İspanya, Avrupa ülkeleri içinde en büyük üçüncü otomobil üreticisi ülke konumunda. Kriz sırasında grevlerin de etkisiyle İspanya’da otomobil fabrikaları üretimi durdurmuştu. Ardından Katalunya’daki Seat fabrikası solunum cihazı üretmeye başladı. Fabrikanın işçi komitesi başkanı Matías Carnero ise kriz yüzünden otomobil üretiminin azalmasından yakınıyor. Öte yandan iklim krizi, yakın zamanda otomotiv endüstrisini sınırlamayı gerektiriyor. Bu durumda ne yapmalı? Nasıl bir sendikacılık örmeli, işçiler yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesine nasıl katılmalı? Katalunya kooperatifçilik hareketinin önde gelen isimlerinden Jordi Garcia Jané’ye kulak veriyoruz.
Mart ortasında “Ekonominin endişe verici toparlanması” başlıklı yazımı bitirirken şu soruyu sormuştum: “Belki de ekonominin ‘toparlanmaması’ bizim açımızdan daha iyi. Hazır sistemi yeniden düşünmenin gerekliliği ortaya çıkmışken, fırsattan istifade yeni bir ekonomi inşa etmeyi denesek mi?”
Aradan bir hafta geçmeden Seat otomobil fabrikası işçi komitesi ve UGT (Katalunya Genel İşçi Sendikası) genel başkanı Matías Carnero sorduğum soruya farkında olmadan cevap verecekti: Hayır. Şirketin işçi komitesi başkanı, ARA gazetesinden Xavier Grau del Cerro’ya verdiği söyleşide, bu krizin Seat’ın geleceğini nasıl etkileyeceği sorusuna, foyasını epey meydana çıkaran, maskesini düşüren bir yanıt verdi:
“Muhtemel senaryoların en iyisi bile 60-70 bin daha az araba üreteceğimiz anlamına geliyor. Endişeliyiz, çünkü sonuçta Seat’ın araba üretimi temel ihtiyaçlara tekabül etmiyor. Araba almak isteyenler şimdi iki kez düşünecek. Bu da bizim için tam bir fırtına etkisi yaratacak. Buna bir de daha az araba üreteceğimizi, elektrikli araç üretimindeki artışı, karbondioksit kotalarını ihlal ettiğimiz için bu sene ödeyeceğimiz yaklaşık 400 milyon avro cezayı eklersek tam anlamıyla bir felaketle karşı karşıyayız. Gelecek adına çok endişeliyiz.”
Elektrikli otomobiller derdimize deva olmaz. Bunların üretimi için bakır, kobalt, lityum gibi hızla tükenen maden ve nadir toprak elementleri gerekiyor. 100 kilovatlık bir akü için gerekli lityum pilleri yaklaşık 200 ton karbondioksit salıyor. En iyimser tahminle elektrikli otomobil geleneksel araçlara kıyasla yüzde 18 daha az karbondioksit salıyor.
İki tür endişe
Seat işçilerinin gelecekleri içi endişelenmeleri çok anlaşılır bir durum. Ancak bunun yanısıra Sayın Carnero’nun gezegenin geleceğine dair endişelerini neden ifade etmediğini anlamakta açıkçası güçlük çekiyorum. Bizatihi Seat fabrikasının ve genel olarak otomotiv sektörünün gözle görünür bir şekilde katkıda bulunduğu küresel ısınmanın dramatik sonuçları yüzünden Seat işçileri ve aileleri de sıkıntı çekecek. Kısacası, yeryüzünün ve üstünde yaşayan insanların sağlığı için Seat’ın 60-70 bin daha az araba üretecek olması bence şimdiden iyi bir haber.
Sayın Carnero’nun açıklamalarında iklim ve çevre kriziyle ilgili bir endişe ifadesi mevcut değil, aksine hükümetlerin sektöre uyguladığı oldukça kısıtlı çevresel önlemlerin bile onu rahatsız ettiği hissediliyor. Nedir bunlar: Elektrikli arabalar, karbondioksit kotaları, Volkswagen’e arabalarında hile yaptıkları için kesilen cezalar.
UGT’nin başkanı kendine şu soruları hiç sordu mu bilmiyorum: Acaba, eskiden çalıştığı ve an itibarıyla sahiplendiği (“…salınım limitlerini ihlal ettiğimiz için bu sene ödeyeceğimiz 400 milyon avro ceza…”) çokuluslu şirket, arabalarını üretebilmek için gerekli madenleri, plastiği, su ve enerjiyi dünyadan daha ne kadar temin edebilecek? Ya da ne zamana kadar boğulmadan hâlâ temelde hava olan bir gazı solumaya devam edebileceğiz? Yeryüzü ekinleri öldürecek kadar ısındığında nasıl hayatta kalacağız? Sınıra ulaştığımızı biliyoruz. 2005 yılında gezegende toplam 892 milyon araba vardı. Sayı 2010’da 1,06 milyara, 2015’te 1,28 milyara ulaştı. Başka bir deyişle dünyada bebekler, çocuklar ve yaşlılar dahil kişi başına altı otomobil düşüyor.
Sayın Carnero bu sürecin devamının fiziki açıdan mümkün olmadığının farkında mı? Ruslar, Brezilyalılar, Hintliler, Çinliler de biz Avrupalılarla aynı miktarda araba aldıkça, üretim için gerekli hammaddelerin tükeneceğini ve havanın soluk alınamayacak kadar kirleneceğini biliyor mu?
Otomobil sektörü İspanya’da on binlerce istihdam yaratıyor. Bu sektörü küçültmek ve dönüştürmek hiç de kolay olmayacak. Çok büyük miktarda yatırım, bir o kadar da güçlü bir politik irade gerekecek. Ama, toplu intihara kalkışmak gibi bir niyetimiz yoksa başka çaremiz yok.
2015 yılında Çin’de bin kişiye 116 araç düşüyordu. An itibarıyla 1,4 milyar nüfusuyla dünyanın en büyük ekonomik potansiyeline sahip Çin, Avrupa’daki gibi bin kişiye 581 araç düşen bir ülke haline gelirse neler yaşanacak? Bin kişiye 821 araç düşen ABD’den bahsetmiyorum bile. Üstelik tüm bu hesaba araçların ihtiyacı olan altyapıyı inşa etmek için gerekli olan hammadde ve enerji dahil değil. Örneğin bir kilometre otoyol yapmak için 30 bin ton kum, bu kumun nakliyatı ve asfalt haline getirilmesi için benzer şekilde yüksek miktarda enerji gerekiyor.
“Yeşil” otomobil kâbusu
Tüm bu sorunların elektrikli araçlara “geçişle” bertaraf edileceğini iddia edebilecek birileri var mı? Otomobil lobileri, elektrikli arabaların “yeşilliğine” inanmamız ve sektörü sorgulamamamız için gerek açık, gerekse dolaylı reklamlara milyonlarca avro harcıyor. Ancak elektrikli otomobil derdimize kesinlikle deva olmaz. Elektrikli otomobil üretiminin çevre kirliliğine katkısı geleneksel otomobil üretimiyle aşağı yukarı aynı. Zira üretimi için bakır, kobalt, lityum gibi hızla tükenen maden ve nadir toprak elementleri gerekiyor. Yeni nesil bir elektrikli aracın kullandığı 100 kilovatlık bir akü için gerekli lityum pilleri yaklaşık 200 ton karbondioksit salıyor. Bir aracın ömrünün çevresel etkilerini göz önünde bulundurduğumuzda, en iyimser tahminle elektrikli otomobil geleneksel araçlara kıyasla sadece yüzde 18 daha az karbondioksit salıyor. Bu çok düşük bir miktar.
Öte yandan araçların sadece düşük bir yüzdesini elektrikli hale getirebiliriz. Dünyada tüm araçları elektrikli hale getirmek için asla yeterli miktarda yenilenebilir enerjimiz olmayacak. Rüzgar türbinleri, güneş panelleri ve yenilenebilir enerji üreten diğer tesislerin inşası için de çok fazla enerji gerektiğini aklımızdan çıkarmayalım. Bir HES inşasında kullanılacak beton ve çeliği üretmek, maden ocağı açıp rüzgâr türbinlerini döndürmeye yarayan hammaddeleri çıkarmak için gerekli enerjiyi hesaba katalım. Yani kısaca sorun aslında “otomobil” adı verdiğimiz ürünün bizzat kendisinden kaynaklanıyor: Yetmiş-seksen kiloluk bir kütleyi bir yerden bir yere taşımak için 1300 kiloluk bir makine üretmek, ilaveten o makineyi imal ederken inanılmaz enerji tüketmek resmen saçmalık. Kaynakları sınırlı bir gezegende kaynakları böylesine kötü kullanmak, bedelini çoktan ödemeye başladığımız, yaygınlaştırılması, uzun vadede sürdürülmesi imkânsız bir lüks.
Bu yüzden, hoşumuza gitse de gitmese de, yaşanabilir bir yeryüzü için önümüzde tek seçenek var: Önümüzdeki yıllarda özel otomobil üretimini tamamen durdurmak. Buna Volkswagen grubunun her yıl sattığı yaklaşık on milyon araç da dahil. Bu yazının konusu olmasa da, iklim krizi dışında özel otomobil üretimine bir son vermek için birçok başka sebep olduğunu unutmayalım: Trafik, ses kirliliği, kentsel ve mekânsal düzenlemelerin insanlara değil, özel araçlara göre yapılması ve her şey bir yana sebep olduğu hayat kayıpları, yaralanma ve sakatlanmalar.
Alternatif çözüm ise ekonomiyi ve insan faaliyetlerini coğrafi açıdan yeniden konumlandırmakta, hareket etme gerekliliğinin azaltılmasında yatıyor. Kısacası her şeyden önce sıfır kilometre şiarıyla yakınlık “üretmemiz”, orta uzaklıktaki mesafeleri kat etme ihtiyacını kamusal toplu taşıma ile (metro, tren, otobüs vs.) gidermemiz gerekiyor. Peki bunun için belli bir miktarda taşıt üretilebilir mi? Evet, temel hizmetler için vazgeçilmez konumdaki otobüs, traktör, ambulans gibi araçları üretmeye devam etmeliyiz. Altını çizelim, bu gruba turizme yönelik araçlar dahil değil.
Yeniden yapılandırma mecburiyeti
Şu anda Seat’ın Martorell’deki tesislerinden biri, mevcut sağlık kriziyle mücadele edebilmek için solunum cihazı üretim fabrikasına dönüştürüldü. Bu, takdire şayan bir girişim. Söz konusu olan tam da temel ihtiyaçlara yönelik bir üretim. Seat işçileri kendileriyle gurur duymakta çok haklı. Biz de toplum olarak onların çabalarını takdir etmeliyiz. Ama Martorell tesislerindeki bu yeni üretim aslında tüm fabrikanın bundan sonra izlemesi gereken yola da işaret ediyor: Yeniden yapılandırma.
“Şirketlerin emeğimiz ve hayatlarımız üzerindeki tahakkümü, ekolojik meseleleri işçilerde hayal kırıklığı ve öfke yaratan tehditlere dönüştürüyor. Sonra öfkemizi gidip fabrika kapısında bekleyen çevrecilerin üstüne kusuyoruz, çünkü asıl sorunla yüzleşmek zor geliyor: Çokuluslu şirketlerin an itibarıyla kadiri mutlak varlığı.”
II. Dünya Savaşı ya da İspanya İçsavaşı öncesi ve sonrasında binlerce sanayi tesisi tam da böyle bir dönüşümü, hem de epey hızlı gerçekleştirebildi. Önce savaş sanayiine hizmet ettiler, ancak savaş sonrasında sivil üretime geçtiler. Herhangi bir sebepten dolayı artık tüketilmeyen ürünler üreten birçok ekonomik sektörün de yapmak zorunda kaldığı şey bu. Üstelik elimizde bize ilham verebilecek çok iyi bir deneyim de var: Britanya uçak sanayii şirketi Lucas Aerospace’in 1975’te bizzat işçileri tarafından tasarlanan yeniden yapılandırma planı. Lucas Aerospace fabrikası aslen silah sanayiine hizmet ediyordu. İstihdam kayıplarına karşı örgütlenen fabrika işçileri bir yıl içinde silah yerine toplumsal faydaya haiz 150 ürünün tasarımını, pazarlamasını ve faydalarını içeren 1200 sayfalık müthiş detaylı bir plan hazırladı.
Elbette mevcut üretim modelinin tabi tutulması gereken kaçınılmaz yeniden yapılanmanın faturasını her zaman olduğu gibi yine biz emekçiler ödememeliyiz. Başta sendikalar, hepimizin talebi bu yönde olmalı. Ekolojik geçiş dönemi adil işlemeli. İster otomotiv, ister kömür, nükleer veya havayolları gibi müdahale edilmesi kaçınılmaz diğer sektörler olsun, bu kapsamlı plan durumdan ilk elden etkilenecek işçi sınıfının katılımıyla hazırlanmalı. Bu sektörlerin bir kısmı topluma faydalı üretim yapacak şekilde yeniden yapılandırılabilecek. Ancak bir kısmı tamamen kapanmak zorunda kalacak. Bu durumda işsiz kalacak insanların geleceğini de güvence altına almamız gerekiyor.
Asıl sorunla yüzleşmek
Amerikan Emek Federasyonu ve Sanayi Örgütleri Meclisi’nin (AFL-CIO) de üyesi olan Uluslararası Petrol, Kimya ve Nükleer İşçileri Sendikası (OCAW) sendikası başkan yardımcısı Anthony Mazzocchi, sendikadaki söyleşilerinden birinde şöyle diyordu: “Şirketlerin emeğimiz ve hayatlarımız üzerindeki tahakkümü, ekolojik meseleleri işçilerde hayal kırıklığı ve öfke yaratan tehditlere dönüştürüyor. Sonra bu öfkemizi gidip fabrika kapısında bekleyen çevrecilerin üstüne kusuyoruz, çünkü asıl sorunla yüzleşmek zor geliyor: Çokuluslu şirketlerin an itibarıyla kadiri mutlak varlığı.” Mazocchi ABD hükümetinden adil geçiş dönemi için bir fon oluşturmasını istiyordu. Bu fon, en sade tarifiyle, tahripkâr sanayilerin kapanmasından dolayı mağduriyet yaşayacak işçilere, emekli olana ya da eşdeğer yeni bir iş bulana kadar maaş veya kamu desteği sağlayacaktı. Bu öneri adil geçiş dönemi için çok yerindeydi.
Bu topraklarda otomotiv endüstrisi çok önemli bir sektör. Doğrudan ve dolaylı olarak binlerce istihdam yaratıyor. Bu sektörü küçültmek ve dönüştürmek hiç de kolay olmayacak. Çok büyük miktarda yatırım, bir o kadar da güçlü bir politik irade gerekecek. Ama, toplu intihara kalkışmak gibi bir niyetimiz yoksa, başka çaremiz yok. Evet, sosyal açıdan adil bir şekilde, ama mutlaka dönüşümü gerçekleştirmeliyiz. Araç üretimi ve ona epey bağlı diğer iki sektöre, turizme ve inşaata dayalı üretim modelimizi dönüştürmek için bu yeni krizden faydalanalım.
Yerel ve ekolojik tarım, sağlık ve bakım hizmetleri, yenilenebilir enerjiler, yapılı çevrenin iyileştirilmesi, kültür, bilişim ve iletişim teknolojileriyle beraber ortaya çıkan ekonomik faaliyetleri, biyoteknoloji kurumlarını, dijital üretimi iktisadi egemenliğimizi tesis edecek, gerçek ihtiyaçlarımıza yönelik sürdürülebilir bir üretim için harekete geçirmeliyiz. 2008 krizinde “üretim modelimizi değiştirmenin gerekliliği” çokça dile getirildi. Ama güneşin altında yeni bir şey ortaya çıkmadı. Şimdi karşımızda yeni bir fırsat var. Yanıt vermekte geciktiğimiz ölçüde sonuçlar da vahimleşecek.
Bu büyük vazifede, sendikalar sorunun değil, çözümün bir parçası olmalı. Bunun için ülkemizdeki sendika kültürü “üretici-tüketici” fasit dairesini kırmalı, ilerici toplumsal hareketlerle ittifak kurup eskisi gibi toplumsal dönüşüm adına mücadele vermeli. Sendikacılığın günü kurtarmanın ötesine geçmesi elzem. Zaman, başı kanatların altına saklama, devekuşu sendikacılığı zamanı değil.
Çeviri: Pelin Doğan (Col·lectivaT Kültürel Çeviri, Araştırma ve Dil Teknolojileri Kooperatifi)