FATOŞ İRWEN’İN SERGİSİ: “OLAĞAN ZAMANIN DIŞINDA”

Ezgi Bakçay
8 Temmuz 2021
SATIRBAŞLARI
Fatoş İrwen’in iki sergi salonuna, Depo ve Karşı Sanat’a yayılan ilk kişisel sergisini izlemek için son iki gün! 2012’de Diyarbakır’da açlık grevine destek verdiği gerekçesiyle ve gizli tanık ifadesiyle 2016’da üç yıllığına cezaevine giren İrwen’in videodan yerleştirmeye, metinden tuval resmine çeşitli tekniklere yayılan üretimine Diyarbakır Cezaevi’nde de devam etti. M. Wenda Koyuncu ile birlikte serginin küratörlüğünü üstlenen Ezgi Bakçay’ın “Olağan Zamanın Dışında” sergisine dair yorumlarını sunuyoruz.
Buradayım (Sur, Diyarbakır, 2017)

Mayıs 2021, Fatoş İrwen ilk kişisel sergisini açmaya hazırlanıyor. İşleri iki koca sergi mekanına sığmıyor. Her gün yeni kutular, defterler, hard diskler açılıyor. Fatoş İrwen’in üretiminin bereketi sanat yapmak ve sergilemek arasındaki ilişkileri zorlarken onun için yazmak giderek imkansızlaşıyor. Bu delice girişim en iyi ihtimalle kimsenin konuşmadığı bir dilde nesillerce anlatılmış, başı sonu olmayan bir söylenceye önsöz yazmaya benziyor. Ben de bu yüzden geri çekiliyorum. Ve tam da geri çekildiğim anda muazzam çeşitlilikteki bu yapıtın bir çeşit manzara olduğunu fark ediyorum. Dağlar ve tepelerle yumrulanmış uçsuz bucaksız bozkırlar, dipsiz ormanlar, gizemli bahçeler görüyorum. İnsan bedenlerini ve beden parçalarını, saçları ve kemikleri, böcekleri ve hayvanları, cansızları ve canavarları aynı konukseverlikle kucaklayan bir topoğrafya. Kır çiçekleri ve hayvan leşleri, rahim ağızları ve mezarlar yan yana. Bu manzaranın merkezinde avlusu asmalı bir ev var. Sanatçının çıplak sırtında taşıdığı Sur’daki çocukluk evi. Evin sırrı avludaki kuyunun dibinden anadilsizliğiyle sürekli sesleniyor. Çoktan göçmüş gitmişleri ve henüz gelmemiş olanları tanıklığa çağırıyor. Bu yas çağrısı Fatoş’un işlerinin tümünü kuşatıyor. Kapıya, dolaba, ete, dişe takılıyor önce. Sonra pas, kan ya da küf gibi yayılıyor, pıhtılaşıyor, yuvalanıyor, mekan tutuyor. Oda, zindan, banyo, sokak, ev, beden o çağrıya yer açmak için aralanıyor.

Tam da geri çekildiğim anda muazzam çeşitlilikteki Fatoş İrwen yapıtının bir çeşit manzara olduğunu fark ediyorum. Bu manzaranın merkezinde avlusu asmalı bir ev var. Sanatçının çıplak sırtında taşıdığı Sur’daki çocukluk evi.

Sergide bir seri performans fotoğrafından oluşan Füg adlı bir iş var: Duvarlarında sarmaşıklar, böcekler, saçlar, yerde ölü balıklar, yabani meyveler, postal izleri olan bir banyodayız. Siyah uzun saçlı, yarı çıplak bir kadın, sırtı bize dönük, sıcak suyla yıkanıyor. Belli ki uzun zamandır orada, banyoyu buhar basmış. Bu arınma zamanı içinde, g sırasında bir tefekkür mekanına dönüşmüş beden. Sadece kendi yaşadığı zulmün değil, yası tutulmamış tüm acıların mirasçısı olarak sınırlarının dışına açılıyor. Aşırı duyarlı hale gelmiş ten artık tek bir kişiye ait değil; bir mekan, bir aralık. Tıpkı Perdeli SokakSur videosunda Diyarbakır sokakları arasında salınan yarı saydam perde gibi.

Ritüel adlı videoda iki kadın karşılıklı, ayakta, çıplak, uzun saçlarını tarıyor. Zamanı ikiye katlayan bu ritüel sırasında, ikizlenen bedenler arasındaki boşluğa çocukluğun zamanından sesler doluyor. Aynı “aralık” fikri belki de en net ifadesini “Olağan Zamanın Dışında” başlıklı serginin ikiz yapısında buluyor. Fatoş İrwen aynı anda, iki mekanda, Karşı Sanat ve Tütün Deposu’nda, hayatının farklı dönemlerine ait iki sergi ile dışarı açılıyor. Böylece yapıtını kronolojik bir zamansallıktan çıkarıp başı ve sonu öpüşecek biçimde üst üste katlayarak bir tür geniş zaman haline getiriyor. Bu tür bir zaman algısını ancak aynı anda iki farklı yerde olabilmek biçiminde tahayyül edebiliriz.

Asmalı Evde (Suriçi, Diyarbakır, 2014)

Fatoş İrwen’in cezaevi duvarlarında fark ettiği de benzer bir zaman düşüncesi olabilir mi? Boya ve sıva katmanlarını 5 no’lunun duvarlarından ve tavanından bir arkeolog titizliğiyle kaldırırken orada sıkışmış zamanı serbest bırakmaya çalışmış olabilir mi? Kendisinin varlığı kadar yokluğuna da tanıklık etmiş duvarın çağrısını duymuş sanki. Titiz bir enkaz kaldırma çalışmasından sonra birer kutsal emanet gibi saklayıp dışarı çıkartmayı başarmış bu narin tanıkları. Sergide henüz keşfedilmemiş bir dünyanın haritaları gibi görünüyorlar. Belki de bu boya parçalarının görüp duydukları koca bir coğrafyaya barış getirecek güçtedir. 

En son saç kalır

Fatoş İrwen’in arkeologluğunda, toplayıcılığında, video ve film üretmesinde hep aynı kaygının iş başında olduğunu düşünüyorum: Çoğaltma, aynalama, aralama, katlama … mümkün olan tüm tekniklerle zamanın çizgiselliğini kırmak. Bu bana, en basit anlatımıyla, farklı türden zamansallıkları bir araya getirmek için bir mekan tasarlamak çabası gibi geliyor. Bu düşüncenin izini, işlerinde ön plana çıkan iki imgede de görüyorum: Saçlar ve ayaklar. İki farklı zamansallığın imgeleri: Ayaklar altına alan, baş üstünde tutan; yürüyen ve tefekkürle bekleyen; ayak direyen ve boyun eğen beden. Geleceğe doğru attığı her adımda bizzat geçmişinden menkul bir beden. Ayaklanma, kıyam, kıyamet ile baş ve başlangıcı bir arada tutan açıklık. Hiç unutmayan saçlar ve yürüyüp giden ayaklar. Saçlar ve ayaklar arasındaki zaman farkı aynı türden olmayan zamansallıkların üst üste bindiği “olağan zamanın dışında” bedeni şahit mertebesine çıkarıyor.

Öteki Tarih adlı iş, üzerine düzyazı formatında, satırlar halinde iğne delikleri açılmış boş kitap sayfalarından oluşur. Bu kağıtlar birer metne benzediği için oku! emrini duyarız, ama onları okuyamayız. Cezaevi yönetimi de okuyamamış.

İki sergi mekanını birbirine köşelerinden teyelleyen bir iş var: Gülleler. Fatoş İrwen cezaevinde açlık grevine giren kadınların kestiği saçları gülle adını verdiği çilelere dönüştürmüş. Gülleler vanitaslar gibi yan yana dizilmiş bakıyorlar, soruyorlar: “Hayatta kalmak ne demektir? Ölüm ve yaşam arasında bir süre olmaktan ibaret mi hayat? Ölüm nedir, ya yaşam? Yaşamı açan, ölüm değil midir? O zaman ölümsüzlük ne demektir? Can nedir, ya cansızlık? Cezaevinde “zaman” duvarlarda birikerek siyasalaşırken, tutsaklıkta ve ezgi altında, zulüm coğrafyasında zaman gülle gibi ağırlaşır. Burada, şimdi yerde, köşede duran o gülleler şahit… Fatoş İrwen’in dünyasında kesilen, örülen, yolunan, ağıran zamandır aslında. Saçlar film şeritleri ya da ses bantları gibi milim milim kayıt tutar; saçlar unutmaz. Bir saç teli müthiş kırılgandır, ama her şey çürür, en son saç kalır.

Tanıklığı bedene kaydetmek

Sergiye ismini veren fotoğraf: Olağan Zamanın Dışında. Kesik saçlarla örtülü çıplak bir kadın bedeni. Gevşemiş, rahat, galiba uyuyor. Tenin zamanı, saçların zamanı, hatırlamanın ve düşün zamanı: Rüya, beden, anı ve bellek. Bu kez füg hali gevşemiş bedene uykuyla gelmiş. Fatoş İrwen tüm yaşamına yayılan yapıtında inatçı bir zarafetle tekrar ediyor: Bitkiler ve böcekleri, suyu ve toprağı, canlı ve cansız tüm varlıkları, geçmişi ve geleceği, düşü ve gerçeği kucaklayan bir zamana açılmak imkansız değil.

Olağan Zamanın Dışında (Diyarbakır, 2010)
 

Bu sergi Fatoş İrwen’in yaşamına eşlik eden sanatsal deneyimin güncesi gibi okunamaz. Çünkü bu günce kimsenin konuşmadığı bir dilde yazılmıştır. Çünkü göstergelerde değil, ancak boşluklarda mesken tutabilecek kayıpların çağrısına açılmıştır. Her iki sergi mekanında da yer alan Öteki Tarih adlı iş, üzerine düzyazı formatında, satırlar halinde iğne delikleri açılmış boş kitap sayfalarından oluşur. Bu kağıtlar birer metne benzediği için oku! emrini duyarız, ama onları okuyamayız. Cezaevi yönetimi de okuyamamış. Aylarca incelenen belgelere “görülmüştür” damgası bir türlü vurulamamış. Fatoş İrwen’in kırk yıllık Diyarbakır Cezaevi’nin siyasi mahkumlara kapatıldığı günlerde yaptığı bu işte tarih boyunca yasaklanan, yazılamayan, susulan her söze yer var. Bu belgeler dile açtıkları deliklerden mutlak bir dışsallığa ulaşır. Ne yasa ne de ihlal onları damgalayamaz artık.

Fatoş İrwen tarihine ve coğrafyasına, kendine ve ötekine, merhamete ve zorbalığa tanıklığını bedeniyle kaydetmiş, olağanüstü halde yaşamaya alışmış halklara armağan ediyor. Bu sergi ne yasaklanan ne de kutsallaştırılan bir varlığın zamanında, tanımsız özgürlüklerin ve akrabasız yakınlıkların vaadini taşıyor.

^