Ders verdiği yoksul bir arkadaşa tahliye olurken paspastan yapılan sazı veriyor Ruhi. Ama sonradan çok pişman oldu, çünkü o sazın anısı büyüktü. Ruhi’nin cenazesinde sazı yapan arkadaşı gördüm. Bir an her şeyi unutup hemen yanına gittim. O sazı alan arkadaşı bulup bulamayacağımızı sordum. Çok aradı, ama bulamadı.
Hapisten çıktıktan sonra Ruhi’nin yaşamı çok güçleşti. Sürekli takip ediliyordu. Nasıl derleme yapabilirdi? Bir turistin serbestliği içinde ülkesini dolaşamadı ki. Ankara’daki âşıklarla ilişki içindeydi. Veysel, Ali İzzet, Daimi, Nesimi Çimen hep evimize gelirdi. Alevi müziğinin su yüzüne çıkmasında çok büyük faydası oldu Ruhi’nin. Âşıkların birlikte konser vermelerini, toplu mücadelelerini hep destekledi. Ankara’nın gecekondu semtlerindeki halkla ilişki kurdu. Sivas’a, Malatya’ya gidemedi, ama o gecekondulardaki Sivaslı, Malatyalı, Ağrılı insanlardan türküler derledi.
İstanbul’a geldikten sonra koşullar değişti. 1960 ihtilali sonrası biraz rahattı. TİP kurulunca daha da rahattı. O yıllarda da ancak, İstanbul’da gideceği yöreden bir tanıdık bulup onun kanalıyla derleme yapmaya gidebiliyordu. Pir Sultan plağı için Malatya’ya, Arguvan’a, Maraş’a ve Antalya’ya gidebildi. Bir tanıdık kanalıyla gitmediğinde hep yoldan çevrildi.
En çok derleme yapmak istediği yöre Doğu Anadolu’ydu. Onu yalnız yapamayacağını biliyordu. Bir fotoğrafçı ve bir ressam arkadaşıyla gittiler. Herkes kendi alanında derleme yapacaktı. Ama Doğu’yu dolaşmaya başladıklarında arkalarına bir askeri cip takılmaya başladı. Bu sefer halk onlara yaklaşmaya cesaret edemedi. Onun için geri döndüler.
Nâzım Hikmet hapisten çıktan sonra Abidin Dino’nun evine geliyor. Vâ-lâ Nurettin, Oktay Rifat filan hep orada toplanıyor. Ruhi de Behice Boran’ı alıp gidiyor. Ruhi saatlerce türkü söylüyor ve Nâzım ağlıyor. Sonra Ruhi’ye, “Senin söylediğin o uzunhavaları dinlediğim zaman hiç yeise kapılmıyorum. Tam tersine göğsümü yumruklamak istiyorum. Ağlıyorum ama ,heyecandan ağlıyorum” diyor Nâzım.
En çok derleme yapmak istediği yöre Doğu Anadolu’ydu. Onu yalnız yapamayacağını biliyordu. Bir fotoğrafçı ve bir ressam arkadaşıyla gittiler. Herkes kendi alanında derleme yapacaktı. Ama Doğu’yu dolaşmaya başladıklarında arkalarına bir askeri cip takılmaya başladı. Bu sefer halk onlara yaklaşmaya cesaret edemedi.
Ruhi bizim eve türkü söylemeye gelirdi. Annem ahbaplarını çağırırdı. Söyleyişinden en çok onlar etkilenirdi. Şaşırırlar, ne yapacaklarını bilemezler, boynuna sarılırlardı. Ruhi’nin pek çok kişiyi etkilediğini düşünüyorum. Askerinden savcısına kadar pek çok kişiyi… Ruhi’yi emniyet nezaretinde Konya’nın Çumra kazasına götürdüklerinde bir askeri savcının çok büyük yardımlarını gördük, Ankara’ya nakli için. Benim nezaretim Ankara’ydı. Evli olduğumuz için aynı yerde kalmamız gerekiyordu. O yüzden uğraşıyorduk. Savcının sayesinde Ruhi’yi Ankara’ya aldırabilmiştik. Aynı savcı Ruhi’den cura dersi almak istemiş, halka göstermek için. Sonradan öğrendik ki orada halk ikiye ayrılmış, Ruhi’ye karşı olanlar, olmayanlar diye. Savcı da Ruhi’ye kötü davranmasınlar diye ders aldığını göstermek istemiş. Bir gün cezaevinin bahçesinde Ruhi’ye türkü söylettirmiş. Cezaevinin duvarları çok alçakmış, herkes toplanmış, Ruhi’yi dinlemiş. O savcıyı çok aradım. Mustafa Ekmekçi’nin sayesinde oğlunu buldum. O da binbaşıymış.
Sanırım 1976 yılıydı… Tarsus’taki Kadıncık barajının yapımı sırasında bir mühendis arkadaş, oradaki işçilerin hep türküler söylediğini, derleme yapabileceğini söylemişti. Ruhi hemen gitti. Bir işçi derleme yapması için Ruhi’yi köyüne götürüyor. Köylüler elindeki teybe bakıp ne işe yaradığını soruyorlar. “Ya içinde bir şey varsa…” diye korkuyorlar. Gece yatmak üzere Ruhi, işçiyle evine gidiyor. Bir süre sonra kapı çalıyor, köylüler işçiyi çağırıyor. “Biz o adamı jandarmaya götürece ğiz. Ne bilelim elindeki aletin ne olduğunu?” diyorlar. Ruhi’nin anlattığına göre gittikçe çoğalan bir kalabalık birikiyor evin önünde. Ruhi kabul ediyor jandarmaya gitmeyi. Hep beraber gidiyorlar. Başçavuş ertesi gün ilgileneceklerini, Ruhi’nin o gece orada kalmasını söylüyor. Ruhi’yi askerlerin kaldığı koğuşa koyuyorlar. Bu sefer askerlerle ilişki kuruyor, onlara türkü derlediğini anlatıyor. Askerler, “Bizim de sesimizi alır mısın” diyerek türkü söylemeye başlıyor. Onca güzel türkü söylemelerine rağmen hiçbirisini kaydetmiyor Ruhi. Askerlere zarar gelebileceğini düşünüyor. Ertesi gün mühendis arkadaşı geliyor. Bir astsubay Ruhi’yle ilgileniyor. Özür dileyerek serbest bırakıyorlar.
Dadaloğlu’nun hazırlıkları hemen hemen bitmişti. 12 Eylül sonrası günlerdi. Anayasa oylamaları yapılıyor… O günlerde Adana’nın Kadirli ilçesine gitti. Gitmesine yardımcı olan ahbabı bütün âşıkların ortada hazır beklediğini söylemişti. Gittiği gün Adana valisi haber gönderdi, “Ruhi Su buradan hemen gitsin!” diye. Ruhi de hemen dönüp geldi.
Ruhi’nin bu ülkede rahat dolaştığı hiçbir zaman görülmemiştir. Derlemelerini hep büyük şehirlerdeki göçmen gecekondu halkından yaptı. Ona böyle baskı yapılmasının nedeni komünizm düşmanlığıydı. Bugün yaşasaydı gene aynı eziyeti çekerdi. Güneydoğu’da derleme yapmaya kalksa, zannetmiyorum yaptıracaklarını. Türkiye’de komünistlerin, sosyalistlerin, demokratların rahat dolaştığına daha inanmıyorum. TRT’de hâlâ Ruhi Su yasak. On senedir her yıl anıt mezarını kırıyorlar. Değiştiriyoruz, bu sefer ateş ediyorlar. Düşünebiliyor musunuz, dört bir yanından mezarı kurşun yağmuruna tutmuşlar…
Roll, sayı 12, Ekim 1997
Operadan türkülere
Ruhi Su 1912’de Van’da doğdu. Asıl adı Mehmet’ti. Birinci Dünya Savaşı’nda anne ve babası öldü. Van’dan Adana Öksüzler Yurdu Dar’ül Eytam’a gönderildi. Sesi gür olduğundan özel günlerde marşlar ve şarkılar söylemeye başladı. 1925 yılında Ankara Müzik Öğretmen Okulu’na başvurdu. 1936’da okulu bitirdi. Okulda keman çalıyordu. Ancak şan hocası sesini daha iyi kullanabilmesi için kemanın üstüne çok düşmemesini öğütledi. 1942-52 yılları arasında hocasının öğüdünü tutarak Devlet Operası’nda çalıştı. 1943’ten başlayarak, iki haftada bir, pazar günleri radyoda türküler söylemeye başladı. 1952-57 yılları arasında TKP’li olduğundan dolayı tutuklu kaldı. Eşi Sıdıka hanımla hapishanede tanıştı ve evlendi. 1962’den itibaren plaklar yayınlamaya başladı. 1977’de zar zor alabildiği pasaportla yurtdışına çıkabildi ve konserler verdi. 1981’de pasaportunun süresinin uzatılması için başvurduğunda beklemesi istendi. Ama pasaportu hiç verilmedi. 1983’te hastalandı. Artık yurtdışına çıkamayacak kadar kötüleştiği günlerde pasaportu bir defalık giriş-çıkış yapması için verildi. 20 Eylül 1985’te İstanbul’da öldü. Ölmeden önce 11 albüm yayınlamıştı. Öldükten sonra çeşitli yerlerde yapılan kayıtlarından hazırlanan albümleriyle bu sayı 25’i buldu.