20 Şubat’ta, ilki 6,4, ikincisi 5,8 büyüklüğündeki, Defne ve Samandağ ilçelerini vuran depremler sırasında neredeydiniz, neler yaşandınız?
Nesrin Burç Deli: 6 Şubat’tan beri geceler bitmek bilmiyor, 20 Şubat gecesi de öyleydi. Ne sallantılar bitti ne de gece. Antakya’nın Odabaşı Köyü’nde annem ve ağabeyimin yanındaydım. Günlerce yedi aile bir barakada yaşadılar, güç bela bulduğum çadıra geçmişlerdi ve o gün de ihtiyaçlarını getirmiştim. Annemlerin yanına geldikten on dakika sonra, saat 8’i biraz geçe ilk deprem oldu, kısa bir süre sonra ikincisi…
Çadırın dışındaydım, gökyüzünde kızıl bir parlama, sonra bir karanlık, ardından bir parlama daha. Trafo patladı. Çöp kutusuna tutunmuştum, onunla birlikte savruldum. Bunlar artçı filan değildi, ilk geceki gibiydi.
Zaten hepimiz neredeyse çıldırma noktasındayız, panik halinde arabayı hasarlı evlerden uzaklaştırdık hemen. Karanlık, kaçacak bir yer yok, şiddetli bir şekilde tekrar ve tekrar sallanıyorsunuz. 23 Şubat’ta 5 küsurluk bir sarsıntı daha oldu, 5’in altındakileri saymıyoruz artık, sayamıyoruz. 20 Şubat gecesi en az yirmi-otuz kez sallandık…
Hayatta kalan akrabalarla 6 Şubat sonrası bir ümit haberleşiriz diye bir Whatsapp grubu kurmuştuk. Depremin ertesinde bir kuzenim yazdı, evi yıkılmış, bir diğeri “eve girip ihtiyacımızı görüyorduk, şimdi evimiz yerle bir” diye yazdı. Komşusunun da evi yıkılmış gözlerinin önünde. Kooperatif ortağım arıyor, “eve girip çıkıyoruz” diyor. Duvarı patlamış eve az hasarlı raporu verilmiş. “Yapma, etme” diye yalvardım. “Eve girmezsek sokaktayız, soğukta donarak öleceğimize, evde sıcak sıcak huzur içinde beraberce ölürüz” dedi. Ankara’da rahat yataklarında uyuyanlar bunun ne demek olduğunu anlamaz… Neyle sınanıyoruz?
Neyle sınanıyoruz?
Çaresizlikle ve kötülükle… Günler sonra geldiğiniz kentin evlerine alelacele nasıl hasarsız, az hasarlı raporu veriyorsunuz! İşte şimdi o evler yıkıldı. Evlere böyle raporlar verirseniz, doğru dürüst çadır ihtiyacını karşılamazsanız, yeterli sayıda tuvalet yapmazsanız veya banyo ihtiyacını karşılamazsanız, evlerin güvenliğini sağlayamazsanız, ne yapsın insanlar? Evlerine giriyorlar veya evlerinin yanında yöresinde olmak istiyorlar. Sonuç: Enkaz altında kalanlar olmuş, açıklamaya göre altı canı kaybetmişiz, 500’den fazla kişi yaralanmış. Çaresizlik derin acılara dönüşüyor, bitmiyor. Deprem bitmiyor, depremin süren etkileri de…
Apar topar kapıya koştuk. Yaşam üçgeni, çök-kapan filan, o an bunlar aklına gelmiyor insanın, bir an önce çıkmak istiyorsun. Kapının eşiğinde o kadar şiddetli sallanmaya başladık ki, hem birbirimize hem de duvarlara çarpıyoruz, tutunmak mümkün değil. Oradan nasıl çıktığımızı hatırlamıyorum.
Depremin etkileri nasıl sürüyor?
İlk depremden sonra enkazdan çıkan eşimin yeğenleri günlerce kümeste barındı. Üç aile kümeste kalarak soğuktan korunmaya çalıştı daha doğrusu. Sonunda onları İstanbul’a, kızım Yonca’nın yanına gönderdik. Anne ve babaları kümeste kalmaya devam ediyor. Babanın ayağı kırık. İki aile, yedi çocuk kızımın İstanbul’daki iki göz evine sığındı.
Geçen gece aradılar, tüm çocuklar rota virüsü kapmış. Meryem beş-altı yaşında, hastaneye kaldırıldı. Komadaydı. Komadan çıktı, tetkikler sırasında beyninde ödeme rastlanmış, bu onu komaya sokmuş olabilir. Bu ödem de deprem sırasında oluşmuş.
Dün de benim torunum hastaneye kaldırıldı, rota kapmış o da. Gece geçmek bilmedi, gözümü kırpmadım. Etrafımda herkes böyle… Kemiklerim ağrıyor, tenime dokunamıyorum sızıdan. İçim, aklım bomboş. Aşırı ses, aniden düşen bir şey o kadar etkiliyor ki. Tüm sesler, görüntüler hep 6 Şubat gecesine götürüyor, çıkamıyorsunuz oradan.
6 Şubat depremlerinde neredeydiniz, o günü nasıl yaşadınız?
Son dertsiz günüm 5 Şubat Pazar’dı. Altınözü’ne gitmiştim, kar görmeye. Hafta içi hem işyerim hem kooperatif bir dakika boş kalmıyor. Depremin beşinci günüydü sanırım, sosyal medyada gördüm, Altınözü Tepehan köyünde deprem sonrası resmen 200 metre genişliğinde bir çukur oluşmuş.
Pazar günü o kadar yorulmuşum ki, televizyonun karşısında uyuyakaldım. Sabah saat 4 gibi, iki sultan papağanım var, onların çığlıklarıyla uyandım. Hemen lambaya baktım, gidip geliyor. Eşime, Sami’ye seslendim, o da uyanmıştı zaten. Apar topar kapıya koştuk, sarsıntıya dış kapıya giderken yakalandık. Yaşam üçgeni, çök-kapan filan, o an bunlar aklına gelmiyor insanın, bir an önce çıkmak istiyorsun. Durur gibi oldu sarsıntı, montumu ve telefonumu aldım, kuşları güvenli bir şekilde indirdik. Yaklaşık 15-20 saniye sonra, kapının eşiğinde o kadar şiddetli sallanmaya başladık ki, hem birbirimize hem de duvarlara çarpıyoruz, tutunmak mümkün değil.
Oradan nasıl çıktığımızı hatırlamıyorum. Defalarca düşündüm, ne yaptık, ne oldu, dışarı nasıl çıktık, bunu nasıl yaptık? Hiçbirini hatırlamıyorum. İlk hatırladığım şey arabanın içinde oturduğumuz. Komşularımızdan sığdırabildiklerimizi de araca aldık. Apartman indi inmedi, kim geldi, kim gitti, ne oldu, hiçbirini hatırlamıyorum.
112’yi arıyoruz, telefon çekiyor, çekmiyor. Ara ki kimseyi bulasın. Ambulans yok, asker yok, polis yok, AFAD yok, hiçbir şey yok. Yok! Yok! Yok!
Sezon boyunca yağmayan yağmur başladı. Göz gözü görmeyecek kadar şiddetli, kapkara bir yağmur ve birbirini takip eden artçılar. Dedim ki, cehennemin dibindeyiz artık. Herkes çorapsız, ceketsiz, perişan. Ben Akdeniz mahallesinde oturuyorum, bir ara sokağa çektik, sabaha kadar arabanın içinde bekledik.
Telefonlar çalışmıyor, arabada radyo yok. Dünyadan haberimiz yok. Korku içinde sabahı ettik. Sabah bir ara telefon çaldı, Sami’nin bir müşterisi aradı. “Benim dükkânım yıkıldı” dedi. Biz de etrafa bakıyoruz, yıkıntı filan yok. Aradan bir süre geçti, arabadan indim, yürümeye başladım. Marketlere saldırıyor insanlar. “Savaş mı çıktı, ne oldu” diyor insan. İkimiz de “işyerlerimize baksak mı” diyoruz, sonra vazgeçiyoruz.
Ailelerimize ulaşamıyoruz. Dünyadan haberimiz yok. Sonra öğrendik ki, depremi takip eden saatlerde sosyal medyaya kısıtlama gelmiş. Bir kenti nasıl iletişimsiz bırakırsınız, nasıl? Allahtan Altınözü’ne giderken arabaya benzin almışım, zaman zaman da olsa ısıtabiliyoruz aracı…
Deprem sonrasında iki gün boyunca yağmur yağdı, ara sıra da dolu. İki karanlık geceyi araçta geçirdik. Ailem, İstanbul’daki kızım, herkes deliye dönmüş, kimse kimseye ulaşamıyor. Öldüğümü düşünüyorlar. Felâketin boyutlarından haberdar değiliz. Tekrar dışarı çıktığımda bir tanıdığa rastladım, “Sami’ye söyle, dayısının evi yıkılmış, kuzenleri enkaz altında” dedi.
Benim de 12 yıl oturduğum Defne Gültepe mahallesine, Sami’nin kuzenlerine gidiyoruz. Gördüklerimi tarif edecek bir kelime bilmiyorum. Önce evi bulamadık, birilerine sorduk, Sami de şokta. Sanki mahallenin üzerinden dev bir dozer geçmiş, her yer yıkık. Enkazın başında Mehmet Ağabey elinde çapa, kuma dönüşmüş betonu kazıyor, kardeşini çıkarmaya çalışıyor.
Kooperatif ortağımız Bedia Ay’ın on yaşındaki oğluyla beraber enkaz altında kaldığını öğrendim. Kızları, eşi çıkıyor, ama o enkaz altında. Zaten enkaz altındaki kadınların çoğu çocuk odalarında bulunmuş. Yüreğime öyle bir kor düştü ki.
“Ne yapıyorsun Mehmet Ağabey” dedik, “Yalvarıyorlar, ‘bizi çıkar’ diyorlar, onlara ulaşmaya çalışıyorum” dedi. Sami’nin sesini duydu enkaz altındaki kuzenleri, bu kez ona seslendiler, “Sami Ağabey, bizi çıkar buradan” diye. Oğlu kucağında Aylin sesleniyordu. Sami kafasını ellerinin arasına aldı. Onu hiç böyle görmemiştim. Şimdi ne yapacaksın orada? Koca beton bloklar üzerlerinde ve hiçbir şey yapamıyorsun.
Binanın arka tarafından dayısının oğlunun beton üzerinde kafasını görüyor. 112’yi arıyoruz, telefon çekiyor, çekmiyor. Ara ki kimseyi bulasın. Ambulans yok, asker yok, polis yok, AFAD yok, hiçbir şey yok ve herkes aynı durumda. Bir ara sokağa baktım, herkesin evi yıkılmış, herkes çığlıklar içinde ve enkazların altında kalanların sesleri geliyor.
Akrabaların, mahallelinin desteğiyle Aylin ve oğlu kurtuldu. Aylin hastanede diyalize bağlı. Anladığım, enkazdan ne kadar geç çıkarsan iç organların, özellikle böbreklerin o kadar etkileniyor. Eşi ve kızı enkaz altında kaldı, ancak dördüncü, beşinci gün komşuların, ailenin desteğiyle çıkarıldılar. Gelen giden kimse yoktu. Yok! Yok! Yok!
Defne – Gültepe’ye yardım ne zaman geldi? Sonrasında neler oldu?
Üçüncü gün sivil yardımlar da gelmeye başlamış, kimi yardım noktaları oluşmuş. Bize yetişen yardımlardan biri Kütahya’dan geldi. Oradaki proje ortağımız bir dernek yardım gönderdi. Kocaeli ve İzmit’ten gelenleri gördüm, “Sizi en iyi biz anlarız” diyerek bir yardım çadırı kurmuşlardı. Başka illerden belediye başkanları geldi, yedi gün boyunca Defne belediye başkanını veya Hatay belediye başkanını hiç görmedim. Boydan boya mahalleler yıkık, her yer toz içinde, yakınlarının canlı, yaralı ve maalesef cansız bedenlerine ulaşanlar bir bir terk ediyorlar kenti, insanlar ateş başlarında… Çadır madır yok.
Kent boydan boya yıkılmıştı, eş dost kim enkaz altında öğrenmeye başladık. Kooperatif ortağımız Bedia Ay’ın on yaşındaki oğluyla beraber enkaz altında kaldığını öğrendim. Kızları, eşi çıkıyor, ama o enkaz altında. Zaten enkaz altındaki kadınların çoğu çocuk odalarında bulunmuş. Yüreğime öyle bir kor düştü ki. Kentte yaşamak için, daha çok beraber olabilmemiz için üç-dört ay önce gelmişti Bedia Defne’ye. Markette çalışıyordu. Yoldaşım, ortağım, arkadaşım…
Depremin üçüncü günü de bitti, gelen giden yok. Biz o geceyi de arabada geçirdik. Dördüncü gün, Sami’nin annesinin tek katlı evine gitmeye karar verdik. Altı aile orada kaldık. Herkes gergin, herkes üzgün. Ve herkesi sakinleştirmeye çalışıyorsun. Telefonlar hâlâ çekmiyor, kentin içinde çeken bir yeri bulmak için bütün kenti tavaf ediyorsun resmen.
Geçen hafta bir çağrı gördüm, “Yardım edin, Harbiye’de havuzun orada, canlı ihtimali var” diye. Halam orada oturuyor, enkazı teyit ettim, 12 gün boyunca kimse gitmemiş oraya. Telefonu aradım, adam kızkardeşinin ve yeğeninin enkaz altında olduğunu, dört katlı binanın yıkıldığını söyledi.
AFAD’ı aradım, görüştüğüm kişi “Şehrin dışına çıktım, bir şey yapamam” dedi. “Kentte olan bir ekibin telefonunu verin” dedim, “Kim nerede bilmiyorum, bir telefon veremem” dedi. Tanıdığım bir madenciyi aradım, kadını ve çocuğunu çıkarmak için harekete geçtiler.
AFAD’ı aradım, görüştüğüm kişi “Şehrin dışına çıktım, bir şey yapamam” dedi. “Kentte olan bir ekibin telefonunu verin” dedim, “Kim nerede bilmiyorum, bir telefon veremem” dedi. Kütahya’dan tanıdığım bir madenci var, onu aradım. Kadını ve çocuğunu çıkarmak için harekete geçtiler. Bu çağrıyı yapan adam aradı, “Geldiler şimdi, canla başla çalışıyorlar” dedi. Bu arada, Hatay dışından yardımlar gelmeye başladı, ben de kooperatif adına aldıklarımı sevk ettim ihtiyacı olan yerlere. Herkese yardım gönderdim, donuyorum, ayağıma bir çorap alamadım o yardımlardan. Aklıma bile gelmedi.
Kızımla ikinci günden sonra görüşebildim, o da deliye dönmüş zaten. Tek tek arkadaşlarımı arıyor. Neyse ki hayatta olduğumu öğreniyor. Tesadüf, aradığı arkadaşım yanımdaydı, birbirimizin sesini duyabildik. Annemlere ancak depremin üçüncü günü gidebildim. Köydeki akrabalardan kayıplarımız var. Teyzemi ve eşini beşince günde çıkardılar. Onu da konu komşu çıkardı.
İşyerim Kavaslı’da, oradan o kadar eminim ki, çünkü depreme dayanıklı olduğu söylenmişti. Dükkânın duvarları patlamış ve içerideki tüm kıyafetler, giysiler alınmıştı. Kavaslı’da beni görenler “Senin dükkânından çocuklarımız için giysi aldık, not ettik, parasını ödeyeceğiz” dediler. Helâl olsun. Sosyal medyaya da yazdım: “Her kim dükkânımdan eşya aldıysa helâl olsun, 23 yıldır buradan ekmek yiyorum.”
Bu arada, bizim de ürün desteği verdiğimiz kadınlarelinden.com (kadın üreticilerin ürünlerini tüketici ile buluşturan bir sosyal girişim) organizasyonu aradı beni. Günlerce ulaşamamış, deliye dönmüşler. Onlar seferber olup bizim mahalleye geldiler. Yedinci gün beni Antakya’dan çıkmaya ikna ettiler ve evdeki aileler, Sami’nin ailesi hep birlikte Mersin’e geldik.
Defne Kadın Kooperatifi’nin ortaklarının, genel olarak da çiftçilerin durumu nasıl?
Bizim kooperatifin çatısında ve içinde hasar var. Cam kavanozlardaki ürünler telef olmuş. Buna rağmen ilk gece hiçbir yerde elektrik yokken meyve atıklarıyla çalışan, elektrik üreten bir sistem kurmuştuk, onunla elektrik üretmiş kadınlar.
Buradaki herkes üretime devam etmek istiyor. Köylü, çiftçi, üretici, imalatçı desteklenmeli. Bu insanların iş yapması gerekiyor. İmalat yapabilen herkesin imalata başlayacağı bir alan yaratıp bir ağ kurmak lâzım. Kent ancak böyle ayağa kalkar.
Kooperatifimize birçok yerden çağrı geliyor, “Ürünlerinizi gönderin, satalım” diyorlar. Onlara anlatmaya çalışıyorum, bütün kavanozlarımız kırıldı, ürünleri siz gelip alın, paketleyin, pazarlayın. Bizim şimdi meyve kurutma zamanımız, bunun için geçen hafta üretime geçme karar verdik ve çalışmaya başladık.
İşyerimin duvarları patlamış ve içerideki tüm kıyafetler, giysiler alınmıştı. Beni görenler “Senin dükkânından çocuklarımız için giysi aldık, not ettik, parasını ödeyeceğiz”, dediler. Helâl olsun. Sosyal medyaya da yazdım, “Her kim dükkanımdan eşya aldıysa helâl olsun.”
Gelecek hafta kadınlarelinden.com’dan gelecekler, elbirliğiyle kooperatifin tek katlı prefabrik yapısını onaracağız. TİP’ten arkadaşlar geldi, konteynır kurmak istediklerini söylediler, ihtiyaçlarımızı ilettik. Bakalım nasıl yol alacağız?
Hem benim köyümde, hem Yeşilpınar hem de Turfanda’da barınma sorunu var. Birçok insan derme çatma yerlerde. Arabası olanlar arabalarında kalıyor. İçecek su sorunu sürüyor, kuru gıda azalıyor, en büyük sorun iç çamaşırı… Bütün köyler bu durumda. Hayvanları öldü bu insanların, kalanlar da bakımsızlık ve yemsizlikten ölecekler. Köylülere, çiftçilere diyor ki devlet, “burada kalmayın, çadır noktalarına gelin”. Nasıl gelsinler, hayvanlarını, bahçelerini, bağlarını nasıl bıraksınlar? Devlet, iktidar insanların üretim koşullarını gözeterek el uzatsa herkes daha hızlı iyileşecek.
Depremin altıncı günü kooperatife gittim. Buluşmamızı görmeliydiniz, günlerdir haber alamadığımız için kavuşmak çok iyi geldi. Birbirimize bir koşuşumuz var ki, unutulmaz. Ama işimiz çok. Elimizin uzanabildiği her yeri, herkesi harekete geçirmeye çalışıyoruz.
Kadın kooperatifleri birbirleriyle iletişim halinde mi?
Defne’dekilerle iletişim halindeyiz, velakin bizim gücümüz nereye kadar? Ara ara gücümün tükendiğini hissediyorum. Ama bana umut bağlayan birçok insan var etrafımda. Bugün 19 gün oldu. 19 gün boyunca kendi işimle ilgili zerre bir çalışmam yok.
Tüm Türkiye’de 670 kooperatifin üyesi olduğu bir Whatsapp ağına üyeyim. Günlerce yıkıntı fotoğrafı paylaşıp durdu insanlar. Tam bir kaos. Bakıyorum, kafayı yiyorum, sağım solum yıkıntı zaten. Bir mesaj yazdım: “Çok acı yaşadım, çok şey kaybettim. Ben acılarımı rafa kaldırdım. Ömrüm yeterse onlar için bir gün oturup ağlayacağım, ama şu anda o acıları rafa kaldırıp üretim yapmak gerekiyor. Yani üreticilere destek vermek gerekiyor. O yüzden sizden ricam, enerjimizi köylüye, çiftçiye, üreticiye, kooperatiflere, hayvanlara verelim. Eğer bunu yaparsanız bize faydanız olur.” Artık böyle şeyleri paylaşmıyorlar.
Kadınların gündelik hayatı ne durumda?
20 Şubat’ta, köyde baktım çadırın içinde erkekler oturuyor, bizler, kadınlar yemeğin, ortalığın temizliğinin derdine düşmüşüz. Dayım, ağabeyim filan da var, utamadım kendimi, “Bu deprem bir bizim mi başımıza geldi, olağanüstü bir durum var, herkes kendi işini yapacak. Hepiniz kendinize gelin” dedim. Herkes bir şaşırdı şöyle.
Kadınların derdi bir değil, iki değil. Nasıl evdeki yaşlıların bakımı onların üzerinde, çadırlarda, barakalarda da durum öyle.
Anneme günlerce yalvardım, köyden ayrılmadı, 21 Şubat’a kadar. Sanki savaş var, topraklarını savunacaklar. “Ben burada kalıp mücadele edeceğim” diyor annem. İnsan onca yıllık emeğini bırakıp çıkamıyor. “Burada yıkım ve sağlık riski var” diyorum, dinletemedim günlerce. Sonunda ikna ettim. Köye gittiğimde de, Antakya’nın içinde de görüyorum, kadınlar hem yardımlara ulaşmaya çalışıyor hem de kim kaldıysa onun açlık tokluğu ile ilgileniyor. Tuvalet sorun, banyo imkânı yok, herkes iç çamaşırı soruyor. Kadının işi bitmiyor. Bizler olmasak birçok sorunla baş edilemez.
Baktım çadırın içinde erkekler oturuyor, bizler, kadınlar yemeğin, ortalığın temizliğinin derdine düşmüşüz. Dayım, ağabeyim filan da var, tutamadım kendimi, “Bu deprem bir bizim mi başımıza geldi, olağanüstü bir durum var, herkes kendi işini yapacak. Hepiniz kendinize gelin” dedim. Herkes bir şaşırdı.
Bu arada, Diyanet bir açıklama yaptı, gerçi sonra sildi, ama depremdeki kimsesiz çocukların evlatlık alınabileceğini ve evlatlıklarla evlenmenin önünde bir engel olmadığını söyledi. Ne diyorsunuz buna?
Bunlar nasıl sözler? Kooperatif ortağım Bedia Ay’ın kızları gözümün önüne geliyor. Kimsesiz değiller, babaları var. O da olmasaydı, bu kızları evlat edinenler, onlarla evlenebilecekler miydi! İnsan yaşadıkları ve duydukları karşısında aklına mukayyet olmaya çalışıyor. Neyse, en içimdekini söylemeyeyim. Depremin ilk gününde haritaya bakıp bunu bile düşünmüş olabilirler mi diye soruyor insan.
Bizlerin, Alevilerin yerleri yurtları belli. Onlara göre oyumuz da belli. Dolayısıyla, biz ölsek kalsak umurlarında olmaz. Umurlarında olsa ilk yardımlar üçüncü gün gelir miydi?
Erdoğan, Bahçeli ve bakanlardan oluşan bir heyet 20 Şubat’ta Hatay’a geldi, görüşmelere katıldınız mı?
Buradaki yöneticiler iki hafta aramadılar, o heyet gelecek diye aradılar, “Siz de kooperatif olarak katılın” dediler. Gidemedim. Sonra izledim. Sayılar, sayılar, bir dolu söz. Onca acılı insanın kentine geliyorsunuz, sanki hiç bunları yaşamamışız gibi, “İlk günden beri deprem bölgesindeydik” diyorsunuz. Duyduklarına inanamıyor insan. “Kentleri ayağı kaldıracağız” diyorlar. Nasıl? Yıkılan evlerimizin ederini nasıl bilecekler? Yoksa bir değer biçip TOKİ evlerine başımızı sokmak için bir ömür borçlandıracaklar mı? Yitip giden canlarımıza takı töreni yapar gibi organize edilen yardım, tüm kanallarda canlı yayınlandı. Hiçbir yerimize değmiyor bu konuşmalar, bu yardım toplama halleri. Neyin nereye harcandığını öğrenebilecek miyiz? Cumhurbaşkanı, konuşmasının sonunda, “Buradaki molozları, beton ve tuğlaları yeni inşaatlarda dolgu malzemesi yapacağız” dedi. Nasıl gireceğiz o evlere biz, nasıl?
Sonra Osmaniye’ye geçti aynı heyet ve kulaklarımla duydum: “Haysiyetsizler, namussuzlar, ahlâksızlar” diyor. Kime? “Çadır nerede?” diye soranlara. “Çadır nerede?” diyoruz, 19 gün geçti, ne diyelim? Ne gözümüz kör, ne kulaklarımız sağır ne de kalplerimiz mühürlenmiş, insanlar neyle karşı karşıya olduğunu şimdi daha net görüyor.
Yitip giden canlarımıza takı töreni yapar gibi organize edilen yardım, tüm kanallarda canlı yayınlandı. Milyonlarca lira bağışlandı. Merkez Bankası bağış yaptı, Ziraat Bankası bağış yaptı, ama sadaka verir gibi verecekleri 10 bin lira hâlâ yatmadı hesaplarımıza.
Depremzede başvurularınız ne durumda, depremin ilk günlerinde söz verilen 10 bin lira hesabınıza yattı mı?
Depremzede olduğumuzu kanıtlayacak belgeyi almak üzere eşim Mersin’de kaymakamlığa gitti, çünkü e-devletten alamadık. Kaymakamlık, ardından Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na başvurman bekleniyor. Bu vakfın bağlı olduğu Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü “İlk günlerde verilen evraklar geçersiz” demiş eşime. Devlet diyor ki, “Sana evrak veremeyiz, daha önce verdiklerimiz de geçerli değil”. Neden? Bilmiyoruz! Mersin Kız Kalesi civarında depremden gelenler resmen perişan, dilenciye dönmüş herkes. Biz otuz senedir vergi ödüyoruz bu devlete, hiç aksatmadan. Benim paramla yapılan hastane yıkılıyor, evim işyerim yıkılıyor, göç ediyorum, resmi kurumlar oradan oraya gönderiyor.
Canlı yayında milyonlarca lira bağışlandı, Merkez Bankası bağış yaptı, Ziraat Bankası bağış yaptı, sadaka verir gibi verecekleri 10 bin lira hâlâ yatmadı hesaplarımıza.
Çoluğu çocuğu, hastası olanlar kent dışına çıktı. Ama kimse elini kolunu çekmedi buradan. Hatay halkı kentine aşkla bağlı insanlar, yüzde doksanı döner kentine.
Antakya’yı terk edenler geri döner mi?
Çoluğu çocuğu, hastası olanlar kent dışına çıktı. Ama kimse elini kolunu çekmedi buradan. Benim gibi aracı olanlar gidip geliyor, olmayanlar telefon başında destek olmaya, yardımları yönlendirmeye çalışıyor. Ancak yardımlar azaldı. Gidenler bir-iki aya kadar döner kanımca. Hatay halkı kentine aşkla bağlı insanlar, yüzde doksanı döner kentine.
Şimdi nerede kalıyorsunuz?
Geçen haftadan beri Mersin’de pansiyon gibi bir yerde kalıyoruz. Burayı bize kadınlarelinden.com buldu. Buradaki otel ve pansiyonda kalanların çoğunu 1 Mart itibarıyla çıkarıyorlar. Ne yapacak bu insanlar?
Mersin, Antakya, Antakya köyleri arasında mekik dokuyorum. Asıl endişem, yağmurlar geliyor, ne olacak aç, açık olanlar? Günlerdir Mersin’de ev arıyorum. En ucuz ev bizlere 10 milyon, 15 milyon, böyle uçuk fiyatlara çıkmış kiralar. Ayrıca, üç aylık depozito, bir yıllık kirayı da peşin istiyorlar. Nasıl ev bulacağım, nasıl yerleşip bir düzen oturtacağım? Çok katlı evlerde oturamam, apartmanlara giremiyorum bile. Geçen gün rüyamda depremi yaşıyorum, telefonum çaldı, açtım, “deprem oluyor” demişim arayan arkadaşa, “deprem olmuyor” dedi, ama koşarak dışarıya çıktım. Nerede kalırsanız kalın, geceleri deprem oluyor hissinden çıkamıyorsunuz.
Kimse bu depremi unutamaz. Unutmuş gibi yapar, ama unutamaz. Günlerce depremle ilgili paylaşımlara bakamadım. Geçenlerde birkaç videoda 6 Şubat günü kentin resmen zıpladığını gördüm ve bu kentten nasıl sağ çıktık diye sordum kendime. Madem bu kentten sağ çıktık, bu kentteki canlara dokunmak, onlar için çalışmak zorundayız…
Nesrin Burç Deli ile Defne Kadın Kooperatifi üzerine:
Öykülerimiz bizi güçlendiriyor
Defne Kadın Kooperatifi’nden kadınlar anlatıyor:
Üreten kadın güçlüdür