Kaç yaşında Türkçe öğrendiniz?
Mehmet Uzun: Yedi yaşında. Bizim evde Kürtçe konuşuluyordu. Geniş bir aşiretti. Ve hep Kürtçe konuşuluyordu. Türkçe ile hiçbir ilişkim olmadı. Yani benim dünyam Kürtçeyle örülüyordu. Türkçeyle okulda tanıştım. Yani Kürtçe benim sosyal ve günlük yaşamdaki dilim. Türkçe ise entelektüel, eğitim dilim. Ve daha egemen oldu. Çok uzun süre bu böyle devam etti. Ta 1970’lere kadar. Kürt mozaiğiyle o zaman ve cezaevinde karşılaştım. Hapishanede Kürtçenin inceliklerine, zenginliklerine vakıf oldum. Çünkü bunu bilen kişilerle tanıştım. Mesela mollalarla. Medreseden gelmiş mollalar. O medreselerde Kürtçe eğitim vardı. Kürt klasikleri okutulurdu. Kürt aydınları, Kürt destancıları, dengbejlerle tanıştım. Onların görevi söylemekti. Destanları söyler anlatırlardı. Çirokbejler vardı. Masal anlatıcıları, öykü anlatıcıları vardı. Sonra ağalar vardı. Çok izole yaşamış Kürt ağaları vardı. Barzani’ye yardım ettiği için alıp oraya getirtilmiş ağalar vardı. Onların yaşamı çok farklıydı. Bir de Kürtçe üzerine çalışan aydınlar vardı. Musa Anter sözgelimi. Musa Anter’in benim yazarlığımda belirleyici bir rolü var. Ben bunu onun kitabı Birîna Reş’te (Kara Yara) belirttim. Bunların hepsi benim için çok eğitici oldu. Ben bundan sonra Kürtçeye bir dönüş yaptım. Kürtçe entelektüel bir dil yaratmak yirmi yılımı aldı. Tümüyle ağır bir işçi gibi bunu meslek edinip çalışmak gerekiyor. Çünkü her şey sizin Kürtçe yazmanıza karşı. Üstelik beş bin kilometre uzaklıkta bir yerdeyim. Kürt kokuları, Kürt tatları hiç yok orada.
O kadar uzaktan bir dili yaşatmak gerçeküstü bir şey, ya da gerçeküstü bir çaba gerektiriyor, değil mi?
Benim çalışma odamda o kadar fazla Kürt şahsiyet var ki. Hepsi böyle duvarlarda, raflarda.. Onlarla çok konuşuyorum.
Mesela kimlerle konuşuyorsunuz?
Sözlü gelenek bunun için çok önemli. Kürtlerin büyük bir bölümü bunu anlamıyor. Kimileri beni itham da ediyor. Ama her yerde modern edebiyat sözlü gelenek üzerine kurulmuş. Shakespeare’de Kelt kültürünün büyük etkisi var. Cervantes de, Dante de öyle. Kürtlerin bundan farklı düşünmesi için ne sebep vardır, ne de başkası mümkündür.
Kürtçe entelektüel bir dil yaratmak yirmi yılımı aldı. Tümüyle ağır bir işçi gibi bunu meslek edinip çalışmak gerekiyor. Çünkü her şey sizin Kürtçe yazmanıza karşı.
Ahmedi Hani Kürtlerin en büyük ozanı. Odamda sık sık sohbet ettiğim şahsiyetlerden biri. Mem û Zîn’i yaratmış. Ben bunlarla içli dışlı yaşıyorum. Metni analiz ediyorum. Yüzlerce kaset topladım ben bu dengbejlerden. Suriye’de gidip bu dengbejlerle yaşıyordum. Onları dinliyordum. Farklılıkları anlamaya çalışıyordum. Yörelerin kendisine özgü dilini, üslûbunu anlamaya çalışıyordum. Bu konuda yazılmış şeyler de var. Mesela Xecê ile Siyabend’in bende 15-16 varyasyonu var. Bunun büyük yararı oldu. Çünkü Kürt dilinin zenginlikleri oralarda. Günlük dilde pek bir zenginlik yok. Dilin yaşayan ruhu onlarda. Dengbejler de benim odamda sohbet ettiğim dostlarım arasında. Bu beşinci romandaki kahraman 15 yıl bir arada yaşadığım bir adam. ‘51’de vefat etti. Ama ben 15 yılımı onunla yaşadım. Onun neler hissettiğini çok iyi biliyorum. Romanlarımı Türkiye’deki yeni kuşak Kürtleri düşünerek yazdım. Onlara varmasını çok istedim. Onlardan yeni bir yazarlar kuşağı çıkmasını çok arzuladım.
Beş romanınızda da benzer tarihsel kaygılar var mı?
Yok, farklıdır. Birincisi Tu (Siz, 1985) biraz biyografik bir roman. İkincisi, Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Rindin Ölümü, 1987) günümüzde Kürtlerin yaşadığı kültürel çatışmayı, kimlik bunalımını, savrulmayı dile getiriyor. Dördüncüsü Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Abdal’ın Bir Günü, 1991) de bu sözlü Kürt geleneğiyle yazılmış, tarihi bir döneme serpiştirilmiş bir roman.
Evdalê Zeynikê kim?
Ünlü bir Kürt dengbeji, en ünlü Kürt destan anlatıcısı. Mistik, mitolojik hale getirilmiş bir anlatıcı. Ben onu aldım ve kendime göre bir kurgu yaptım. Ama onun hayatıyla ilgisi yok. 1800’lerin başındaki Osmanlı dönemini ele aldım.
Son romanınız?
Yine Kürtler için çok önemli olan bir Kürt şahsiyetini anlatan bir roman (Bîra Qederê, Dert Kuyusu, 1995). Onun hayatı ve trajik aşk öyküsü var. Büyük bir hanedandan geliyordu. O hanedanın şeceresini, tarihi yok oluşunu anlatan bir roman. Yakında Kürtçe olarak yayınlanacak Türkiye’de.
Romanlarımı Türkiye’deki yeni kuşak Kürtleri düşünerek yazdım. Onlara varmasını çok istedim. Onlardan yeni bir yazarlar kuşağı çıkmasını çok arzuladım.
Batı romanları içinde kendinizi nereye oturtuyorsunuz?
Ben doğal olarak bunu düşünüyorum. Ama kendimi herhangi bir türe ait hissetmiyorum. Bu da bilinçli bir tercih oldu. Şimdi böyle edebi imkânları fazla olan bir dille yazmış olsaydım belki farklı olurdu. Ama benim koşullarımda bunu yapsaydım beni çok sınırlardı. Tarihsel romanın birçok vasfı bende var. Ama bunun yanında yeni romandan da öğeler görebilirsiniz. Latin Amerikalı yazarların magic realism’i (büyülü gerçekçilik) ise bende yok. Melez bir tür yaratmaya çalışıyorum Kürt diline en uygunu budur diye. Çok İsveçli hissetiğimde sıkılıyorum. Çok Türkiyeli hissettiğimde sıkılıyorum. Yoğun ve sadece Kürt hissettiğimde de sıkılıyorum. Türlerle ilgili olarak da böyle. Sadece tarihi romanlar yazmak istemezdim ben. Sadece magic realism de yapmak istemezdim.
Kürtçenin modernize olmasından bahsettiniz. Kürtçenin nasıl modernize olmasını isterdiniz?
Klasik yazar ve şairler var, bunların bir dili ve üslûbu var, ama bu, bugüne uymuyor, anlaşılmıyor. O dilde konuşup kendinizi ifade edemezsiniz. Bir diğer kaynak bu sözlü edebiyat üslûbu. Ama bu da günümüzdeki Kürt insanının kendisini ifade etmesi için uygun değil. Daha farklı bir toplum yapısına yansıyor. Kapalı bir toplum. Ruh hali de öyle. Şimdi Kürtler değişti. Açıldılar. Her şeye rağmen modern bir yaşama sahipler. Ruh halleri günümüze ait. Buna uygun bir dil gerekli. Kürtçede psikoloji yok örneğin. Tarımcılıkla, hayvancılıkla ilgili o üretim ilişkileriyle son derece zengin bir dil oysa. Tayla at arasındaki dönemi anlatmak için on taneden fazla sözcük var. Belki yüzden fazla ay ismi vardır. Ama tay ve at döneminin arasındaki sözcüklere ihtiyaç olmayabilir bugün. Çok daha farklı kelimeler gerekli olabilir. Türkçe de bu aşamaları yaşadı. Ama Türkçe için devlet var. Eğitim var. Televizyon, radyo var. Basın var. Kürtçenin hiçbir şeyi yok.
Kürtçeye yeni sözcükler kazandırmak gibi bir amacınız da var mı?
Kürtçenin bu tür sorunları da var tabii. Ben prensip olarak yeni sözcük bulmuyorum. Bulmak da istemiyorum. Bunlar kurumların yapabileceği işler. Bir enstitü olur, onlar yapar, ya da bir akademi. Ama herkesi temsil edecek bir kurum. Herkesin kararlarına saygı duyduğu bir kurum. Onun için ben bunu kesinlikle yapmıyorum. Varolanlardan yararlanıyorum. Lehçelerinden yararlanıyorum. Kurmancî benim esas lehçem. Fakat annem Zaza. Zazaca da bilirim biraz. Soranca da öğrendim. Bunlardan çok yararlanıyorum. Bir de her yörenin kendine göre bir ağzı ve buna özgü sözcükler var. Bunları da kullanıyorum. Tarama yapmak gerekli bu alanda. Ben ilk başlarda listeler de yaptım çeşitli konularda: Şu lehçeden, bu ağızdan vs. Uzun listeler yaptım ve bunları metinlerime serpiştirdim. İlk başta doğup büyüdüğüm yörenin ağzı görülüyordu. Ama daha sonra bu kayboldu. Melez bir dil yaratmaya çalışıyorum bu kaynaklardan yararlanarak.
Kürtçe serbesttir deniliyor. Alay ediliyor resmen. Nasıl serbest Kürtçe? Eğitim olarak yasak değil mi? Bir dilin serbestliği o dilin eğitim dili olarak kabul edilmesinde yatar. Bu dilin radyo ve televizyon dili olarak kabul edilmesinde yatar.
Türkiye’deki bütün baskılara rağmen günün birinde barışın ve eşit koşulların egemen olduğu bir ortamda Kürtlerle Türklerin bir arada yaşayabileceğini düşünüyor musunuz?
Elbette. Bu hem mümkün, hem zorunlu, hem de ben bunu çok istiyorum. Şimdiye kadar Kürtçenin hiçbir hakkı olmamış. Eşitiz deniliyor. Ama nasıl bir eşitlik? Kürtçenin hiç bir imkânı yok. Kürtçe serbesttir deniliyor. Alay ediliyor resmen. Nasıl serbest Kürtçe? Eğitim olarak yasak değil mi? Bunu Dışişleri Bakanlığı’nda da söyledim. Bir dilin serbestliği o dilin eğitim dili olarak kabul edilmesinde yatar. Bu dilin radyo ve televizyon dili olarak kabul edilmesinde yatar. Kürtler kendi kimliklerini çok rahat olarak ifade edebiliyorlar mı? Böyle eşitlik olur mu? Eşitlik sağlandığında Türkiye çok güçlenecektir. Ben buna inanıyorum. Çok daha güzel, çok daha ilginç bir ülke olacaktır. Ama şimdilik mantıksız bir söylemde karar kılınmış. Oysa dünya bambaşka bir yere gidiyor. Globalleşme her dilin, her kültürün kendisini ifadesini esas alıyor. Mezopotamya bütün uygarlıkların beşiği. Fakat rejimlerin yarattığı sorunlar var. Bunların aşılması gerekir.
Kürt edebi eleştirmenler sizin edebi metinlerinizi eleştirmeye başladıklarında, tartışmayı hangi konularda odaklamalarını isterdiniz?
Bunu sağlıklı olarak tartışmak için epey zaman gerekiyor. Benim romanlarımda çok folklor var, tarih var. Ama ben stillerin modern olmasına çaba gösteriyorum. Didaktiklik romanın harmonisini bozuyor, ama okuyucuya kendisiyle ilgili, kimliğiyle ilgili enformasyon da vermek gerekiyor.
Siya Evînê (Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, 1989) tümüyle unutulmuş bir Kürt aydınının aşk öyküsünü anlatıyor. Flashback var. Kahraman ölmek üzere ve bütün hayatı romancının da yardımıyla gözünün önünden geçiyor. Bu Kürt aydınını kimse bilmez. Belki 15 kişi bilir. Oysa o 1976’da vefat etti. Oysa çok önemli işler yapmış bir adamdır Memduh Selim Bey. İstanbul’da büyümüş, burada okumuş, Fransa’da okumuş, tipik bir Osmanlı-Kürt aydını. Prens Sabahattin’le dost olmuş. İttihat Terakki’ye muhalif. Mustafa Kemal’e de muhalif. Liberal bir Kürt aydını. 1913, 1918-19’da İstanbul’da dergiler çıkarmış, Kürtler için çok önemli dergiler. Örgütler kurmuş. Cumhuriyetin kuruluşunda kaçmış. Yurdışında Xoybûn diye bir Kürt örgütü var, onun kurucusu olmuş. Daha sonra Ağrı’daki isyana katılmış, ama çok yumuşak, rahat bir kişilik. Onun bir Çerkes kızıyla olan yaşadığı aşk öyküsü. Burada tabii, tarihi bir enformasyon var. Şimdiki kuşak Kürtlerin bilmediği çok fazla bir bilgi var ve bu gerçek. Ama bunun yanında bu aşk kurgusu, bir şiirsel hava var. Bu okuyucunun ilgisini çekmek, ona bir şey anlatmak için. Romanın gerisinde de günümüz Kürt aydınına söylemek istediğim şeyler var. Başarılı mı, bilmiyorum ama, kaygılar bunlar.
Öncekileri sayabilir misiniz?
Eski Sovyetler Birliği’nde Ereb Şemo diye bir yazarımız var; onun birkaç roman denemesi var. Irak’ta İbrahim Ahmet var. Bir roman denemesi var. İran’da Rahim Gazi diye bir Kürt aydını var. Onun bir roman denemesi var. Başka belki birkaç tane daha vardır. Yurtdışında bu son dönemde birkaç deneme söz konusu. Çok çok yeni.
Sizin için en önemli yazarlar kimler bunların arasından?
Carlos Fuentes’i çok okuyorum. Marquez’i, Vargas’ı, Borges’i okuyorum. Ruslardan en çok Çehov’u, Fransızlardan Flaubert ve o geleneği çok severek okuyorum.
Express, sayı 106, 27 Ocak 1996