KONGO ORMANLARINDAN 14 ŞUBAT MESAJI

Ian Parker
13 Şubat 2022
SATIRBAŞLARI

Manhattan’da bir yoga stüdyosunda bonobolar yararına bir bağış gecesi… Bonobo, şempanzeye çok benzeyen, ama kimi iddialara göre, şempanzeden çok daha tatlı bir Afrika maymunu türü. Bağış gecesinin afişinde ağaca tünemiş bir bonobonun kucağına bir elektro gitar konmuş, üstüne de bir slogan yapıştırılmış: “Hippi Şempanzeleri Kurtaralım!”

O gece, ayakkabılarını çıkarıp cilalı ahşap zeminde bağdaş kurarak oturan kalabalık, Hint ezgileri eşliğinde, pişmemiş vejetaryen yemekleri yapan Bonobo’s adlı lokantanın hazırladığı kanepeleri mideye indirdiler. Lokantanın eve sipariş mönüsü şöyle diyor: “Vahşi bonobolar, hayat biçimlerine içgüdülerinin ve Tabiat Ana’nın yön verdiği, mutlu, haz düşkünü yaratıklardır.”

Geceyi düzenleyen Bonobo Koruma İnisiyatifi’nin amacı, bonoboların yaşam alanlarını korumak ve yasadışı bonobo eti ticareti yapanlarla mücadele etmek. İnisiyatifin kurucusu Sally Jewell Coxe, yaptığı kısa sunumda, birinin altyazısı “savaşma seviş” olan bonobo slaytları gösterip bonoboları “biseksüel” olarak tanımladı ve aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek ve huzurlu toplum hayatlarını korumak için çeşitli cinsel faaliyetlere giriştiklerini söyledi. (Alkışlar) “Bonobolar barış, sevgi ve uyumdan yanadır” diye devam eden Coxe, “esrarı ilk keşfeden maymunlar da bonobolar olabilir” diye ekledi, şakayla karışık. Arkasındaki duvarda bonobo fotoğrafları gelip geçiyordu: Şempanzelere benzeyen, ama daha uzun saçlı, daha düz suratlı, daha pembe dudaklı, daha küçük kulaklı, daha dar gövdeliydiler ve biraz daha ağırbaşlı bir havaları vardı –şempanzenin bombeli kaşları hafif salak bir görüntü arz ederken, bonobonun düz ve alçak kaşları yüzüne düşünceli bir hava veriyor.

Bağış gecesine şarkı söylemek üzere gelen 40’lı yaşlardaki müzisyen Wind’e göre, bonobolar “tahammüllü, sabırlı, bağışlayıcı ve dayanışmacı” maymunlar; şempanzelerse, tam aksine, “şiddet, ego ve entrika” dolu kaba saba hayatlar yaşıyor. Bize gelince, insanların da içinde bir bonobo mizacı vardı ama, genellikle şempanzeler gibi davranıyorduk.

Bonobo güzellemeleri

Bonobolar, son yıllarda popüler imgelemde, temelinde büyük oranda barışçıllığının ve cinsel serbestliğinin yattığı, tuhaf bir yer açtı kendilerine. Washington Post, bonoboların “aralıksız” çiftleştiğini, Times ise “cana yakınlığı, duyarlılığıyla göğsünü yumruklamaya meraklı maymun türü çoğunluğundan ayrıldığını” yazdı. PBS kanalının bonobolar hakkındaki belgeselinin açılış cümleleri şöyle: “Şempanzeler savaşıp cinayet işlerken, bonobolar barışı kuruyor. Ve şempanzelerin aksine, bonobolarda güç, erkeklerde değil, dişilerde.” Kinsey Enstitüsü’nün web sitesi ise şu iddiada: “Her bonobo –dişi, erkek, yavru– öpüşmeyi arzular ve öpüldüğünde karşılık verir.” Seks danışmanı Susan Block ise “Bonobo Yöntemi”ni televizyonda şöyle tanıtıyor: “Haz acıyı dindirir; iyi seks gerilimi ortadan kaldırır; aşk şiddeti azaltır, orgazm olurken savaşmanız zordur.” Gazeteler ve internet, bonoboları şiddet karşıtı, eşitlikçi ve dişi egemen toplumlarda yaşayan, dahası et yememeyi tercih eden yaratıklar olarak tanımlıyor. Bu davranış biçimleri de, genellikle misyoner pozisyonunda icra ettikleri doymak bilmez cinsel iştahlarıyla bağlantılandırılıyor.

“Şempanze cinsel meseleleri iktidarla çözer, bonobo ise iktidar meselelerini seksle. Şempanzeler Mars’tan, bonobolar Venüs’ten.”

Koruma altındaki toplam bonobo sayısı 200 civarında, ama orangutanlar, goriller ve şempanzelerle beraber dört büyük maymun çeşidinden biri olmasına rağmen, vahşi bonoboya yönelik bilimsel inceleme sayısı oldukça az. Bonobo âleminin tuhaflıklarından biri, konunun en sık alıntılanan uzmanı, Hollandalı primatolog ve yazar Frans de Waal’in hayatında hiç vahşi bonobo görmemesi, araştırmalarının hayvanat bahçelerindeki bonobolarla sınırlı olması.

1970’lerde başlayan alan araştırmaları, coğrafi ve siyasi sebepler yüzünden hep kesintili olmuş. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bir tür olan bonoboların nüfusunun 6 bin ila 100 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Sadece son on yılda üç milyon kişinin çatışmalarda hayatını kaybettiği Kongo Demokratik Cumhuriyeti sınırları dahilindeki gözden uzak, sık ve ulaşılmaz yağmur ormanlarında yaşıyorlar.

Son yıllarda ormana dönmeyi başaran bilim insanları arasında en önemlisi, 1989’dan beri Kongo’ya giden, Max Planck Evrim Antropolojisi Enstitüsü’nden Gottfried Hohmann. İlk başta bir gazeteciyle alan araştırmasına çıkma fikrine sıcak bakmayan Hohmann yazışmalarımız sonucunda razı olunca, Kongo’nun başkenti Kinshasa’ya uçtum. Birkaç gün sonra, Hohmann ve iki araştırmacıyla beraber bir hangarda bizi ormana götürecek uçağı bekliyorduk.

Zayıf, ciddi görünümlü, 50’li yaşlarda, mavi gözlü bir adam olan Hohmann, yılda üç-dört kere dünyanın ikinci en büyük yağmur ormanına, Kongo Havzası’na gelip 2002’den beri çalıştığı Lui Kotal isimli araştırma alanına yürüme mesafesinde bir kampa yerleşiyor. Hohmann’ın yokluğunda kampa, yakındaki köyden gelen Kongolular ve yabancı öğrenciler veya gönüllüler bakıyor.

Bonobolarla ilgili ilginç soruların çoğu henüz cevapsız. Erkek saldırganlığı dişiler tarafından mı kontrol altında tutuluyor? Sık cinsel etkinliğe rağmen, dişiler neden beş ila yedi yılda bir doğum yapıyor? Hohmann’a göre, “bu soruların cevaplarına uzanan yollar, hem bonoboların evrimine, hem de insanların kökenine ışık tutan bir noktada kesişebilir”.

Bonobolar Kongo nehrinin sadece güneyinde yaşıyorlar. (Bu yüzden onlara “sol yaka şempanzeleri” dendiği de olmuş.) Evrim ağacında durum şu: Ağacın gövdesi ortak atamız, tepesi bugünün insanı. En alttaki dal 16 milyon yıl kadar önce ortaya çıkan modern orangutana uzanıyor. Bir sonraki dal, sekiz milyon yıl kadar önce gorile, bir sonraki ise altı milyon yıl kadar önce insana ulaşıyor. Geriye kalan dal ise, belki iki milyon yıl kadar önce, bir kez daha ikiye ayrılıyor. Bu yol ayrımı muhtemelen coğrafi bir ayrımla da örtüşüyordu: Şempanzeler Kongo nehrinin kuzeyinde evrilirken, bonobolar güneyde kaldılar. Şempanzeler, farklı ağaç sıklıklarına sahip başka bölgelere de yayılırken bonobolar bu yoğun, kasvetli ormanda kaldılar. (Şempanzeler beslenme kaynakları için gorillerle rekabete girmek zorundaydı, oysa bonobolar başka maymunlarla hiç karşılaşmadı. Bir teoriye göre, bu daha zengin çevre, bonoboların daha müreffeh bir grup olarak hareket etmesine ve beslenmesine imkân tanıyarak garez oranı daha düşük bir evrime sebep oldu.

Filozof Chim, ahmak Panzee

Bonobolar Kongo dışında görülmemiş değildi, ama şempanze zannedilmişlerdi. 20. yüzyıl başında Antwerp hayvanat bahçesinde en az bir bonobo bulunmaktaydı. Modern primatolojinin kurucusu Robert Yerkes’in de kısa süreliğine bir bonobosu olmuştu. 1923’te iki maymun satın alan Yerkes, birine Chim, diğerine Panzee adını vermişti. İki yıl sonra yayınladığı Neredeyse İnsan adlı kitabında görünümlerinin ve davranışlarının farklı olduğundan bahsediyordu. Panzee ürkek, ahmak ve hırçındı, oysa Chim ılımlı ve yeni tecrübelere hevesliydi. Yerkes, “Hayatın gizemlerine insan gibi filozofça yaklaşmayı biliyor” diyordu. Yerkes’in tanımı Chim’in kalıntıları üzerinde yapılan incelemelerle bir araya getirildiğinde, onun bir bonobo olduğuna şüphe kalmıyordu. Chim 1924’te, bonobo türü henüz tanınmadan öldü.

“Tutsak Bonobolarda Gerginlik Düzenleme ve Seksin Üremeye Yönelik Olmayan İşlevleri” başlıklı makalede, Frans de Waal bu maymunların gerekenden daha fazla ve daha çeşitli seks yaptığını yazıyordu. Kaydettikleri arasında 17 oral seks vardı. Ayrıca 43 öpüşmeye tanık olmuştu, bunların bazılarında yoğun “karşılıklı dil teması” söz konusuydu.

“Bonobo” adı ilk kez Avusturyalı zoolog Eduard Tratz ile Münih Hayvanat Bahçesi Müdürü Heinz Heck’in 1954’te yazdıkları bir makalede teklif edilmesine rağmen, bu maymunların ismi yıllarca “pigme şempanze” kaldı. 1930’larda Münih Hayvanat Bahçesi’nde türün üç örneği bulunmaktaydı; Heck ve Tratz, makalelerini onlar üzerinde çalışarak hazırlamışlardı. Makale yayınlandığında üç maymun da, Müttefiklerin hava saldırılarının yarattığı huzursuzluk sonucunda ölmüştü. Bu ölümler daha sonra bonoboların doğuştan gelen hassasiyetine kanıt olarak gösterildi; hayvanat bahçesinin daha kaba saba şempanzeleri hayatta kalmayı başarmıştı.

Heck ve Tratz’ın öncü görüşleri –örneğin, bonoboların şiddete şempanzelerden daha az eğilimli olduğunu yazmışlardı– genel bilimsel bilgi haline gelmedi ve sonradan tekrar keşfedilmesi gerekti.

Bonoboları doğal ortamlarında inceleyecek birisinin çıkması için yirmi yıl geçmesi gerekecekti. 1972’de Yale’de fiziksel antropoloji doktorası yapan Arthur Horn, evrimde en yakın komşumuz veya geçmişimiz ve potansiyelimiz hakkındaki en iyi ipucu oldukları düşünülen şempanzeleri incelemek için Tanzanya’nın Gombe bölgesini mesken tutan Jane Goodall’ın izinden gitti. Ne var ki, Horn, iki yıl içerisinde bonoboları sadece toplam altı saat izleyebildi. (“Beni gördükleri anda ortadan kayboluyorlardı.”)

1974’te ise Goodall, Gombe’de, “Dört Yıl Savaşları“ adını verdiği çatışmanın başlangıcına tanık oldu. Bir şempanze topluluğu ikiye bölünmüş, saldırganlığın en kanlı örneklerinin sergilendiği bir savaş sonucunda bir grup diğerini tarihten silmişti. Şempanzelerin saldırganlığı biliniyordu, ama savaş başka bir gerçekliğe işaret ediyordu. Bu olay, insan doğasının temelleri hakkında öteden beri devam eden tartışmada yerini buldu. Uygar toplumun yapıları olmasa, insanlar vahşi hayata mı dönerdi? (Thomas Hobbes) Yoksa, toplumun getirdiği bozukluklar bir yana, insanlar doğal hallerinde aslında daha mı uygardı? (Jean-Jacques Rousseau) İnsan davranışında, şiddet dahil, biyolojik kalıtımın bir payı olduğu fikrinin ortaya atılması için savaşan şempanzelerin ortaya çıkması gerekmemişti: Bu tezin son popüler hali, Desmond Morris’in çok satan kitabı Çıplak Maymun’da (1967) yer alıyordu. Dale Peterson’la beraber Şeytani Erkekler (1996) adlı kitabı yazan Harvard’lı primatolog Richard Wrangham’a göre, Gombe cinayetleri, “savaşa olan eğilimimizin insanlık öncesi geçmişimize uzandığı fikrine ağırlık kazandırmıştı”.

Bu arada, Bonobo araştırmaları hız kazanıyordu. Kongo Havzası’nda iki ana araştırma merkezi kuruldu. Tumba Gölü’nün 300 mil kuzeydoğusunda, Lomako’dakini Stony Brook Üniversitesi’nden Randall Susman ve öğrencileri, daha doğuda, Wamba köyünün dışındakini ise Kyoto Üniversitesi’nden Takayoshi Kano kullandı. Wamba’dan elde edilen veriler daha çabuk duyuldu: Japonlar sahada daha fazla zaman geçiriyor ve daha fazla bonobo görüyorlardı. Ama ilk bonobo kitabını, 1982’de Atlanta’da düzenlenen ilk bonobo sempozyumuna sunulan makaleleri bir araya getirerek Randall Susman yayınladı.

1983-84 kışında Frans de Waal ilgisini şempanzelerden bonobolara çevirdi ve alan araştırmalarından çok daha az meşakkatli, ama en az onlar kadar çok etki uyandıracak bir araştırma çerçevesinde San Diego Hayvanat Bahçesi’ndeki on bonoboyu aylarca inceleyip kayda geçirdi. De Waal’in 1982’de yayınlanan Şempanze Politikası: Maymunlar Arasında İktidar ve Seks adlı kitabı büyük takdir görmüştü, birçokları de Waal’e “şempanzeleri incelemek varken bonobolarla niye uğraşıyorsun?” diye soruyordu. Ama San Diego’daki araştırmalarına dayanarak yazdığı makalelerden biri, akademik çevrelerde büyük ilgi çekti. “Tutsak Bonobolarda Gerginlik Düzenleme ve Seksin Üremeye Yönelik Olmayan İşlevleri” başlıklı bu makalede, Frans de Waal bu maymunların gerekenden daha fazla ve daha çeşitli seks yaptığını söylüyordu. Kaydettikleri arasında 17 oral seks vardı. Ayrıca 43 öpüşmeye tanık olmuştu, bunların bazılarında yoğun “karşılıklı dil teması” söz konusuydu.

Hiyerarşisiz toplum

‘80’lerin ortasında, Gottfried Hohmann güney Hindistan’da makak ve langur maymunlarında sesli iletişim üzerine araştırma yaparak üç yıl geçirmişti. 1989’a gelindiğinde, Kongo’yu ziyaret etmek isteyecek kadar bonobo konulu yazı okumuştu. “Aşk öpüşmesi bir yana, bonobolar beni cezbediyordu. Bunlar, gerçekten bir tür diye düşünüyordum.” Bu dönemde, hem hayvanat bahçelerindeki hem de doğadaki bonobolar üzerinde yapılan araştırmalar sayesinde bonobo toplumunun bir fotoğrafı belirmeye başlamış, bonobolarla şempanzeler arasındaki bazı çarpıcı çatallanmalar tanımlanmıştı. Şempanzelerden görünüm ve ses itibarıyla farklı olmalarının yanısıra (bonobolar, şempanzelerin çığlıklarının yanında ölçülü kalan tiz haykırışlarla yetiniyorlardı) bonobolar şempanze toplumundaki hiyerarşik öfke ve şiddet olmadan da hayatlarını düzenleyebiliyorlardı. Wamba’da çalışan Japon araştırmacı Takeshi Furuichi, “bonobolarda her şey huzurludur” diyor ve ekliyor: “Bonobolara baktığımda, hayatın tadını çıkardıklarını görüyorum. Şempanzelere baktığımda ise, onlar için çok üzülüyorum, özellikle de hiyerarşinin üst kademelerindeki erkekler için. Onların bir an bile gardlarını düşürmemeleri gerekiyor.”

1991’de National Geographic, Hollandalı fotoğrafçı Frans Lanting’i bonoboları çekmeye gönderdi. Doğadaki bonobolar o zamana kadar profesyonel olarak belgelenmemişti. “İnsanın bonobolara, bonoboların da insana ne kadar yakın olduğunu göstermek” amacıyla yola çıkan Lanting’in fotoğraflarının çoğu “müstehcen”di.

Hayvanat bahçelerinde erkek bonobolar asla dişilere topluca saldırmıyorlardı, tersine bazen tanıklık edilse de. Dişiler arasındaki bağlar erkeklerden daha güçlü gibi görünüyordu, bu bağlar muhtemelen cinsel eylemlerle, bonobo uzmanlarının “cinsel organları birbirine sürtme” veya “g-g sürtme” olarak nitelediği kısa sürtünmelerle pekişiyordu. Ayrıca, alışılmamış bir biçimde, dişilerin erkeklerin kurlarına, hamile kalma ihtimalinin hiç olmadığı zamanlarda bile karşılık verdiği söyleniyordu.

Hohmann, “kendi kendimize, ‘niye böyle?’ sorusunu cevaplamamız lâzım dedik” diyor. “Niye fiziksel açıdan üstün olan erkekler fiziksel açıdan zayıf olan dişiler üzerinde egemenlik kurmuyordu? Erkekler beraber hareket etmezken, dişiler nasıl beraber hareket edebiliyordu? Bu, şempanzelerden farklılık arz eden bir durumdan ibaret değildi, sosyal ekolojinin kurallarına da aykırıydı.”

Hohmann, Kongo’da yeni bir bonobo grubunu incelemeye başlamıştı. Araştırmacı eşi Barbara Fruth’la beraber bölgeye sık ve uzun ziyaretler gerçekleştiren Hohmann, kesin araştırma hedeşeri saptamıştı: Bonobolar yuvalarını nasıl kuruyorlardı? Yiyecekler nasıl paylaşılıyordu? Daha geniş bir Bonobo fotoğrafı ancak hipotezlerin ormanda katı ölçütler çerçevesinde denenmesiyle ortaya çıkabilirdi. 1997’de, ilk çocuklarının doğumunun hemen ardından Kongo’ya yerleşmeye karar verdiler. Ancak patlayan iç savaş ülkeyi terk etmelerini gerektirdi.

Stil farkı

Bonobolar tam bilim adamlarının görüş alanından çıkarken, popüler ilgi onlara yönelmeye başlamıştı. 1991’de National Geographic, Hollandalı fotoğrafçı Frans Lanting’i Wamba’daki bonoboları çekmeye gönderdi. Doğadaki bonobolar o zamana kadar profesyonel olarak belgelenmemişti. “İnsanın bonobolara, bonoboların da insana ne kadar yakın olduğunu göstermek” amacıyla yola çıkan Lanting’in fotoğraflarının çoğu “müstehcen”di. “National Geographic cinsellik içeren fotoğrafları kabul edemedi, henüz böyle bir alana girmeye hazır değildiler“ diyen Lanting, bir süre sonra, Emory Üniversitesi’nde Primat Davranışı profesörü olan Frans de Waal’le bağlantı kurdu. İki Hollandalı beraber çalışmaya karar vererek ellerindeki malzemeyi Alman dergisi Geo’ya sundular. “Haliyle, Geo çiftleşen iki bonoboyu kapağa koydu” diye gülerek anlatıyor de Waal. Kısa süre sonra, Scientific American resimli bir makale yayınladı. 1997’de, de Waal ve Lanting Bonobo: Unutulan Maymun adında resimli ve gösterişli bir kitap yayınladılar.

Bu arada, Sue Savage-Rumbaugh’nun insanlarla iletişim konusunda olağanüstü yetenekleri olan Kanzi adlı bonoboyla yaptığı deneyler dilbilimciler arasında tartışmalara sebep oldu. Ama bonobolara medyadaki itibarlarını getiren de Waal’in kitabıydı. Lanting’in fotoğraflarında bonobolar şeker kamışı tarlasında yayılmış oturuyor, yoga hareketleri deniyor ve çeşitli cinsel birleşme biçimlerinde görülüyordu. Bazı fotoğraflarda bonobolar iki ayak üzerindeydi. Kitabın metninde ise de Waal, bilimsel bilgi düzeyinde titiz davranmıştı. Ancak üslûbuna yoğun bir çeşni katarak bonobolarla şempanzeler arasındaki kesin zıtlığı vurgulamıştı: “Şempanze cinsel meseleleri iktidarla çözer, bonobo ise iktidar meselelerini seksle.” (de Waal daha sonra başka bir yerde, “şempanzeler Mars’tan, bonobolar Venüs’ten” diye de yazdı.) Bonoboların şempanzelerden daha “zarif” olduğunu söylüyor ve ekliyordu: “Şempanzeler bile bonoboların kendilerinden daha fazla stil sahibi olduğunu kabul etmek zorunda.”

De Waal, söyleşimizde şu yorumu yaptı: “Bonobo anaerkildir, savaşmaz, avlanmaz. Bir de hakkında konuşması sorun olan seks var –insanlar neredeyse bonoboyu halının altına süpürmeye çalışıyor.” Bu “unutulan maymun” Amerikan iffetine Avrupa’nın panzehiriydi. Bonobo hem efendi, hem şehvetliydi. De Waal’e göre, bonobolar utanma uyandırdıkları için bilim tarafından ihmal edilmişlerdi. Hem seksiydiler, hem de insanın kökenleri hakkındaki kabul görmüş kanlı hikâyelere ters düşüyorlardı. Bonobonun insana akrabalık bakımından şempanzeden aşağı kalır tarafı yoktu, üstelik davranışları “nereden geldiğimiz ve davranışsal potansiyelimiz konusundaki yerleşik kavramları altüst edecekti”.

Primat dünyasının hippileri

De Waal, bonobolara saadet dolu bir sükûnet hali yakıştırmaktan geri duruyordu (bonobolarda belli bir saldırganlık olduğunu kabul ediyordu), ama okuyucuda bu hayvanların iyi yaşamayı gerçekten bildiği fikri de uyanmıyor değildi. De Waal şöyle yazıyor: “Cinsel davranış yelpazesinin insanlardaki kadar zengin olduğu, annelerin merkezi bir rol üstlendiği ve en önemli entelektüel başarının alet kullanımı değil, başkalarına hassasiyet göstermek olduğu yakın bir akrabayı kim hayal edebilirdi?”

De Waal’in görüşünün çekiciliği ortada. 20. yüzyılın sonunda, tüm diğer kaynakların ya şiddete işaret ettiği ya da huzurdan bahsedenlerin hepsinin ya yanlış ya da sahte çıktığı bir ortamda bir iyimser, insan doğası hakkında içini rahatlatmak için nereye başvurabilirdi ki? De Waal’in bulguları eğer doğruysa, insan saldırganlığı konusunda bir ümit ışığı vardı. Şempanzeler Hobbes’cuysa, bonobolar Rousseau’cu olmalıydı.

Japon araştırmacı Furuichi, “bonobolarda her şey huzurludur” diyor ve ekliyor: “Bonobolara baktığımda, hayatın tadını çıkardıklarını görüyorum. Şempanzelere baktığımda ise, onlar için çok üzülüyorum, özellikle de hiyerarşinin üst kademelerindeki erkekler için.”

Time dergisinin 2007’de “dünyamızı şekillendiren” 100 insandan biri olarak gösterdiği de Waal, kısa sürede “primat dünyasının hippileri” olarak adlandırdığı bonoboların hamisi durumuna geldi. İçimizdeki Maymun’da (2005) bonobolarla şempanzelerin “gece ile gündüz kadar farklı” olduğunu yazdı. De Waal, bonobo araştırmaları âleminde herkesin kendi yükselişinden memnun olmadığını hissettiğini söylüyor ve ekliyor: “İnsanlar ‘bonobo’ kelimesini tuttu, bundan bir şikâyetim yok.” Yine de bu özdeşleşmenin bazen fazla ileri gittiğini kabul ediyor: “Bonoboları keşfedenler onlara bazen fazla âşık oluyor, örneğin gey ve feminist çevreler. O zaman benim de onları yatıştırmam gerekiyor: Bonobolar her zaman birbirlerine iyi davranmıyorlar.”

Hohmann’a göre, Frans De Waal’in herkesi tavlaması kolay oldu: “Büyük hikâyeler ondaydı. Bizdeyse büyük hikâye yok. Bizim genellikle ‘Hayır, bonobolar son derece sıkıcı olabiliyor. Bir bonoboyu izlemeye başlayın, bazen bütün gün hiçbir şey görmezsiniz. Ne seks, ne yiyecek paylaşımı. Sadece uyurlar, yerler, sıçarlar’ dememiz gerekiyor.”

Tutsaklığın hayvan davranışları üzerinde çarpıcı bir etkisi söz konusu. Güney California Üniversitesi öğretim üyesi Primatolog Craig Sanford’ın belirttiği gibi: “Beraber tıkılıp kalmışlar, sıkıntıdan patlıyorlar. Yemek yiyip sevişmekten başka yapacak neleri var ki?”

De Waal buna karşı çıkıyor, tutsak bonoboların davranışı doğadakilerden farklılık gösterse de, yine de tutsak şempanzelerle aralarındaki farkın işe yarar şekilde gösterilebileceğini söylüyor, hatta “ancak tutsaklıkta yapılan araştırmalarda çevre şartları kontrol edilebilir ve dolayısıyla türler arasındaki farklar konusunda nihai veri sağlayabilir” diyor. Stanford’ın cevabı ise, “farklı türlerin tutsaklığa farklı tepkiler verdiği” yolunda.

Olga, Paulo, Camillo

Bonobolar doğada birkaç düzinelik gruplar halinde yaşıyorlar. Gündüzleri paket turla gezi mekânına gelmiş turist grubunu andıran daha küçük gruplar halinde gezip geceleri ağaçlarda dallardan oluşan yuvalarını yapmak üzere tekrar buluşuyorlar. Ömürleri boyunca aynı bölgeden ayrılmıyorlar. Hohmann Lui Kotal’e ilk ziyaretinde bonoboları bulduğunda, sonraki yıllarda da aynı hayvanlarla karşılaşacağını biliyordu. Bu yolculuğumuzda bonoboları görmüştük, ama Hohmann’ın incelediği alanın en dış sınırına yakın, iki saatlik mesafede bir yerde takılıyorlardı. Dolayısıyla iki-üç kişi ormana gidip, gece kaldıkları yuvayı bulup haber verecek, ertesi gün diğerleri aynı noktaya şafak sökmeden varacaktı.

Hohmann ve Martin Surbeck adındaki öğrencisiyle bir sabah 3:45’te yola çıktık. Hohmann bonoboların yuvalarının olduğu yere yüz metre kadar yaklaştığımızı söylediğinde saat 5:30’du. Bonobolar sırtüstü uyuyordu –“tek bir ayaklarıyla bir dala tutunarak, son derece rahat bir pozda” diyor Hohmann, ve ekliyor: “Yuva yapmaları, büyük maymunları diğer primatlardan ayıran tek şey.” (Sadece yuvalarda mümkün olan REM-yoğun uykunun beyinlerinin evrimine katkıda bulunmuş olabileceğini söylüyor.)

Üst dallarda yapraklar, rüzgâr esiyormuşçasına hışırdadı. Sese doğru gitmek için patikadan ayrılmamız gerekiyordu. Surbeck makasla dalları kırparak bize yol açtı ve birkaç dakika sonra durduk. Dürbünle yukarı baktım, ışığın azlığı ormanı siyah ve koyu yeşil renklere boyamıştı, ama 30 metre kadar yukarıda bir dal çatalında sessizce oturmuş bir bonobo görebiliyordum. Siyah kürkünün akrilik bir parlaklığı vardı. Ağacın küçük, sert meyvesini yiyor ve çiğnedikçe, her meyvenin kabuğunu ağzının kenarından bırakıveriyordu. Bonoboların yedikleri meyvelerin artıkları ormanın zeminindeki ölü yaprakların üzerine düştükçe bir sağanak başlangıcının sesini andıran bir pıtırtı duyuluyordu.

Aynı ağaçta zayıf bir yavru bonobo, annesinden biraz uzaklaşıp sonra geri dönüyor, kıvırta kıvırta annesinin kucağına tırmanıyor, sonra aynı şeyleri tekrar ediyordu. Hohmann, bonoboların temel besin maddelerinden biri olan bir orman çalısından bir yaprak yolmuş, yavaş yavaş, yer gibi yaparak, ince uzun şeritlere ayırıyordu: Bonobo araştırmacıları utanmaz dikizciler gibi değil, kayıtsızca yemek yiyen hayvanlar gibi görünmeyi tercih ediyorlar. Artık etrafımızda yirmi kadar bonobo vardı ve çoğunu isimleriyle tanıyorlardı –Olga, Paulo, Camillo…

Saldırganlık öyküleri

Saat 6:30 sularında bonobolar ağaçlardan inmeye başladılar –maymun hezeyanıyla değil, dalları teker teker geçip orman zeminine son ve tok bir düşme sesiyle inerek. Sonra, dört ayak üstünde, herhangi bir hayvanat bahçesi bonobosundan çok daha güçlü, zinde ve kaslı bir görünüm arz ederek ilerlemeye başladılar. Son bonobo da uzaklaştığında onları gözden kaybettik. Ormanın sıklığı birkaç metreden ilerisini görmemizi engelliyordu. Birden tiz bir çığlık geldi ve önümüzden, önce kırmızı, ardından da siyah bir leke geçti. Koşturan el ve ayak sesleri ve bir inilti duyuldu. Hohmann bana fısıldayarak az rastlanan bir şeye, minik bir Afrika antilobu olan bir duikeri avlamaya çalışan bir bonoboya tanık olduğumuzu söyledi. Bonobo yarışı kaybetmişti, ama ilk hamlesinde duikeri yakalayabilseydi, sonuç kanlı olacaktı.

Barışçıl olduğu söylenen bonobo, bazen şaşırtıcı derecede taşkın davranabiliyor. Antwerp yakınlarındaki Planckendael Hayvanat Bahçesi’nde tanıştığım Belçikalı biyolog Jeroen Stevens, “bir keresinde Hollanda’da Apenheul’da beş dişi bonobonun bir erkeğe saldırdığını gördüm” diye anlatıyor. Stevens, Stuttgart Hayvanat Bahçesi’nde penisi bir dişi tarafından ısırılarak kopartılmış bir bonobo olduğunu da hatırlıyor. Ve şöyle devam ediyor: “Hayvanat bahçeleri de bonoboların şempanzelerden daha az saldırgan olduğuna inanıyor, zaten bu yüzden istiyorlar onları. Ama bir grup oluşur oluşmaz, bir süre sonra, şiddetli bir saldırganlık ortaya çıkıyor. Hayvanat bahçelerindeki gruplar, doğadakiler gibi, biraz daha büyük olsa, cinayet de görürdük. Bonoboların sakin olduğu söyleniyor. Bence tam aksi. Şempanzeler daha sakin. Ama şempanzeleri bonobolardan çok sevdiğimi söylediğimde arkadaşlarım bana deli gözüyle bakıyor.”

Craig Snaford, 1997 tarihli, şempanzelerle bonobolar arasında olduğu varsayılan zıtlıkları sorguladığı araştırmasında, “Dişi bonobolar, şempanzelerden daha sık veya göze batacak kadar dönem dışı çiftleşmiyorlar” diyor. Doğadaki erkek şempanzelerin erkek bonobolardan genellikle daha fazla çiftleştiğini de sözlerine ekliyor. De Waal bu tesbite itiraz ediyor: “Snaford, sadece heteroseksüel ilişkileri saymış. Eşcinsel ilişkileri dahil ederseniz, çok farklı bir sonuç çıkar.”

Hohmann’a bonoboların seks hayatını sorduğumda, “beni şaşırtan bir şey olmadı” diyor. Evet, şempanzelerde görülmeyen dişilerarası “g-g sürtünme”ye bonobolarda tanık olmuştu, “ancak bunun illâ da cinsel bir davranış olduğunu söyleyemeyiz; cinsel organlarını kullanıyorlar, ama bu erotik bir davranış mı, yoksa cinsellikten tamamıyla bağımsız bir selâmlama jesti mi?” De Waal ile ilgili olarak da şunu söylüyor: “Anlaştığımız noktalar var elbette, ama bazı hususlarda ayrı düşüyoruz, Frans’ın Kongo’ya gidip vahşi bonoboları izlemesi lâzım.”

Ortak atamız

Bonoboları sadece bir kez daha gördüm. Amerikalı araştırmacı Brigham Whitman’la ormandayken, birden çığlıklar duyduk. Whitman, fısıldayarak, alçak bir dala oturmuş yaşlı bir erkeğe, Dante’ye işaret etti. “Hep böyle oturur, taşakları sallanarak” dedi. “Çok yaşlı, belki otuz yaşında, sağ elinin işaret parmağının neredeyse tamamı eksik. Dudakları çatlak, yüzü de yıpranmış, ama gözleri capcanlı. Büyük beyaz göğüs uçları var. Ayak parmakları son derece şişman ve büyük, göbeğindeki kıllar ise daha kırmızı.” Dante gruptaki en yaşlı erkekti. “Yerini bulur ve kımıldamaz. Öylece oturur ve yemeğini yer.”

İnsanlar, şempanzeler ve bonobolar ortak bir atadan geliyorlar. O ata, bonobolara mı benziyordu? İnsan ve şempanze, ikisi ayrı ayrı, daha az bereketli topraklara düşünce mi bonobo davranış biçimini terk etmişlerdi? “Cevap modern bonoboda saklı” diyor Hohmann: “Bonobo davranışlarının incelenmesi, zamanla, erkekle kadın arasındaki ilişkinin özellikleri, saldırganlığın sebebi, erkeklerarası dayanışmanın bedeli ve faydaları gibi konuları aydınlatacak.”

“İnsanlarla diğer primatlar arasındaki fark nedir?” diye soruyor Hohmann. “Bu sorunun cevabını tam verebilmek için, bu primatların nasıl davrandığını bilmeniz gerekir. Gördüklerimizi bugün ölçmemiz gerekiyor. Bugünü geçmişin referansı olarak kullanabiliriz, başka da yolu yok. İşte bu yüzden acelemiz var, çünkü şüphe yok ki, yüz yıl sonra, doğada büyük maymun kalmayacak. Yüz sene sonra bu orman da olmayacak. Bu işi şimdi yapmamız gerekiyor. Bu orman son, en son mevzimiz.

Çeviren: Nâzım Dikbaş

Express, sayı 81, Şubat 2008

^