Santa Maradona’nın vedası, “Uluslararası Bourdieu Sözlüğü”, Prado Müzesi’nde Goya sergisi, Keith Jarrett’ın 2016 Budapeşte konseri, Tom Petty’nin “Geri Adım Atmam”ı… Buyurun haftalık küresel medya gezintisine…
Bu hafta küresel medya gezintisinde Amerikan, İngiliz ve Fransız gazetelerinde, birkaç aydır olduğu gibi iki konu yine ön plandaydı: Korona ve Trump.
Virüs her yerde tsunami gibi insanları, sağlık emekçilerini, hastaneleri, köy, kasaba ve kentleri yıkıp geçiyor. Çeyrek, yarı, hatta bazen tam kapanmalar bile beklenen olumlu etkiyi yeteri kadar yaratamıyor. Aşı haber kılıklı reklam ve propagandaya rağmen manevi bir umut olmanın ötesinde kendini kanıtlayamadı. Milyar dolarların söz konusu olduğu bu piyasada, öncelikle ve esas olarak parayı değil insan sağlığını düşünen bilim insanları ve doktorlar, aşının sağlayabileceği bağışıklık, bağışıklığın süresi gibi konularda henüz kesin bilgilerin ortaya çıkmadığını hatırlatıyor. Aşının eşit ve adil bir şekilde paylaştırılması, tedarik sorunu ve ihtiyacı olan insanlara dağıtılması da hâlâ tam olarak çözülememiş meseleler.
İkinci ortak konu (bela!) olan Trump haber ve değerlendirmelerinde bu hafta olumlu bir değişim yaşandı. Israr eden, direnen, koltuğuna yapışan Trump imajı flulaşırken, “Geri Dönen Amerika”nın yaşlı “yıldızı” Joe Biden sahneye daha güçlü olarak çıkıyor. Obama’nın ekibi Beyaz Saray’da rezervasyonlarını yaptırırken, Washington’daki gözlemcilerin ortak kaygısı “Trump gidiyor, ama Trumpizm kalıyor” şeklinde ifade ediliyor. Trump’a oy vermiş ve Biden’in seçimleri hileyle kazandığına inanan yaklaşık 70 milyon Amerikalı da cabası… Orta Batı’da ya da Florida’da mesela, Biden’ın komünist ya da Rusya ve Ukrayna’nın adamı olduğuna inanan yüzbinlerce seçmen var.
Santa Maradona
Bu haftanın ortak manşetlerinden bir de haliyle Maradona’nın ölümü oldu. Boynunda kocaman bir haç, bir bacağında Fidel Castro’nun, bir kolunda da Guevara’nın dövmesi olan asi Arjantinli, bir futbolcudan çok daha fazlasıydı. Siyasi, ideolojik ve toplumsal kimliği ortaya çıktı bütün yazılarda. Hayatını da anlattığı bir Boca Juniors şarkısının yanısıra bir TV programında Pele’nin gitarla ona bir şarkı söylemesi arşivin en şık köşesinden gülümsedi. Emir Kusturica’nın belgeselindeki efsane sahnede, Manu Chao sokakta “Ben Maradona olsaydım”ı söylüyor.
Maradona, Eski Kıta ile Yeni Kıta’nın kuzeyi arasındaki farkı da pat diye faş etti bu arada: New York Times, Washington Post ve Los Angeles Times gibi, sonuç olarak yerleşik düzenin ciddi gazetelerinde yayınlanan Maradona haber ve değerlendirmelerinde, ya başlıkta ya da spotlarda yoksa mutlaka yazının içinde, acar futbolcunun madde düşkünlüğüne vurgu yapıldı hep. Zaten öyle yüzlerce yazı da çıkmadı ABD basınında Maradona hakkında. Bir meraklı, kısa bir taramada, başta Latin Amerika olmak üzere 143 gazetenin birinci sayfa, kapak ya da manşetlerini derlemiş.
“Sosyoloji bir mücadele sporudur”
19 yıl önce aramızdan ayrılmıştı. Yaşasaydı bugün 90 yaşında olacaktı. Çağımızın herhalde en önemli, en değerli, en parlak, en velut toplumbilimcisi hakkında, 20 ülkeden 126 Bourdieu uzmanının kaleme aldığı bin sayfalık Uluslararası Bourdieu Sözlüğü sıradan bir kitap değil. Çünkü bir anma amacını taşımıyor. Bizzat kendisi ve eserleri bir araştırma programı olan Bourdieu’nün çalışmalarını açıklama, yorumlama, tartışma, hatta sürdürme faaliyeti.
Bourdieu 1995 grev dalgası sırasında sokağa çıkıp işçilerin yanında yer almış, gösterilere katılmıştı. Zaten “Sosyoloji Bir Mücadele Sporudur” adlı belgeselde de gösterildiği üzere, fikriyatı somuta, eyleme tercüme etmenin peşindeydi hep.
Felsefi açıdan bakıldığında, Bourdieu’nün özü, düşünce ile hayat arasındaki karmaşık ilişkileri anlama çalışması. Kendine has terminolojisi, yarattığı ya da yeni anlamlar kattığı kavramlar önemli: alan, habitus, illusio, nomos, dominati, tanınmak / kabul edilmek, kültürel sermaye, temsili şiddet, siyaset, akademi, devlet, bürokrasi, kültür-sanat…
Cezayir’den ABD’ye, dünyanın birçok yerinde toplumların özgünlüklerini çoğu zaman bizzat sahada inceleyip tahlil etmiş olan Bourdieu Marksizme sol cenahtan eleştirileriyle de dikkat çekiyor. Belki de en önemli niteliklerinden biri, fildişi kulesinden gözlem yapan, yazan bir sosyal bilimci olmaması ve kimin safında olduğunu beyan etmekten kaçınmaması. Örneğin, Fransa’daki 1995 grev dalgası sırasında sokağa çıkıp işçilerin yanında yer almış, gösterilere katılmıştı. Zaten Sosyoloji Bir Mücadele Sporudur adlı belgeselde de gösterildiği üzere, Bourdieu fikriyatı, akademik çalışmayı somuta, eyleme tercüme etmenin peşindeydi hep.
Taşralı bir genç, Fransa’nın en prestijli okulu Collège de France’da dersler vereceğine çiftçi ya da rugby oyuncusu olabilirdi. Bir merakı da boks. Chicago’da ders verirken, uzun teneffüslerde amatör boksörlerin salonuna gidip antrenmanları izlermiş. Küçükken hayali orkestra şefi olmakmış.
Akademik alandaki muhalifleri ya da beyhude muarızları, tesadüf olmasa gerek, ya sağcı ya da liberal. Temel eleştirileri de “entelektüel terörizm”. Tıpkı egemenlerin demokrasi yanlısı muhalifleri terörist olarak suçlamaları gibi.
Gramsci’nin “organik aydın”, Sartre’ın “angaje aydın”, Chomsky’nin “kamusal aydın”, Edward Said’in “kültürel aydın” gibi ürettikleri sıfatlara Bourdieu’nün de bir katkısı var: “kolektif aydın”. Libération’da bu konuda aydınlatıcı bir değerlendirme yayınlandı.
Televizyondan kadın sorununa, müzelerden ressamlara kadar toplumda canlı, anlamlı, temsil gücü yüksek ne varsa her şeye merak sarmış bir adam. Kitap, dergi, makale, konferans… Kayda geçmiş 340 çalışması olan Bourdieu bu Uluslararası Sözlük sayesinde daha iyi okunacak, daha iyi tanınacak.
Goya sergisinde 300 resim, ilüstrasyon, şema var. Sergiyi gezenler hayretler içinde kalıyor. Çünkü neredeyse 350 yıl önce, bugün gündemde olan konuları resmetmiş: Eril şiddet, popülizm, eşitsizlik, yönetici elitin ikiyüzlülüğü…
Sözlüğün editörü sosyolog Gisèle Sapiro çalışmanın özünü, metodolojisini anlatırken adeta bir önsöz sunuyor. Bourdieu’nün Distinction (Ayrım) adlı kitabının altbaşlığı “Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi.” 1979’da yayınlanan bu çalışma, aslında “beğenilerin ve yaşam tarzlarının sosyolojik bir tahlili.” Fransa’daki resmi istatistik enstitüsü INSEE’nin beş yıllık ayrıntılı bir dökümünden yola çıkan Bourdieu, yurttaşların sinema, konser, müze, sergi gibi kültürel/sanatsal mecralarla ilişkisini deşiyor. “Kim, kimler ne zaman hangi tür etkinliklere neden ve nasıl katılıyor” sorularına yanıtlar arıyor.
Beğeninin sınıfsal karakterini somut örneklerle kanıtlayan bu kitaba, 1998’de Uluslararası Sosyoloji Derneği “20. yüzyılın en önemli 10 sosyoloji kitabından biri” payesini vermişti.
Goya’nın güncelliği
Madrid’deki Prado Müzesi’nin müdürü Bourdieu’nün bu kitabını herhalde okumuştur. Prado’nun kuruluşunun 200. yıldönümünü kutlamak üzere fevkalade bir Goya sergisi tasarlamış.
Francisco Goya (1746-1828) boş yere İspanya’nın hatta Avrupa’nın en önemli ressamı değil. Son sergide kâğıda yapılmış 300 resim, ilüstrasyon, şema var. Sergiyi gezenler hayretler içinde kalıyor. Çünkü Goya, neredeyse 350 yıl önce, bugün gündemde olan konuları resmetmiş: Eril şiddet, popülizm, eşitsizlik, yönetici elitin ikiyüzlülüğü…
Sadece İrademin Gücü Kalacak Hayatta başlıklı serginin yanı sıra El Pais gazetesi de müzenin 200. yaş günü için güzel bir video klip hazırlamış. Artık her şey hareketli görüntü olduğu için, bu video klipte de müzenin en çok ziyaretçi çeken tablolarındaki kahramanlar hafiften de olsa hareketlendirilmiş.
Prado Müzesi’ni geçen yıl 12 Haziran günü gezmiştim. Bir gün önce Cimbom’un Santiago Bernabéu’da altı gol yemiş olmasının hüznüyle. Sanatın ihtişamı hezimeti pek teselli edemese de…
“Cazın gazisi”
Sanat ruhun gıdası ya, Amerikalı caz piyanisti Keith Jarrett’ın sağlık nedeniyle bundan böyle konser veremeyeceğini bildirdi New York Times. Ruhumuz aç kalacak demek ki… Son bir lokma olarak 2016 Budapeşte konserinin kaydı yayınlandı.
Bu albümün birçok özelliği var. Jarrett önceki yıllarda Budapeşte’de dört konser vermiş. “Her konserin ortamı, havası farklı oluyor. Çaldığım piyano, salonun akustiği, izleyicinin ruh hali, hatta konser kentinin kokusu…” Anneannesi Macar asıllı, ayrıca çaldığı konser salonuna adını veren Béla Bartók’u çok küçük yaşlardan beri sever ve çalarmış.
Budapeşte 2016 konserinin ilk bölümünde Bartók’un halk şarkılarından esinlenen parçalarına göndermeler var. “Çalarken kendimi bu kültüre yakın hissettim” diyor. İkinci bölüm ise neredeyse 1975 Köln konserini andırıyor. The Köln Concert “solo piyano konser kaydı” kategorisinde dünyada en çok satan albüm.
Keith Jarrett Mayıs 1981 Bregenz konseri kaydında yer alan ve sadece Spotify’da bulabildiğim “Untitled”ı (Başlıksız) İstanbul konserinden birkaç ay sonra çalmıştı. O parçanın Galata Mevlevihanesi’nde izlediği bir sema gösterisinden esinlenmiş olduğu söylenir.
Jarrett’ın salondaki izleyicilerden tavizsiz bir şekilde sükûnet ve disiplin talep ettiği bilinir. Fotoğraf çeken ya da öksüren izleyici olursa sahneyi terk edip çekip gitmişliği vardır. Tanık oldum. Biri, 1996’da İstanbul AKM’deki, diğeri 1986’daki Londra Royal Festival Hall’daki konseri.
İzleyiciye karşı şımarık sanılmasın. Aksine çok ciddi, çok saygılı. 2015 Carnegie Hall konserinden sonra itiraf ediyor bütün salona: “Siz olmasaydınız ben bu parçayı böyle çalamazdım!”
Jarrett’ın bir tutkusu da bütün konserleri en hassas, en gelişmiş kayıt sistemleriyle özel olarak kendisi için kaydetmesi, sonra bu kayıtları birkaç kez durup geri alarak dinlemesi. Nerede, nasıl çalmış? Bu emprovizasyon nasıl gelişmiş? İzleyici nerede, nasıl alkışlamış?
Jarrett’ın anneannesi Macar asıllı. Budapeşte 2016 konserinde Béla Bartók’un halk şarkılarından esinlenen parçalarına göndermeler var. “Çalarken kendimi bu kültüre yakın hissettim” diyor.
Piyanoyla ilişkisi de dikkat çekici. Aşk yapar gibi ya da sanki bir maymun, ayağa kalkıyor, oturuyor, eğiliyor, bükülüyor. Sürekli hareket halinde. Ayrıca albümlerde duymak mümkün: İnliyor, sıkı nefes alıyor, incecik bir hırlamayla tempo tutuyor, hatta bazen kendisinden geçip bağırıp çağırıyor. New York Times Magazine 1997’deki bir değerlendirmesinde Jarrett’a “cazın gazisi” unvanını vermiş.
Doktorlar bir yıl sonra Jarrett’da “kronik yorgunluk sendromu” teşhis etmiş. Acayip çalışkan ve mükemmeliyetçi bir sanatçı olarak tanınıyor.
Piyanoyla üç yaşındayken tanışmış. İlk konserini yedi yaşında vermiş. Her halükârda bir piyano dâhisi: “Piyanoyla büyüdüm. Konuşmayı öğrenmeye başladığımda piyanonun dilini de anlamaya başladım.”
Jarrett yüksek derecede doğaçlamacı: “Konserden önce ne çalacağımı hiç bilmem. Aklıma müzikal bir fikir gelse bile, ‘hayır, bunu çalma’ derim kendi kendime.”
1945 doğumlu. Son beş yıl içinde, birlikte çaldığı birçok müzisyen cennet konser salonuna gitti: Basçı Garry Peacock, davulcu Jon Christensen, saksofoncu Dewey Redman, basçı Charlie Haden ve bir başka davulcu Paul Motian…
Şimdilerde sağlığı kötü. 2018’in şubat ve mayıs aylarında iki kriz geçirdi. “Sol tarafım kısmen felç. Evde bastonla zar zor yürüyebiliyorum. Kendimi tek elli Bach sanmak istiyorum. Ama o da olmuyor.”
Jarrett’ı diğer caz müzisyenlerinden ayırt eden önemli bir özelliği klasik müzik kayıtları da yapmış olması: Bach, Goldberg, Shostakovich, Bartók, Part…
Hastane, bakım evi derken New Jersey’deki evine dönebiliyor. Ama “Piyanonun başına geçip eski bebop parçaları çalayım dedim. Çalamadım, unutmuşum.”
Dindar, Christian Science tarikatından. Bu tarikat ilaç almayı mubah saymıyor. Dolayısıyla, Keith’in tedavisi zor. “Sol elimle bir kahve fincanını ancak tutabiliyorum. ‘Piyanisti vurun!’ durumu yok. Çünkü ben zaten vurulmuşum.” Bilmeyen Müslüm Baba konuşuyor sanır.
Onu artık sahnede göremeyeceğimiz gibi stüdyoya girme ihtimali de çok zayıf. Yine de şimdiye kadar kaydettiği 100’den fazla albümün yansıra henüz albüm olarak yayınlanmamış onlarca konser ya da stüdyo kayıtlarının yayınlanmasını bekleyeceğiz.
Son konserini 2017’de Carnegie Hall’da vermişti. Konser başlarken, pek alışık olmadığımız bir şekilde, o zamanki siyasi durumun olumsuzluğu hakkında kısa bir konuşma yapmıştı. Çünkü Donald Trump Beyaz Saray’a yerleşmişti.
Batı yakasının Springsteen’i
Bayram değil seyran değil, Le Monde müteveffa Tom Petty’den neden bahseder diye merak ettim, tüm metni okudum. “Batı yakasının Bruce Springsteen’i” diye anılan Petty’nin bir şarkısı Joe Biden’ın seçim kampanyasının son metresinde çalınmış. 7 Kasım’da, Biden’ın dünya medyasının önünde seçim zaferini ilan ettiği basın toplantısının açılışı Petty şarkısı “I won’t back down” (Geri Adım Atmam) ile yapılmış.
Trump da aynı şarkıyı Temmuz’daki bir mitinginde kullanmıştı. Tom Petty’nin ailesi hemen bir protesto yayınladı: “Bu şarkının bir nefret kampanyasında, üstelik izinsiz olarak kullanılması hiç doğru ve uygun değildir!”
“Geri Adım Atmam” güzel şarkı tabii, ama Springsteen’in “No retreat no surrender”ı (Ricat yok, teslim olmak yok) kadar etkileyici değil bana kalırsa. Zaten bu şarkının bir dizesi bile o kadar çok şey anlatır ki: “Üç dakikalık bir şarkıdan yavrum, bütün okul hayatımızda öğrendiğimizden çok daha fazlasını öğrendik!”
Baktım, Pierre Bourdieu Madrid’de Prado Müzesi’nde Goya resimlerini izlerken kulaklığında Keith Jarrett parçaları dinliyor. Bir kısa film denemesi çekeyim dedim. Yoruldum tabii. Küresel Medya Gezintisi’ne şimdi biraz mola. İki hafta sonra, 20 Aralık’ta buluşmak üzere…