Audre Lorde ismi feminizmde çok önemli bir mihenk taşıdır; cis-hetero beyaz orta sınıf feminist ve siyah özgürlük hareketinin yükselmeye başladığı yıllarda, siyah, lezbiyen, yoksul bir kadın olarak ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, homofobiye karşı savaş vermeye başladı. “Kesişimsellik”, yani mücadelelerin ortaklığı kavramını icat eden kadındır; ihtiyaçtır tüm icatların anası. Siyah hareketindeki hetero erkeklerin, beyaz kadın hareketindeki beyazların egemenliğinin tahakküm altına aldığı mücadele alanını, yaşamsal coşkusu ve şiiriyle siyah, yoksul, lezbiyen kadınlar için açmıştır. Birçok kimliğin kesişimi olan bir mücadele anlayışıyla kendi mücadelesini “kimlik” mücadelesinin ötesine taşıyarak varoluşsal bir zemin yarattı tüm ezilenlere. “Şiir lüks değildir!” makalesi yürekten gelen bir çığlık olduğu kadar, tüm kadınları kendi sihirlerinin peşinden gitmeye ikna eden bir şifacının sözleridir: “Yaşamlarımızı irdelediğimiz ışığın niteliği, sürdürdüğümüz yaşamlar kadar bu yaşamlarda gerçekleştirmeyi umduğumuz değişimleri de doğrudan etkiliyor. Kendi sihrimizin peşinden gidip onu gerçekleştirecek fikirleri işte bu ışığın içinde biçimlendiririz, şiirdir bu.” (s. 43)
Bu “yaşamlarımızı irdelediğimiz ışık” da bir kavram olmalı bence ve biraz daha açılmalı, hani “nazar” denen şey vardır tüm kültürlerde, “kötü bakış”. İşte bu kötü bakış, hayatlara kudret azaltan, kendine güveni yiyen, değersizleştiren bir ışık düşürür ve “nazara gelen” kişi artık kendini değersiz olarak değerlendirir. Audre Lorde, kadınların üzerine düşen, onları değersizleştiren bu “kötü bakış”a karşı yazdı şiirini; bir muska gibi, kötü bakışı yıkayan yaşam suyu gibi.
Audre Lorde’u okumak pek çok kadın için –benim için de– rasyonel bilgiden çok, değerli bir deneyim sunuyor. Peki fikir yok mu? Hem de nasıl var, deneyimden damıtılmış fikirlerle, yani gerçek kavramlarla karşımıza çıkıyor Lorde. Descartes’çı bir rasyonelliğe karşı bedenin gerçeklerini aktarıyor bu kavramlar; Spinoza’nın Etik’i gibi, ama Lorde bunu geometriyle değil, şiirle yapıyor, içinizi berrak yaşam suyuyla dolduruyor. Audre Lorde’u okumaya başlamadan önceki siz ile okumayı bitiren siz iki farklı kişisiniz, çünkü okurken Audre Lorde’dan size akan yaşam gücüyle, mücadeleyle, onurlu duruşla beslenip büyümüşsünüzdür. Depresyondaysanız kendinize gelirsiniz, çünkü gücünüzü emen şiddet faillerini, kapitalizmi, erkek düzenini görebilmeyi başarırsınız. Gücünüzü, kanınızı emen, ama “kötü bakışlarıyla” içinize girip yerleşmiş bu uğursuz tahakkümü dışarı atabildiğinizde kendi kendinize kalıp sihrinizin peşine düşeceğiniz gücü bulursunuz: “Zira kadın olarak her birimizin içinde güçsüzlük ve ‘acizlik kâbusumuza payanda olan / ceviz gibi çetin ve güzel’ hakiki ruhumuzun gizliden gizliye büyüyüp yükseldiği karanlık bir yer vardır.” (s.43)
Audre Lorde’u okumak pek çok kadın için rasyonel bilgiden çok, değerli bir deneyim sunuyor. Peki fikir yok mu? Hem de nasıl var, deneyimden damıtılmış fikirlerle, yani gerçek kavramlarla karşımıza çıkıyor Lorde.
İşte Audre Lorde’un şiirinin ışığı ruhumuzun gizliden gizliye büyüyüp yükseldiği bu karanlığın üzerine düşer; içimizi aydınlatır, yolumuzu açar. Evet, farkındayım, bu nasıl bir kitap yazısı diyenler olacaktır yazdıklarıma, çünkü yazılanlar “güzelleme” gibi görünebilir Audre Lorde okumayanlara. İlham verici bir şairi, savaşçıyı ilham alarak ve birazcık da şair olmuş gibi anlatmak çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Çünkü gerçek savaşçı ve şair, kendi ilhamını bulaştırıp her kadına bulunduğu yerden mücadeleye başlaması için cesaret veriyor.
Neden “bahisdışı”?
Kitabın başlığı olan Bahisdışı Kızkardeş çevirisinin önemine vurgu yapmak istiyorum. Yayınevi, çeviri sırasındaki düşünce sürecini okurlarla paylaşmış. “Outsider”, yani dışlanmış, yabancı, aykırı gibi karşılıkları olan bu terimi neden bahisdışı olarak çevirdiklerini şöyle anlatıyorlar: “(Outsider) daha çok mevzu bahis olmayan, mücadelesi ve kendisi görünmeyen, yok sayılan, bir iddiada, mücadelede kasti veya kasti olmayan şekilde bahsi geçmeyenlerden söz ediyordu, ayrıca sessizleştirilmiş veya duyulmayanları da ifade ediyordu.” Doğru bir karar olmuş; terimlerin birebir Türkçe karşılığıyla değil de mevcut bağlamda değerlendirilerek çevrilmesi, düşünce dünyamıza katkıda bulunuyor. Artık birisinin, bir mücadelenin “bahisdışı” kaldığını söyleyerek bir şey anlatabiliriz. “Çevre hareketi bahisdışı kaldı” diyebiliriz sanki, ya da “makbul olmayan vatandaşların bahisdışı kaldığını” söyleyerek onların dilden dışlandığını, sessizleştirildiğini söyleyebiliriz.
Hani derler ya, anlatılmaz, yaşanır diye. Audre Lorde hem anlatılır hem yaşanır, fakat kadın ya da LGBTİ iseniz daha çok yaşıyorsunuz sanki Lorde’u. Deneyimden damıtılmış kavramlar ve şiir, hem yeni deneyim alanları açıyor içinizde hem de sizi sesinizi yükseltmekten alıkoyan her şeyle mücadele etme cesareti veriyor.
Dil burada aslında direkt olarak varlık, varoluş demek. Dilin dışında kalan, varoluşun da dışında kalarak yok ediliyor. Judith Butler’ın “yası tutulmayan yaşamlar” olarak nitelendirdiği, harcanabilir, yok edilebilir yaşamlar Audre Lorde’da “bahisdışı” olarak kavramsallaştırılıyor. Sessizleştirme, dilden dışarı atma varlığı yok etmenin en etkili biçimlerinden biri. Audre Lorde’dan ilham alan Rebecca Solnit şöyle diyor: “Kadınlara şiddet, seslerimize ve hikâyelerimize yönelik şiddettir çoğu defa. Sesimizin anlamının yadsınmasıdır; yani kendi kaderini tayin etme, katılım, rıza gösterme ya da karşı koyma, yaşama katılma, yorumlama ve anlatma hakkının yadsınması…” Hani Türkçede mevzubahis diye bir terim vardır. İşte mevzubahis olmasın diye bastırılan öznelerden söz ediyoruz burada, öznelik, faillik hakları bizzat sessizleştirilerek ellerinden alınan insanlardan.
Sessizlikten eyleme
Kitaptaki diğer önemli makale (aslında bu kitaptaki her makale bir kült!) “Sessizliğin Dil ve Eyleme Dönüşmesi”; “bahisdışı kızkardeş”in “dile gelip” kendi eylem alanını açmasının adımları. Audre Lorde, bu yolun korkudan, korkuyla yüzleşmekten geçtiğini söylüyor: “En büyük pişmanlığım sessizliklerimiz oldu. Neden korkmuştum ki? (…) Korkuyu anlamlandırmayı öğrenmenin de bana muazzam bir kuvvet verdiğini biliyorum.” (s. 50) Sessiz kaldıkça, hikâye anlatılmadıkça içerde büyüyen gerilim kadına zarar vermeye başlıyor, onu küçültüyor, eylem gücünü azaltıyor. Lorde, kadınların sessizlikleri üzerine bir yerde konuşma yapacakken ne söyleyeceğini bilmediğini söyler kızına, kızı ona şöyle bir cevap verir: “Onlara, sessiz kalırsan asla gerçekten tam bir insan olamayacağını anlat. Çünkü içinde bir yerlerde, yüksek sesle dile getirilmek isteyen bir parça hep olacak ve onu görmezden gelmeye devam edersen gitgide daha da delirip sinirlenecek. Ve onu yüksek sesle anlatmazsan, bir gün zıplayıp içeriden ağzına yumruğu oturtacak.” (s.51)
Kaç kadın yemedi sessizliğin bu öfkeli yumruğunu içinden? Kendini ertelediğin her an büyüyen ve daha da öfkelenen bir sessizlik bu. Audre Lorde, işte bu sessizlik büyüyüp, içimizde delirip, sinirlenip bize saldırmasın diye açmaya çalıştı bu mücadele alanını, siyah, yoksul, anne, lezbiyen olarak, ırkçılık, kapitalizm, cinsiyetçilik, homofobiye karşı sesini yükselterek mevzubahis edilmeyenlere dilde varoluş alanı açtı.
Hani derler ya, anlatılmaz, yaşanır diye. Audre Lorde hem anlatılır hem yaşanır, fakat kadın ya da LGBTİ iseniz daha çok yaşıyorsunuz sanki Lorde’u. Deneyimden damıtılmış kavramlar ve şiir, hem yeni deneyim alanları açıyor içinizde hem de sizi sesinizi yükseltmekten alıkoyan her şeyle mücadele etme cesareti veriyor. Korkunun gözlerine bakınca, sizi kimlerin korkutup sindirdiğini, şiddet faillerini, tahakküm kuranları, yoksullaştıranları daha iyi görüyorsunuz. İyi bir görüş ve kavrayış, sesinizi kısan tüm bahislerin sonunu getirebilir –umut burada!
1+1 Express, sayı 180, Yaz 2022