İRAN’DAN MİDİLLİ’YE BİR AFGAN AİLENİN MÜLTECİLİK YOLCULUĞU

Söyleşi: Nagehan Uskan
14 Aralık 2020
SATIRBAŞLARI

Gencecik iki Afgan kardeş, Macid ve Sara aileleriyle birlikte zorlu bir yolculuğun ardından 14 ay önce Midilli’ye vardı. Afganistan’ı hiç görmemiş, İran doğumlu, gözlerini açtıkları andan itibaren dışlanmayı, ayrımcılığı yaşamış kardeşler göçmenliğin ne demek olduğunu, Moria yangınını, “Moria 2.0” adı takılan yeni göçmen kampını ve hayallerini anlatıyor.
Rasimler: Mohsen Tasha

İran’da büyük bir Afgan nüfus var; orada yaşarken Afganistan kökenli olduğunuz için zorluklarla karşılaştınız mı?

Macid: Doğduğumdan itibaren 24 yıl İran’da yaşadım. Tahran Üniversitesi’nde Çin dili ve edebiyatı okuyordum. İran’da doğmuş olmama rağmen Afganlara dayatılan bürokratik engeller nedeniyle eğitimime devam edemedim. Hayat şartları giderek zorlaştı. Nihayetinde annem, babam ve iki kardeşimle 14 ay önce Midilli’ye göç ettik.

Sara: Ben 16 yaşındayım. Tahran’da liseye gidiyordum. İran’ı çok seviyorum. Ama İran’da sadece bürokratik konularda değil, gündelik hayatta da çok zorlanıyorsun. Doğduğun andan itibaren damgalanıyorsun. Afganlar kendilerini her daim göçmen hissediyor. Okulda, fırında, markette, sokakta ciddi biçimde dışlanıyor, gündelik hayatta ayrımcılığa maruz kalıyorduk.

Macid: İranlıların çoğu Afganlara karşı bilinçsizce ırkçılık yapıyor. Üniversitede sınıftaki tek Afgan bendim. İkinci haftamdı; bir öğrenci Afganları aşağılayan bir hikâye anlattı. Tepki gösterip Afgan olduğumu söyleyince üzüldü. Günlerce özür diledi. Yani aslında, özellikle gençler, bilmeden, ezbere ırkçılık yapıyor. Beni umutsuzluğa sürükleyen başka bir örnek daha vereyim. Üniversitede İslam felsefesi üzerine bir derste hoca Afganlar hakkında nefret söyleminde bulundu. Sınıftaki tüm öğrenciler hocanın fikirlerini destekleyen sözler sarf etti. Herkes kahkaha atıyordu. Gündelik hayatta zaten her daim böyle durumlarla karşılaşıyoruz, ama İran’ın en iyi üniversitelerinden birindeki bir profesörden bunu beklemiyordum.

Türkiye’de neredeyse hiç uyumadım. Sokakta yaşıyorduk. Van, Tatvan, İstanbul, Gebze ve Çanakkale’de kaldık. Midilli’ye yardıma ve dayanışmaya gelen Avrupalıların yaşantılarıyla buradaki göçmenlerinkini mukayese edince çok üzülüyorum.

Göç etme kararını aldıktan sonra ne yaptınız?

Sara: Eşyalarımızı topladık, tüm paramızı yanımıza aldık. Korktuğumu söyleyemem. Karışık duygular içindeydim. Ülkeden ayrılacağımızı ve Avrupa’ya gideceğimizi duyduğumda önce çok sevindim. Ama eşyalarımı toparlarken ve arkadaşlarımla vedalaşırken çok canım yandı.

Macid: Göçtüğümüz için kaybettiğim birçok şey geri gelmeyecek. Yıllarca en büyük arzum üniversiteye gitmekti, bunun için çok çabaladım. Lisede hem çalışıp hem okudum. Lise bitirme sınavından bir gün önce bile çalışıyordum. Üniversite sınavına hazırlanırken uzaktaki bir kütüphaneye yayan gidiyordum. Çünkü yol ve yemeğe, ikisine birden yetecek param yoktu. Sınava uzun süre sadece kahvaltıyla hazırlandım. Kütüphanede arkadaşlarım öğlen ve akşam yemeğe çıkıyordu. Ben sürekli açtım. Sonunda hedefime ulaşmıştım, ama üniversiteye devam edemedim. İran ve Afganistan arasındaki gerginlik yüzünden Afganistan’a gidip belge getirmemi istediler. Hatta Çin’de okumak için burs kazanmıştım. En yakın arkadaşlarımı, sevgilimi geride bıraktım. Burada da iyi dostluklarım oldu ama İran’daki arkadaşlarımın yerini asla tutamazlar.

İran’dan Midilli’ye yolculuğunuz nasıl oldu?

Macid: Ailenin en büyük erkek çocuğu olduğum için göç sırasında sorumluluğum büyüktü. Sara, annem, babam ve 10 yaşındaki erkek kardeşimle beraber geldik. Ağabeyim 2015’ten beri Almanya’da yaşıyor.
 


Sara:
İran’dan bizi sınıra götürecek arabaya zar zor sığdık. Polis bizi İran sınırında yakalayıp bağırmaya başlayınca çok korktum. Yola çıkmadan önceki mutluluğum öfkeye ve nefrete dönüştü. Sınırların ne anlama geldiğini o zaman fark ettim. Tüm sınırlardan, o sınırları inşa edenlerden ve onları savunanlardan nefret ettim. Türkiye’ye varınca biraz mutlu oldum. En azından ilk aşamayı atlatmıştık. Ama korkunç yerlerde kalıyorduk. Her an polisten saklanmak zorundaydık. Nefret, öfke, üzüntü, tüm duyguları birarada yaşadım. Kendimi başkalarıyla karşılaştırmayı sevmem, ama kendime hep şunu söylüyordum: “Belki benden daha kötü durumda olan insanlar vardır.” Ama normal bir hayata sahip, okula giden, bisiklete binen, istediklerini yapabilen çocukları da düşündüm.

Macid: Türkiye’de neredeyse hiç uyumadım. Sokakta yaşıyorduk. Geceleri nöbet tutuyordum. Van, Tatvan, İstanbul, Gebze ve Çanakkale’de kaldık. Midilli’ye yardıma ve dayanışmaya gelen Avrupalıların yaşantılarıyla buradaki göçmenlerinkini mukayese edince çok üzülüyorum.

Moria’ya vardığınızda neler yaşadınız?

Sara: Geceydi, etrafı iyi göremiyordum. Bir korku filminde gibiydik. İnsanlar gözüme çete üyesi gibi görünüyordu. İlk gece çadırımız yoktu, dışarıda uyuduk. Hiç güvende hissetmedik. Aynı ülkeden geldiğimiz insanlara karşı şüphe duymak, onlardan korunmaya çalışmak çok sarsıcıydı. İlk defa Afrikalı insanları o gece gördüm. Önceden sadece televizyondan biliyordum. Korktuğumu itiraf etmeliyim. Çok güçlü gözüküyorlardı. Aylardır birlikte yaşıyoruz, artık alıştım tabii. Şimdi düşündüğümde ilk günkü fikirlerim ırkçı geliyor. Oysa hepimiz eşitiz. Aksini iddia eden ırkçıdır.

İnsanların en kötü özelliği, her şeye alışabilmeleri. Ben de çadırda kışın soğuktan donmaya, yazın sıcaktan pişmeye, berbat yemekler yemeye, pis tuvaletleri kullanmaya, tehlikeli durumlara karşı kendimi korumaya alıştım.

Moria yanmadan önce kampta nasıl bir yaşamınız vardı?

Sara: Çadırımıza kavuşunca en azından uyuyacak bir yerim olduğuna sevinmiştim, ama sonra hastalandım. Sürekli mide bulantısı ve ishal çektim. Büyük ihtimalle pislik yüzündendi. Bir süre sonra cildim kurumaya ve dökülmeye başladı. Sürekli açtım, elime ne geçse yiyordum. Geceleri İran’da yediğimiz yemekleri ve oradaki hayatımızı düşünüyordum. Bazı geceler yemekleri rüyamda görüyordum. İnsanların en kötü özelliği, her şeye alışabilmeleri. Ben de çadırdaki eşyalar çalınmasın diye onları korumaya, çadırda kışın soğuktan donmaya, yazın sıcaktan pişmeye, berbat yemekler yemeye, pis tuvaletleri kullanmaya, tehlikeli durumlara karşı kendimi korumaya alıştım. Birçok kötü olay yaşandı Moria’da. Başka yangınlar, o yangınlarda ölenler de oldu. Bir seferinde dört yaşındaki bir çocuk bir kamyonetin altında ezildi. O gün mahvoldum. Çünkü çocuğun annesinin göç yolculuğuna ne umutlarla çıktığını biliyordum. Böyle bir şey benim ya da ailemin başına gelse ne yaparım diye düşünüyordum. Kampın içinde insanlar kavga ediyor, bıçakla gezip birbirlerine saldırıyordu. Herkes kendi derdindeydi. Belki İran’da yoksul bir hayatımız vardı, ama o hayat bile bu halimizden çok daha iyiydi.

Midilli’de hiç olumlu şeyler de yaşamadınız mı?

Sara: İran’dayken hep istediğim, ama kadın olduğum için yapmadığım şeylerle uğraştım. Tiyatro kursuna, müzik, dil derslerine devam ettim. Ama bütün kurslar Covid-19’la başlayan karantina sırasında altı ay durduruldu.
 


Mülakatınız nasıl geçti?

Macid: İlk mülakatta kabul aldım, ama hiç sevinemedim. Çünkü ailemin geri kalanı ret aldı. Büyük haksızlık. İnsanlar buraya gelmek için akıl almaz tehlikeleri göze alıyor, kendilerinin, çocuklarının canını tehlikeye atıyor. Kamptakilere sorsanız, hepsi ülkelerini isteyerek terk etmediklerini söyler. Kiminin ülkesinde varlıklı hayatı, işi, evi, arabası, eşi dostu vardı; savaş yüzünden, güvenli bir yaşam için kaçmak zorunda kaldı. Avrupa İltica Destek Ofisi’nin (EASO) uygulamaları yüzünden benim yaşadığım korkunç durumla sık karşılaşılıyor. Bazen evli çiftlerin biri kabul, diğeri ret alıyor. Geldiğimde 18 yaşından büyük olduğum için mülakatım farklı memurlarca yapıldı. Adadan ayrılmak zorunda kalırsam, ailemi nasıl bir geleceğin beklediğini bilememek çıldırtıcı. Annem hasta, tedavi görmezse kör olacak. Ama hiçbir sağlık hizmetinden faydalanamıyoruz.

Moria kampında Covid-19’un etkileri nasıl yaşandı?

Macid: Covid-19’un bu adaya kadar gelebileceğini hiç düşünmemiştim. Adada vakalar görülmeye başladığında çok korktum. Şehre çıkma yasağı, kampta kapalı kalmak insanların davranışlarını, düşünme biçimlerini etkiledi. Kendisine zarar vermeye çalışan birçok insan gördüm. İntihar girişimleri çok arttı. Sosyal mesafeyi korumak mümkün değil. Yemek sırasında binlerce kişi bekliyor, çok az kişi maske takıyordu. Ellerimizi yıkamamızı salık veriyorlardı. Bazı STK’lar sabun dağıtıyordu. Ama kampta su yoktu. Virüs kampa ulaşırsa büyük bir insanlık dramı yaşanır diye düşünüyordum. Kampta çok sayıda yaşlı ve hasta var. Ama neyse ki korktuğum gibi olmadı. Virüsün etkisi sınırlı kaldı. Kampta karantina tam bir delilikti. Yapacak hiçbir şey yoktu. İnsanlar korksalar da açlıktan ölmemek için yemek sırasına girdi.

Kampta yangın başladığında kendimi Titanic filminde gibi hissettim. Herkes farklı tepki gösteriyordu. Bir köşede dans edenler, başka bir köşede eşyalarını toparlamaya çalışanlar vardı. Moria evimizdi. Herkes evini kaybetti. Belgelerini, paralarını, tüm eşyalarını kaybedenler oldu.

8 Eylül akşamı Moria’yı kül eden yangını siz nasıl yaşadınız?

Macid: O akşam kampta olmadığım için ailem adına çok endişelendim. Herkesin iyi olduğunu öğrendiğimde çok mutlu oldum.

Sara: Yangın başladığında kendimi Titanic filminde gibi hissettim. Kaçmaya çalışırken bir sürü insan gördüm. Gemi batıyordu ve herkes farklı tepki gösteriyordu. Bir köşede dans edenler vardı. Yangın onlardan uzaktaydı ve tehlikenin farkında değillerdi. Başka bir köşede eşyalarını toparlamaya çalışanlar vardı. Moria evimizdi. Herkes evini kaybetti. Belgelerini, paralarını, tüm eşyalarını, kampta açtıkları küçük dükkânlarını kaybedenler oldu. Yangının ardından dışarda geçen on gün tam bir felaketti. Sokakta uyuyorduk. Battaniyemiz, yeterince yiyeceğimiz yoktu. Herkes tuvaletini dışarıya yaptığı için etraf berbat kokuyordu. Ama bir yandan da Moria’da mahpuslar gibi yaşıyor, acil durumlar dışında dışarı çıkamıyorduk. Ne yalan söyleyeyim, bir süreliğine özgürlüğümüze kavuştuk.

Yangından sonra göçmenlerin düzenlediği eylemlere katıldınız mı?

Macid: Eylemlerin videolarını çektim. İnsanlar gerçekten Moria’dan bıkmıştı. Herkese bir yılı aşan iltica süreçlerinden illallah gelmişti. “Artık yeter” dediler. Yangın sanki tüm sıkıntıların sonu gibiydi. Adadan anakaraya ya da başka bir ülkeye transfer edilmek istediler. Çünkü kalırlarsa aynı sıkıntıları çekeceklerini biliyorlardı. Hakikaten de öyle oldu. Yeni kamp Moria’nın aynısı. Üstelik kamp bölgesi eski askeri ateş alanı olduğu için kuvvetle muhtemel toksik kalıntılar da barındırıyor.

Sara: Eylemler çok zevkliydi. Farklı ülkelerden tüm göçmenler oradaydı, “Azadi!” (özgürlük) diye slogan atıyordu. Hayatımda ilk defa slogan attım, eylemlere katıldım. Elimden ne geliyorsa yapmak, avaz avaz bağırmak istedim. Şimdi bu duyguyu adlandıramıyorum. Belki zamanla neler yaşadığımızı daha iyi anlayacağım. Plastik su şişeleriyle gürültü yaptık. İki elimle polislere ve gazetecilere hareket çekiyordum. (kahkaha atıyor)


Gazetecilere de mi kızgınsın?

Sara: Hayır. Daha ziyade halimizi tüm dünyaya göstersinler istedim.

Eylemler nasıl son buldu?

Macid: Hava çok sıcaktı. Üç-dört gün sürekli eylemin ardından herkes yorulmaya başladı. Polis yemek ve su dağıtan arabaların eylem alanına girmesine izin vermedi. Bu yüzden bayılanlar oldu. Zaten herkes biber gazından çok kötü etkilenmişti. Eyleme katılanları aç bırakarak eylemi sonlandırmayı hedeflediler. Herkes yeni kampa girmek zorunda kaldı.

Yeni kamp, nam-ı diğer Moria 2.0 nasıl bir yer?

Macid: Daha çok polis var. Moria’da polisler kavgalara öylece bakıyordu. Buradaki polisler kuş uçurtmuyor. Kontrol altında olmayı sevdiğim için söylemiyorum ama, kamp içi şiddet azaldı. Yirmi dört saat polis arabası geziyor. Kampa girişlerde güvenlik kontrolü yapılıyor. Bıçak ya da kesici aletler, yangına neden olabilecek maddeler kampa alınmıyor. Kontroller nedeniyle çok uzun kuyruklar oluşuyor. Hijyen ve sağlık koşullarıysa yine berbat. Tuvaletler çok kirli, duş yok. Hepimizin sağlığı tehlikede. İnsanlar boş plastik şişelere su doldurup duş almaya çalışıyor. Yeni kamp deniz kıyısında. İnsanlar denizde yıkanmaya çalışıyor. Şampuanlar yüzünden deniz çok kirleniyor, girmek imkânsız hale geliyor. Kamp çamur, çer çöp içinde. İlk yağmurla birlikte çadırların çoğunu su bastı. Çadırların tabanında koruyucu palet yok. Kışın soğuğunda yazlık çadırlarda kalmak zorundayız. Ama yine de Moria’da hapis kalmaktansa burayı tercih ederim. En azından dışarı çıkabiliyoruz. Ama pazar günleri şehirdeki dükkânlar kapalı olduğu için dışarı bırakmıyorlar.

Sara: Kadınlar dini nedenlerle denize giremiyor. Kampta zaten her konuda en büyük zorluğu kadınlar çekiyor. Ama en azından dışarıya, şehir merkezine gidebiliyoruz. Kamp Karatepe’de, merkeze daha yakın. Moria’da beni boğan negatif düşünceler ve duygulardan burada kaçabiliyorum. En büyük amaçlarımdan biri dünyayı gezmek. Nietzsche’nin bir sözü var: “Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir.” Yangından sonra tam da böyle hissediyorum. Tüm bu olanlar bana güç kattı. Şimdi şehirde kendime vakit ayırabiliyorum. Kurslar tekrar başladı. Bir yandan yoga, tekvando öğreniyor, diğer yandan da tiyatro[*] derslerime devam ediyorum.

Nietzsche’nin bir sözü var: “Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir.” Tüm bu olanlar bana güç kattı. Şimdi şehirde kendime vakit ayırabiliyorum. Kurslar tekrar başladı. Bir yandan yoga, tekvando öğreniyor, diğer yandan da tiyatro derslerime devam ediyorum.

Yola çıkmadan önceki Avrupa tahayyülünüzle şu anda Avrupa hakkındaki fikirleriniz farklı mı?

Macid: Buraya gelmeden önce Avrupa’yla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Hiç Avrupa hayali kurmamıştım. Başka ülkelere gitmek, başka yerler görmek istiyordum.

Sara: Avrupa’yı hep yeşil hayal ediyordum. Bu Midilli de yeşil. Adayı çok seviyorum, çünkü deniz var.

Gelecekten ne bekliyorsunuz?

Sara: Almanya. Şaka şaka. Almanya’yı istemiyorum. Belki Kanada… Bilmiyorum.

Macid: Benim pek umudum yok. Burada hem göçmenler hem de dayanışmaya gelen aktivistler arasından iyi arkadaşlar edindim. Bu beni İran’dakinden farklı bir insan yaptı. Ama yaşadıklarım ve özellikle mülakat sonucu beni çok kötü etkiledi. Ruh sağlığım pek yerinde değil. Bir yıl boyunca elimden gelenin en iyisini yapsam da iyi bir haber, gülümsetecek bir gelişme duymadım. Bir yandan da dışlanmak, hor görülmek İran’dan alışık olduğum bir şey. Annem dün şöyle dedi: “Artık dayanamıyorum, denize girip kaybolmak istiyorum.”

Sara: Eskiye oranla daha güçlüyüm. İran’da annemin pişirdiği yemeklere bile burun kıvırırdım. Şimdi burada en berbat yemekleri yesem, hatta aç kalsam bile dik duruyorum. Ergenlik dönemimi göçmen olarak yaşıyorum. Bu yıllar geri gelmeyecek. Birçok şeyi yaşayamadan olgunlaşmak zorunda kaldım. Her şeye rağmen gelecek adına umutluyum. İleride tiyatro oyuncusu olmak istiyorum. Bir de bisikletle özgürce gezmek, gerçek bir gezgin olmak istiyorum.

[*] Macit ve Sara 2018’de söyleştiğimiz üç İranlı göçmen arkadaştan İman’ın tiyatro atölyesine devam ediyor. O günden bu yana İman en büyük hayali olan göçmen tiyatro atölyesini adada hayata geçirmeyi başardı.
^