Hortum Süleyman’ların üzerinden yıllar geçti, ama trans kadınlara yönelik baskı ve şiddet devam ediyor. Son olarak, 3 Aralık akşamı Beyoğlu Bayram Sokak’ta üç apartman pandemi gerekçesiyle “mühürlendi”. Onlarca trans kadın yaşam alanlarından çıkartıldı. Salgın koşullarında, artan baskı ve güvencesizlik cenderesindeki trans kadınların yaşadıklarını Bayram Sokak sakinlerinden Beyrut Avşar’dan dinliyoruz.
3 Aralık’ta koronavirüs salgını önlemleri gerekçesiyle Bayram Sokak’ta yaşadığınız evler kapatıldı. Bunun öncesinde bir bildirim olmuş muydu?
Beyrut Avşar: İlk baskın 11 Kasım’da oldu. Uyumak üzereydik. O sırada sivil polisler geldi. Salgında evlerin açık olmasının uygun olmadığını, ifadelerimizi alacaklarını söylediler. Kapıda bir-iki sivil silah çıkarttı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Bir anda ‘90’lara geri döndük… ‘90’larda Ülker, Daracık ve Bayram Sokak’ta yapılanları çok dinledik. O sırada ben “acaba yine öyle mi olacak” dedim. Bayram Sokak’taki üç apartmandan 18 kişiyi aldılar. Bizi toplayıp karakola götürdüler. Salgını önlemek için evleri kapatıyoruz diyorlar, ama bizi 18 kişi bir odaya tıktılar. Hiçbir şey söylemediler. Kapıyı üzerimize kilitleyip gittiler. İki saat o odada kaldık.
O sırada ruh haliniz nasıldı?
O kadar süre çalışmışsın, o yorgunluğun üzerine odaya hapsedildik. Sigara içmek isteyenler, sigaradan rahatsız olanlar var… Cümbüş oldu. Polislerin ne yapacağını bilmiyorsun. Bir şey söylenmiyor. Bir bardak su istedik, vermediler. İki saat kadar o odada bekledik. ‘90’larla kıyasladığınızda polisin tavrına “iyi” diyebilirsiniz. Ama, iyi bir şey mi bu? Avukat gelince bizi birden odalara ayırdılar. Avukatı görünce salgın kurallarına uymaya çalıştılar sanırım. Belki de bize zorla bir şey imzalatacaklardı. Aramızdan birini belki başka türlü ifade vermeye zorlayacaklardı. O zaman aramızda bir güvensizlik başlayabilirdi. Belki de birimizin üzerine bir şey kalacaktı. Kaşlarını çatmış aşağılar bir şekilde bize bakan polisin ifadesi avukatı görünce değişti. “Nasılsınız” demeye başladılar.
Ortada kanunen bir suç yok. Salgın sürecinde “önlem” deyip bizi sokağa attılar. Kanun kimi koruyor ki? Hukuk diye bir alan yok artık. Kadı gibi hareket ediyorlar.
İlk baskından sonra ne yapmayı düşündünüz?
Bir yandan kendimizi salgından korumamız gerekiyor. Ama öte yandan, çalışmak zorundayız. Devlet “burada çalışamazsın” diyor. Bize ne yapacağımızı da söylemiyor. Çarka çıkınca da 3bin 200 lira ceza kesiliyor.
Peki 3 Aralık’taki baskın nasıl oldu?
Salı günü gündüz vakti 18 gibi binaya girdiler. Ellerinde bir şeylerle kapılara vurmaya başladılar. Mecburen kapıları açmak zorunda kaldık. Bağrışlar, çığlıklar… “Bizi öldürecekler, gerçek yüzlerini şimdi gösteriyorlar” diye düşündük. Tekrar karakola götürdüler. O gün binalarda çok kişi yoktu. Sadece uyumak için orayı kullanan trans kadınlar vardı. Ne yapacağımızı bilemedik. ‘90’ları gören trans kadınların anlattığı sahneler bir anda gözümün önüne geldi: çırılçıplak soyulup dövülen, kapıları kırılarak evlerine girilen, yakalanmamak için kendini dördüncü kattan atan, saçları kesilen kadınlar… “Hangi sopayı seçeceğim” diye düşündüm.
Ne demek bu?
Hortum Süleyman’ın yaptıklarını hep anlatırlar bize. Hortum Süleyman çeşit çeşit sopadan birini seçtirirmiş. Seçtiğin sopayla seni dövermiş.
Karakolda size fiziksel bir müdahalede bulunuldu mu?
Yok, olmadı. Polisle birlikte Bayram Sokak’a geri döndük. Avukatın ısrarı üzerine bize bir saat süre verdiler. Kişisel eşyalarımız alıp binalardan çıktık.
Binalar mühürlü mü şu anda? İçeri girebiliyor musunuz?
Sanırım salgın yasaklarından dolayı bir evi mühürleyemiyorlar. Binaları kapatmak için resmi bir mühür yok şu anda. “Bazı şikâyetler” varmış. Bu şikâyetler yüzünden her apartmandan birer daireyi mühürlediler. Bizi yıldırmak için böyle bir şey yapmış olabilirler. Yeni gelen amirin bir gözdağı olabilir. Yukarıdan gelen bir talimat varsa “bak biz hallediyoruz” gibisinden bir şey olabilir. Ortada kanunen bir suç yok. Ama bunu evirip çevirip suç haline getirebiliyorlar. Zaten artık kanun nedir anlayabilmiş değilim. Salgın sürecinde “önlem” deyip bizi sokağa attılar. Kanun kimi koruyor ki? Hukuk diye bir alan yok artık. Kadı gibi hareket ediyorlar. Resmi olarak mühürlenmeyen bir binayı, sokağa polis dikerek kapattılar. Yaşadığımız alana bizi sokmuyorlar. Aksine bu işi suç gibi gösteriyorlar. Bayram Sokak’taki evlerden başka gidecek yeri olmayanlar var. Bayram Sokak bizim yaşam alanımız. Üç ay mühürlü olacakmış. Hiçbir şekilde yaşam alanımıza giremeyeceğiz. Kendimizi virüse karşı koruyamayacak bir iş yapıyoruz. Tamam, toplum sağlığına zarar vermemek için evde oturayım. Ama paramız yok. Ev kiramı nasıl ödeyeceğim? Karnımı nasıl doyuracağım? Devlet benim ne olacağımı düşünmüyor.
‘90’ları gören trans kadınların anlattığı sahneler bir anda gözümün önüne geldi: çırılçıplak soyulup dövülen, kapıları kırılarak evlerine girilen, yakalanmamak için kendini dördüncü kattan atan, saçları kesilen kadınlar…
Salgın dokuz aydır sürüyor. Daha önce size evleri boşaltmanız için bir uyarı yapılmış mıydı?
15 Mart’ta salgın başlayınca, resmi genelevlerin kapatıldığı haberi geldi. Biz de başımıza böyle bir şey geldiğinde “ne yapabiliriz, kendimizi nasıl koruyabiliriz” diye düşünmeye başladık. O aralar, sivil polislerin her zamankinden farklı davrandığını görmeye başladık. Fotoğraflar çekiyorlardı. Sorular soruyorlardı. Bekçiler keyfi olarak geleni gideni dövmeye başlamıştı. Müşteri olmayan insanları bile sokağa girince tehdit ediyorlardı. Evlerimizin camlarını açtırmamaya başladılar. Bekçilerin insanları köşelere sıkıştırıp paralarını aldığını görüyorduk. Bekçiler geldiğinde sokağı mafya basmış gibi oluyor. Bellerindeki silaha güvenerek hareket ediyorlar. Kimliklerini bir tehdit gibi kullanıyorlar. Senin elinden zorla telefonunu bile alabilirler. Bunlar Hortum Süleyman’ın torunları. Darp edilen arkadaşlarımız da oldu. Sokakta bir şeyler olacağını böyle anlamaya başladık.
Evsiz kalan trans kadınlar ne yapıyor? Böyle zor zamanlarda aranızda bir dayanışma oluyor mu?
Bu süreç güzel bir şeyi ortaya çıkardı. Şehir dışında yaşayan birçok trans kadın evsiz kalan translara evlerini açmak istedi. Bazı arkadaşlarımız bu evlere gitti. Ailelerinin yanına dönenler oldu. Çalışmak için başka yerlere gitmek isteyen insanlar da var. Kendi aramızda da evsiz kalanlara yardım ediyoruz.
Siz de Bayram Sokak’ta mı yaşıyordunuz?
Ben üç aydır Bayram Sokak’ta yaşamamaya başladım. “Bir yer edinmem gerekiyor” diye düşündüm. Bayram Sokak’a biraz daha uzak bir yerde çalışabileceğim bir ev aradım. Evi bulunca da Bayram Sokak’ta yaşamamaya başladım. Orada biz patronlara çalışırız. Yarıcı denen bir sistem var. Patronlar sürekli sermayeyi ellerinde bulundurmak istiyor. Öyle bir psikolojiye sokuyorlar ki seni, “bu alanı terk edince hiçbir işe yaramazsın” diye düşünmeye başlıyorsun. Var olabileceğin tek alanın Bayram Sokak olduğunu düşünmeye başlıyorsun. Böyle olunca insanın oradan çıkması zorlaşıyor.
Başka yerde bir eve çıkmanın sorunları yok mu?
Var, olmaz mı? Bütün bir iş alanını değiştiriyorsun. Zaten yaptığımız iş zor ve tehlikeli. Daha önce başımıza gelen yüzlerce olay var. Komşudur, çevredir… Her şey sorun. Bu sorunları göze alamayıp “burada hiç değilse beni koruyacak birileri var” deyip Bayram Sokak’ta kalmaya devam ediyorsun. Bayram Sokak’ta muazzam bir tecrübe ediniyorsun. İnsanları tanıyorsun. Bu da Bayram Sokak’a seni çekiyor. Aynı alanda birçok arkadaşınla birlikte çalışmak da iyi hissettiriyor.
Salgın gerekçesiyle getirilen yasakların “çark” mekânlarına bir etkisi oldu mu?
Eskiden Tarlabaşı çok kullanılırdı. Şimdilerde daha çok ara sokaklara itilmek zorunda kaldık.
Bayram Sokak üç ay mühürlü olacakmış. Kendimizi virüse karşı koruyamayacak bir iş yapıyoruz. Tamam, toplum sağlığına zarar vermemek için evde oturayım. Ama paramız yok. Ev kiramı nasıl ödeyeceğim? Karnımı nasıl doyuracağım?
Ara sokaklar daha mı tehlikeli?
Tabii, çok daha tehlikeli artık. Ana caddede birilerinin saldırma olasılığı daha düşüktür. Ara sokaklarda doğrudan şiddete uğrayabilirsin. Bir sürü çete var. Bir transla muhabbeti olup daha sonra kabadayılığa başlayan tiplerin çeteleri var. Veya transların çeteleri olabiliyor. Bu çeteler “bu sokakta çalışmak için şu kadar para vereceksin” diyor. Bunlar zamanla çoğalacak. Belindeki silaha güvenen tipler “bana şu kadar para verirsen çalışabilirsin” demeye başlayacak. Yeni çeteler ortaya çıkmaya başladı. Artık hem eski hem de yeni çetelere para vermeye başlıyorsun.
Sizi Bayram Sokak’tan çıkartmalarının söylenenin dışında başka bir nedeni var mı sizce?
O sokak aslında bir rant alanı. Büyükbaşlar açısından o sokaklar çok değerli. Kentsel dönüşüm sürüyor. Demirören AVM’nin ve Tarlabaşı 360 projesinin bir etkisi olabilir. İki sene önce birtakım kişiler ellerinde kâğıtlarla gelip gecenin bir körü bizi sorguya çekiyorlardı. Sivil polis olduğunu bildiğimiz kişilerin yanında gelirlerdi. “Burada niye varsınız?” “Müslüman bir ülkede bunun suç olduğunu bilmiyor musunuz?” diye sorular soruyorlardı. Toplumun en alt kesimini oradan sürmek istiyorlar. Bu olur mu? ‘40’lı yıllarda Bekar Sokak’tan Ömer Hayyam’a kadar resmi evler varmış. Zamanla küçüle küçüle Bayram Sokak’ta üç bina kalmışız. Biz son direnenleriz.
Peki martta salgın başladığında ne düşündünüz, neler hissettiniz?
Bu öyle bir dehşet korku ki… Bir hafta rüyalarımda koronavirüsün bir anda kulağımdan girdiğini gördüm. Diğer arkadaşlarım da benzer şeyleri yaşıyordu. Bazılarımız çalışmaya ara verdi. Gelen müşterinin kaşına gözüne bakıyorsun, ama ne bileceksin ki. Müşterilerle maskesiz temasta bulunmadık. Bilim insanları o zamanlar “virüs yüzeylerde belli bir süre kalıp bulaşabilir” diyordu. Alınan hiçbir önlemin bizi korumadığını görüyorduk. “Öleceksem öleyim” diye düşünmeye başlıyorsun.
Önlem alabiliyor muydunuz?
Başlarda çoğumuz ciddiyetin farkında değildik. Daha sonra korunmam gerektiğini, ama asla korunamayacağımı anladım. Müşteri içeri girdiğinde dezenfektan veriyorduk. Maskesini çıkarmasına izin vermiyorduk. Ama yalnız başına kaldığın zaman “şu kadar para vereceğim, maskeyi çıkarayım” diye talep eden çok oldu.
Test yaptırmak, takviye ilaç almak gibi şeyler yapıyor muydunuz?
Arkadaşlarımı kan testi yaptırmaya ikna etmiştim. Bir çoğumuz test yaptırdık. Bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak için yediğimize içtiğimize dikkat ediyorduk. Tarçın, karanfil… Bir şey daha vardı… Adını unuttum. Hah, zencefil… (gülüyor) Bunları kaynatıp çay gibi içiyorum.
Bayram Sokak’taki binalara normalde kaç kişi girip çıkar?
Bayram Sokak çok yoğundur. Çalışan sayısı da fazladır. Devletin resmi olarak tanımladığı vizite fiyatı çok cüzi. Biz o fiyata göre çalışırız. Bu yüzden yoğun bir sirkülasyon oluyor. Normalde o binalara 500’e yakın kişi girip çıkar. Salgından sonra işler yüzde 80 azaldı. Yasaklardan sonra zaten günü kurtarmak için çalışıyorduk.
Koronavirüse yakalananlar oldu mu?
Bayram Sokak’ta başka iş yapan, 60 yaşlarında şeker hastası bir trans arkadaşımız vardı. Bir gün şeker komasına girdi. Hastaneye kaldırdılar. Koronaya hastanede yakalandı. Bir süre sonra kaybettik. Öyle, öldü gitti…
Bekçiler geldiğinde sokağı mafya basmış gibi oluyor. Bellerindeki silaha güvenerek hareket ediyorlar. Kimliklerini bir tehdit gibi kullanıyorlar. Senin elinden zorla telefonunu bile alabilirler. Bunlar Hortum Süleyman’ın torunları.
Kamu sağlığı gerekçe gösterilerek evleriniz kapatıldı. Size bu süreçte test yapıldı mı? Bir sağlık kontrolünden geçirildiniz mi?
Biz kamunun neresindeyiz? Kamu sağlığını gerekçe göstererek evi kapatabiliyor, ama “siz nasılsınız?” diye soran yok. Vergi veriyoruz, ama o vergilerden biz hiçbir şekilde yararlanamıyoruz. Bugünlerde, “aşı ne zaman gelecek, nasıl erişebilirim” diye düşünüyorum. Eminim, bize aşı vermeyecekler. Benim aşıyı illegal olarak elde etmem gerekecek. O zaman “ne kadar ucubeymişim” diyorsun. Toplum için yapabileceğin herhangi iyi bir şeyi yapmaktan tamamen mahrum kalıyorsun. Ben 18 Mart Üniversitesi biyoloji bölümünden mezun oldum. Laboratuvarlarda çalışabilirim, ama ne devlet ne de özel sektörde buna izin var. Her şekilde kayıt dışıyım. Eğitim hakkından sağlık hakkına kadar her şey göz ardı ediliyor. LGBTİ+ politikalarının savunduğu gibi, bu işin devlet tarafından tanınması gerekiyor.
Salgın sırasında ekonomik krizden, kapanmanın getirdiği yalnızlaşmadan kaynaklı intiharların arttığını duyuyoruz, okuyoruz. Çevrenizde böyle bir durum gözlemliyor musunuz?
Bizim çalışmamız zaten intihar. “Çalışıyorsam intihar ediyorumdur” diyen bir sürü arkadaşım var.
Sokağa çeşitli nedenlerle baskıların arttığı ve azaldığı dönemler oluyor mu?
Salgının başından beri hedef alınan alanlara baktığımda, hep belli bir kültüre sahip insanların var olduğu alanlara saldırıldığını görüyorum. Biz de istenmeyenlerdeniz. Ama Bayram Sokak’ta baskı hep hissedilir. Ne zaman Beyoğlu’na yeni bir emniyet amiri gelse kendini göstermek için bize şiddet uygular. Şimdi yaşadıklarımız da yeni amirin işleri. Bizim kendimizi rahat hissettiğimiz bir dönem yoktur. Ama toptan sokaktaki transların karakola götürülmesi sanırım beş-altı yıldır olmamıştı.
Kendi aranızdaki ilişkiyi esas olarak belirleyen rekabet mi dayanışma mı?
Diğer insanlarda olduğu gibi rekabet duygusu bizde de var. Bizde belki daha da sert geçiyor o mücadele. (gülüyor) Salgından sonra, komün bir şekilde çalışma olayı gündeme geldi. İnsanlar artık Bayram Sokak’a bağlı olmadan “birlikte mi çalışsak” diye düşünebiliyor. Bu bence iyi bir şey. Komün çalışmak patronlardan kurtulmak demek. Böyle bir ışık var. Ama bazılarımız güvenlik endişelerinden dolayı eski düzenin devamını istiyor. Eski düzen iyi bir şey miydi? Eskiden sürekli patrona çalışıyorduk. Şimdi biraz daha bireyselleşti. Bu sefer de çetelere karşı kendimizi savunmamız gerekecek.
Bir özsavunma yönteminiz var mı?
Pek yok. Bir dönem Kıvılcım Arat’la özsavunma atölyeleri yapıyorduk. Eskiden özsavunma kelimesine mesafeli yaklaşılırdı. Ama şu an bizim için mecburi artık.
Beyoğlu’nun dönüşümü müşteri kitlenizi etkiledi mi?
Erkek hangi milliyete bağlı olursa olsun erkektir. Sonuçta senin için bir bedel ödüyor. O durumdaki erkeklerin hepsi aynıdır. Nasıl bir değişim olabilir ki? Birkaç dil öğrenmeye başladım. Temas ettiğin insanlar kendi dilinde bir şeyler duyduklarında hoşlarına gidiyor. Bir taraftan dil öğrenmek güzel bir şey. Arapça ve Farsça bazı cümleler kurabiliyorum. Önce para birimlerini öğreniyorsun. Sonra “ne kadar?”ın nasıl söylendiğini. Ufak tefek muhabbet etmek için bazı kelimeler öğrendim. Sonra küfür etmeyi öğreniyorsun. Bu mutlaka gerekli… (gülüyor)
Beyoğlu’nun dönüşümü sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Ben Anahit’in kapanmasına çok üzüldüm. Eskiden birçok mekânda sosyalleşebiliyorduk. Çıkıp arkadaşımla bir-iki bira içebiliyordum. Bu mekânların sayısı azaldı. Mis Sokak’ta ve Nevizade’de az da olsa LGBTİ+ dostu mekânlar var. Beş yıl öncesine kadar, Bayram Sokak’a gelen bir mülteci kitle vardı. Şimdi yok. Bu genç kitle bizimle Türkiye’deki diğer erkeklerden daha iyi iletişim kurardı. Bizden utanmazdı. Kendinden de utanmazdı. Çünkü onlar da toplum tarafından dışlanmışlardı.
Vergi veriyoruz, ama o vergilerden biz hiçbir şekilde yararlanamıyoruz. Bugünlerde, “aşıya nasıl erişebileceğim” diye düşünüyorum. Eminim, bize aşı vermeyecekler. Benim aşıyı illegal olarak elde etmem gerekecek. O zaman “ne kadar ucubeymişim” diyorsun.
Siz ne zaman başladınız çalışmaya?
Beş yıl oluyor. İlk başta Harbiye’de çarka çıkarak başladım. İlk üç ayım hep şiddetle geçti. Hem çetelerle hem de müşterilerle mücadele ediyordum. Ayrıca kendimle çelişmenin verdiği bir psikolojik zorluk da vardı. Ama istediğim bedene kavuşabilmek için katlanmak zorundaydım. Bu düzenin pisliği her yerine bulaşıyor. Örgütlüyken bu düzenin pisliğinden arındığımı hissediyordum. Ama onlardan da ayrılınca durum değişti.
Örgütlü yapıdan cinsel kimliğiniz nedeniyle mi ayrıldınız?
TKP’de örgütlüydüm ben. Gezi süreciydi. O atmosferde, bir şeylerin değişebileceğini düşünüp kimliğimi onlara açıkladım. Afalladılar. Sonra beni uzaklaştırmaya çalıştılar. Eyvah dedim, benim yeni dünyada da yerim yokmuş. Her şeyin bittiği bir noktaya geliyorsun. Her şeyden soğumuştum. Örgütlüğü yaşayan bir insan örgütsüz kalınca çok zorlanıyor. Geleceğe dair hiçbir umudun kalmıyor. Beş dakika önce “yoldaşım” dediğin insanlar yanından geçerken iğrenmeye başlıyor. LGBTİ+’larla güneş battıktan sonra Beyoğlu’nda eğlenilir, ama Adalar’da beraber denize girilmez diye düşünülür. Öyle bir şey işte…
“Alevinin yemeği yenmez” diye korkunç ayrımcı bir söz vardır, onun gibi…
Evet, evet. Ben Alevi bir aileden geliyorum. Dersimliyim. Doğduğumdan beri bana ne yapmamam gerektiği söyleniyor. Toplumun bana bu şekilde davranmasını benimsedim.
Peki bağlı olduğun parti seni dışlayınca onlarla konuştun mu, tartıştınız mı?
O yaşlarda fevriydim. Hayal kırıklığına uğramıştım, uzaklaşmayı seçtim.
İş bulabildin mi?
Benim durumum belli. Trans bir kadın olarak nasıl iş bulayım? İş bulsam bile alacağım ücretle dönüşüm sürecimi nasıl karşılayacağım?
Bayram Sokak’a geçiş nasıl oldu?
Yedi ay çark yapmak bana çok uzun geldi. Harbiye’de çark yapıyordum, ama evim Ataşehir’deydi. Çok yorucuydu. Bir süre internetten çalışmayı denedim. O bana hiç uymadı. İnternetteki müşterileri istemedim. Başka çözüm yoktu. Mesele ortada. Devletin bu işi yapanların güvenliğini ve sağlığını garanti etmesi gerekiyor. Bu kadar basit. İçinde yaşadığım toplum düzelecekse, ikili cinsiyet anlayışının yok edilmesi gerekiyor. Böyle kolaylaşır bazı şeyler. Çözüm daha iyi bir kapitalizm değil.