AYDIN ENGİN’İN ARDINDAN

Tora Pekin
27 Mart 2022
Çizim: Berrin Simavlıoğlu, 27 Temmuz 2019, Çağlayan
SATIRBAŞLARI

Gazeteci abimiz Aydın Engin’i kaybettik. Yaşamayı seven, yaşama dair ne biliyorsa da hepsini paylaşan bir bilgeydi. Heyecanları ise çocuklara özgüydü. Büyülü bir bileşim. Onsuz bir dünya aklımıza gelmemiş hiç, zor geldi.

Söylediği her şeye bir hoşluk, bir mizah katmanın ustasıydı, ama işler sertleştiğinde o da sertleşirdi. 15 Temmuz sonrası Cumhuriyet gazetesine yönelik yargı saldırısı sırasında 75 yaşında (bir kez daha) emniyete “alındı”. O gün polislerin arasında çekilmiş fotoğrafı, hiç kimseye eyvallahı olmayan Aydın Engin’i çok iyi anlatıyor. Her daim muzipliğinin ve hınzırlığının yanında müşfik, tatlı, insani bir şeyle karşılaştığında kolayca gözleri dolan adam zorbalığa, baskıya, faşizme karşı doğup büyüdüğü Ege’nin bir efesiydi. Şu sözler, nihayetinde 7,5 yıl hapis cezası aldığı davada yaptığı “savunma”nın son cümlesi:

“Sayın yargıçlar, böyle bir iddianameyle benim ve arkadaşlarımın sanık iskemlesine oturtulmuş olmamız bana hukuk adına utanç, ülkem adına acı veriyor. (Çağlayan, 24.7.2017)[1]

O utancı hiç üstlenmeyen savcının davadaki mütalaasını verdikten sonra söylediği son sözlerinde de (o dönemki) Cumhuriyet’in okurlarına ve çalışanlarına gurur vermeye devam ediyordu:

“Savcı Bey, sözüme kulak verin. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz, bizi satın alacak kişi ya da kurum daha anasının karnından doğmadı. Bizi satın almaya kalkacak kişi ya da kurumları da anasından doğduğuna pişman ederiz. Besbelli ki bunu bilmiyordunuz, ama bu duruşmada öğrendiniz. Sayın yargıçlar, sizlerden hiçbir kişisel talebim yok. Buna beraat de dahil. Sizlerden sadece bu esas hakkındaki mütalaaya itibar etmemenizi talep ediyorum. Evet, itibar etmeyin, ama sakın çöpe de atmayın. Çünkü bu iddianame ve mütalaa yıllar sonra hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak. Bilge bir hukuk profesörü öğrencilerine dönüp ‘çocuklar, ileride savcı olursanız sakın böyle iddianameler yazmayın, sakın yargıçların karşısına böyle mütalaalar ile çıkmayın, kendinizi gülünç duruma düşürmeyin’ diyecekler. (Silivri, 24.4.2018)

Cumhuriyetçiler hapisteyken yapılacak tek bir şey vardı, gemiyi yüzdürmek, yani tüm engellere rağmen gazeteyi çıkarmak. O borcu iliklerinde hissedenlerin başını çekti Aydın Abi.

Bilmeyenler çoğunlukta olduğu için birkaç cümlede esas kavganın mahkemede değil, gazete binası içinde sürdüğüne değinmekte yarar var. Mahkemedeki kavga basın tarihimiz için vakayı adiye; gazetecilerin adliyelere, hapishanelere sürüklendiği ne ilk ne de son dava. Ama 31 Ekim 2016’daki gözaltılardan sonra başlayan içerideki kavga bambaşkaydı. Arkadaşlarımız hapisteyken yeni bir yönetimin hayali kurulmuş, künye pazarlıkları başlamış meğer. Cumhuriyetçiler Vatan’daki emniyet müdürlüğünün zemin katında gözaltındayken, elinde gazete nüshalarıyla aleyhe tanıklığa koşan, cumhurbaşkanına ihbar mektubu gönderen bir eski yöneticinin hırsıyla körüklenen hayaller, onunla sürdürülen pazarlıklar…

Çizim: Murat Başol, 24 Nisan 2018

Bir veda yazısında şart mı bunları hatırlamak diye soranlar olabilir. Bunu, tam da Aydın Abi’nin vedasına dair bir şeyler yazarken hatırlamak bir borç. Aynı yükümlülüğü duyan Orhan Abi (Erinç) şöyle yazdı, her zaman “Efendi Abi” diye seslendiği Aydın Abi’nin ardından:

“Sonsuzluğa giderken yedi yıl altı aylık hapis cezasını doğal olarak götürmedi. Cumhuriyet gazetesindeki gammazların suratlarına çarparak gitti diye düşünüyorum.” (Orhan Erinç, Facebook, 25.3.2022)

Her şey bir yana, bir gazeteciydi Aydın Abi. Tanıklık babında değinmeden duramayacağım bir ayrıntı var: Aydın Abi’nin röportaj türüne duyduğu sonsuz sevgi. Benzersiz sohbetlerinde, röportajın teyp çözümü olmadığını, röportajın el attığı konunun “kokusunu” taşıması gerektiğini nefis anlatırdı.

Neden bir borç? Çünkü Cumhuriyetçiler hapisteyken yapılacak tek bir şey vardı, gemiyi yüzdürmek, yani tüm engellere rağmen gazeteyi çıkarmak. O borcu iliklerinde hissedenlerin başını çekti Aydın Abi. Sadece yazı işlerine, çalışanlara, hatta tutukluların ailelerine abilik yapmadı. İşin idare kısmına da daldı, gazetenin yayınlanması, maaşların ödenmesi için gereken parayı bulmak için kendini paraladı. O uğraşları nedeniyle kendisine çamur atmaya kalkan savcıya verdiği cevaptır yukarıda okuduğunuz alıntıların ikincisi. Maaşlarını ödemek için uğraştığı bazı çalışanların tam aksi faaliyetlerine ise hem üzüldü hem öfkelendi. O üzüntünün tanığı olduğum için bir borç bunları yazmak. Dilerim bir gün bir kitapta içeride ne olup bittiği de ayrıntılarıyla anlatılır.

Yeri gelmişken Aydın Abi’yi Anayasa değişiklikleri referandumunda attığı oydan ibaret sayanlardan da olmayın demek isterim. Sorun Aydın Abi’de değil, ödediği onca bedelin sözünü dahi etmeden son nefesine dek inandığı sol değerler için mücadele eden, asla geri basmayan ve hiçbir zaman sorumluluktan kaçmayan birini, bir görüş ayrılığından dolayı müebbete mahkûm edenlerde olabilir.

Hrant Dink Cinayeti Davası öncesinde basın bildirisini okurken (fotoğraf: Berge Arabian; kaynak: Agos gazetesi)

Sadece yazılarından tanıyanlar için bir yönünü daha belirtmek lâzım:

– Alo Aydın Abi, filanca için doktor lâzım, kime gidelim.

– Kapat, haber veri’cem.

– Aydın Abi, falancaya iş bakıyoruz, nasıl yapalım?

– Anladım. Haber bekle benden.

Kaç kez telefonu ya da kapısı çalınmıştır böyle, bilmiyorum. Bildiğim, hiçbirini geri çevirmediği, hepsi için uğraştığı ve “veri’cem” dediği haberi verdiğidir. Çok kişiye dokunmuştur böyle, kimini görmediği halde. Dostları için sözlüğünde “hayır” yoktu.

Aydın Engin, gazeteci olarak elli yılı aşkın yazı yazdı, haber ve röportaj yaptı, gazete mutfağının her yerinde çalıştı. Defalarca yargılandı, hapis yattı, yurtdışında sürgün yaşamak zorunda kaldı. Sayısız sağlık sorununa rağmen, gülüşünü de hiç eksiltmeden mesleğini sonuna dek sürdürdü.

Gazeteci

Ve her şey bir yana bir gazeteciydi Aydın Abi. Bu veda yazısı Aydın Abi’nin bu yönüyle bitecek. Ama buna ilişkin tanıklıkları yazmak meslektaşlarının işi olsa gerek, bu yazının meramı başka. Yine de tanıklık babında değinmeden duramayacağım bir ayrıntı var: Aydın Abi’nin röportaj türüne duyduğu sonsuz sevgi. Benzersiz sohbetlerinde, röportajın teyp çözümü olmadığını, röportajın el attığı konunun “kokusunu” taşıması gerektiğini nefis anlatırdı. Nitekim dayanamadı ve yazdığı önsözle birlikte Türkçenin en güzel röportaj yazılarını derledi. Edebiyatın Kapı Komşusu Röportaj: Homeros’un Rüyası (Siyah Kitap, 2018), Aydın Abi’nin kendi röportaj kitapları[2] yanında, edebiyatseverlerin kaçırmaması gereken bir kitaptır.

Vakıf yönetimi darbesi öncesinde Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Bülent Utku ile (fotoğraf: Ayşegül Oğuz)

Merama gelirsek… Aydın Engin, gazeteci olarak elli yılı aşkın yazı yazdı, haber ve röportaj yaptı, gazete mutfağının her yerinde çalıştı. Defalarca yargılandı, hapis yattı, yurtdışında sürgün yaşamak zorunda kaldı. Sayısız sağlık sorununa rağmen, gülüşünü de hiç eksiltmeden mesleğini sonuna dek sürdürdü. Cumhuriyet Gazetesi Davası’nda aldığı 7,5 yıllık saçma sapan hapis cezası ise halen Yargıtay Ceza Genel Kurulu önünde. Bu dava ve ceza nedeniyle 2016’dan beri yurtdışına çıkması yasaktı. Ne kadar adil, değil mi?

Fakat davanın başka bir sonucu daha oldu. Hak hukuk tanımayan İletişim Başkanlığı, pek çok başka gazeteciyle birlikte Aydın Abi’nin de sürekli basın kartının üstüne yattı. Kendisi için normalde hiçbir şey istemeyen Aydın Abi aradı: “Basın kartı dediğin, akredite olmak için, söyleşi koparmak için lâzım bana, dava açalım, vekalet ücreti rakıyla ödenecektir.”

Meslekte elli yılı devirdiği halde sanki yeni başlamış gibi tutkulu gazetecinin isteği buydu: İşini yaparken kendisine kolaylık sağlayacak plastik bir kart.

Aydın Abi 8 Mart’ta hastaneye yattı. Bundan birkaç gün önce geldi Ankara 18. İdare Mahkemesi’nin kararı: “Açıklanan nedenle idarenin [basın kartının verilmemesine ilişkin] işleminin iptaline…”

Güle güle Aydın Abi… Güzel uykular…


[1] Avukat arkadaşlarımız Zehra Çiğdem Özcan ve Göksun Gökçe Göndermez, hazırladıkları Hukuk Adına Utanç, Ülkem Adına Acı –Cumhuriyet Gazetesi Davası Savunması kitabını haber verdiklerinde, hiçbirimiz Aydın Abi’nin bu güzel sürprizi göremeyeceğini bilmiyorduk.

[2] “Ben Frankfurt’ta Şoförken (Kendimle Röportajlar), “Tango’dan Taliban’a –Gezi yazıları”, “Tırmık’a Tırmık: Yazıcılık mesleǧine adım atan gençler için kötü deneylerden ve önlenememiş yanlışlardan süzülmüş notlar”, “Kitabın Adı Budur –Tan Oral Kitabı”, “Heykel Oburu –Mehmet Aksoy Kitabı”, “Bir Koltukta Kaç Karpuz –Halit Kıvanç Kitabı”.

^