FINDIKLI ORGANİK MEYVE ÜRETİCİLERİ BİRLİĞİ: FOMUBİRLİK

Söyleşi: Umut Kocagöz
20 Aralık 2019
SATIRBAŞLARI

Rize’nin Fındıklı ilçesi. Yıllarca sınırsız kullanılan kimyasal ilaçlarla toprağın, ürünün, hayvanların giderek yok olduğunu gören 14 çiftçi 2008’de kolları sıvamış, itinayla, bilgiyle toprak, hava, çevre temizlenmiş. İmece usûlü üretimle örgütlü aile sayısı 250’ye ulaşmış. Başarılı HES direnişinin mirası üretime de yansımış. Bugün yirmi kadar sağlıklı, organik tarımsal ürün işlenip doğrudan tüketiciye ulaştırılıyor, çevre köylerde ve çocuklarla yapılan eğitim çalışmalarıyla örgütlenme tüm Fındıklı’ya yayılıyor. Fomubirlik’in heyecan veren öyküsünü kurucularından Mehmet Gürkan anlatıyor.   


Sizin gözünüzden Fındıklı’yı tanısak, nasıl bir yer Fındıklı?

Mehmet Gürkan: Rize’nin en aydın ve çağdaş yerlerinden biri Fındıklı. 25 yıldır sağ iktidarların belediyeyi yönetmesi sonucu bir geriye gidiş oldu. Binalar modern görünüşlü ama, yeşil yok edildi. Deresi güzel, onu da yok etmeye çalıştılar. Ama Fındıklı’daki toplumsal muhalefet derelere HES yaptırmadı. Bu da Fındıklı’nın sol tarihinden kaynaklanıyor. 31 Mart’ta belediyenin alınmasıyla, Fındıklı’da meclisler kurulmaya başlandı. Aynı zamanda atölyeler düzenlendi, festival yapıldı. Fındıklı eskiden burada varolan çağdaş yaşama tekrar yöneliyor. Bütün Türkiye’de tarım arazileri azalırken burada çaya hâlâ ruhsat veriliyor. Bu bir tehlike. Uluslararası sermaye bölgeye el koymaya çalışıyor. Buranın doğası çok kıymetli. Ama son yıllarda yeni zararlı böcekler ortaya çıktı. Devlet buna bir çözüm bulamadı.

Hangi böcek türleri bunlar?

Vampir kelebek diyoruz. Çaya, fasulyeye, lahanaya, sebze ve meyvelere zarar veriyor. Sekiz-on yıldır hızla artıyor. Amerikan beyaz kelebeği diye bir kelebek de var, fındık tarlalarına zarar veriyor. Halkın tabiriyle osuruk böceği denen bir böcek de çıktı. Dere yataklarının ıslahında ciddi sorun yaşanıyor. Ekosisteme müdahale yüzünden birtakım canlılar yok oluyor. Örneğin, yusufçuk böcekleri yok olup gitti. Onlar olsa bu zararlı kelebekleri yiyeceklerdi. Biz buna “biyolojik savaş” diyoruz. Bu bölgeye HES yaparsanız, Yeşil Yol adı altında doğayı mahveder, madenler açarsanız, onlarca baraj dikerseniz, her felaket gelir. Çoruh vadisini düşünün. Sırasıyla Muratlı, Borçka, Deriner ve Yusufeli barajları dikildi. Yusufeli ilçesini ortadan kaldırmayı planlıyorlar. Bunun sonucunda iklim değişir. İklim değişince bazı türler yok olur, yeni türler oluşur. Yerel tohumların kaybolmasının, GDO’lu, hibrit tohumların da bunda etkisi olabilir. Biliminsanları da doğru dürüst yanıt veremiyor henüz. Ciddi, yeterli bir çalışma yok. Bölgede beş üniversite var oysa. 

2007’den beri kimyasal gübre kullanmıyoruz. Kars’tan, Artvin’den, küçük çiftçilerden aldığımız doğal gübreyi, çayın lifini kullanıp, kimyasalın verdiği kadar, hatta daha fazla verim alıyoruz. Organik, geleneksel tarım yaptığımız yerlerde kurbağa seslerini tekrar duymaya başladık, gerisin geri geldiler. Toprak yumuşadı, doğada bir canlılık başladı.

Fındıklı’da ne üretiliyor?

Ağırlıklı olarak çay. Ondan sonra fındık geliyor. Kivi, üzüm dahil 19-20 çeşit ürün yetişiyor. Bölgede eskiden mandalina ve pirinç de vardı. Çayın gelmesiyle bu ürünler bitti. Satsuma mandalinasının anavatanı burası, ama artık Aydın, Mersin, Antalya’da daha çok üretiliyor. Eskiden burası kuş çeşitliliği açısından çok zengindi. Çünkü hayvancılık vardı. O nedenle buğday, arpa, mısır üretiliyordu. Çaya dönünce kuşların beslendiği alanlar ortadan kalktı, kuşlar da gitti. 1980’den önce ciddi hayvancılık vardı, çay bu kadar baskın değildi. Çaydan çok fındık tarımı yapılırdı. Hükümet politikasıyla insanlar fındıkları söküp çaya dönüyor. Eskiden fındıkta aracılar yoktu. Doğrudan Fiskobirlik’e verilirdi, parası hemen alınırdı. Fiskobirlik’in içi boşaltılınca, Toprak Mahsulleri Ofisi devreye girdi. Ama aynı güce ve işleve sahip değil. Artık İtalyan Ferrero firması Türkiye’deki fındık fiyatını belirler hale geldi. Ekonomi şimdi daha çok çaya bağımlı. Çay-Kur özelleşirse çayın fiyatı düşer, halk geçimini sağlayamaz. Çay tarlalarını satmak zorunda kalacak, maraba gibi özel sektöre çalışacaklar.


Siz tarımda örgütlenmeye nasıl başladınız?

60 yaşındayım, 25 yıl öğretmenlik yaptım. HES mücadelesine daha çok zaman ayırmak için emekli oldum. Şu an çiftçiyim. Organik çay, fındık, kivi, narenciye, tropikal meyveler üretiyorum. Eskiden fahiş fiyatlarla kimyasal gübre alırdık. Çocukluğumuzun yılanları, kertenkeleleri, deremizde tuttuğumuz alabalıklar bugün artık yok. Nedenini araştırdığımızda karşımıza kimyasallar çıkıyor. Buna karşı mücadele başlattık. Sağlıklı ürünler üretebilmek için önce sağlıklı toprağa kavuşmalıyız. Dedelerimizin, ninelerimizin yaptığı geleneksel tarımı yapmaya çalışıyoruz. Mesela çayda her sene onda bir oranında budama yaparız. Budama yapacağımız yerleri çapaladık, kazdık. Buralara soya fasulyesi, bakla gibi havadaki azotu toprağa bağlayan bitkiler ektik, yetişen ürünü yemedik, kesip toprağa serdik. Toprağı azot açısından zenginleştirdik. 2007’den beri Çağlayan Vadisi’nde kimyasal gübre kullanmıyoruz. Kars’tan, Artvin’den, küçük çiftçilerden aldığımız doğal gübreyi, çayın lifini kullanıp kimyasalın verdiği kadar verim alıyoruz, hatta kimi zaman geçiyoruz da. Kimyasalla 700-800 kilo alınan üründen organikle 1200 kilo alabiliyoruz. Yiyecek artıklarından kompost yapıp çay tarlasında kullanıyoruz. Organik, geleneksel tarım yaptığımız yerlerde kurbağa seslerini tekrar duymaya başladık, gerisin geri geldiler. Yılanları görebiliyoruz. Toprak yumuşadı, doğada bir canlılık başladı. Eski domatesin tadı geri geldi.

Birlikte önce bir aidiyet duygusu sağlamak gerek. HES sürecinde bunu çok gördük. Kadınlar derede yüzüyor, şirket sahipleri havuzda. Derede yüzenler havuzda yüzenlere “sen benim deremde HES yapamazsın” diyor. O aidiyeti, duyguyu, derenin kendisinin olduğunu anlıyor. O yüzden burada HES yapılmadı.

Fomubirlik’in kurulma amacı bu muydu?

Birliği toprağı korumak, sağlıklı ürünler yemek, artakalanı da doğrudan, aracısız tüketicilere ulaştırmak amacıyla kurduk. 2008’de örgütlenmeye başladık, 2013’te resmileştik. Amacımız, organik ekolojik, geleneksel tarım yöntemleriyle toprağımızı korumak, sağlıklı ürünler yetiştirmek ve tüketiciye ulaştırmak. İlk başta 14 üyemiz vardı, bugün 250 kişiye ulaştık. Sayı sürekli artıyor. Ağır adımlarla ilerliyoruz. Yaptıklarımızı gösterip insanları ikna ederek ilerlemeye çalışıyoruz. Kooperatifler yanlış yöntemlerle işletildiğinde sonucun batak olduğunu, üreticinin zarar gördüğünü biliyoruz.

Kooperatifte işleyiş nasıl?

Üreticiler hep birlikte karar alıyor. Beş kişilik yönetim, üç kişilik de denetim organı var. Yapılacak her çalışma üyelere bildiriliyor. Birlik yöneticileri ve denetim kurulu üyelerine maaş ya da huzur hakkı ödenmiyor, gönüllü olarak çalışıyorlar. Birlik ürünlerden pay almıyor. Gelir doğrudan üreticiye gidiyor. Üreticiler ürünlerinin büyük kısmını Fomubirlik atölyesinde işliyor. Kurutma, marmelat, pekmez yapılıyor. Bir kısmı ise maalesef tüccarlara gidiyor, paraya acil ihtiyacı olanlar özellikle. Atölyede kurutma, meyve suyu çıkarma ünitemiz, ocaklarımız var.  Şu an elli civarında üretici ürünlerini sadece bize veriyor. Kullanılan gübreyi, budamayı, bakımı, üretimin her aşamasını denetliyoruz. Organik sertifika kuruluşu da ayrıca denetliyor. Tüzüğümüz Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı, o nedenle bakanlık yetkilileri de denetime gidiyor. Toprak analizine ürün döneminde 7-8 bin lira veriyoruz. Üreticiler ise aidat ödüyor. Aidat asgari ücretin yüzde 10’undan az, yarısından fazla olamıyor. Miktarı bakanlık belirlemiş, biz en düşük oranı talep ediyoruz. Önemli  kararları mutlaka genel kurulda alıyoruz. Aidatları üretim, telefon, su, elektrik masrafları için kullanıyoruz. Devletin birliklerde tarım danışmanı çalıştırma desteğinden de faydalanıyoruz.   

Üreticinin sattığı ürünlerden neden pay almıyorsunuz?

Bütün üreticiler ürünlerini işleyip doğrudan tüketiciye ulaştırdığında alabiliriz. Çünkü önce birliğin altyapısı güçlendirilmeli. Aidat yetmiyor. Yönetim kurulu zaman zaman cebinden katkı sunuyor. Asıl amacımız Fındıklı’nın havasının, toprağının, ürününün temiz olması, atıl durumdaki hammaddenin değerlendirilmesi. Bu yüzden maddi ve manevi anlamda gönüllü çalışıyoruz. Mesela üreticinin bir işi çıkıyor, gece gitmek zorunda kalıyor, ürünün geceleyin işlenmesini biz üstlenebiliyoruz. Kolektif bir yaşamı başarmak istiyoruz. Toprağı yaşama döndürmek, gelecek nesillere sağlıklı toprak, su sağlayabilmek, geçinemeyen küçük aile çiftçilerine destek vermek temel amacımız.

Birlikte karşılaştığınız temel zorluklar neler?

Birliklerin tüzüklerinin değişmesi gerekiyor. Hem bağımsız olmaları hem de desteklenmeleri lâzım. Bütün üreticilerin ürünlerini işleyebilecek kapasitemiz yok. Şu an pazarlamayla ilgili sorun yaşamıyoruz, ama tüm üreticiler ürünlerini getirirse onda da sorun yaşarız. Aidatlarla kapasiteyi artırma şansımız yok. Sponsorluk istemiyoruz, çeşitli fonlara da ilkesel olarak başvurmuyoruz. Eğer beraber yaşayıp beraber bu havayı soluyacaksak, emek vermeli, bedelini ödemeli ve birliği sahiplenmeliyiz.

Ekipte kaç kişi angaje?

Şu an yetmiş-seksen kişilik katkı sağlayan bir ekip var. Organizasyon yükünü çeken ise yirmi-otuz kişi. Teknik eğitim, bilgilendirme çalışmaları yapıyoruz. Kimyasal, pestisit, ot ilacı kullanmama üzerine eğitimler veriyoruz. Bölge toplantıları, köy toplantıları örgütlüyoruz. Kırk-elli kişiyi zehirli ot ilacı kullandıkları için sistemin dışına çıkardık. Her yıl genel kurul öncesi her konuda gündem maddelerini belirliyoruz. Örneğin, 2009’da huzur hakkı, maaş meselesi genel kurulda tartışıldı, verilmemesine karar verildi. Vatandaş kendi ürününden kazandığı üç kuruşu neden yönetim kuruluna versin ki? Yönetim kuruluna talip olanlar dört yılda bir genel kurulda özgür iradeleriyle aday oluyor. Herkes el kaldırır, liste savaşı olmaz. Aynı kişiler de seçilmiyor, çok değişiyor.

Belediyenin düzenlediği EğitiMeci’de çocuklarla tarım atölyesi yaptık, domates yetiştirmeyi gösterdik. Fındıklı Ziraat Odası’nın bölgenin kaybolmaya yüz tutmuş meyvelerine yönelik çalışmaları var. Beş hafta boyunca 46 çocukla çok güzel çalıştık. Onların üçü tarımı, toprağı sevmişse, bu çok önemli. 

Kadın üyeniz var mı?

O konuda eksiğiz. Bu bölge ataerkil aile yapısına sahip. Bütün araziler erkeklerin üzerine olduğu için üye kadın sayısı beş ya da altı. Biri de yönetim kurulunda. Kadınlara “araziyi kiralayın, siz de üye olun” diyoruz. Çünkü üye olabilmek için Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) dahil olmak gerekiyor. Bu dönem en az iki-üç kadını yönetim kuruluna almak istiyoruz. Çünkü, işin kötü yanı, üretimi yapan kadın, ama toprak erkeğin üzerine, dolayısıyla üye erkek. Geçtiğimiz sene genel kurula yirmi-otuz civarında kadın katıldı. Bir kısmı aktif çalışan, bir kısmı da potansiyel üretici. Kadın toplantıları yapıyoruz, neyi, nasıl üretebiliriz, bunları konuşuyoruz. Geçtiğimiz yaz yeni yerel yönetimle birlikte 150 kişilik kadın meclisi toplandı. Şimdi bu girişim kooperatif çalışmasına evriliyor. Üretim yapacaklar. Kadınların üreteceği, işleyeceği, pazarlayacağı bir süreç. Gençlerin sayısı da az. Sebep yine ÇKS. Kadın kooperatifiyle bu sorun bir miktar aşılacaktır.

Yerel yönetimin değişmesi nasıl bir etki yarattı?

Fındıklı’da çok şey değişiyor. Bir canlılık geldi, insanların yüzleri gülmeye başladı. Yeni başkanın (Ercüment Şahin Çervatoğlu) doğaya, suya, tarıma, toprağa bakış açısı bizimkiyle örtüşüyor. Fındıklı Belediyesi’nin bu tür çalışmaları destekleyeceğini biliyoruz, taahhütleri var. Onun denetleyicisi de halk olarak biziz. İleriki dönemde ortak projeler yapacağız.

Yerel yönetimden ne tür talepleriniz var?

Daha geniş bir yere, ürün işlemede daha gelişkin bir teknolojiye ihtiyacımız var. Çayın işlenmesinde en önde gelen il Rize, ama biz hâlâ kendi yeşil çayımızı yapamıyoruz. Çaykur varlık fonuna devrediliyor, çayın geleceği meçhul. Ben çaydan elde edilen gelirle okudum, çocuklarımı da çayla okuttum. Çaya sahip çıkmamız gerekiyor. Fomubirlik’in bir amacı da iki buçuk yaprak tomurcuk çayı küçük makinelerle kadınların üretmesini sağlamak. Bir kadın üretici günde on kilo yeşil çay toplayacak, gelip burada işleyecek. Belediye de ekipman desteği sunacak. Üretici tomurcuk çayını üretecek, kendi çayını işleyecek, pazarlayacak. Kadın böylece ekonomik bağımsızlığını elde edecek.

Neden organik sertifikalı çalışıyorsunuz?

2008’de başlarken çaya odaklanmıştık. Çayda birkaç aile organik tarıma geçtik, kimyasal gübre vurmadık, verimde korkunç düşüş yaşadık. Çayda kimyasal ilaç kullanımı çok yaygın. Toprağa uzun yıllar çok fazla zarar verilmiş. Çay artık eskisi gibi gür, sağlam, kaliteli çıkmıyor. Ne kadar gübre verirseniz o kadar verim alıyorsunuz. Buradaki üretici küçük burjuva kökenlidir, paraya bakarız. Vur vurabildiğin kadar gübreyi derken toprağı öldürdük. Organik sertifika için sadece bir şirket devrede. Fomubirlik bunun dışındaki bütün işlemleri il ve ilçe tarım müdürlükleri aracılığıyla yürütüyor. 2013’te sertifikalı organik tarıma geçmeden önce denetleme yapamadık. Bu toprakların çocukları olduğumuz için üreticimiz bizi pek dinlemedi. Organik çay yapıyoruz dendi, gübre vuruldu. Otlar çok iş çıkarıyor dendi, ot ilacı vurulmaya başlandı. Ne yapacağımızı araştırdık. Sertifikasyon kuruluşları ile konuştuk. Toprak analizini tek tek yapamadık. Çok maliyetli oluyordu, toplu yaptık. İki yılın ardından, yapamadığımız denetimi sertifikasyon firması sayesinde yapmaya başladık. Ot ilacı vuranlara, meyvelere kimyasal gübre vuranlara cezai yaptırımlar uygulandı. Şu anda 250 üyemiz de organik gübre dışında pestisit, herbisit, zirai kimyasal ilaçlar kullanmıyor kesinlikle.

Ürünleri kime satıyorsunuz?

Fındıklı’da doğrudan tüketiciye satıyoruz. İnternet üzerinden de satış yapıyoruz ya da gıda kooperatifleriyle çalışıyoruz. Elimizde ürün kalmıyor. Ama bütün üreticileri sürece katabildiğimizde pazarlama sorunu ortaya çıkacak. Talep gelmeden bir yere ürün göndermiyoruz.

Fiyatlar nasıl belirleniyor?

Ürünün maliyetini üretici hesaplıyor; işçilik, işleme masrafları hesaplandıktan sonra payını kendisi belirliyor. Evde yapılmış ürünleri kabul etmiyoruz. Reçel ve marmelatta şekersiz üretimi öneriyoruz. Sadece Erzurum’daki organik şeker pancarından elde edilen şekeri kullanıyoruz. Bu yıl üzüm ve kivi döneminde pestil, meyve suyu gibi ürünler yapacağız. Sözleşme uyarınca üretim yerinde üreteceğiz. Gruplar oluşturacağız, reçel grubu, marmelat grubu, pekmez grubu, meyve suyu grubu. Kim iyi yapıyorsa onları seçeceğiz, bir standart yakalama çabamız var. Tüketici aynı üründen bir daha istediğinde farklı bir ürün göndermemeliyiz. Sözlü sözleşme yapıyoruz. Birinci şart, kimyasal şeker kullanılmayacak. İkincisi bakır, alüminyum kazan olmayacak. Üç, plastik değil, tahta ya da cam kullanılacak. Yazılı bir sözleşme de hazırlayacağız. Kıstaslar konulacak. Dayanışma ilişkilerimiz güçlü. Likapa (yaban mersini) döneminde, bir üreticinin tarlasına 10-12 kadın gitti, ürünü topladı. Üretici adına satılacak olanları sattılar, işlenecekleri işlediler. Yaptıkları reçelden hem üretici kazandı, hem çalışanlar kazanıyor. Aylık toplantılarda gelirleri hesaplıyor, kim ne kadar çalıştı, ne ürün satıldı, tespit ediyoruz. Herkes parasını alıyor. Birliğin malı önceden alma gücü henüz yok.

Orta vadede nasıl bir örgütlenme öngörüyorsunuz?

Tüm ürünlerin pazarlamasını yapabilmek istiyoruz. Şirketlerden, devlet kurumlarından “size destek verelim” diye teklifler geliyor, kabul etmiyoruz. Bedel ödemeden aldığımız şeyleri çok erken kaybediyoruz. Bir makinayı kendi paramızla alabilmeliyiz. Bir aidiyet duygusu sağlamak gerekir. HES sürecinde bunu çok gördük. Kadınlar derede yüzüyor, şirket sahipleri havuzda. Derede yüzenler havuzda yüzenlere “Sen benim deremde HES yapamazsın” diyor. O aidiyeti, duyguyu, derenin kendisinin olduğunu anlıyor. O yüzden burada HES yapılamadı. Bu toprak, bu su, bu ürün kiminse, o işlemeli, o kazanmalı. Burada sadece çay olmamalı. Buğday da yetiştirilmeli, hayvancılık da yapılmalı. Kuşlar buraya geri dönmeli. Yılanlar, kurbağalar olmalı. Sahil yolunu mahvettik. Derelere balık çiftlikleri yapıyoruz, kırmızı pullu alabalıklarımız kayboluyor. Nasıl ki suya, doğaya sahip çıktıysak, üzümümüze, hayvanımıza, toprağımıza, domatesimize, satsuma mandalinamıza, fındığımıza sahip çıkabilmeliyiz.

Yeni belediye yönetiminin özellikle vurgu yaptığı yöredeki geleneksel dayanışma pratiği meci’yi siz nasıl  tanımlarsınız? 

Bundan yirmi sene önce, bizim aile çayı bitirdiğinde, amcalarımın bahçesine yardıma gidebilmekti meci. Orası biterdi, başka ailelere giderdik. Bedelsiz, karşılıksız. Çay, fındık, üzüm toplamak, fındık ayıklamak… Şimdiki çay tarlalarımız eskiden mısır tarlasıydı. Buğday, arpa… Oralarda mısır hasat etmek, mısırı tanelere ayırmak… Bunların hepsi, hiçbir karşılık beklemeksizin ortak yapılırdı. İşçi nedir bilmezdik. Yemekleri bir akşam amcamda, bir akşam bizde, bir akşam başka bir ailede yerdik. Böyle bir ilişki. Daha fazla kazanma arzusu, kapitalizm meci’yi bozdu. Çayın para etmesi, herkesin çaydan geçinmeye başlaması işleri değiştirdi. O güzelim mısır tarlalarını, buğday tarlalarını kendi ellerimizle yok ettik. Bugün bile fındık tarlalarını söküp çaya dönüyoruz. Verimli toprağı aşağı gömüp ham toprağı çıkartıyoruz. Sel felaketlerinin sebebi de bu. Meci mevcut yerel yönetimle birlikte yeniden gündeme geldi. Belediyenin bu sene düzenlediği EğitiMeci bünyesinde çocuklarla tarım atölyesi yaptık. Çocuklara domates tohumlarıyla domates almasını gösterdik, fideler yetiştirdik. Fındıklı Ziraat Odası’nın bölgenin kaybolmaya yüz tutmuş meyvelerine yönelik çalışmaları var, bunları üretiyoruz. Beş hafta boyunca 46 çocukla çok güzel çalıştık. Onların üçü tarımı, toprağı sevmişse, bu çok önemli. Fındıklı’da 1996 yılında öğretmenliğe başladım. Gençliğin bu yılki katılımına daha önce hiç şahit olmadım. Kadın girişimi de çok güçlü. Bu işte tam bir meci. Kardeşlik, dostluk. Değişik yol ve yöntemlerle halkın tüm kesimlerini sürece katmak. Sağdan ve soldan, köyden ve mahalleden… Şimdi, ivedilikle mahalle meclisleri, köy meclisleri oluşturacağız. Böyle yaparsak tarım da, denizcilik de kazanacak, ağaçlar, sular özgür olacak, havadan, doğadan, sudan, yaşamdan yana her şeyi paylaşabileceğiz.

^